“Sabır ve namazla (Allah’tan) yardım dileyin.” SABIR - TopicsExpress



          

“Sabır ve namazla (Allah’tan) yardım dileyin.” SABIR Sabır’ sözlükte, darlıkta kendini tutma, kontrol etme demektir. Sabır, aklın ve şeriatın gerektirdiği durumlarda nefsi hapsetme, kendine hâkim olmadır. Acıya katlanmak, o acıyı geçirmek için dayanmak ve karşı koymak da sabırdır ki, bu her türlü rahatlamanın ve başarının yoludur. Terim anlamı: İslâmın emir ve yasaklarını tatbik ederken ve imtihan özelliği olan musibetler karşısında yılgınlık göstermeyip direnmek, cesaret ve dayanıklılık göstermek demektir. Sabır, hak yolda yaşamanın bedeli olan zorluklara göğüs germek, hedefe ulaşmak konusunda direnç, ahlâkî disiplin ve nefsi kontrol altında tutmaktır. Sabır, yalnızca acılara ve felâketlere dayanma, katlanma değildir. Sözgelimi, musibet ve felâket zamanında dayanmak, tahammül göstermek sabır olduğu gibi ki bunun zıddı acelecilik ve dayanıksızlıktır. Cihad anında kaçmayıp ayak diremek de sabırdır. Bunun zıddı korkaklık ve cihaddan firardır. Gerektiğinde sır saklamak, dili gereksiz şeyleri konuşmaktan korumak da sabırdır. Bunun zıddı boşboğazlıktır. Kur’an-ı Kerim’de 104 yerde anılmış olan sabır, bütün İslâm bilginlerinin ittifakıyla farz olup imanın yarısıdır. Çünkü imanın yarısı sabır diğer yarısı da şükürdür. Allah (c.c.), Kur’an’da: “Sabır ve namazla (Allah’tan) yardım dileyin.” “Ey İnananlar, sabır ve namazla (Allah’tan) yardım dileyin. Allah sabredenlerle beraberdir.” âyetleriyle sabrı emreden Allah (c.c.), “Ey inananlar sabredin, direnin, savaşa hazırlıklı ve uyanık bulunun.” “Sabredenleri, doğru olanları, huzurunda gönülden boyun büküp divan duranları, Allah için mallarını harcayanları ve seherlerde bağışlanmasını isteyenleri (Allah görmektedir).” ayetleri ve benzerleriyle sabredenleri övmekte; “Allah sabredenleri sever” ve benzeri ayetlerle sabredenleri sevdiğini, onlarla beraber olduğunu bildirmekte; “Sabrederseniz bu, sabredenler için daha hayırlıdır.” “Sabretmeniz ise sizin için da iyidir.” âyetleriyle sabrın, hayırlı sonuçlar vereceğini, “O halde sen de bizim azim sahibi elçilerin sabrettikleri gibi sabret, o nankörler için acele etme.” “Fakat kim sabreder, affederse şüphesiz bu, çok önemli işlerdendir.” âyetleriyle sabrın, büyük irade sahibi peygamberlerin (a.s.) yaptığı büyük bir iş olduğunu açıklamakta, “Biz sabredenlerin karşılığını yaptıklarının en güzeliyle vereceğiz.” “Sabredenlere mükâfatları hesapsız ödenecektir.” gibi âyetlerle sabredenlerin en güzel biçimde ödül alacağı; “Sabredenleri müjdele.” âyetiyle başına gelen olaylara sabredenleri müjdelemesini elçisine emretmekte; “Evet sabreder, korunursanız, onlar hemen şu dakikada üzerinize gelseler, Rabbiniz size nişanlı beş bin melekle yardım eder.” âyetiyle sabredenlere zafer garantisi vermekte; “Melekler de her kapıdan yanlarına girerler, sabretmenize karşılık selâm size (derler)” âyetiyle sabredenlerin, âhirette de büyük derecelere ulaşacaklarını duyurmaktadır. Fazileti hakkında çok hadis bulunan sabrın imanla alakası, başın bedenle alakası gibidir. Nasıl başı olmayanın bedeni olmazsa sabrı olmayanın da imanı olmaz. Hz. Ömer (r.a.) ‘Sabır ile güzel geçime ve refaha kavuştuk’ demiştir. Sabrın nûr olduğunu bildiren Peygamber (s.a.v.): “Müminin işi ilginçtir. Her işi hayırdır. Bu yalnız mümine verilmiştir. Sevindirici bir işle karşılaşsa sabreder şükreder, o iş kendisi hakkında hayırlı olur. Üzücü bir işle karşılaşsa sabreder, kendisi için hayırlı olur.” “Hiç bir kimseye sabırdan daha hayırlı bir mükafat verilmemiştir.” diyen Allah’ın elçisi, kendisinden dua talep eden sar’alı zenci bir kadına: “Dilersen sabreder cennete girersin; dilersen dua edeyim, Allah seni bu dertten kurtarsın” demiş, kadın : “Ben bayılıp düştüğüm zaman açılıyorum, Allah’a dua et, vücudum açılmasın, demiş ve Allah’ın elçisi kadına dua etmiştir. Hz. Ali (r.a.) diyor ki, iman dört direk üzerine oturur. Bunlardan biri sabırdır. Sabrın da dört şubesi vardır: Arzu, korku, zühd ve gözetme. Cenneti arzulayan şehvetlerini sınırlasın. Ateşten korkan haramlardan yüz çevirsin. Zühd sahibi olana musibetler kolay ve hafif gelir. Ölümü gözeten de hayır yapmakta acele eder. Sabredilen şey bakımından sabır üç çeşittir: Allah (c.c.)’a ibadetlere sabır, günah işlememeye sabır, Allah’ın sınavı olan üzücü olaylara sabır. İlk ikisi kulun kendi iradesi ile yapacağı işlerle ilgili sabırdır. Üçüncüsü ise kendi iradesi ve eylemi dışındaki olaylara sabırdır. A) Kul, ibadetleri yapmak için sabra muhtaçtır. Çünkü Gazâli’nin dediği gibi nefis kulluktan hoşlanmaz, liderlik ve Rab’lık ister. Bundan dolayı ariflerden biri Firavun’un: “Ben sizin en yüce tanrınızım.” sözüyle açığa vurduğu tanrılık davası, her nefiste gizli olarak vardır. Bundan dolayı kulluk nefse güç gelir. Kimi insanlar ibadetten, tembellik yüzünden hoşlanmaz. Namaz ibadeti gibi. Malî ibadetlerden de cimrilik yüzünden hoşlanmaz, zekât gibi. Kiminden de her iki sebepten de dolayı hoşlanmaz: Hac ve cihad gibi. Demek ki ibadetler için sabır, zorluklara ve güçlüklere karşı sabırdır. B) Kul, günahlardan uzak durmak için de sabra muhtaçtır. Nefse en güç gelen sabır da insanın alıştığı ve devam ettiği günahlardan vazgeçmeye sabırdır. Çünkü alışkanlık arzu ile birleşirse günah etkeni güçlenir. Eğer günah işlenmesi kolay bir iş ise, buna sabır daha da zor olur. Dili gıybetten, yalandan, riya’dan, üstü kapalı veya açık biçimde kendini övmekten ve benzeri kolay günahlardan korumak için sabır böyledir. C) Allah (c.c.)’ın sınavlarına karşı sabır da iki çeşittir: Birincisi, insanlardan gelen ve savması insanın elinde olmayan eziyetler, belalardır: Halkın kendisinin aleyhinde konuşmaları, kendisine iftira etmeleri, hakkını gasbetmeleri ve benzeri şeylerdir. Sahabilerden biri (r.a.) ‘Kişi eziyete sabretmedikçe (yani iman yolunda işkenceye katlanmadıkça) o adamın imanını iman saymazdık.’ demiştir. Çünkü bu, peygamberlerin sabrıdır. Yüce Allah (c.c.) onların şöyle dediklerini nakletmiştir : “Biz, sizin bize yaptığınız işkenceye sabredeceğiz. Mü’minler Allah’a tevekkül etsinler.” Peygamberimiz (s.a.v.) ve ashabının, Mekke müşriklerinin söz ve eylemli işkencelerine sabırları sonucu, dünyada hak sözü tevhid yerleşmiş, İslâm gönülleri fethetmiş, ahirette ise altlarından ırmaklar akan nimet cennetlerinde sonsuz hayata ermişlerdir. Yüce Allah (c.c.) onların durumunu ve özelliğini şöyle anlatmıştır: “Ve onlar, Rablerinin yüzünü (rızasını) arzu ederek (nefsin gücüne giden şeylere) sabrederler; namazı kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli olarak (hayır yoluna) harcarlar. İşte bu (dünya) yurdu (nun güzel) sonucu onlarındır.” İkincisi, başından savması kulun elinde olmayan felâket ve musibetlerdir: Müslümanın bir yakının ölmesi, malının telef olması, yangın, kaza, hastalık, sakatlık ve benzeri sınavlardır. Bunlara karşı sabır, sabrın en yüce makamıdır. İbn Abbas (r.a.) şöyle demiştir. Kur’an’da sabır, üç çeşittir: Allah (c.c.)’ın farzlarını yerine getirmeye sabırdır ki, bunun üçyüz altmış derece sevabı vardır. Musibetlerin ilk şokuna karşı sabırdır ki, bunun dokuz yüz derece sevabı vardır. Çünkü Allah (c.c.)’ın belasına sabır, başka şeylere sabırdan daha zordur. Buna ancak peygamberler dayanabilirler. Bunun için Peygamber (s.a.v.): “Ya Rabbi, Senden bana dünya musibetlerini küçültüp kolaylaştıracak bir yakîn istiyorum!” diye dua etmiştir. Bela ve musibetler, ya kulu olgunlaştırmak, ya da işlediği günahlarından temizlemek içindir. Yüce Allah:“Başınıza gelen bir musibet, ellerinizin yaptığı işler yüzündendir. Allah çoğundan da geçer.” buyurur. Peygamber Efendimiz: “Mümin kula isabet eden hiçbir hastalık, keder, ya da daha küçük bir olay yoktur ki Allah, o musibet ile o kulun günahlarından bir kısmını silmesin.” buyurdu. Yine Peygamberimiz: “Allah bir kuluna hayır dilerse, onun günahının cezasını dünyada verir.” buyurmuştur. Anlatıldığına göre, “Kim bir kötülük yaparsa onunla cezalandırılır.” âyeti indiğinde Hz. Ebubekir: Bu âyetten sonra insan nasıl sevinebilir? demiş. Peygamber (s.a.v.): ‘Allah seni bağışlasın ey Ebûbekir, hasta olmuyor musun? İşte bunlar günahlarınızın cezasıdır.” buyurmuştur. Yine Allah’ı elçisi: “Kim başına gelen musibete Allah’ın buyurduğu gibi ‘İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn’ deyip sonra Allah’ım, bu musibetimden bana sevap ver, bunun ardından bana hayır ver (aldığın nimetin yerine daha hayırlısını ihsan eyle), diye dua ederse Allah öyle yapar.” Bir kudsî hadiste Cenâb-ı Hak buyurur: “Kulum, kendisini bir bela (hastalık) ile sınadığım zaman sabreder, Beni ziyaretçilerine şikâyet etmezse, etinin yerine daha hayırlı bir et, kanının yerine daha hayırlı bir kan veririm. Onu iyileştirirsem günahından kurtulmuş olarak iyileştiririm, rahmetime (cennetime) sokarım.” Hz. Ali (r.a.), çocuğu ölen birisine taziyede bulunurken demiş ki: ‘Kader üzerinden geçti, sabredersen sevabını alırsın. Eğer sızlanırsan yine kader üzerinden geçmiştir (geriye döndürmek mümkün değildir), üstelik günahkâr olursun.’ Gerçekten sızlanma ve şikâyet, musibeti artırmaktan başka bir sonuç vermez. Allah(c.c.)’ın hükmüne sabretmeyenin musibeti ikiye katlanır. Bir musibetin kendisi, bir de sızlanmada haddi aşarak günaha girmesidir. Sızlanmak, yaka yırtmak, göğsünü ve yüzünü dövmek, aşırı şikâyette bulunmak, tasa göstermek, normal kıyafetini değiştirip yas giysileri giymek ve benzeri şeyler, istek ile yapılan şeylerin sınırında bulunduğu için insanı sabır makamından çıkarır. Bundan dolayı böyle şeylerden kaçınmalı, normal hayat geleneğini sürdürmeli, ölenin, aslında Allah (c.c.)’ın, kendisine verdiği bir emaneti olup, vakti gelince onu geri aldığını düşünerek teselli bulmalıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in sabrı: Peygamberimiz (s.a.v.), insanların en olgunu ve en hayırlısı olduğundan, sabır sınavı için, Cenâb-ı Hak en çetin musibetleri O’na vermiştir. Daha dünyaya gelmeden babasını kaybetmiş; altı yaşında annesinin, iki sene sonra dedesinin vefatını görmüştü. Peygamberliğini takiben düşmanlarına karşı kendisini koruyan amcası Ebû Talib’in ve en çok desteğini gören hanımı Hz. Hatice (r.a.)’nin vefatına tanık olmuştu. Hz Fatıma (c.c.)’nın dışındaki bütün kendi çocukları, ya küçük yaşta veya gençlik yıllarında vefat etmişlerdi. Bütün bu musibetler Peygamberimiz (s.a.v.)’in gözlerini yaşartmış, fakat O’nun ağzından kaderi suçlayıcı biçimde tek bir söz duyulmamış, bir feryat işitilmemiştir. Bu felâketler karşısında asla sarsılmamış, yıkılmamış, yılgınlık duymamış ve sadece sabretmiştir. Peygamberlik geldikten sonra ise, insanları kurtuluşa çağırdığı için kendi kabilesi ve yakın akrabaları tarafından ölümle tehdit edilmiş, işkence yapılmış, hakaret edilmiş ve alaya alınmıştır. Bununla kalmamış, O’nu öldürmek için defalarca planlar kurulmuştur. Bu kadar eziyetlere sabreden Peygamberimiz, sonunda doğup büyüdüğü, elli yıl hayatını geçirdiği öz vatanı Mekke’den göç etmek zorunda kalmıştır. Mekke müşrikleri (kâfirler), O’nun hicretine (göç etmesine) de engel olmak için her türlü yola başvurmuşlar; fakat kurdukları bütün tuzaklar sonuçsuz kalmıştır. Müşrikler sürekli olarak ordular düzenlemiş ve O’nun üzerine yürümüşlerdir. Yapılan bu savaşlarda, O zaman zaman çok zor anlar yaşadı, hayati tehlikeler atlattı. Medine’yi savunmak için herkesle birlikte hendek kazdı, günlerce aç kaldı. O halde bile en küçük bir bıkkınlık göstermeden sabır ve metanet gösterdi. Çünkü O biliyordu ki, sabreden, zafere erecektir. İnsan geçici veya aralıklarla gelen musibetlere dayanabilir, fakat arka arkaya gelen zincirleme felâketlere sabretmesi oldukça güçtür. İşte Yüce Peygamberimiz (s.a.v.), hayatı boyunca her çeşit musibete uğradığı halde, sabır ve azminden, tevekkül ve şükründen hiçbir şey kaybetmemiştir. Felâketler arttıkça O’nun da dayanma gücü artmıştır. Peygamberimiz (s.a.v.)’in bu sabrı sonunda, düşmanlar dize gelmiş, yılmışlar ve bir kısmı da düşman oldukları yüce İslâm dinini kabul ederek, sonunda O’nun saflarında yer almışlardır. Sabır konusunda, İslâm büyükleri güzel sözler söylemiş ve insanlar için altın kurallar olabilecek tavsiyelerde bulunmuşlardır. Sülemî şöyle diyor: ‘Sabır, belâlardan lezzet almak, günleri tükeninceye dek ölümü (gönlünde) taşımak (kendisini ölmüş gibi görmek)tir. Asıl sabır, belâ oklarına göğüs gererek hedef olmaktır. Sabreden, beladan lezzet aldıkça ve belâ ile korundukça sabır içindedir. Çünkü belânın acılığını tadar, zorluğunu çeker.’ Hz. Ali (r.a.): ‘Sabır, tökezlemeyen bir binektir.’ demiştir. Dakkâk: ‘Sabredenler, iki dünyanın izzetine ermişlerdir. Zira onlar, Allah’ın beraberliğine kavuşmuşlardır. ‘Allah sabredenlerle beraberdir.’ Allah (c.c.)’ın beraber olduğu kimseler, elbette iki cihanın şerefine ererler.’ Sabr-ı cemil (güzel sabır), sızlanmadan belâlara dayanmaktır. Sabra aykırı olan, derdini yaratıklara açmak, sızlanmaktır. Fakat kendi halini Allah’a şikayet etmek, O’na yakınmak sabra aykırı değildir. Nitekim Hz. Yakup (a.s.) “Ben üzüntü ve tasamı Allah’a şikâyet ederim.” demiştir. Hz Eyyûb (a.s.) de Rabbine: “Bu dert bana dokundu, sen merhametlilerin en merhametlisisin!” diyerek derdini Allah (c.c.)’a arz etmiştir. Eğer derdi Allah (c.c.)’a arz etmek sabra aykırı olsaydı, Allah (c.c.)’ın sevdiği bu peygamberler, dertlerini Allah’a arz ve şikâyet etmezlerdi. Onların hali herkese örnektir. Kul, isyâna, edepsizliğe varmadan niyaz ve tazarru’ ile derdini Allah’a arz edip kurtuluş dilerse bundan sevap alacağı gibi belâya sabrı da güç kazanır. Musibetlerin Kolaylaştırılması Musibetlerin kolaylaştırılması ve olumsuz etkilerinin azaltılması için çeşitli usuller vardır. Musibetler yaklaştığı zaman, onun hazmedilmesi, karşılaşıldığı zaman azimli olunması halinde etkileri ve zararları azalır, onun geçiştirilmesi kolay olur. Hz. Ali (r.a.)’ye dünyadan soruldu. Buyurdular ki: ‘Gurur, zarar ve geçicilikten ibarettir.’ Sevinçler başka üzülecek şeylere yakındır. Aynı şekilde hüzünler de sevinilecek şeylere yakındır. Dünya bir sahipten başka bir sahibe geçer. Birine vardığı zaman diğerini terk eder. Kendisine ulaşan kimse için sevinç; ayrıldığı kimse için üzüntü olur. Çağının mesleklerini öğrenmesi, işlerinin düzgün olması için dikkatli davranması, tamahkâr olunmaması, dünyanın bir hal üzere olmasının beklenmemesi, değişimlerim kesinlikle olabileceğine hazırlıklı olunması, dünyanın örfünün bilinmesi insanın dünyada rahat etmesini sağlar. Şair diyor ki: Mezarlığa uğradım, Zenginle fakir arasında görmedim fark, Dün gördüğüm nice yaşayan sağlar, Bugün görürsün ölüdür onlar. Musibet kendisine gelen insan yukarıda sayılan usullerle ona dayanır ve bunu başarırsa, üzüntüleri azalır, problemlerin çözümü hafifler ve sabırsızlığı azalır. Şair diyor ki: İşlerin tamamı hiçbir zaman kolay olmaz, Çünkü dünya sevinçler ve üzüntülerle doludur. İşini kolaylaştır, rahat yaşarsın, Zorluk yurdunda rahat istersin, Olmayacak şeyleri isteyen sapıtmıştır. Allah yolunda yapılan mücahede için sabrın bir kaç çeşidi vardır: 1- Herhangi bir işinizde acele edip zamanı gelmeden önce adım atmaktan sakınmak. 2- Zorluk ve günahlarla yüz yüze kalındığı zaman, hedefi korumakta sebat etmek ve geriye kaçmamak. 3- Cihad görevini yerine getirdikten sonra, istenilen sonuç geç kaldığında ümitsizliğe kapılmayıp cihada devam etmek. 4- Hedefinize doğru yürürken, tehlikeli yerlere varıldığında ayağınızın kaymaması için yere kuvvetlice basmak. 5- Şefkat ve merhametin gerektirdiği içerleme anında dahi yapmanız gereken; dengenizi korumaya dikkat etmek, şefkat hislerine mağlup olduğunuz bir anda, düşünmeden, tefekkür etmeden bir adım atmamak, akıl, kalp ve irade normal bir halde iken yapacağınız işi yapmaktır. Bildiğiniz gibi, siz yalnız sabırla emredilmemiş, aynı zamanda sabırla yarış yapmakla da emredilmişsinizdir. Çünkü düşman kuvvetleri sabır konusunda batıl davaları yolunda, sabırla donatılmışlardır. Onun kuvvetlerini zayıf düşürmek ve başını Hakk’a eğmek için sabırda üstünlüğünüzü yerine getirmeniz gereklidir. Bunun için Cenâb-ı Hak, “Ey müminler sabrediniz!” dedikten sonra “sabırda yarışınız!”buyuruyor. Hakk’ın bayrağını yükseltmek için mücadele ettiğiniz ve çarpıştıklarınızın, sabrıyla, sizin sabrınızın arasına bir ölçü koymanız gerekir. İkinci dünya savaşının ürkütücü olaylarını okuyunuz. Alman, Japon ve Amerikalıların takındıkları sabrın ölçülerini bileceksiniz. Batıl’ı yükseltmek için yapılan fabrikalar, ev, istasyon, hava limanlarını kendi elleriyle nasıl yaktılar. Kuvvetli orduları ezen tankların paletleri altında kendilerini çekinmeden nasıl çiğnettiler. Ölüm saçan düşman uçaklarının gölgesi altında nasıl durdular. Sizin sabır ve sebatınız onlarınkine oranla daha çok olmayınca, onlarla savaş ve çarpışma yapmaya cesaret edemezsiniz. Savaş gücünüz onların savaş gücüne oranla zayıf olduğuna göre bu boşluğu doldurmak, ancak sabır, sebat ve doğruluk silahı ile silahlanmanızla mümkündür. (S:D)
Posted on: Sat, 19 Oct 2013 14:53:57 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015