04 Haziran 2013 Salı/ Yeni Özgür PolitikA {Roportaj} PKK - TopicsExpress



          

04 Haziran 2013 Salı/ Yeni Özgür PolitikA {Roportaj} PKK Kurucularından Rıza ALTUN: Çözmezsen bela olur PKK kurucularından Rıza Altun, “Kürt sorunu AKP’yi uluslararası bir kuşatma altına almıştır. Öyle bir kuşatmadır ki sorunu ne kadar çıkarcı temelde ele alıp çözmeye çalışırsan, o kadar başına bela olacak bir sorundur” dedi. PKK’nin, 30 yılın birikim ve değerlerini yeni sürecin temel esasları haline getirip, yeni araçlarla yürütme gücünü ortaya çıkarmaya çalıştığını kaydeden PKK kurucularından Rıza Altun, “Bütün bunlar Ortadoğu’daki gelişmelerle çakışınca, Önderliğimizin geliştirmiş olduğu süreç başladı“ dedi. Elbetteki böyle bir çözümde Kürtlerin, bütün özgürlüklerini elde edemeyeceklerinin açık olduğunu belirten Altun, “Ama en azından Kürtlerin inkarını ortadan kaldıracak, Kürtlerin varlığını kabullenebilecek, Kürtlerin kendisinin ifade edebileceği demokratik ortama kavuşabileceği, Kürtlerin kendisini kültürel olarak geliştirebileceği bir zemin yaratılırsa bunun üzerinde kendi özgürlüklerini geliştirmenin zemini ortaya çıkacak” diye vurguladı. PKK kurucularından Rıza Altun, Ortadoğu dengeleri, PKK’nin değişimi ve yansımaları ile yeni süreçte PKK ve Kürtlerin durumu, riskler, fırsatlar, ulusal birlik, toplumsal dönüşüm ve dönemin gerektirdikleri konularındaki sorularımızı yanıtladı. Ortadoğu’daki bu altüst oluşu bir genel perspektif içinde nereye oturtuyorsunuz? Ortadoğu’daki altüstleri dünyadaki gelişmelerden bağımsız ele almak mümkün değil. Başlı başına bir değerlendirme konusudur ama kısa bir vurgu düzeyinde ifade edeyim: 100 yıllık geçmişin birikimleri dünyayı her konuda değişmeye zorluyor. Kapitalist Modernite’nin kendisini yenileme zorunluluğunun yeni bir dünya oluşturma istemine gidişidir. Devam eden bir süreçtir ama Ortadoğu’nun gündemleşmesi yenidir. Siz de Soğuk Savaş döneminin bir partisiydiniz. Şimdi Ortadoğu’da yeni dengeler ortaya çıkarken partinizin perspektiflerinde değişim ve dönüşüm oldu mu? Elbette biz de de oldu. Bizim reel sosyalizm eleştirimiz ideolojik anlamda bir çok değişikliğe yol açtı. Bunun örgütlenme ve pratik mücadeleye yansımaları var. Ciddi bir değişim yaşadık. Ortadoğu, 1. Dünya Savaşı’ndan sonra belirli bir siyasi statü kazanmıştı. Siyasal toplumsal durum değişimi zorunlu kıldı. Reel sosyalizmin yıkılması resmileşince üzeri siyasi baskıyla örtülen sorunlar çok ciddi bir şekilde ortaya çıktı. Bu da kapitalizmin kendisini gözden geçirmesine neden oldu. Sürdürebilir olmak için kendisiyle birlikte dünyayı da yeni bir forma kavuşturması gerekirdi. Konumuz itibariyle bizim için esas olan Ortadoğu adeta dünyada değişim en son merkezi olarak karşımıza çıkıyor. Şimdi İngilizlerin Ortadoğu’da kurmuş olduğu sistem çökmüştür diyebilir miyiz? Yüzyıllık sistemin rahatlıkla çöktüğünü söyleyebiliriz. Tarihsel zaman diliminde gelişen bir olgudur ve günümüzde almış olduğu biçim var. Günümüzdeki biçim, bu çöküşü bütünüyle ortaya koydu ama nereye gideceği netleşmedi. Nasıl yeniden inşaaya tabi tutulacağı ve nereye gideceği, uzun vadede temel doğrultusunun ne olacağı tartışmalıdır. Özellikle son 10 yılda bölgede ortaya çıkan Kürt ve Kürdistan gerçekliğini nasıl görüyorsunuz? Ortadoğu’da değişen durumun Kürtlere yansımaması mümkün değil. Geçen yüzyıl içinde Kürtler, dört parçada farklı önderliklerle kendisine dayatılan rejimlere karşı mücadelelerini sürdürdü. Bunun yoğun mücadele ve dünyadaki değişimin etkisi bir takım sonuçları ortaya çıkardı. Kürtler artık eski Kürtler olmadığının altını çizmek gerekiyor. Yeni kurulacak dengeler içerisinde Kürtlerin belli bir yeri var. Fakat yanılgıya düşmemek lazım. Kürtler için düşünülen statü konusunda hem uluslararası hem de bölgesel güçlerin tasarımı net değil. Bir değişim dalgası gelişiyor ama bu değişim dalgası bizim anladığımız anlamda çok da devrimci bir dalga değil. Bölgedeki halkın mevcut rejimlere tepkisini, devrimci rolünü inkar etmiyorum ama Ortadoğu’ya düzen verebilecek siyasal güçlerin etkinliği açısından baktığımız zaman mesele karmaşık. Ortadoğu’nun kaderini başka güçler mi belirleyecek? Ortadoğu’daki mevcut düzeni kapitalizmin sınırlarının ötesine taşıyabilecek gelişmiş bir durumdan söz edemiyoruz. Halkların bir mücadelesi var ama çok örgütlü değil. Halkların demokratik talepleri var ama siyasal programa dönüşmemiş. Daha çok etki altında ya da yönlendirmeyle kendisini ifade ediyor. Mesela Tunus, Libya ve Mısır’daki değişimlere bakalım. Mevcut rejimler, değişime direndiğinde zor iki biçimde devreye giriyor: Ya tabandan gelen bir muhalefete çok gizli desteklerle mevcut rejimin yıkılması esas alınıyor ya da uluslararası güçler direkt devreye girerek bunu sağlıyor. Üzerinde durmak istediğim nokta şudur: Değişimde uluslararası güçlerin nereye gelmek istediği konusuyla ile bağlantılı kurmuş olduğu siyasal rejimler var. Bu belli bir değişimi temsil eden mutlak bir güç olarak yerinde duramıyor. Tunus’ta bir değişim ortaya çıktı ama değişim temsil eden güç, şimdi sistemi oturtamıyor. Libya ve Mısır’a baktığımız zaman yine aynı durum var. Hangi rejimi esas alacakları, nasıl inşa edecekleri sorusu cevapsızdır. Bu anlamda mücadele halen devam ediyor. Küresel güçlerin, Ortadoğu için bağımsız bir Kürdistan düşünceleri olduğunu görebiliyor musunuz? Kürtler konusunda uluslararası düzeyde belli bir strateji var fakat ne olduğu konusunda bir netlik yok. Muğlak tutulma durumu var. Bu çok bilinçlidir. Stratejinin çok açık ortaya konulup da bu temelde bir inşa başlatılmıyor olması Kürtlerin bölünmüşlüğü ve tarihsel geçmişiyle ilgilidir. Eski katı ulus devletlere daha esnek bir model sunuluyor. Ortadoğu’da bunun uygulanmasında bile ciddi sorunlar var. Rejimler reforme edilme çabası bile şu anda sancılı. Nerede bir değişim dayatılıyorsa, bunun karşısına yeni sorunlar çıkıyor. Bunu görmek lazım. Libya’ya bakın. Kaddafi’nin varlığı artık kabul görmedi; aşiretler örgütlendirildi dışarıdaki güçlerle birlikte rejim yıkıldı. Şimdi Libya’da nasıl bir rejim kurulacağı belirsiz. Sürecin kesintiye uğraması halinde, daha gerici bir rejimin ortaya çıkmayacağının garantisi yok. Kaos söz konusudur. Mısır’da kurulan rejim yine öyledir. Mübarek’in yıkılmasında etkili temel güçlere bakıyoruz arkasında ABD, ordu, Müslüman Kardeşler ve daha geniş çevrelerin olduğuna tanık olduk. Rejim değiştikten sonra kurulacak siyasal iktidarın, kimin ve nasıl ele geçirilmesi konusunda ciddi sorunlar ortaya çıkıyor. Sadece mevcut iktidarların değişmesi ve gitmesiyle sorun çözülmüyor. Bir de yeninin inşasında sorunlar çıkıyor. Yeninin inşasındaki sorunların daha uzun süreceğini düşünüyorum. Kürtler konusuna dönersek. Statükonun yıkılması ve yeniden oluşmasında Kürtler çok önemli bir yer tutacak. Fakat Kürt kimliği ve stratejik bakış açımızın yalınlığıyla ortaya koymaya mevcut durum müsait değil. Karşımızda ulus devletleşmeleri olan Arap, Fars ve Türk dinamiği var. Bu durumda uluslararası güçler için Kürtler üzerinden bir stratejik ifade Ortadoğu’dan tümüyle vazgeçmek anlamına geliyor. Fakat eskisi gibi Kürtleri inkar etmek ise işlerine gelmiyor. Öyle ise ne yapmak gerekiyor? Kürtler konusunda daha ketum davranarak, sessiz davranarak Ortadoğu’ya biçim verildiği oranda da Kürt meselesini dayatarak ilerlemek istiyor. Burada önemli olan Kürtler açısından bu muğlaklığın giderilmesidir. Yani Ortadoğu’da gerçek anlamda bir değişim olacaksa ve bu değişimin içinde Kürtler de yer alacaksa bu politika netleşmeli. Kürtler güncel politikalara malzeme olmaz. O zaman iki şeyi konuşmamız gerekiyor. Birincisi bu değişim ve dönüşümde Ortadoğu’da Kürt siyasetinin rolü ve Kürt siyasetinin tarihsel misyonunun yerine getirip getirmediği konusunda ne düşünüyorsunuz? İkincisi Kürt siyasetinin bir bütün olarak, Ortadoğu’daki bu yeniden yapılanmayı daha önce kavradığı ve buna göre bir hazırlık yapıp yapmadığı ve bu doğrultuda bir siyaset yürütüp yürütmediği konusunda ne düşünüyorsunuz? Bu konuda bir mücadele yürütülüyordu. Kürdistan’da farklı düşünce, akım ve örgütler; farklı bakış açıları var. Hepsini aynı kefeye koymak doğru olmaz ama şimdi genel bir çerçeve çizelim. Bu değişimi çok önceden görüp bunun karşısında genel bir Kürt politikası oluşturma ve bu temelde yol alma konusunda zaafiyet var. Hem parçalı duruş hem de öngörü eksikliği var. Bölgede stratejik bir konum arzedip bu kadar hazırlıksız olmak önemli bir eleştiri konusudur. Siyasal bakış açın, stratejin, ideolojik yaklaşımın ne olursa olsun bu stratejik momentleri kaçırmak, tarihsel fırsatları kaçırmaktır. Bunu sağlamış olabilseydik bugün Kürtlerin Ortadoğu’daki durumu netleşecekti. Yapmamız gereken şu: Mücadelemizi sürdüreceğiz ama hem bölgesel hem de uluslararası düzeyde herkesi zorlayarak kendi gerçeğimizi itiraf ettirmek. Farklı eğilim ve parçalı realitesine rağmen Kürt siyasal parti ve oluşumlarının, bugüne kadar bir ulusal platformda bir araya gelememesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu tabii ki bir zaafiyet. Çok temel Kürt ortak paydası var. Ulusal, dil, kültür olarak her yönüyle reddedilmiş, parçalanmış ve yok edilme sürecine tabi tutulmuş bir Kürt gerçekliği var. Önce bu inkarın ortadan kaldırılması herkesin ortak paydasıdır. Başında beri farklılıkların ulusal birliği gerekirdi. Kimin ne yaptığı konusuna girmeyeceğim. Geçmişte bizim öneri, talep ve girişimlerimiz oldu fakat ne kadar ısrarcı olduk, ne kadar doğru yaptık ayrı bir konu. Herkesin varlığını ortaya koyup çözmesi gereken bir sorun var. Güney, Rojava, Doğu ve Kuzey’deki güçler, bütün farklılıklara rağmen bu değişen dünya halinin, Ortadoğu’daki yansımaları ve onun sonuçlarının Kürtler için neler ifade ettiğini çok iyi tespit edip herkesin kendi zemininde bu temel ana talep üzerinde bir ulusal birlik ortaya çıkarması gerekiyordu. Asgari de olsa bunun söylem düzeyini ortaya çıkarması gerekiyordu. Burada ciddi bir zaafiyet var. Geçmişe göre yakınlaşmalar oldu ama yeterli olmadı. Eski dil, değerlendirme düzeyleri ve bakış açıları değişti. Karşılıklı dayanışmanın bir düzeyi ortaya çıktı. Bunlar iyi ama biz Ortadoğu’da bir devrim anı yaşıyoruz. Bir devrim anı için bunlar çok şey ifade etmiyor. Burada herkes için özeleştiri konusu, herkesin kendi zemini dışına çıkamamasıdır. Kürdistan’daki partiler çoğunlukla yerel partiler. PKK ise Kürdistan’ın dört parçasında ve diyasporada örgütlenmiş. Modern örgütlenme özelliği var. PKK’nin bu tarihsel misyonunu nasıl değerlendireceksiniz? Belirtikleriniz doğru, PKK farklı bir oluşum fakat bir de Kürdistan’ın diğer parçalarında Kürdistan için mücadele etmiş olan güçlerin dayanmış olduğu temel esaslar var. Bu cepheden de bakmak gerekiyor. Bu cepheden bakılırsa sorun biraz anlaşılır. Geçmişten beri ulusal birlik yönünde çabamız var ama diğer güçlerin buna yaklaşımını değerlendirmek gerekiyor. Kendi niyetlerinin ötesinde bağlayan ilişki ağları var. Gerekse bu ilişkiler ağının zorlaması, gerekse de bu siyasi hareketlerinin yaklaşımından dolayı gerekli karşılık bulunamıyor. Bulunamadığı için de her hareket, kendi dayanmış olduğu zemine dayanarak atlama yapıyor. PKK’nin mevcut durumda dünyada ve bölgede dayanabileceği bir ilişki sözkonusu değildi. O zaman Ortadoğu yeniden inşa ediliyor ve yeni bir Kürt stratejisi çiziliyorsa birilerinin PKK’yi kendisine referans alarak Kürt stratejisi geliştirmesi zaten düşünülemezdi. Zaten sorun orada var. Eğer PKK başından beri Kürdistan’daki diğer geleneksel hareketler gibi olsaydı sorun bu noktaya gelmeyecekti. O zaman bugün eksiklik diye ifade ettiğimiz durum zaten gerçekleşecekti. Hem politik ve ideolojik durumlar hem de dayandığı ve ilişkide olduğu güçlerin açık olduğunu düşünürsek bunu gerçekleştireceklerdi. Ama böyle değil. Şimdi sorun PKK’nin durumu ve dünyadaki imajıdır. Yeni dönem şimdi PKK’yi bu yöne doğru itmiyor mu? PKK, Ortadoğu’daki değişimlerde ve Kürtler içindeki gelişmelerde çok önemli bir yere oturtulabilir. Şimdi şöyle bir tespit yapabiliriz. Yeni geliştirmek istedikleri politikada yok edilemiyorsa en azından terbiye edilmesi politikası esas alınmıştır. Bu sisteme entegre etmektir. En azından kabul edilebilir bir noktaya gelmesini esas almışlardır. Çok kötü olur mu sizce? Mevcut durumda sadece böyle ifade edersek elbetteki kötüdür. PKK’nin kendi varlığını koruması nasıl bir strateji ve taktik yaklaşımı gerektiriyor orada bunu tartışabiliriz. PKK’nin uluslararası alanda meşruiyetinin artmaya başladığı süreç, siyasal entegrasyonun çok ötesinde de birşey ifade etmiyor mu? Burada PKK muhatap olarak yükselmiyor mu? Uygulamalar çok gelişti. Güney’de federal bir devlet kuruldu. Küçümsenmeyecek bir durumdur. Bunu ciddi değerlendirmek gerekiyor. Genel anlamda Kürtler için neyi ifade ediyor bir de PKK için neyi ifade ediyor? Bunlar uzun uzun tartışılması gereken konulardır. Ama aynı süreç içinde PKK’ye karşı geliştirilen politikalar ve uygulamaların gelmiş olduğu bir düzey de vardır; Önderliğimizin teslim edilmesi, PKK’nin terörist örgütler listesine alınması, tasfiye edilmek istenmesi, tutuklanmalar, operasyonlar… Bunların hepsi dikkate alındığında öngörülen uygulamalar yapıldı ve yapılıyor. Bunun karşısında PKK’nin geliştirdiği bir direniş var. Yine bunlar karşısında yaşamış olduğu değişim ve geliştirdiği politikalar vardır. Geliştirilen politikaları sadece ideolojik düzeyde ele almamak lazım. Mevcut politik durum açısında da ne kadar gerekliydi ya da değildi şeklinde de değerlendirmek lazım. Elbetteki PKK, politika yapıyor; karşı bir direniş yürütürken, bir de değişen dünya durumuna göre kendisini ideolojik olarak yeniliyor. Bu yenilenme bir yakınlaşma yaratmıyor mu? Yaratıyor. Dogmatik yaklaşacak durumda değiliz. Reel sosyalist bakış açısıyla ideolojik bir yaklaşım sergilemeyiz. PKK hem kendi varlığını korumak hem de kurulmak istenen yeni dünya düzeni içerisinde varlığını sürdürebilmenin politikalarını yapıyor. Yeni veya bir günlük değil ama bugün daha üst düzeyde yaşanan bir durum. O zaman şunu da sormamız gerek: PKK’nin yeni sürece uygun olarak kendini yeniden üretmesinde herhangi bir engel görüyor musunuz? PKK’nin değişim süreçleri oldukça önemli. ‘Nereden çıktı-nereye geldi’nin arasındaki sürece bakmak gerekiyor. Bu önemlidir. Özellikle Önderliğin yakalanmasından sonra köklü bir paradigmasal değişim oldu. Net söylüyorum; ideolojik bir değişimi ifade ediyor. İdeolojik değişim, sıradan değildir, çünkü önceki temel argümanlar değişmiş, kendisini yeni birşey olarak inşa ediyor. Bu herşeyi etkiliyor. Paradigmanın kavranması, bilince çıkarılması, içselleştirilmesi ve giderek kendi örgütlerine kavuşturup mücadeleye seferber edilmesi belli bir süre sorunudur. Böyle baktığımda elbette ciddi bir sorunla karşı karşıyadır. Siyasal alışkanlıklar belki de bu değişim dönüşüm arzu edildiği düzeyde hayata geçmesine izin vermedi... Evet bugün bile bunun aşıldığını söyleyemeyiz. Bu yeni paradigmanın bütün kurumsal, toplumsal araçlarının hatta politikalarının yaratılması konusundaki aksaklıklar ileride çok ciddi sorun yaratabilir gibi duruyor… Ben sorunların olmasını doğal karşılıyorum. Değişimin kendisi bir günlük iş değil, sorun yaratan bir durumdur. Mesele bunun gereklerini yerine getirip sorunları çözmekle ancak aşılabilinir. PKK, Kürdistan’da demokratik bir örgütlenmenin, demokratik bir yaklaşımın gerekli olduğunu, herkesin kendisini rahatlıkla ifade etmesini, herkesin örgütlenme hakkına sahip olması gerektiğini söylüyor. Fakat bunu pratik olarak yerine getirmek sanıldığı kadar kolay değildir. Köklü bir zihniyet değişikliği gerektiriyor. Ama bunu bir değişim süreci olarak algılamak, sorunların peyderpey doğru çözümüyle aşılabilecek bir durum olarak görmek gerekiyor. Yaşadığımız siyasal süreçte başarıyla çıkmanın kilit noktasıdır. Kürt kamuoyunda gerilla mücadelesinin sona ereceği ihtimali ortaya çıktıktan sonra kaygılar oluştu. Bu kaygıları yerinde buluyor musunuz? Gelişen bu yeni süreç, paradigmasal değişimimizin üzerinde inşa ediliyor. İdeolojik, politik ve örgütsel olarak değişiyorsun. Elbetteki kullanacağın araçlar da değişmek zorundadır. Önemli 30 yılın birikim ve değerlerini yeni sürecin temel esasları haline getirip, yeni araçlarla yürütme gücünü ortaya çıkarmaktır. Parti bunu on yıldır yapmaya çalışıyor. Bütün bunlar Ortadoğu’daki gelişmelerle çakışınca, Önderliğimizin geliştirmiş olduğu süreç başladı. Şöyle bir kalıpla yaklaşmamız doğru olmaz: ‘Ne aldık ne verdik’. Elbetteki böyle bir çözümde Kürtler, bütün özgürlüklerini elde edemeyeceklerdir. Ne Kürtlerin istenen özgürlük düzeyi ortaya çıkacak ne de PKK’nin kendi ideolojik ve politik programında önüne koymuş olduğu hedefler ortaya çıkacak. Ama en azından Kürtlerin inkarını ortadan kaldıracak, Kürtlerin varlığını kabullenebilecek, Kürtlerin kendisinin ifade edebileceği demokratik ortama kavuşabileceği, Kürtlerin kendisini kültürel olarak geliştirebileceği bir zemin yaratılırsa bunun üzerinde kendi özgürlüklerini geliştirmenin zemini ortaya çıkacak. AKP Hükümeti veya Türkiye Cumhuriyeti açısından da yani onların da arzu edemedikleri çözümü içselleştirmeleri ve ona ‘evet’ demeleri gerekmeyecek mi? Türkiye cephesinden baktığımız zaman da bir açıdan, onların da yaşamış olduğu süreç buna çok yakındır. Türkiye’deki değişimin varlığını da kabul etmek gerekiyor. Türkiye’deki mevcut rejim dövüle dövüle bu noktaya gelmiştir. Bu öyle kolay olmamıştır. Dış dinamikler çok etkilidir. Kürt meselesi konusunda demokratikleşme olmadığı sürece, eski paradigmalar değişmediği sürece hiç kimseye en ufak bir demokratik kırıntının verilmesi söz konusu olamaz. Kilit nokta burasıysa devletin bu noktada bir takım şeyleri göze alması küçümsenecek birşey değil. Türkiye’nin temel demokratikleşmesinin kilidi Kürtler. Kürt hareketi de tarihsel bir misyon üstlendi. Türkiye’de değişik dinamikler de var. Kürt hareketinin, Aleviler, siyasal İslamla rekabet içinde olan farklı dinamikler vesaire ile bir araya gelmesi mümkün mü? Ya da bunun önünde ne gibi engeller var? Teorik olarak zaten bunu söylüyoruz. Yani demokrasi mücadelesinde yer alabilecek bütün güçleri ortak bir payda da birleşmesi bu dönemde çok gerekli. Hiç kimse bu döneme kendi keyfi ile yaklaşamaz. Bu dönemin zorunlulukları vardır. Bu zorunluluklara uymak aslında devrimciliktir. Eğer bu zorunluluklara uyulmayacaksa, zaten bitme tehlikesiyle karşı karşıyasın. Eğer Türkiye bir değişim sürecindeyse ki, bu değişim çok sağlıklı değil biz biliyoruz. Bir yandan uluslararası güçlerin bir yandan toplumsal muhalefetin dayatmaları, esas olarak da Kürt sorununun dayatmaları değişimin temel motor gücünü oluşturuyor. Çünkü bu soruna çözüm getiremediği sürece ne yeni dünya düzeninde yerini alma şansı vardır, ne de Ortadoğu ve Kafkasya’da Rusya’ya karşı pozisyon tutma durumu vardır. Yani Türkiye stratejik durumunu kaybetti. Şu anda yapmak istediği ise stratejik konumunu yeniden inşadır. Konumunun yeniden inşasına giderken, kendisini yeni dünyanın ihtiyacı ve çıkarlarına göre şekillendirmesi gerekiyor. Bu zorunluluk bir değişimdir biz istesek de istemesezsek de… Ama bizim istediğimiz bir demokratik değişimi ifade etmiyor. Kendi içerisinde mümkün olduğu kadar yine ulus devleti ve iktidarı en katı biçimde tutmak arzusu kendisini her zaman ortaya koyuyor. Tekelci zihniyet devam ediyor. Devlet de belli bir bakış açısıyla mümkün olduğunca sorunu kendi lehine kapatmak istiyor. Yapay, sınırlı ve kandırmaca yaklaşımlarla sorunu çözmeye çalışırsa sorun çözülmemiş oluyor. Çünkü Önderliğimiz ‘bu bir sonuç değil bir başlangıçtır’ diyor. Yani mücadele bu noktada bitmiyor. Mücadele yeniden bir başlangıç yapıyor. Öncelikle demokratikleşme temel bir kriterdir. Kürt sorununun çözümü ise bu demokratikleşme içinde vazgeçilmez bir taleptir. Bu esas üzerinden bu mücadele yürüyecek. O zaman var olan toplumsal muhalefetle Kürt dinamiği ve onun öncü gücü yeni çözümden sonra kurulacak olan Türkiye’deki siyasal rejimde de varlığını koruyacak. Talepler daha değişik bir boyut kazanacaktır. Bu aynı zamanda Türkiye’nin sahte çözümlere yönelmesi durumunda karşılaşacağı sorunları gösterecek. Yani sorun bir noktada çözülmüş gibi görülse de yeni bir durum ortaya çıkaracaktır. Bu sorunu çözmeyeceği gibi çok daha derin sorunları da üretecektir. Yani bu çözüm olmayacaktır. Küresel dinamikler Türkiye’yi bölgesinde enerji koridorunun bekçisi gibi bir rol veriyor ama sanki Kürtlerle de bir ortaklığa itiyor gibi bir algı var. Bir Kürt-Türk federasyonu ya da bir Türk-Kürt konfederasyonu yönünde bir gidişatı görüyor musunuz? Bundan önce Türkiye’nin konumu hakkında bazı şeyler söylemek istiyorum. Ortadoğu dalgasına kendisini kaptırdığı zaman sorunlara demokratikleşme yaklaşımı ikinci plandaydı. Hatta bölge gücü olarak o kadar ileriye gitti ki, uluslararası güçlerle ‘haddini aşan bir durum’ içine girdi. Hemen terbiyeye tabi tuttular. Öncelikle Libya’dan kovuldular, Tunus’tan kovuldular, Mısır’dan kovuldular, İran ile araları açıldı, Suriye ile kavga ettiler. Ondan sonra tek başına kaldılar. Tek başına kaldıktan sonra kendisini yeniden sahneye koymaya başladı. Ama kendisini sahneye koyduktan sonra dikkat edilirse daha sona iç sorunlar ve Kürt sorununu temelinde gündeme oturtarak süreci başlattı. Bu, Türkiye’nin iç sorunlarını görmeden hiçbir adımı atamayacağı pratiğinin ortaya çıkmasıdır. Hem de uluslararası güçlerin gemini çekmesi ile ilgili bir durumdur. O zaman şapkanı önüne koyup düşünmen gerekiyor. Sorunlarını doğru tespit edip çözmen gerekiyor ki sen bir hamle yapabilesin. Türkiye ve Kürdistan üzerinde… Evet özellikle Kürdistan koridoru üzerinde yolunu açıyor. Şu kesindir: Türkiye bir Kürt, Kürdistan kuşatması altındadır. Eğer AKP ya da Türk devleti, Ortadoğu’da bir rol oynamak istiyorsa, ya da uluslararası güçler bunlara bir rol oynatmak istiyorsa, öncelikle onu kuşatma altında tutan Kürt sorununa bir çözüm bulması gerekiyor. Yani Kürt sorunu AKP’yi uluslararası bir kuşatma altına almıştır. Öyle bir kuşatmadır ki sorunu ne kadar çıkarcı temelde ele alıp çözmeye çalışırsan, o kadar başına bela olacak bir sorundur. Ama sorunu ne kadar demokratik çözüm noktasında yaklaşıp, eşitlikçi özgürlükçü yaklaşımlar içerisinde olursan Ortadoğu’da bir temel güç haline getirebilecek çözümü de avantajını da içinde barındırıyor. Ancak AKP, bunu tam olarak algılayamamış. Kendisinin bazı argümanları var. İdeolojik yaklaşımlarına göre bir Ortadoğu haritası çiziyor. Bu daha çok ajitasyon-propaganda değeri var ama uygulaması o kadar kolay değildir. Öncelikle onu kuşatan Kürt sorununa doğru bir çözüm getirememiştir. İşte Rojava’daki sorun çok canlı duruyor, nereye gideceği belli değil. Doğu Kürdistan’da sorun çok canlı duruyor nereye gideceği belli değil. Güney Kürdistan’da bir federe devlet kurulmuş bunun nereye gideceği konusu halen belirsizliğini koruyor. Kuzey Kürdistan’da çözüm süreci ne kadar başlarsa başlasın yaklaşımlarıyla bu çözüm sürecinin nereye evrileceği netleşmemiş bir pozisyondadır. O zaman sorun oldukça geniş bir sorundur. Kuzey Kürdistan’da merkezi olarak çözülürse Güney Kürdistan bu birliğe açıktır, diğer parçalarda zaten PKK etkinliği vardır. PKK de diğer parçalardaki etkinliğini kullanarak Kürt sorununa doğru bir çözüm kazandırırsa burada hem Kürt statüsünde bir güven ortaya çıkar hem de Türkiye’nin gerçekte Ortadoğu’da uluslararası tekellerin biçtiği misyonu yerine getirebileceği bir güce kavuşur. Başka bir gücü yok. Günümüzde gerçekten uluslararası güçler Türkiye’ye bir rol biçmek istiyor. Kemalist eğilimin, o geleneksel devletçi eğilimin tasfiyesi bununla bağlantılıdır. Türkiye’de temel sorunlar vardır. Kürt sorunu, İslam sorunu ve Kemalistlerin iktidar sorunu. Uluslararası güçler, bu üç gücü değişime tabi tutup belli bir ortak paydada birleştiremediği sürece Türkiye’ye stratejik bir rol biçemez. Kürtleri dışlatalayıp yok sayarsa burada stratejik rol oynayamaz Türkiye. GÜNAY ASLAN / KANDİL
Posted on: Wed, 05 Jun 2013 02:50:35 +0000

Recently Viewed Topics




© 2015