1- TÜRK ADINI SİLME PLANI AKP hükûmeti kurulduğundan beri - TopicsExpress



          

1- TÜRK ADINI SİLME PLANI AKP hükûmeti kurulduğundan beri “Türk” tartışmaya açıldı; Türkiye’nin adının değiştirilmesi bile teklif ediliyor, terörist cesaretlendiriliyor. “Türk” adı yok sayılarak Türk’ün hafızası da, tarihi de, şanı da silinmek isteniyor. Etnikçilik teşvik edilerek aramıza düşmanlık ekiliyor. Türk Adını Silme Planı Arslan Tekin’in yazı dizisiBaşlarken... Türkiye bir dönemece girmiştir. Türk’ün adı silinmek istenmektedir. “Türk” bir etnik kimlik olarak gösterilmektedir. “Türk”, tarihin hiçbir döneminde etnik kimlik olmamıştır. Her zaman bir “çatı”dır ve çatının altında pek çok oda vardır; bütün odaların kapıları birbirine açılır, geçişler çok rahattır, uzun süre birbirinin odasında otururlar, kaynaşırlar, aynîleşirler. Türkiye’de ise sol liberal, Neo-İslâmcı ve bölücü kesimde “Türk” alerjisi “kin”e dönüşmüştür. Yazı dizimizin ekseni “Türk’ü silme” çabasının kaynakları ve niçin Türk’ü silmek? Türk’ü silenler kimlerle benzeşiyor? Tarihe fazla girmeyeceğiz. Zaman zaman atıf yapacağız. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ısrarla “Türk” dememeye özen gösteriyor, “Türk” deyince bütün etnik kimlikleri sıralıyor. Recep Tayyip Erdoğan neden “Türk” demekten, “Türk” ten kaçınıyor, nasıl yetişti ki, “Türk” onu rahatsız ediyor? İlim ve fikir adamlarımızın görüşlerini de aldık. Prof. Dr, Yümni Sezen, Prof. Dr. İskender Öksüz, Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun, Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, Prof. Dr. Mehmet Halûk Çay, Prof. Dr. Ahmet Taşağıl, Sosyolog Müfit Yüksel, Doç. Dr. Baran Dural “Türk meselesi”nde hassasiyet gösterdiler ve talebimi geri çevirmediler. Kendilerine teşekkür ediyorum. Yazı dizimize tenkitler gelecektir. Ciddî katkı sağlayanları elbette ele alacağız ve sütunlarımıza taşıyacağız. Bütün hesapları “Türk”le “Aydınlar” ın ihanetine bu millet alışkın ama hükûmeti kuranlar bile “Türk”ü “işgalci” görüyor ve Türk’le hesaplaşmaya girişiyor. Ak Parti hükûmet kurulduğundan beri “Türk” tartışmaya açılmıştır. Bölücü terörün sebebi bile “Türk” e vurgu yapmak gösterilmiştir. Sen “Türk’üm” dersen, başkaları da kendi etnik aidiyetini öne çıkar, gibi anlayış hâkim kılınmaya çalışılmıştır. “Türk”le, Türkiye’de yaşayan insanlarının bütünün kastedildiği görülmek istenmemiştir. Önce “anayasal vatandaşlık” kavramı ortaya atılmış, hepimiz anayasal vatandaşlık ipine sıkı sıkı sarılalım, telkininde bulunulmuştur. Tutmadı. “Hepimiz Türkiyeliyiz” diyelim anlayışı piyasaya sürüldü. Tutmadı. Hatta “Türk” sözünü az söyleyelim, başkası rahatsız olmasın demeye getirildi. Tutmadı. Bu sıra Türkiye’de yaşayanlara ne diyelim, arayışları duraksadı ama, hâlâ “hınzır” zihinlerde “Türk” ü silecek nasıl kavram bulurum telaşının alevi için için parlamaktadır! Türkiye’nin en zenginlerinin kurduğu bir dernekten para alıp anayasa taslağı hazırlayan 23 akademisyen, “ihanet” i daha ileri götürdü ve dili, mensubiyeti, bayrağı tartışmaya açtı; değiştirilebilir, dedi. Bütün hesapları “Türk” le. Bu tartışmalar insana acı veriyor. Kendi ülkemde işgalciyim, ezenim, gaddarım... Birileri Türk’ü silerek, Türk’ü imha ederek Anadolu’yu işgalciden, ezenden, gaddardan kurtaracak! “Aydınlar”ın ihanetine bu millet alışkın ama hükûmeti kuranlar bile “Türk” ü “işgalci” görüyor ve Türk’le hesaplaşmaya girişiyor. “Aydınların ihaneti” dedik. Aydınlar “Türk” ten vezgeçelim, “Türk” ü silelim demeseydi, yıllar yılı bunu işlemeseydi, kendi başlarına bir şey yapmaya korkan, hep “ihanetçiler” in ardına gizlenerek “ok” atan ve Müslümanlığı kimseye bırakmayan, hatta kendi sözlerine gelmeyenleri “zındık” ilân edecek kadar gözleri dönen bazı kesimler “Aydın” makulesinin izinde yürümüşlerdir. Bunlar Marxist gelenekten geliyormuş, bunlar ateistmiş, onlar için hiç önemli olmadı. “Müslüman Türk” e karşı müttefik ararken Kur’ân’a, Allah’ın sözlerine bile itibar etmediler. “Türk” ü silmek istediklerinde “Müslümanlıklar” ı da meşkuktur! Hatta PKK’nın saldırılarına karşı başta sessizdiler. “Türk” e karşı o kadar içleri hınçla dolu ki, “düşmanımın düşmanı dostumdur.” demeye getirdiler. PKK saldıracak, vuracak, sersemletecek, zayıflatacak ve bunlar kendilerine yol açacak! Korkunç! Yakın zamana kadar bunların ağzından PKK için “terör örgütü” sözünü bile duymadık. Malûm ricalden bir kişi bile şehitlerin cenaze törenlerine katılmazdı. Hatta şehitlerin cenaze törenine katılan siyasîleri “istismarcılık” la suçlarlardı. Norveçli katil Breivik de bir Türk düşmanı! Norveç’te gencecik 77 insanı katleden ve bütün dünyayı dehşete düşüren Breivik bir Türk düşmanı. Türkiye’de Türk’ü yok etmek, Türk’ün ardını silmek isteyenlerle Breivinik arasında nasıl bir fark var? Tespitim çok katı biliyorum. Çok kişi mahiyet itibarıyla birbiriyle ilişkisi olmayan benzetme diyebilir. Breivik ile Türkiye’de Türk’ü bertaraf etmek isteyenler arasında uzun vadede hiçbir farkı yoktur. Öz bir: Türk, Orta Asya’dan çıkıp hem Ortadoğu yoluyla hem Kuzey steplerinden (Deşt-i Kıpçak’tan, Ukrayna ovalarından) Avrupa içlerine akmışlar, Müslümanlıktan önce Türk’ün gücünü göstermişlerdir. Müslümanlığı kabulden sonra kademe kademe Anadolu’ya ve Rumeli’ye yerleşmişler, ardından İstanbul’u almışlar ve yine Avrupa içlerine yayılmışlardır. “Şark Meselesi” burada karşımıza çıkıyor... Yazı dizimizde “Şark Meselesi” ne ayrıntılı gireceğiz. Kendisi “Türk” veya “Türk” le var olmuş, Türkleşmiş “etnik” gruplardan gelen bazıları da Breivik gibi... Breivik Haçlı zihniyetinin bir prototipi... Onu gör, zayıf anında başına gelecekleri bil. Osmanlı nasıl yıkıldı; Millî Mücadele hangi şartlarda verildi sanıyorsunuz! Breivikin kurbanları arasındaki Türk kızı Gizem Türk düşmanlarının ortak manifestosu Breivik yeni Haçlı seferleri istiyor. Türkleri yok edecek. Bütün Müslümanlar için söylemiyor, Türkler için söylüyor. Yıllardır katliama hazırlanan Breivik, sesini duyurma yolu olarak ülkesinin başşehrinde hükûmet binalarını hedef alıyor ve kendi vatandaşlarını öldürüyor. Bu kadar yabancı düşmanı, bu kadar Türk düşmanı neden onların toplu bulunduğu alanlarda “eylem” yapmıyor? Kendi vatandaşlarını, kendi soyunu öldürerek mi kendisini kabul ettirecek? Bir manifesto hazırlamış... Manifestosuna “Bir Avrupa Bağımsızlık Bildirgesi 2083” başlığını koymuş. 1518 sayfa ve 1518 sayfa içinde 730 defa “Türk” , “Türkiye” geçiyor.Asıl hedefi Türkler. Göreceksiniz, katliamın dehşeti sönmeye yüz tutsun, Breivik’in manifestosu Avrupalının zihninde şekillenmeye başlayacak, onu katliama götüren sebeplerde haklı yön aranacak ve başta Türkler olmak üzere bütün Müslümanlar hedefe alınacaktır. Breivik fanları türeyecek, teknolojinin bütün imkânlarını kullanarak “Liderimiz Breivik” diye propaganda yapacaklardır. Bu manifestonun Türkiye’den de destek bulacağından şüpheniz olmasın. “Türk” deyince birileri çıldırıyor. Breivik ve Breivik kafalılar Breivik ne diyor: “Türkler, Selçuklulardan bu yana Hristiyanlara katliam uyguluyor.” Başka ne diyor: “Avrupa İslâmlaştı. Yeni bir Haçlı Seferi yapılsın.” Breivik, Selçukluların Anadolu topraklarına gelişiyle Hristiyanların yüzlerce yıldır zulüm uyguladıklarını ve kendilerinden farklı dinden olan kişileri katlettiklerini yazıyor. Breivik, Anadolu’da, asırlardır Hristiyanları yok etme politikası uygulandığını ispat etmek için 1300’lü yıllardan günümüze Anadolu topraklarında yaşayan Hristiyanların oranını gösteren bir tabloyu da manifestosuna eklemiş. Ona göre 1300’lerde yüzde 95 olan Hristiyanların oranı yüzde 3’e gerilemiş. Tarih ilmini bilmeyenler böyle kolayca hesaplar yaparlar. İskandinav ülkelerini inceleyin... Çok evvelden Norveç mi vardı, Finlandiya mı vardı, İsveç mi vardı ve hatta Rus mu vardı? Hepsi İskandinav’ın içinde idi. Tarihin hesabını sormaya kalkarsan, kimse işin içinden çıkamaz. Breivik’in hesabına bakarak, Türklerin Hristiyanları sistemli yok ettiğini sanırlar. Türkler akın akın Anadolu’ya gelmişler ve nüfus kesafetini sağlamışlardır. Savaşlarla karşılıklı öldürmelerle kiminin nüfusu artmış, kiminin azalmıştır. Ama Breivik kafalılar, Türkiye’de de Türk’ü katil gösterebilmişlerdir. *** Breivik Kazıklı Voyvoda’ya övgü yağdırıyor. Breivik, manifestosunda, Fatih’in 1453’te İstanbul’u fethettikten sonra Avrupa’ya yayılma amacı güttüğünü belirtiyor. Kendisine gönderilen Osmanlı elçilerini de kazığa oturttuğu için “Kazıklı Voyvoda” diye nam salan Vlad Tepes’e övgüler yağdırıyor. 1459 Papa Haçlı Seferi için çağrısında bulunuyor. Osmanlı üzerine yürümeye tek istekli Kazıklı Voyvoda! 50 bin Osmanlı askerini öldürtüyor. Breivik, Kazıklı Voyvoda gibi birini övüyor!Breivik’le örtüşen ‘bizimkiler’ Breivik zihniyeti çok önemli... Bu “kafa” yı tanırsak, Türkiye’de ve Türkiye dışında “Türk” düşmanlığının sebep ve neticelerini birbirine bağlamış oluruz. Breivik’in manifestosunda Türklerin Hristiyanları kestiğini ve en çok da Ermeni kestiğini söylüyor. Bizim “Türk fobişler” den farkı yok Breivik’in... Onlarda Türklerin Ermenileri katlettiğini yazıp söylüyorlar. Kendilerinden o kadar eminler ki, Breivik’i bile gölgede bırakacak icraata girişiyorlar. Bilgi, Boğazçi ve Sabancı üniversitelerine “Ermeni katliamı” konferansını ortak düzenlettiriyorlar. İddiaları pervasızca dile getirdikleri Bilgi Üniversitesinde tek ses konuşuyorlar; karşı tezler salona alınmıyor. Bunlar bizim Breiviklerimiz! Ne yazık ki, “Müslümanım” diyen Neo-İslâmcılarımız ateistlerle bir olup o tür toplantılara katılabildiler ve Breivik-vari düşüncelere ortak oldular. Norveçli katil, Türkiye’ye de gelmiş. Demek ki Taşnakçı zihniyetin haberi olmamış; eğer haberleri olsaydı, Boğaz’da bir balık-viski sofrası kurarlardı! Breivik, Türklere o kadar kin duyuyor ki, Kurtuluş Savaşında Yunanlılara soykırım uygulamışız! İster inanın ister inanmayın “taraf” ını ortaya koyan birileri Yunanlıların da katliama uğradığını yazabilmiştir! Breivik’in, Avrupalılardan bir isteği var... Türk’ün yok edilmesi, Anadolu’dan çıkarılması anlamına gelen Sevr Antlaşmasının yürürlüğe girmesi için Avrupa baskı yapsın! Breivik yalnız değil; Sevr Antlaşması uygulansın, diyecek kadar ileri gidemeyen gazetecilerimiz, diplomatlarımız, “Ne Sevr’i? Medenî Avrupa böyle bir antlaşma önümüze koyar mı? Yok böyle şey!” diyebilmiştir! Recep Tayyip Erdoğan’ın Türk alerjisi “Türk”e karşı şiddetli bir alerji duyuyor ve “üst ırk” gibi idrak ediyor. Müslüman ülkede bir “ırkçılık”tan bahsedilemeyeceğini bile bile, “Türk”e alerji duymasının altında başka şey aramak gerekir. Ona geleceğiz... Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, değişik zamanlarda“Türk”üzerine şunları söylemiştir: “Sen ne Mutlu Türk’üm dersen diğeri de Ne mutlu Kürd’üm der.” *** “Gazetenin bir tanesi yazmış ‘Türkiye Türkler’in’ diye. Ahlâksız bu, hayasız. Neden eğer bunun derseniz, Türkiye’yi 30’a bölersiniz. Çünkü Türkiye’de sadece Türkler yaşamıyor: Türkiye’de Kürt’ü de var, Laz’ı, Çerkez’i de var. Türkiye’de yaşayan herkes Türk’tür diyor. Olmaz böyle şey. Biz diyoruz ki Türkiye, Türkiye’de yaşayan herkesindir.” *** “Biz de, Türkiye’de Türkiyelilik bilincini yakalamalıyız. Bunu bir de Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı bilinci ile zenginleştirmeliyiz.” *** “Türk milliyetçiliğine de Kürt milliyetçiliğine de karşıyız.” *** “Etnik unsurlar vardır. Kürt’ü vardır, Laz’ı, Çerkez’i, Gürcü’sü, Arnavut’u... Boşnak’ı, Türk’ü vardır. Bunlar ülkemizde bir alt kimliktir. Bunun bir tek üst kimliği vardır; o da Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığıdır.” *** “Kürt sorunu ve şu anda adını saymadığımız tüm siyasal, ekonomik veya kültürel sorunlar, ülkenin genel prensiplerinden ayrıştırılmamalıdır. Hepsi, demokratik Cumhuriyet prensipleri içerisinde ele alınmalıdır.” (“Demokratik Cumhuriyet”, Abdullah Öcalan’ın işlediği bir tezdir.) *** “Türk Türk’üm, Kürt Kürd’üm. Laz laz’ım, Çerkez Çerkez’im diyebilecek. Hepimizin üst kimliği Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıdır. Türk, Kürt, Çerkez, Laz aklınıza ne gelirse hepsi Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı üst kimliği altında bir ve beraber olacağız. Alt kimliklere saygı duyacağız. Ancak hepimizin bir üst kimliği var. Nedir o? Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıdır.” *** “Ben de Gürcüyüm. Ailemiz Batum’dan Rize’ye göç etmiş bir Gürcü ailesidir.” (Gürcistan gezisi sırasında söylemiştir.) *** Yukarıdaki sözlerden anlıyoruz ki, Recep Tayyip Erdoğan,“Türk” e karşı şiddetli bir alerji duyuyor ve“üst ırk”gibi idrak ediyor. Müslüman ülkede bir“ırkçılık” tan bahsedilemeyeceğini bile bile,“Türk”e alerjisi duymanın altında başka şey aramak gerekir. Ona geleceğiz. (“Türk alerjisi” değil de yoksa “Türk” düşmanlığı mı desek! Diyemeyiz tabiî... Recep Tayyip Erdoğan Bey inançlı bir insandır. “Düşmanlık” inkâr anlamına da gelir, o zaman Allah’ın kelâmıyla ters düşer.) R. T. Erdoğan, içinde çok değişik etnik grupları barındıran ve kültür bağıyla birbirine rapteden “Türk”ü, dar bir alana sıkıştırıyor. “Keşke Türk olmasaydı!”, demeye getiriyor. “Türk” olmasa ne tartışma olacak, ne çatışma! (Sosyolog Müfit Yüksel, 12 Eylül öncesinde R. T. Erdoğan’la sırt sırta faaliyet gösterdi. Müfit Yüksel’le görüştüm ve her şeyi açık konuştu, nasıl yetiştiklerini anlattı. Onu sonra vereceğim.)Hükûmet ‘milletsiz milliyetçilik’(!) istiyor Prof. Dr. İskender Öksüz nâm-ı diğer Ayhan Tuğcugil... Ünlü romancı Emine Işınsu’nun da eşi. Biz onu12 Eylül öncesinde Devlet dergisinde “Ayhan Tuğcugil” imzasıyla tanıdık. Gazi Üniversitesinde ders veriyor. Star gazetesinde, bir cevap mıydı bilmiyorum, “Milletsiz milliyetçilik aman ne güzel!” (18 Nisan 2011) başlıklı iki gün süren yazısıyla tekrar eski günlere gittik. Tadını unutamadığımız o ironik üslûbuyla “Türk”süz nasıl milliyetçilik yapılabileceğini tahlil ediyor. Yazısından sevgili mektep arkadaşım Yağmur Tunalı vasıtasıyla haberdar olmuştum. (Yağmur Tunalı kıymetli şairlerimizdendir.) Bizim yazı dizisinde söylemek istediğimiz “Türk’ü silme ameliyesi”ni âdeta özetliyor. Tarihe göndermeler yaparak bugüne geliyor. Yazı dizimizin başında Norveç’te 77 genci katleden Breivik’in manifestosunu vermiş ve ” Türk“ düşmanlığının neye dayandığını görmüştük. Breivik’in beyninin bir tarafında Avrupalının “üstün ırk” olarak her şeye hâkim olması gerektiği fikri vardı. Breivik, Charles Darwin’in “üstün ırk” nazariyesini okumuştur muhakkak. Darwin’in Türk’ü nasıl “aşağıladığını” yazı dizimizin diğer bölümlerinde işleyeceğiz. *** İskender Öksüz “Milletsiz milliyetçilik aman ne güzel!” başlıklı makalesinde “Üstün ırk’ın hakim medeniyeti” üzerinde durur: “Bilimde gerçekler bizim paradigmalarımızı değiştirir. Galiba siyasette bunun tam tersini yapmaya çalışıyoruz: Paradigmamızı değiştirip, gerçeğin de aynı yönde değişeceğini umuyoruz. Globalleşmeyi alalım veya isterseniz Avrupa Birliği’nin yüksek rütbeli bürokrat stratejisti Robert Cooper’ın tabiriyle “Yeni Liberal Emperyalizm”i. Cooper buna niçin “yeni” diyor? Çünkü bir de eskisi var. Birinci Liberal Emperyalizm, İngiltere’nin tek kutuplu dünyayı yakaladığı döneme denk geliyor ve 1938’de sona eriyor. Bunu 1956 Süveyş Harbi’ne kadar uzatanlar da var. O devirde hâkim paradigma, “medeniyet” ve “üstün ırk” idi. Batılıların temsil ettiği üstün ırklar, dünyanın geri kalan aşağılık ırklarına medeniyet götürüyordu ve bu, tarihin önlenemez ilerleyişi idi.” ‘Allah bizi aydınlardan korusun!’ Önce Türkiye’de “aydın” deyince ne anlaşıldığını bilelim... Sonra Prof. Dr. İskender Öksüz’ün niçin “Allah bizi aydınlardan korusun!” dediğinin sebebini okuyalım. Prof. Dr. Erol Güngör (1938-1982) Türkiye’de aydın ihaneti üzerine kafa yoran kıymetli ilim adamlarımızdandır. Onun “aydınlar” üzerine fikirleri: “Aydın insan sadece ’sokaktaki adam’tipinin haberdar olmadığı bu bilgilere sahip olan kimse değildir. Onu halktan ayıran taraf, her şeyden önce bu farklı ve ileri seviyedeki bilgiyi kazanabilecek bir zihnî terbiye ve düşünme metodu kazanmış olmasıdır. O, bir hâdise ile karşılaştığı zaman ’bu nedir?’sualini sormaz, çünkü bu suale alacağı cevap onun ancak görüneni anlamak için de vasat insandan daha fazla bir zihnî gayret sarfetmeye ihtiyaç yoktur. Aydın, gördüğü şeyler arasında bir sebep-netice münasebeti bulmaya çalışarak halkın dar ve sathî dünyasının ötesinde objektif realiteyi kavramaya uğraşır. Halkın dünyası inançlara, kanaatlere dayandığı halde, aydının dünyası daima ispat ve tahkik mevzuu olan bilgilere dayanır.” Türkiye’de aydın tahkik etmeden “düşmanlık” güder; yeter ki adına “Türk” desinler! *** Prof. Dr. İskender Öksüz, “Allah bizi aydınlardan korusun!” der ve şunları yazar “Gazeteci Robert Fisk’in, bizim Osmanlı topraklarının emperyalistlerce ele geçirilişini anlatan kitabının adı, ‘Medeniyet Uğrunda Büyük Harp: Orta Doğu’nun Fethi’ başlığını taşır. Fisk burada babasına verilen bir madalyanın arkasındaki tuhaf slogana atıf yaparak o dönemin paradigmasıyla eğlenmektedir. Üstün ırkların getirdiği bu medeniyetten, aşağılık ırklar pek de memnun kalmadı: Biz, Hindistan, Çin, İran, Filipinler... Peki, Türk entelektüeli? Bizim kolumuz bacağımız koparılırken bile, o ’medeniyet’ paradigmasına sadık entelektüellerimiz vardı. İbrahim Kiras, İngilizler Afrika’da Boer’lere saldırdığında İngiliz Sefareti’ne destek dilekçesi veren Tevfik Fikret, Samipaşazade Sezai ve Recaizade Mahmut Ekrem’i sayıyor. İsmail Safa’yı da ekleyebiliriz. Bu ‘aydınlar dilekçesi’ imzacıları arasında, yanılmıyorsam, aşağı ırklara karşı medeniyet için İngilizlerin yanında gönüllü asker yazılma arzularını belirtenler de vardı. Medeniyet ve üstün ırk paradigması ile baktığımızda Avrupa’dan damızlık getirilmesini öneren Abdullah Cevdet de bize o kadar ters gelmez. Allah bizi aydınlardan korusun!” *** Zamanımızda “aydın” denilen makule, PKK’nın akıl hocalığına soyunmadı mı?! “Türk”ü silmek isteyen zihniyete yol göstermiyor mu?!‘Kültür’ ve ‘ırk’ milliyetçiliği Prof. Dr. İskender Öksüz, gazeteci İbrahim Kiras’ın, “Cumhuriyet’in kusuru, Gökalp yerine Akçura’ya meyletmesidir.” demeye getirmesini açma ihtiyacı duyar: “Şimdi gözüme şu paradigma paradigmasını takmışken Akçura ve Gökalp’e de bir bakayım. Akçura şöyle yazar: ‘O zamanlar (19. asrın başlangıç ve ortalarında) Avrupa’da milliyet düşünceleri, Fransız Büyük İhtilaliyle, soy ve ırktan çok vicdanî isteğe dayanan Fransız kaidesini milliyet esası kabul ediyordu... Vakta ki milliyet kaidesi, Almanlar tarafından hakikî vakalara daha yakın bir surette, milliyetlerin esası ırk olmak üzere tefsir olundu ve bu tefsirin galebesi demek, evvelâ 1870-71 seferiyle Napolyon ve Fransa imparatorluğu tekerlendi...’ Özetle: Fransızlar ilerlerken onların savunduğu kültür -isterseniz terbiye- milliyetçiliği hâkim paradigmaydı, Almanlar galip gelince onların savunduğu ırk paradigması hâkim oldu. Aynen de böyle oldu. Bu zaferi kutlamak için Almanların diktiği koca anıt-kadın hâlâ Alsas-Loren’e bakar. O gün bu gündür, o zafer, Almanların kazandığı son harptir. Gökalp, 1923’te Türkçülüğü anlatırken Akçuraoğlu Yusuf Bey’den çok farklı şeyler söyler: O halde millet nedir? Irkî, kavmî, coğrafî, siyasî, iradî kuvvetlere tefevvuk ve tahakküm edebilecek başka ne gibi bir rabıtamız var? İçtimaiyat ilmi ispat ediyor ki, bu rabıta terbiyede, harsta, yani duygularda iştiraktir. Gökalp’in Türkçülüğü böyledir. “Türkçülüğün Esasları” nın müellifinin Türkçülükten anladığı da, müsaade ederseniz önemlidir ve diğer bütün yorumlardan daha önemlidir. Evet sizin yorumunuzdan da, benim yorumumdan da önemlidir. Gökalp’in, çağının ötesinde isabet gösteren tespiti yapabilmesinin birden fazla sebebi var. Bunlardan birincisi muhakkak ki Gökalp’in dehası ve bilgisidir. Ah Türk milleti olmasaydı! Prof. Dr. İskender Öksüz yeni paradigmaları anlatıyor. İsim vermeden doğrudan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın sözlerini yorumluyor: Milliyetsiz milliyetçilik nasıl olacak?! “Şimdi yeni paradigmalarımız var. Milliyetçilik Türk insanının kolay kolay terk edemeyeceği bir kavram. Stratejik düşünen siyasiler ve yazarlar da bunun farkında. Ancak bir problem var: Millet! Türk milleti olmasa, milliyetçilik yapmak son derece kolaylaşacak, fakat gelin görün ki, millet var. Acaba, içinde millet olmayan, hele hele hiç Türk milleti olmayan bir ‘milliyetçilik’ mümkün değil midir? Bölge milliyetçiliğine karşıyız... Mezhep milliyetçiliğine karşıyız. Etnik milliyetçiliğe karşıyız. Türkçülüğe de karşıyız! Daha birkaç gün önce bir yazarımız MHP’nin milliyetçilikten Türkçülüğe kayma tehlikesinden bahsediyordu. Başbakanımız benzer bir pozisyon alıp ‘Kürtçülüğe de Türkçülüğe de karşıyız’ dediğinde meselâ Türk Ocağı’ndan da çıt çıkmamıştı. Türk Ocağı, Türkçüler tarafından Türkçülük için kurulduğuna göre, Ziya Gökalp kusura bakmasın ama anlaşılan bu da kesinleşti. İçinde zerre kadar soy, kavim, ırk bulunmasa da Türkçülüğe de karşıyız. Adı yetiyor! Özkırımlı Hoca ne güzel söylemiş: Kalkınmakta olan ülkelerin milliyetçilikleri kötüdür. Gelişmiş ülkelerinki iyi. Zaten gelişmişlerinkine milliyetçilik değil vatanseverlik denir. İmdi... Türkiye için muhakkak ki yepyeni bir paradigma doğmaktadır. Türkiye’de milliyetçiliğe taraftarız ama içinde millet olmamalı. Kesinlikle Türk Milleti olmamalı. Ama “milletimiz” olmalı! Durum netleştiğinde lütfen bana da bildirin, Türk Ocağı’na yeni bir isim aramaktayım: Milletimizin Ocağı gibi bir şey. Eski bir hars heyeti üyesi olarak istirham edeceğim.” *** İskender Öksüz Hoca “Türk Ocakları nerede?” diyor ama, Türk Ocakları, Türk Yurdu’nun Aralık 2004’te çıkan 208’in sayısını “Türk’ün Vatanında Türkiyelilik Hikâyesi Üzerine Tartışmalar” olarak yayınladı. Türk Yurdu’nun bu sayısındaki makaleleri de ele alacağız. Türkiye’nin adı Avrasya olabilir“Türk” diyemeyenler, demekten imtina edenler o dönemde MTTB, Millî Selâmet Partisi Gençlik Kolları ve Akıncılar Derneği içinden yetişmişlerdir. Recep Tayyip Erdoğan, Metin Yüksel ve Müfit Yüksel’le aynı dönemde “lider” konumundaydı. Müfit Yüksel, “İslâmcı” tabir edilen kesimin çok itibar ettiği bir isimdir. ODTÜ’de sosyoloji okumuştur. Ailece tanınırlar. Babaları Sadreddin Yüksel (1920-2004) bir din âlimidir. Bir ağabeyi Metin Yüksel, akıncıların liderlerindendi. Recep Tayyip Erdoğan’la aynı dönemdendir. 23 şubat 1979’da Fatih Camisinin avlusunda Ülkücülerle karşı karşıya geldiler, vurularak öldürüldü. Aslında Akıncılarla Ülkücüler birbirlerine silâh çekmezlerdi. Konumuz bu değil... Müfit Yüksel’in büyük ağabeyi Edip Yüksel, farklı bir dinî anlayışın peşinden gitti. Müfit Yüksel’le İstanbul Fatih’te buluştuk. Anlattıkları, Recep Tayyip Erdoğan’ın nasıl bir atmosferde yetiştiğini ve neden “Türk”, “Türk milleti” diyemediğine, dediğinde de dilinin neden dolandığına açıklık getirecektir. “Türk” diyemeyenler, demekten imtina edenler o dönemde MTTB, Millî Selâmet Partisi Gençlik Kolları ve Akıncılar Derneği içinden yetişmişlerdir. Recep T. Erdoğan, Metin Yüksel ve Müfit Yüksel’le aynı dönemde “lider” konumundaydı. MSP’de Necmettin Erbakan’ın dizi dibinde faaliyet göstermiş, önce Beyoğlu Gençlik Kolları Başkanlığı, ardından Fatih Gençlik Kolları Başkanlığı, sonra İstanbul İl Gençlik Kolları Başkanlığı yapmıştır.Erdoğan’ın danışmanından Avrasya teklifi 1995-1998 yılları arasında Recep Tayyip Erdoğan İstanbul Belediye Başkanıyken dört yıl onun danışmanlığını da yapan Müfit Yüksel’in söylediklerini not aldım. Açıklama mahiyetindeki parantez içleri bana aittir. “MTTB, 1969’da İslâmî duyarlığı olanların yönetimine geçti. Solun elinden alınmıştı. Daha öncesinde CKMP (sonra MHP oldu)’ye yakın gençlerin elindeydi. Kayseri’de kongre toplandı, Burhanettin Kayhan’ın genel başkan seçilmesiyle İslâmî çizgiye kaydı. MTTB binasına o yıl bir bomba atıldı ve Mustafa Bilgi adında bir genç şehit oldu. (Mustafa Bilgi’ye Ülkücüler de sahip çıkmışlar ve ‘Ülkücü şehit’ saymışlardır.) 1975’te Rüştü Ecevit’in genel başkanlığı sırasında MTTB’nin bozkurtlu amblemi değiştirildi; hilâl içinde kitap oldu. Bu dönemler Necip Fazıl Kısakürek’in konferanslar verdiği dönemlerdir. 1976’da MTTB’de parçalanma olmuş ve İskenderpaşa Cemaati ile Erenköy Cemaati karşı karşıya gelmiştir. İskenderpaşa Cemaatinin şeyhi Mehmet Zahit Kotku (1897-1980), Erenköy Cemaatinin şeyhi ise Sami Efendi (1892-1984)’dir. MTTB Başkanlığı, Sami Efendi Cemaatinde kalmıştır. Başkanlığa Cemalettin Tayla seçildi. Necip Fazıl İskenderpaşa Cemaatini desteklemişti. İskenderpaşa Cemaatinden Yıldız Grubu seçime girmişti. Yıldız Teknik Üniversitesinde aktif bir gençlik kitlesi vardı. O dönemin kavgalarına girme taraftarıydılar ama Sami Efendi Cemaati çatışmalardan uzak duruyordu. Akıncılar Derneği 1976’da kuruldu. Derneğin genel merkezi Ankara’da idi. MSP’ye bağlı faaliyet göstermiştir. Kurucu başkan Tevfik Rıza Çavuşoğlu idi, sonra Mehmet Tezel oldu. Ardından İstanbul şubesi kuruldu. Yakup Kaldırım başkan idi. Tayyip Bey, Beyoğlu, Fatih, sonra 1978’de İstanbul İl Gençlik Kolları Başkanlığı yaptı. Akıncılar Derneği ve MSP Gençlik Kolları iç içeydi. Akıncılarda ve partide ’Osmanlıcılık’ fikri hâkimdi. Sonra Müslüman Kardeşler literatürü girmeye başladı. Müslüman Kardeşlerin fikrî öncüleri Hasan el-Bennâ, Seyyid Kutub, Mevdudî, Said Havva’nın kitapları okunurdu. Bu kitapların çevrilip yayınlanmasına Hilâl Yayınlarının sahibi Salih Özcan öncülük etmiştir. Millî Mücadele’yi başlatanlara, Osmanlı’yı yıktılar, gözüyle bakılıyordu. Cumhuriyet kurulduktan sonra dindarları tasfiye etmişlerdi. Birinci Meclis’e (23 Nisan 1920-1 Nisan 1923) olumsuz tavır yok; çünkü herkes var. Ama Mustafa Kemal kadrosuna bir tavır var. ‘Türk’ diye adlandırmaya sempatiyle bakılmaz. İslâmiyet geri plana itiliyordu. Kimse Türk’le kavga etmez; çünkü, padişah Türk’tü. Mustafa Kemal Irak’ta Türkmen’i kendisinden sayıyor, Kürt’ü saymıyor. Kürtler de imparatorluk bakiyesidir. Kırılma noktalardan biri budur. Türkiye ya genişleyecek ya da parçalanacak. Osmanlı’nın yani imparatorluk bakiyesinin çekilebileceği en son sınırdayız. Genişleme ise komşularıyla federasyon kurarak olur. ‘Türkiye’de yaşayan herkese Türk’ denmiştir. Niçin ‘Türk’ densin? Onun için tepki çekiyor. ‘Türk milleti’ yerine ‘Müslümanlar’ denmelidir. Lozan Antlaşması bir zafer değildir. Hitler, Versay Antlaşmasını yırttı; Türkiye de Lozan Antlaşmasını yırtabilir, İkinci Dünya Savaşı şartlarında 1940’lı yıllarda, fırsat varken tekrar genişleyebilirdi. ‘Ne Mutlu Türk’üm diyene’ sözüne karşıydık. Başkaları da bu ülkede yaşıyor. Ulus-devlet değişmelidir. 20’li, 30’lu yıllarda şekillenen ideoloji devam edemez, herkes kendisini etnik kimlikle ifade edebilmelidir. Kimlikler yasaklanmamalıdır. Anayasa’nın ilk üç maddesi tartışmaya açılmalıdır. Resmî ideoloji giderse ülke parçalanır, deniyor. Diyoruz ki; resmî ideoloji gitsin ama ülke parçalanmasın. Parçalanmama çok önemlidir. Müslümanlığın asırlardan beni getirdiği ortak değerler ön plana çıkarılmalıdır. Ülkeye ‘Türkiye’ denmesi bile tartışmaya açılabilir; meselâ, ‘Avrasya’ denebilir. Türkiye parçalanırsa ikinci Balkanlar, ikinci Endülüs olur. Bunu istemiyoruz. Rumeli göçmenleri kendilerini bu ülkenin asıl sahipleri gördüler, aşırı laik tutumu benimsediler, kimlikleri inkâr ettiler.” *** Recep Tayyip Erdoğan’ın eski “dava” ve mesaî arkadaşı Müfit Yüksel’in anlattıklarını dikkate alın, bir de Başbakan’ın ilk hükûmeti kurduğundan beri dile getirdiklerini. Benzeşenleri ve benzeşmeyenleri hemen bulursunuz!Alman Alman’dır Türk Türk değildir! “Türk” rahatsız ediyor. Türk insanının değişmez kaderi. “Türk” olarak savaşacaksın, “Misak-ı Millî’nin hepsini bile içine alamadan, Kerkük-Musul hattı, hatta Nahcivan ve hatta Batum, sınırlarına dâhil edilemeden, eldekine çok şükür diyeceksin ve bunu dahi savunurken “Türk milleti” olarak ortaya çıkacak ve kimse buna itiraz etmeyecek ama devletin sınırları kurulduktan sonra “Niye Türk?” diye itiraza uğrayacaksın... Garabet bir bizde var. “Büyük devletler”in halkı “Fransız”dır, “Alman”dır, “Amerikan”dır, “İspanyol”dur, “İtalyan”dır... Türkiye’nin halkı “Türk” değildir; asla ve kat’a olamaz! Türkiye’nin adını da değiştir; Anadolu Federe Devleti olsun (Turgut Özal’ın teklifidir. Onu da yazacağım. Belli elit kesimin dışında kimsenin bilmediği bir şeyi daha yazacağım; devletin adının “Türkiye” diye tescillendiği yıllarda, bu ada itiraz edenleri, devletin adı “Anadolu” olsun diyenleri. “Anadolu” adını teklif edenler, şimdiki “Türk” düşmanlarının ağababaları değil... Onlar millî kültürümüzün mümtaz simalarıdır; kaygıları başkadır.)Anayasa’nın başlangıcı ve değişmez maddeleri Anayasa’nın değiştirilemez maddeleri ve “Türklük” vurgusu AKP’yi, CHP’yi ve BDP-PKK’yı rahatsız etmektedir. Türklüğü ilgilendiren şeyler Anayasa’dan çıkarılırsa her şey düzelecektir. Bu şuna benzer: “PKK’nın isteklerini karşılarsak sükûnet sağlanır; öyleyse verelim!” Başka bir benzetme aklınıza geliyorsa söyleyin yazalım! *** Anayasa’nın “Başlangıç”ında “Türk” ve “Türklük” vurgusu sık yapılmaktadır. “Başlangıç” 1995’te ve 2001’de iki defa değişikliğe uğramıştır. “Dibace”yi okuduğumuzda kimin neden rahatsız olduğu daha rahat anlaşılacaktır. Önce Başlangıç’ı, sonra Anayasa’nın ilk iç maddesini vereceğiz: BAŞLANGIÇ (Değişik: 23.7.1995-4121/1 md.) Türk Vatanı ve Milletinin ebedî varlığını ve Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu Anayasa, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve O’nun inkılâp ve ilkeleri doğrultusunda; Dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin ebedî varlığı, refahı, maddî ve manevî mutluluğu ile çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma azmi yönünde; Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı; Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medenî bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu; (Değişik: 3.10.2001-4709/1 md.) Hiçbir faaliyetin Türk millî menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihî ve manevî değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve lâiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı; Her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak millî kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddî ve manevî varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu; Topluca Türk vatandaşlarının millî gurur ve iftiharlarda, millî sevinç ve kederlerde, millî varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğu, birbirinin hak ve hürriyetlerine kesin saygı, karşılıklı içten sevgi ve kardeşlik duygularıyla ve “Yurtta sulh, cihanda sulh” arzu ve inancı içinde, huzurlu bir hayat talebine hakları bulunduğu; FİKİR, İNANÇ VE KARARIYLA anlaşılmak, sözüne ve ruhuna bu yönde saygı ve mutlak sadakatle yorumlanıp uygulanmak üzere, TÜRK MİLLETİ TARAFINDAN, demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur.
Posted on: Sat, 23 Nov 2013 21:24:27 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015