35 sene önce… 1976… Van depremle yıkıldı. 3 bin 840 insanımız hayatını kaybetti. Türkiye seferber oldu. Ancak, yardımlar yerine ulaşmıyor, adeta buhar oluyordu. Kış bastırmıştı. Kar fırtınasının savurduğu buz tanecikleri suratlara ok gibi saplanıyor, kurtulanlar kurtulduğuna pişman oluyordu. O zamanlar TRT’de çalışan değerli ağabeyim Uğur Dündar, bu vahim atmosferde Van’a indi, depremin merkez üssü Muradiye’nin Çaldıran bucağına gitti. Manzara hazindi. Kamyon kamyon yardımlardan eser yoktu. Tir tir titreyen çocuklar, ısınmak için koyunlara sarılıyordu. Gözleri çukura kaçmış gençten biri yanaştı, selamünaleyküm, aleykümselam, kulağına fısıldadı… Yardımların nerde olduğunu bulmak istiyorsan, Van’a git, Hacı Dodo’yu sor! Van’a gitti. Eliyle koymuş gibi buldu. Herkes tanıyordu. Müteahhitti. Gerçekten hacıydı. 60 küsur yaşında. Ak sakallı. Bir değil, iki değil, altı defa gitmişti hacca… Hatta, otobüs almış, hacı adaylarını taşıyordu. Dönüşte, yükte hafif, pahada ağır ne kadar kaçak mal varsa, otobüse zulalıyor, yurda sokuyordu. Hacı’ydı ama, Dodo değildi. Lakabıydı bu… Asıl adı “Salih”ti. Vaziyet anlaşılmıştı. Bitirim muhitlerinde büyüyen bi haberci için, bu tipler hiç yabancı değildi. Gitti Hacı’ya… Kendisini Bitlisli müteahhit olarak tanıttı iyi mi! Uğur Dündar, Norveçli gibi adam, Türkçesi desen, pırıl pırıl… Ama, para hırsı işte böyle bi şeydi. Hacı zokayı yuttu. Çünkü, fıldır fıldır dönen gözleri, sözde Bitlisli müteahhidin masaya koyduğu balya gibi cüzdana kilitlenmişti. Düş peşime, dedi. Çıkıp, az yürüdüler. Bir depoya vardılar. Açmadı depoyu. Arkasına dolandılar, karlar altında bi yığın… Eliyle temizledi Hacı Dodo, üstünde deprem damgası bulunan cillop gibi keresteler göründü. Tadımlık gösteriyordu… Afet İşleri Müdürlüğü’nün gönderdiği yardım malzemeleriydi. Kereste, demir, çimento, çivi, ne istersen, ne kadar istersen, sen paradan haber ver dedi. Peki ya depodakiler? Çadır dedi, battaniye, yiyecek filan. * * * 35 sene sonra… 2011. Van gene depremle yıkıldı. Şu an itibariyle 534 insanımız hayatını kaybetti. Türkiye seferber oldu. Ancak, yardımlar yerine ulaşmıyor. Kış bastırmak üzere, ki… Bi başka “Salih” manşetlerde! Bu da müteahhit… Erciş’te 20 cesedin çıkarıldığı Sevgi Apartmanı’nın müteahhidi… Kendisinin oturduğu dört dönüm, üç katlı, havuzlu, ultra lüks villada çatlak bile yok. Ama, can tatlı, villasına girmiyor. Çim bahçesine, Mercedes ve Audi cipinin yanına diktiği Kızılay çadırında oturuyor. Hem de bi tane kesmemiş, iki Kızılay çadırı kondurmuş! Sevgi Apartmanı’nda 20 ceset daha çıkarılmayı bekliyor. O anda binada olmayıp kurtulanlar, çoluk çocuk asfaltta nöbet tutuyor, çadır kamyonunun yolunu gözlüyor. Bu arkadaş ise, cipinde uyuması veya parayı bastırıp herhangi bi marka çadır alması mümkünken… Kızılay’dan iki tane indirmiş bile! Bana sorarsanız… İki tanecikle çok ayıp edilmiş. Resmi devlet töreniyle en az 20 tane çadır vermeleri lazımdı Salih’e. Çünkü, bu Salih… Zurna değildir. Erciş Kaymakamı tarafından plaketle ödüllendirilmiş müteahhittir. * * * Sevgili Yılmaz Özdil’in bu müthiş yazısı 28 Ekim 20011’de Hürriyet’teki köşesinde yayınlandı. * * * Aradan iki yıl daha geçti. Halk TV ekibi geçenlerde, Genel Yayın Yönetmeni Hakan Aygün başkanlığında Van’a gitti. Lale Özan Arslan, TOKİ’ye verecek paraları olmadığı için kalıcı konutlara geçemeyen ve bu nedenle hâlâ konteynırlarda barınmak zorunda kalan ailelerle röportajlar yaptı. Elektriği kesik buz gibi geçici konutlarda çile çeken kadınlar ve hastalıktan ciğerleri sökülürcesine öksüren çocuklarla konuşup dramlarını ekranlara yansıttı. O programda CHP İl Başkanı Cemal Şen’in açıklamalarından anladık ki, 2011 depreminde de tüm dünyadan gönderilen yardım malzemeleri çeteler tarafından yağmalanmış, kapanın elinde kalmış. Yani aradan geçen 35 yılda yağmacılık konusunda değişen hiçbir şey olmamış! * * * Ben bu satırları sıcacık odamda yazarken televizyonlar, Trakya’ya yılın ilk karının düşeceğini haber veriyor. O sırada kulağıma, karın çoktan yağdığı, havanın geceleri sıfırın altında 10’u bulduğu Van’daki, konteynırlarda yaşam savaşı veren çocukların öksürük sesleri geliyor. Van’ın unutulmuş çocukları, bir mucizenin olmasını ve müşfik bir elin kendilerine uzanarak, sıcak bir yuvaya taşımasını bekliyor. Aksi takdirde acı haberlere hazırlanmamız gerekiyor… Ayhan Çarkın’ın yalanları! Susurluk Çetesi hükümlüsü Ayhan Çarkın, faili meçhul cinayetlerle ilgili davada özetle “Ben öldürmedim, başkaları öldürdü” demiş. Daha önce de savcıları ve haberci ordusunu peşine takıp, öldürdükleri kişilerin gömüldüğü yerlere götürmüş, ama kazılar sonucunda hiçbir ceset çıkmamıştı! Mahkemenin akli durumunun yerinde olup olmadığının tespiti için hastaneye sevk ettiği Çarkın, yalanlarının bir bölümünde benden de söz etmiş ve yanlı haberler yaptığımı söylemiş. Herhalde lehlerinde haber yapacak ve”İyi ki öldürdüler!” diyecek değildim. Hemen belirteyim, Susurluk Çetesi’nin yargı önüne çıkarılıp hesap vermesini sağlamak için yaptığım sayısız haber, meslek hayatımın en şanlı sayfalarıdır. (Meraklısı ayrıntıları Nedim Şener’in yazdığı ve hayatımı anlattığı “İşte Hayatım” adlı kitaptan ve kişisel web sayfamdan okuyabilir.) Söylediklerini fazla ciddiye almamakla beraber, yalanın doğruyla yer değiştirmesi için bir kez daha yazıyorum. 1- Susurluk’taki kazanın Arena’da yayınlanan fotoğraflarında, Çarkın’ın iddiasının aksine Mercedes otomobilin içinde ceset yoktur. Yani boştur! Fotoğraf çekiminin hiçbir gizemli yanı da söz konusu değildir. Çünkü o fotoğraflar, Susurluk Savcısı tarafından, olay yerinin ve delillerin görüntülenmesi amacıyla cesetlerin çıkarılmasından sonra çektirilmiştir. Benzeri olaylardan sonra yapılan rutin bir işlemdir. Yayınlanması dünyanın her yanında gazetecinin görevidir. 2- Kumarhaneler Kralı Ömer Lütfü Topal’ın öldürülmesinden sonra Ayhan Çarkın’ın da aralarında bulunduğu 2’si özel harekatçı, 2’si de kumarhane sahibi olmak üzere 4 kişi, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nce gözaltına alınmıştı. Şüpheliler emniyette bir gece kaldıktan sonra Ankara’dan gelen bir özel ekibe teslim edilerek serbest bırakılmıştı. Olaydan bir süre sonra o sırada birlikte çalıştığımız Kanal D Haber Merkezi’nin deneyimli polis muhabiri Emin Demirel yanıma gelip “Abi bu adamlar gözaltına alındıklarında senin de öldürülmek üzere adının verildiğinden söz etmişler. Bu konuşmalar bir ses kasetine kaydolmuş” dedi. Bunun üzerine dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Kemal Yazıcıoğlu, ardından da meşhur “Susurluk Raporu”nu hazırlatan Başbakan Mesut Yılmaz’la konuştum. İkisi de bu kasetin varlığını doğruladılar. Ama bana vermediler. Mahkemede tanıklık yaparken de “Böyle bir kaset yoktur” dediler. Ayhan Çarkın ve diğer sanıkların Ömer Lütfü Topal Cinayeti’nden yargılandıkları Beyoğlu 2. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki tanıklığımda, hem Susurluk’taki fotoğraflar, hem de kaset konusunu burada yazdığım gibi anlattım. Ayhan Çarkın daha sonra Arena programına katıldı. Mahkemedeki iddialarının hiçbirini benim ve Nedim Şener’in yüzümüze karşı söyleyemediği gibi, bizim gazeteciliğimizi övdü. Ben bu tür yalan ve iftiralardan hiç etkilenmiyorum. Çünkü hakikatin topallayarak da olsa hedefine ulaşacağına inanıyorum. Birileri tarafından eldiven gibi kullanılan ve kirlendikten sonra da bir kenara atılan Ayhan Çarkın gibilere de kızmak yerine acıyorum.
Posted on: Fri, 29 Nov 2013 11:34:32 +0000
Trending Topics
Recently Viewed Topics
© 2015