960’ta Selimiye Kışlası’nın on bir yaşlarındaki çocuk - TopicsExpress



          

960’ta Selimiye Kışlası’nın on bir yaşlarındaki çocuk askerlerinden biriyken, hafta sonlarında, bugün artık muhayyilemde yitip gitmiş bir daüssıla hüznüyle varolabilen Doğancılar Parkı’nın içinden geçerek gittiğimiz Sunar Sineması’nda, Eddie Constantine’in canlandırdığı Lemmy Caution polisiyelerini, Norman Wisdom’un oynadığı Enayiler Kralı komedilerini, Steve Reeves’in Herkül serilerini izlerdim. Ama bende iz bırakmış birkaç önemli filmden biri, François Truffaut’nun 400 Darbe’si idi. Fransızcada “okulu kırmak” anlamına gelen bir deyim olduğunu yıllar sonra öğrenecek olsam da, filmin adı bana hep, kendime de epeyi yakın hissettiğim film kahramanı bir çocuğun gözünden, toplumsal mutsuzluğun, duyarsız kafalara sayısız kez inen hayat darbelerinin bir sonucu olduğunu anlatmak için konmuş gibi gelirdi. Şu işe bakın ki, yaşamımız boyunca etrafımızı dikenli bir çit gibi çevirmiş olan o meşum “darbe” kavramı, şimdilerde nispeten uzak kalan bir fenomen gibi gözükse de, diri tutup beslenmek için midir nedir, adeta Erdoğan’ın ağzında bir emzik misali, bugün artık o abartılı 400 sayısına rahmet okutacak kadar sık kullanılır hâle gelmiştir. N’oldu da Türkiye, darbelerle yatıp, darbelerle kalkar oldu? Elli sene boyunca nice darbeler yaşandı da, hiçbir dönemin günlük politikasında gene de bu denli kışkırtıcı, bu denli bıktırıcı bir dille darbecilikler konuşulmadı, bu ülkede. Yeter yahu! Darbe diye diye, darbe ağacı bitecek içimizde. Ama eğer bu “bir olalım, iri olalım, diri olalım” taktiği ise, bilesiniz ki buradan “birlik” de çıkmaz, “dirlik” de. Siz istediğiniz kadar kızın ve inat edin; Şarkın geleneksel teolojik değerleri, küresel ölçekte çağdaş politikalar üretmeye yetmez çünkü. Yahut dışarıya, örneğin Mısır meselesi yüzünden dünyaya karşı bir tavır ise, bu politikaların Mısır’a bir yararı olmayacağı gibi, onları yüreklendirerek daha fazlasının ölmesine yol açacaktır belki de. Mısır’da, Suriye’de, Filistin’de ve dünyanın her yerindeki mazlumlara, yoksullara, silahsız sivillere reva görülen vahşete üzülmemek ve duyarsız kalmak mümkün değil elbet. Ne ki, yerinde hop oturup hop kalkmanın, bu sorunları çözmeye yetmediği de ortada. Üstelik, Türkiye’deki kutuplaşmayı ve kendi içindeki düşmanlaşmayı fazlasıyla büyüttüğü de. Kendi halkının Mısır üzerinden ikiye bölünmesine körükle gitmek, aklın alacağı bir şey midir ki? Mısır’ın iç sorunları konusunda kraldan daha kralcı kesilip, dünyaya karşı Türkiye’nin çıkarlarını dahi riske ederek meydan okumak, doğru bir politika mıdır? Mısır’ın iç meselelerine bu kadar çok müdahil olursanız, Mısır’dan hemen sonra gelen bir zararın yüklenicisi olmaz mısınız? Toplumu, el süreni kesen bir bıçak gibi bilemenin, mutlaka bir bedeli olacağını çok mu zor anlamak? Batı’ya ve içerideki Batılı yaşam tarzı savunucularına yönelik kutuplaştırıcı siyasetin sonuçlarını değerlendirebilecek erdemli bir ruh kaldıysa, masaya üç defa vursun lütfen! Kazın geleceği yerden tavuğun esirgenmeyeceğini iyi bilen ve o yüzden de Erdoğan siyasalarından hiza ve istikamete bakan iş âlemi, leb demeden Mısır’daki fabrikalarını kapatıp, sonunda bisküviyi bile siyasallaştırdılar ya, pes doğrusu. Lâkin böyle yaparak, dünya ekonomisinde kaplan değil, çakal olunur bana kalırsa. Kaldı ki başlarındaki karizmatik lider de, ordu ile yetinmeyip başka kamu kurumlarını da teftişe kalkan bir zamanların Genelkurmay başkanı Cemal Tural gibi, BM’ye, Washington Post’a ve Nobel’e küresel ayar veren; ekonomik öngörüsü ise, Devrim otomobiline heveslenmiş elli sene öncesinin Cemal Gürsel’ini henüz aşamamış olan Erdoğan değil mi zaten! Ne küresel aktörü? Kuzey Kore veya İran olmazsak, öpüp başımıza koyalım, bu gidişle! cinarnamik@hotmail twitter@cinarnamik
Posted on: Mon, 19 Aug 2013 13:09:01 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015