Araf suresi..97. Yoksa o ülkelerin halkı geceleyin uyurlarken - TopicsExpress



          

Araf suresi..97. Yoksa o ülkelerin halkı geceleyin uyurlarken kendilerine azabımızın gelmeyeceğinden emin mi oldular? 98. Ya da o ülkelerin halkı kuşluk vakti eğlenirlerken kendilerine azabımızın gelmeyeceğinden emin mi oldular? 99. Allahın azabından emin mi oldular? Fakat ziyana uğrayan topluluktan başkası, Allahın (böyle) mühlet vermesinden emin olamaz. 100. Önceki sahiplerinden sonra yeryüzüne vâris olanlara hâla şu gerçek belli olmadı mı ki: Eğer biz dileseydik onları da günahlarından dolayı musibetlere uğratırdık! Biz onların kalplerini mühürleriz de onlar (gerçekleri) işitmezler. 101. İşte o ülkeler... Onların haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Andolsun ki, peygamberleri onlara apaçık deliller getirmişlerdi. Fakat önceden yalanladıkları gerçeklere iman edecek değillerdi. İşte kâfirlerin kalplerini Allah böyle mühürler. 102. Onların çoğunda, sözünde durma diye bir şey bulamadık. Gerçek şu ki, onların çoğunu yoldan çıkmış bulduk. Bundan sonraki ayetlerde Musa(a.s.) nın Mısır’da Firavun ve kavmini tevhid dinine daveti ve İsrailoğullarını Mısır esaretinden kurtarma mücadelesi anlatılır. 103. Sonra onların ardından Musayı mucizelerimizle Firavun ve kavmine gönderdik de o mucizeleri inkâr ettiler; ama, bak ki, fesatçıların sonu ne oldu! 104. Musa dedi ki : Ey Firavun! Ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim. 105. Allah hakkında gerçekten başkasını söylememek benim üzerime borçtur. Size Rabbinizden açık bir delil getirdim; artık İsrailoğullarını benimle bırak! İsrailoğulları, daha önce Yusuf (a.s.) Mısır’da hazine yetkilisi iken babaları Ya’kub Peygamber’le beraber Filistin’den göçüp Mısır’a yerleşmişlerdi. Bilahere Mısır firavunları İsrailoğullarını parya sınıfı olarak geri ve ağır işlerde istihdam ettiler, bunlara birçok zulüm ve işkenceyi reva gördüler. Şimdi aynı milletten peygamber olarak gelmiş olan Musa (a.s.) kendi kavmini Firavun zulmünden kurtarmak için Mısır’dan çıkarıp tekrar Filistin’e götürmeyi ona teklif etti. 106. (Firavun) dedi ki: Eğer bir mucize getirdiysen ve gerçekten doğru söylüyorsan onu göster bakalım. 107. Bunun üzerine Musa asasını yere attı. O hemen apaçık bir ejderha oluverdi! 108. Ve elini (cebinden) çıkardı. Birdenbire o da seyredenlere bembeyaz görünüverdi. Baston ve el beyazlığı Hz. Musa’ya verilen iki mucizedir. 109. Firavunun kavminden ileri gelenler dediler ki: Bu çok bilgili bir sihirbazdır. 110. O,sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Ne buyurursunuz? 111. Dediler ki: Onu da kardeşini de beklet; şehirlere toplayıcılar (memurlar) yolla. 112. Bütün bilgili sihirbazları sana getirsinler. Hz.Musa’nın kardeşi, Harun(a.s.)dır. O da kardeşine yardımcı olarak gönderilmiş bir peygamberdir. 113. Sihirbazlar Firavuna geldi ve: Eğer üstün gelen biz olursak, bize kesin bir mükâfat var mı? dediler. 114. (Firavun): Evet hem de siz mutlaka yakınlarımdan olacaksınız, dedi. 115. (Sihirbazlar), Ey Musa sen mi (önce) atacaksın, yoksa atanlar biz mi olalım? dediler. 116. Siz atın dedi. Onlar atınca, insanların gözlerini büyülediler, onları korkuttular ve büyük bir sihir gösterdiler. Sihirbazlar ip ve odun parçalarını ortaya attılar. Fakat halkın gözlerini büyüledikleri için bu attıkları şeyler onlara yılan gibi gözüktü. 117. Biz de Musaya, Asanı at! diye vahyettik. Bir de baktılar ki bu, onların uydurduklarını yakalayıp yutuyor. 118. Böylece gerçek ortaya çıktı ve onların yapmakta oldukları yok olup gitti. 119. İşte Firavun ve kavmi, orada yenildi ve küçük düşerek geri döndüler. 120. Sihirbazlar ise secdeye kapandılar. 121. Âlemlerin Rabbine iman ettik dediler. 122. Musanın ve Harunun Rabbine dediler. 123. Firavun dedi ki: Ben size izin vermeden ona iman mı ettiniz? Bu, hiç şüphesiz şehirde, halkını oradan çıkarmak için kurduğunuz bir tuzaktır. Ama yakında (başınıza gelecekleri) göreceksiniz! 124. Mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da hepinizi asacağım! Firavun’un sihirbazları toptan Hz.Musa’ya iman edince, Firavun bu işin bir komplo olduğunu sandı ve halkın da toptan iman edeceğinden korktu. Bunu önlemek maksadıyla sihirbazları tehdit ederek hem onlara, hem de halka gözdağı verdi. Ayrıca Hz. Musa ve ona inananlara karşı halkı tahrik etmek ve kendi durumunu korumak maksadıyla da halkın yurtlarından çıkarılmak istendiğini ileri sürdü. 125. Onlar da : Biz zaten Rabbimize döneceğiz.dediler. 126. Sen sadece Rabbimizin âyetleri bize geldiğinde onlara inandığımız için bizden intikam alıyorsun. Ey Rabbimiz! Bize bol bol sabır ver, müslüman olarak canımızı al, dediler. 127. Firavunun kavminden ileri gelenler dediler ki: Musayı ve kavmini, seni ve tanrılarını bırakıp yeryüzünde bozgunculuk çıkarsınlar diye mi bırakacaksınız? (Firavun): Biz onların oğullarını öldürüp, kadınlarını sağ bırakacağız. Elbette biz onları ezecek üstünlükteyiz dedi. 128. Musa kavmine dedi ki: Allahtan yardım isteyin ve sabredin. Şüphesiz ki yeryüzü Allahındır. Kullarından dilediğini ona vâris kılar. Sonuç (Allahtan korkup günahtan) sakınanlarındır. 129. Onlar da, sen bize (peygamber olarak) gelmeden önce de geldikten sonra da bize işkence edildi, dediler. (Musa), Umulur ki Rabbiniz düşmanınızı helâk eder ve onların yerine sizi yer yüzüne hakim kılar da nasıl hareket edeceğinize bakar dedi. Böylece Hz.Musa istikbalin, inananların olacağına işaret etti. Yüce Allah, Firavun ile kavmini suda boğarak bu vadini yerine getirdi. İsrailoğullarını, onların yurtlarına ve mallarına Davud ve Süleyman (a.s.) zamanlarında sahip kıldı. Yusa’ b. Nun devrinde de Kudüs’ü fethettiler. 130. Andolsun ki, biz de Firavuna uyanları ders alsınlar diye yıllarca kuraklık ve mahsül kıtlığı ile cezalandırdık. 131. Onlara bir iyilik (bolluk) gelince, Bu bizim hakkımızdır derler; eğer kendilerine bir fenalık gelirse Musa ve onunla beraber olanları uğursuz sayarlardı. Bilesiniz ki, onlara gelen uğursuzluk Allah katındandır, fakat onların çoğu bunu bilmezler. 132. Ve dediler ki: Bizi sihirlemek için ne mucize getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz. 133. Biz de ayrı ayrı mucizeler olarak onların üzerine tufan, çekirge, haşere, kurbağalar ve kan gönderdik; yine de büyüklük tasladılar ve günahkâr bir kavim oldular. Mısırlılar Hz.Musa’ya inanmadıkları için Allah Teala onlara yağmur ve sel tufanı gönderdi, bilahare sırasıyla çekirge, haşere, kurbağalar gönderdi ki bu hayvanlar onların ağızlarına ve gözlerine girecek derecede çok idiler. Daha sonra gökten kan yağdırdı, bütün sular kan oldu ve kan içtiler. Bu belaların kalkması için Hz. Musa’ya baş vurdular, o da Allah’a dua etti ve belalar kalktı; fakat onlar, “Ey Musa, sen gerçekten büyük bir sihirbaz imişsin!” diyerek inkar etmekte ısrar ettiler. 134. Azap üzerlerine çökünce, Ey Musa! sana verdiği söz hürmetine, bizim için Rabbine dua et; eğer bizden azabı kaldırırsan, mutlaka sana inanacağız ve muhakkak İsrailoğullarını seninle göndereceğiz dediler. 135. Biz, ulaşacakları bir müddete kadar onlardan azabı kaldırınca hemen sözlerinden dönüverdiler. 136. Biz de âyetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil kalmaları sebebiyle kendilerinden intikam aldık ve onları denizde boğduk. 137. Hor görülüp ezilmekte olan o kavmi (yahudileri) de, içini bereketle doldurduğumuz yerin doğu taraflarına ve batı taraflarına mirasçı kıldık. Sabırlarına karşılık Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz yerine geldi. Firavun ve kavminin yapmakta olduklarını ve yetiştirdikleri bahçeleri helâk ettik. İsrailoğulları Hz.Musa’nın yönetiminde Mısır’dan Sina yarımadasına geçtikten sonra uzun müddet burada kaldılar. Bilahare Kudüs ve Şam bölgelerini hakimiyetleri altına aldılar. Birçok tefsirci ayette geçen “yeryüzünün doğuları ve batıları”nı Şam ve Mısır olarak tefsir etmişlerse de Sina yarımadasının, Filistin ve Şam bölgeleri olması gerçeğe daha yakın görülmektedir. Zira tarihte İsrailoğulları Mısır’a değil, adı geçen bölgelere hakim olmuşlardır. 138. İsrailoğullarını denizden geçirdik, orada kendilerine mahsus birtakım putlara tapan bir kavme rastladılar. Bunun üzerine: Ey Musa! Onların tanrıları olduğu gibi, sen de bizim için bir tanrı yap! dediler. Musa: Gerçekten siz cahil bir toplumsunuz, dedi. İsrailoğulları denizi geçtikten sonra buzağıya tapan Amalika kavmine rastladılar, kendi peygamberlerinden, onların tanrıları gibi bir tanrı yapmasını istediler. Hz. Musa onların teklifini reddetti ve onları cehaletle suçladı. 139. Şüphesiz bunların içinde bulundukları (din) yıkılmıştır, yapmakta oldukları da bâtıldır. 140. Musa dedi ki: Allah sizi âlemlere üstün kılmışken ben size Allahtan başka bir tanrı mı arayayım? Yüce Allah İsrailoğullarını Firavun’un zulmünden kurtarıp onları denizden geçirdi ve Sina çölünde onlara bazı nimetler verdi. Buna rağmen İsrailoğulları Allah’ı bırakıp Amalika kavminde gördükleri buzağı gibi bir tanrı isteyince Allah Teala onlara verdiği nimetleri hatırlatarak şöyle buyurdu: 141. Hatırlayın ki, size işkencenin en kötüsünü yapan Firavunun adamlarından sizi kurtardık. Onlar oğullarınızı öldürüyorlar, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. İşte bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardır. 142. (Bana ibadet etmesi için) Musaya otuz gece vade verdik ve ona on gece daha ilâve ettik; böylece Rabbinin tayin ettiği vakit kırk geceyi buldu. Musa, kardeşi Haruna dedi ki: Kavmimin içinde benim yerime geç, onları ıslah et, bozguncuların yoluna uyma. 143. Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tûra) gelip de Rabbi onunla konuşunca Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim! dedi. (Rabbi): Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin! buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti, Musa da baygın düştü. Ayılınca dedi ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim. Hz.Musa, Yüce Allah’ın dünyada görülemeyeceğini bildiği halde kendisindeki şiddetli iştiyak sebebiyle Allah’a böyle bir niyazda bulundu. Çünkü o, Allah’ın sözlerini duyunca adeta kendinin dünyada olduğunu unutmuş, ahiret ve cennet hayatına kavuştuğunu zannetmişti. 144. (Allah) Ey Musa! dedi, ben risaletlerimle (sana verdiğim görevlerle) ve sözlerimle seni insanların başına seçtim. Sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol. 145. Nasihat ve her şeyin açıklamasına dair ne varsa hepsini Musa için levhalarda yazdık. (Ve dedik ki): Bunları kuvvetle tut, kavmine de onun en güzelini almalarını emret. Yakında size, yoldan çıkmışların yurdunu göstereceğim. Bu ayette, Tevrat’ın, levhalarda yazılı olarak Allah tarafından Hz.Musa’ya verildiği ifade edilmektedir. Ancak bu levhaların mahiyeti hakkında kesin bilgiye sahip değiliz. Muhtevasına gelince, şüphesiz ki bu levhalarda o gün İsrailoğullarının din ile ilgili meseleleri ve toplumun ıslahı için gerekli usul ve furu mevcut idi. Ayette anlatılan “en güzelini almak”tan maksat, Tevrat’ın gereği ile amel etmektir. Ayette geçen fasıkların yurdundan maksat, putperest Amalika kabilesinin elinde bulunan mukaddes topraklar (Kudüs ve çevresi) ile Şam bölgesidir. Hz.Musa’nın vefatından sonra İsrailoğulları buraları ellerine geçirmiş ve bir müddet hüküm sürmüşlerdir. 146. Yeryüzünde haksız yere böbürlenenleri âyetlerimden uzaklaştıracağım. Onlar bütün mucizeleri görseler de iman etmezler. Doğru yolu görseler onu yol edinmezler. Fakat azgınlık yolunu görürlerse, hemen ona saparlar. Bu durum, onların âyetlerimizi yalanlamalarından ve onlardan gafil olmalarından ileri gelmektedir. 147. Halbuki âyetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalanlayanların amelleri boşa çıkmıştır. Onlar, yapmakta oldukları amellerden başka bir şey için mi cezalandırılırlar! 148. (Tûra giden) Musanın arkasından kavmi, zinet takımlarından, böğürebilen bir buzağı heykelini (tanrı) edindiler. Görmediler mi ki o, onlarla ne konuşuyor ne de onlara yol gösteriyor? Onu (tanrı olarak) benimsediler ve zalimler oldular. Hz.Musa’nın Tur’da kalma müddeti on gün uzatılınca, İsrailoğullarından Samiri adında bir sanatkar, zinet takımlarını toplayarak bir buzağı heykeli yaptı ve: “Sizin de Musa’nın da tanrısı budur. Fakat Musa tanrısını unuttu” dedi. Buzağıyı öyle bir ustalıkla yapmıştı ki, içine rüzgar girdiğinde canlı imiş gibi böğürüyordu. 149. Pişman olup da kendilerinin gerçekten sapmış olduklarını görünce dediler ki: Eğer Rabbimiz bize acımaz ve bizi bağışlamazsa mutlaka ziyana uğrayanlardan olacağız! 150. Musa, kızgın ve üzgün bir halde kavmine dönünce: Benden sonra arkamdan ne kötü işler yapmışsınız! Rabbinizin emrini (beklemeyip) acele mi ettiniz? dedi. Tevrat levhalarını yere attı ve kardeşinin (Harunun) başını tutup kendine doğru çekmeye başladı. (Kardeşi): Anam oğlu! Bu kavim beni cidden zayıf gördüler ve nerede ise beni öldüreceklerdi. Sen de düşmanları bana güldürme ve beni bu zalim kavimle beraber tutma! dedi. Hz.Musa ile Hz.Harun ana-baba bir kardeştirler. Durum böyle olduğu halde Hz.Harun’un, kardeşine “anam oğlu” demesinin sebebi, onun merhametini celbetmektir. Zira, ananın şefkat ve merhameti baba ve kardeşten daha fazladır. Ayrıca analarının Allah’a inanmış biri olması ve ona karşı sevgilerinin daha fazla olması da bu hususta bir sebep olabilir. 151. (Musa da) Ey Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine kabul et. Zira sen merhametlilerin en merhametlisisin! dedi. 152. Buzağıyı (tanrı) edinenler var ya, işte onlara mutlaka Rablerinden bir gazap ve dünya hayatında bir alçaklık erişecektir. Biz iftiracıları böyle cezalandırırız. 153. Kötülükler yaptıktan sonra ardından tevbe edip de iman edenlere gelince, şüphesiz ki o tevbe ve imandan sonra, Rabbin elbette bağışlayan ve esirgeyendir. 154. Musanın öfkesi dinince levhaları aldı. Onlardaki yazıda Rablerinden korkanlar için hidayet ve rahmet (haberi) vardı. İsrailoğlları buzağıya taptıklarına pişman oldukları için Allah Teala Hz.Musa’ya kavmini temsilen yetmiş kişi seçerek huzura getirmesini ve hep beraber tevbe etmelerini emremiştir. Aşağıdaki ayet bu hususu açıklamaktadır: 155. Musa tayin ettiğimiz vakitte kavminden yetmiş adam seçti. Onları o müthiş deprem yakalayınca Musa dedi ki: Ey Rabbim! Dileseydin onları da beni de daha önce helâk ederdin. İçimizden birtakım beyinsizlerin işlediği (günah) yüzünden hepimizi helâk edecek misin? Bu iş, senin imtihanından başka bir şey değildir. Onunla dilediğini saptırırsın, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim sahibimizsin, bizi bağışla ve bize acı! Sen bağışlayanların en iyisisin! (Hz. Musanın, kavmini temsilen seçip Al lahın huzuruna getirdiği kimseler, Allah ile kendi arasındaki konuşmayı işitince, onunla yetinmediler ve: Ey Musa, Allahı açıkca görmedikçe sana asla inanmayacağız dediler. Bunun üzerine orada şiddetli bir deprem oldu ve bayılıp düştüler. Hz. Musa, Allaha yalvardı da bu afet kaldırıldı.) Hz.Musa’nın, kavmini temsilen seçip Allah’ın huzuruna getirdiği kimseler, Allah ile kendi arasındaki konuşmayı işitince, onunla yetinmediler ve: “Ey Musa, Allah’ı açıkca görmedikçe sana asla inanmayacağız” dediler. Bunun üzerine orada şiddetli bir deprem oldu ve bayılıp düştüler. Hz.Musa, Allah’a yalvardı da bu afet kaldırıldı. 156. Bize, bu dünyada da iyilik yaz ahirette de. Şüphesiz biz sana döndük. Allah buyurdu ki: Kimi dilersem onu azabıma uğratırım; rahmetim ise her şeyi kuşatır. Onu, sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım. 157. Yanlarındaki Tevrat ve İncilde yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygambere uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygambere inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûra (Kurana) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır. Ayette geçen “ümmi” kelimesi, okuma yazma bilmeyen karşılığında kullanılmış olup Resulullah’ın bir vasfıdır. Allah Teala’nın O’nu bu vasıf ile açıklaması ümmi olduğu halde ilmin bütün kemalatına sahip olmasındandır ki, bu da O’nun hakkında bir mucizedir. Resul denilmesi Allah’a izafeten, Nebi denilmesi ise kullara nisbetendir. Yani o, Allah’ın elçisi olması bakımından Rasul, insanlara Allah’ın emirlerini ulaştırıp bildirmesi bakımından da Nebi’d Ayette geçen ağırlıklar ve zincirlerden maksat, Tevrat’ta bulunan ve günah işleyen azaların kesilmesi, elbisenin pislik değen kesilip atılması gibi uygulanmasında güçlük çekilen hükümlerdir. İslam dini bu ağır hükümleri kaldıracak insanları bir tür meşakkat zincirlerinden kurtarmış; kolay ve uygulanabilir hükümler koymuştur. 158. De ki: Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan Allahın elçisiyim. Ondan başka tanrı yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyle ise Allah`a ve ümmî Peygamber olan Resûlüne -ki o, Allaha ve onun sözlerine inanır iman edin ve Ona uyun ki doğru yolu bulasınız. 159. Musanın kavminden hak ile doğru yolu bulan ve onun sayesinde âdil davranan bir topluluk vardır. Ayette anılan topluluktan maksat ya Hz.Muhammed (s.a.)e iman bazı yahudilerdir veya Hz.Musa zamanında halka nasihat ederek onları doğru yola getirmeye çalışanlardır. 160. Biz İsrailoğullarını oymaklar halinde oniki kabileye ayırdık. Kavmi kendisinden su isteyince, Musaya, Asanı taşa vur! diye vahyettik. Derhal ondan oniki pınar fışkırdı. Her kabile içeceği yeri belledi. Sonra üzerlerine bulutla gölge yaptık, onlara kudret helvası ve bıldırcın eti indirdik. (Onlara dedik ki) Size verdiğimiz rızıkların temizlerinden yeyin. Ama onlar (emirlerimizi dinlememekle) bize değil kendilerine zulmediyorlardı. Ayette geçen “esbat” kelimesi, torun manasına gelen “sıbt” kelimesinin çoğuludur. İsrailoğulları Ya’kub (a.s.)ın oniki oğlundan türeyerek oniki kabile halinde çoğalmışlardır. Hepsi de Ya’kub (a.s.)ın torunlarıdır. 161. Onlara denildi ki : Şu şehirde (Kudüste) yerleşin, ondan (nimetlerinden) dilediğiniz gibi yeyin, bağışlanmak istiyoruz deyin ve kapıdan eğilerek girin ki hatalarınızı bağışlayalım. İyilik yapanlara ileride ihsanımızı daha da artıracağız. 162. Fakat onlardan zalim olanlar, sözü, kendilerine söylenenden başkasıyla değiştirdiler. Biz de zulmetmelerinden ötürü üzerlerine gökten bir azap gönderdik. Rivayet edildiğine göre bu azap taun(kolera) hastalığı idi ki, kısa zamanda kitleler halinde ölümlere sebep olmuştur. 163. Onlara, deniz kıyısında bulunan şehir halkının durumunu sor. Hani onlar cumartesi gününe saygısızlık gösterip haddi aşıyorlardı. Çünkü cumartesi tatili yaptıkları gün, balıklar meydana çıkarak akın akın onlara gelirdi, cumartesi tatili yapmadıkları gün de gelmezlerdi. İşte böylece biz, yoldan çıkmalarından dolayı onları imtihan ediyorduk. Allah Teala İsrailoğullarına Cumartesi günü avlanmayı yasaklamış, bu güne tazim etmelerini emretmişti. Dolayısıyla balıklar o gün su yüzüne çıkar serbest yüzerlerdi. Diğer günler de ise balıklar durumu sezdikleri için su yüzüne çıkmazlardı. Bu durum Allah’ın bir imtihanı idi. Fakat İsrailoğulları bu imtihanı kazanamadılar ve Cumartesi yasağına saygısızlık gösterip balıkları o gün avlamaya başladılar. İşte ayette bildirilen haddi aşma budur. 164. İçlerinden bir topluluk: Allahın helâk edeceği yahut şiddetli bir şekilde azap edeceği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz? dedi. (Öğüt verenler) dediler ki: Rabbinize mazeret beyan edelim diye bir de sakınırlar ümidiyle (öğüt veriyoruz). 165. Onlar kendilerine yapılan uyarıları unutunca, biz de kötülükten men edenleri kurtardık, zulmedenleri de yapmakta oldukları kötülüklerden ötürü şiddetli bir azap ile yakaladık. 166. Kibirlenip de kendilerine yasak edilen şeylerden vazgeçmeyince onlara: Aşağılık maymunlar olun! dedik. Yahudi kabilelerinden bir gurup, Cumartesi gününe saygı göstermediği için dejenere edilip domuz ve maymun şekline konulmuşlardır. Bir insanın şeklinin değiştirilip hayvan şekline konmasına “mesh” denir. Eski milletlerde bu değişme olurdu. Bu, insanların bozulması sonucu Allah tarafından verilen bir ceza idi. Ancak bunun hakiki olarak insanın biçimine sokulması mı , yoksa ahlaken bozulup maymun gibi taklitçilik ve aç gözlülük durumuna düşürülmesi mi olduğu hakkında görüş ayrılığı vardır. Eğer ayet, ahlaki bir bozulmaya işaret ise, bu her zaman her milletle olabilir. İnsanlar nefislerinin zebunu oldukları zaman şeklen değil, fakat huy itibariyle herhangi bir hayvanın kılığına girmiş olurlar. 167. Rabbin, elbette kıyamet gününe kadar onlara en kötü eziyeti yapacak kimseler göndereceğini ilân etti. Şüphesiz Rabbin cezayı çabuk verendir. Ve O çok bağışlayan, pek esirgeyendir. 168. Onları (yahudileri) gurup gurup yeryüzüne dağıttık. Onlardan iyi kimseler vardır, yine onlardan bundan aşağıda olanları da vardır. (Kötülüklerinden) belki dönerler diye onları iyilik ve kötülüklerle imtihan ettik. 169. Onların ardından da (âyetleri tahrif karşılığında) şu değersiz dünya malını alıp, nasıl olsa bağışlanacağız, diyerek Kitaba vâris olan birtakım kötü kimseler geldi. Onlara, ona benzer bir menfaat daha gelse onu da alırlar. Peki, Kitapta Allah hakkında gerçekten başka bir şey söylemeyeceklerine dair onlardan söz alınmamış mıydı ve onlar Kitaptakini okumamışlar mıydı? Âhiret yurdu sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâla aklınız ermiyor mu? 170. Kitaba sımsıkı sarılıp namazı dosdoğru kılanlar var ya, işte biz böyle iyiliğe çalışanların ecrini zayi etmeyiz. 171. Bir zamanlar dağı İsrailoğullarının üzerine gölge gibi kaldırdık da üstlerine düşecek sandılar. Size verdiğimi (Kitabı) kuvvetle tutun ve içinde olanı hatırlayın ki korunasınız dedik. 172. Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Adem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler. Bu ayette geçen “kalu bela” ifadesi hakkında, bunun ezelde mi, ana rahminde mi, yoksa büluğ çağında mı olduğu hususunda çeşitli görüşler vardır. Bu konuda geniş bilgi için Muhammed Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kur’an Dili adlı eserine (cilt 4, s.2323-2333) bakılması tavsiye olunur. 173. Yahut Daha önce babalarımız Allaha ortak koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesildik (onların izinden gittik). Bâtıl işleyenlerin yüzünden bizi helâk edecek misin? dememeniz için (böyle yaptık). 174. Belki inkârdan dönerler diye âyetleri böyle ayrıntılı bir şekilde açıklıyoruz. 175. Onlara (yahudilere), kendisine âyetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çıkan, o yüzden de şeytanın takibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini oku. Müfessirlerin çoğunluğuna göre ayette adı zikredilmeyen bu kişi İsrailoğulları’ndan Bel’am b. Baura’dır. Önceleri Hz.Musa’nın dinini kabul etmiş, iyi ve duası makbul bir mümin idi. Ancak Hz.Musa’nın kendilerini yenilgiye uğratmamasından korkan kavminin ısrarına dayanamayıp Musa’nın aleyhine beddua etmiş; kavmine, onu yenebilmeleri için hileler öğretmiş, fakat Allah onun bedduasını kavmine çevirmiş, kendisini de cezalandırmış, sahip olduğu manevi mertebe ve meziyetlerden mahrum bırakmıştır. Mutasavvıflar Bel’am b. Baura’yı kibir ve dünyevi arzuları sebebiyle sapıklığa düşenlerin bir örneği olarak takdim ederler. Bazı tefsirlerde, ayette bahsedilen bu kişinin Ümeyye b. Ebi’s-Salt veya Nu’man b. Seyfi er-Rahib olduğuna dair rivayetler de vardır. 176. Dileseydik elbette onu bu âyetler sayesinde yükseltirdik. Fakat o, dünyaya saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer: Üstüne varsan da dilini çıkarıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte âyetlerimizi yalanlayan kavmin durumu böyledir. Kıssayı anlat; belki düşünürler. 177. Âyetlerimizi yalanlayan ve kendilerine zulmetmiş olan kavmin durumu ne kötüdür! 178. Allah kimi hidayete erdirirse, doğru yolu bulan odur. Kimi de şaşırtırsa, işte asıl ziyana uğrayanlar onlardır. 179. Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır. Ayetin son cümlesi için bk. Furkan 25/44. 180. En güzel isimler (el-esmâül-hüsnâ) Allahındır. O halde Ona o güzel isimlerle dua edin. Onun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır. Bu ayette en güzel isimlerin Allah’a ait olduğu ifade edilmekte ve Allah’a o isimlerle dua etmemiz emrolunmaktadır. Hadis-i şerifte “Allah’ın doksan dokuz adı vardır. Onları ezberleyen muhakkak cennete girer” buyurulmuştur. Ancak hadiste tahdit yoktur. Allah’ın isimleri sadece doksan dokuzdan ibaret değildir, başka isimleri de vardır. Ayet-i kerimede anlatılan “Allah’ın isimleri hakkında eğri yola gidenler”den maksat, O’nun isimlerini tahrif edenlerdir. Müşrikler Allah’ın isimlerini tahrif ederek kendi tanrılarına veriyorlardı. “Allah” ismini tahrif edip Lat ve Aziz ismini değiştirerek “Uzza” demişlerdir. Halbuki yüce Allah, en güzel isimlerin kendine has olduğunu bildirmiştir. 181. Yarattıklarımızdan, daima hakka ileten ve adaleti hak ile yerine getiren bir millet bulunur. 182. Âyetlerimizi yalanlayanları, hiç bilmeyecekleri yerden yavaş yavaş helâke götüreceğiz. Allah’ın ayetlerini inkar edenlerin rızıkları hemen kesilip helak olmazlar. Hatta Allah onların bir kısmına nimetlerini bolca verir de şımarırlar. Neticede Allah’ın azabı bilmedikleri bir taraftan ansızın gelir ve helak olurlar. İşte bu duruma “istidrac” denilir. 183. Onlara mühlet veririm; (ama) benim cezam çetindir. 184. Düşünmediler mi ki, arkadaşlarında (Muhammedde) delilik yoktur? O, ancak apaçık bir uyarıcıdır. 185. Göklerin ve yerin hükümranlığına, Allahın yarattığı her şeye ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bakmadılar mı? O halde Kurandan sonra hangi söze inanacaklar? 186. Allah kimi şaşırtırsa, artık onun için yol gösteren yoktur. Ve onları azgınlıkları içinde şaşkın olarak bırakır. 187. Sana kıyameti, ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. De ki: Onun ilmi ancak Rabbimin katındadır. Onun vaktini Ondan başkası açıklayamaz. O göklere de yere de ağır gelmiştir. O size ansızın gelecektir. Sanki sen onu biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: Onun bilgisi ancak Allahın katındadır; ama insanların çoğu bilmezler. 188. De ki: Ben, Allahın dilediğinden başka kendime herhangi bir fayda veya zarar verecek güce sahip değilim. Eğer ben gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir fenalık dokunmazdı. Ben sadece inanan bir kavim için bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim. 189. Sizi bir tek candan (Âdemden) yaratan, ondan da yanında huzur bulsun diye eşini (Havvayı) yaratan Odur. Eşi ile (birleşince) eşi hafif bir yük yüklendi (hamile kaldı). Onu bir müddet taşıdı. Hamileliği ağırlaşınca, Rableri Allaha: Andolsun bize kusursuz bir çocuk verirsen muhakkak şükredenlerden olacağız, diye dua ettiler. 190. Fakat (Allah) onlara kusursuz bir çocuk verince, kendilerine verdiği bu çocuk hakkında (sonradan insanlar) Allaha ortak koştular. Allah ise onların ortak koştuğu şeyden yücedir. Ayette geçen şirk olayı Adem ile Havva’dan değil, onların çocukları olan insanlıktan meydana gelmiştir. Mesela Kureyş müşrikleri putlara nisbet ederek çocuklarına “Menat’ın kulu, Uzza’nın kulu” şeklinde isim verirlerdi. İşte bu durum hatırlatılmakta ve oğulların işlediği suçtan ötürü babalarının itab edilmesi şeklinde tecelli etmektedir. Nitekim, çoğul olarak gelmiş olan “yuşrikun” kelimesi de buna delalet eder. 191. Kendileri yaratıldığı halde hiçbir şeyi yaratamayan varlıkları (Allaha) ortak mı koşuyorlar? 192. Halbuki (putlar) ne onlara bir yardım edebilirler ne de kendilerine bir yardımları olur. 193. Onları doğru yola çağırırsanız size uymazlar; onları çağırsanız da, sukût etseniz de sizin için birdir. 194. (Ey kâfirler!) Allahı bırakıp da taptıklarınız sizler gibi kullardır. (Onların tanrılığı hakkında iddianızda) doğru iseniz, onları çağırın da size cevap versinler! 195. Onların yürüyecekleri ayakları mı var, yoksa tutacakları elleri mi var veya görecekleri gözleri mi var yahut işitecekleri kulakları mı var (neleri var)? De ki: Ortaklarınızı çağırın, sonra bana (istediğiniz) tuzağı kurun ve bana göz bile açtırmayın! 196. Şüphesiz ki, benim koruyanım Kitabı indiren Allahtır. Ve O bütün salih kullarını görüp gözetir. 197. Allahın dışında taptıklarınızın ne size yardıma güçleri yeter ne de kendilerine yardım edebilirler. 198. Onları doğru yola çağırmış olsanız işitmezler. Ve onları sana bakar görürsün, oysa onlar görmezler. 199. (Resûlüm!) Sen afyolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir. Bu ayette iyilik olarak tercüme edilen “örf” den maksat, şeriatın ve aklın beğendiği şeydir. Yoksa cahiliye Araplarının rastgele örfü değildir. İslam onların kötü örflerini kaldırmış, iyilerini de kısmen veya tamamen ibka etmiştir. 200. Eğer şeytanın fitlemesi seni dürterse hemen Allaha sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir. Yani şeytan emrolunduğun şeylere aykırı düşen, gazap ve benzeri hallere seni sevk ederse hemen Allah’a sığın. Bu hitap, görünüşte Resulullah’a olmakla beraber bütün müslümanlara şamildir. Bu şekilde şeytandan herhangi bir vesvese geldiğinde onun şerrinden Allah’a sığınmak lazımdır. 201. Takvâya erenler var ya, onlara şeytan tarafından bir vesvese dokunduğunda (Allahın emir ve yasaklarını) hatırlayıp hemen gerçeği görürler. 202. (Şeytanların) dostlarına gelince, şeytanlar onları azgınlığa sürüklerler. Sonra da yakalarını bırakmazlar. 203. Onlara bir mucize getirmediğin zaman, (ötekiler gibi) onu da derleyip getirseydin ya! derler. De ki: Ben ancak Rabbimden bana vahyolunana uyarım. Bu (Kuran), Rabbinizden gelen basîretlerdir (kalp gözlerini açan beyanlardır); inanan bir kavim için hidayet ve rahmettir. 204. Kuran okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin. Gerek namaz içinde, gerekse namaz dışında Kur’an okunurken, onun manalarını iyice anlamak, öğütlerinden faydalanmak ve davranışları ona göre ayarlamak için bütün dikkatleri ona vermek ve sükut etmek gerekir. 205. Kendi kendine, yalvararak ve ürpererek, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam Rabbini an. Gafillerden olma. 206. Kuşkusuz Rabbin katındakiler Ona kulluk etmekten kibirlenmezler, Onu tesbih eder ve yalnız Ona secde ederler.
Posted on: Thu, 21 Nov 2013 13:05:59 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015