Aydin Engin diyorki: midem bulanıyor… 27 Mayıs ordunun 1960 - TopicsExpress



          

Aydin Engin diyorki: midem bulanıyor… 27 Mayıs ordunun 1960 yılında yaptığı bir darbedir. Darbe sonunda TBMM feshedildi (idamlık anayasal suç), seçilmiş Başbakan, Maliye Bakanı ve Dışişleri Bakanı utanç verici bir yargıla(ma)ma sürecinden sonra asılarak öldürüldü (insanlık suçu). 28 Şubat ise benim yakın meslek çevremde “Üçbuçukuncu darbe” diye anılır. Bugünkü AKP’nin annesi sayılmak gereken Refah Partisi’nin kapatılmasıyla noktalanan ve 28 Şubat 1997’de dokuz saat süren bir Milli Güvenlik Kurulu toplantısında alınan kararlarla başlayan “siyasal islamı tasfiye” sürecinin adıdır. Parlamento kapatılmadığı, parlamentodan kimse tutuklanmadığı, herşeyin perde arkasında yürütüldüğü siyasete üniformalıların (Ordu) ve sivil bürokrasinin (yüksek yargı) pervasızca müdahale ettiği o yüzden de bizim –haklı olarak-buçuk darbe diye adlandırdığımız bir dönemdir. 28 Şubat’ta demokrasinin ırzına tankla ve postalla değil “Dediklerimizi yapın yoksa döveriz haaa” tehdidiyle geçildi… 27 Mayıs 1960 su katılmamış bir askeri darbeydi. 28 Şubat biraz su katılmış da olsa yine bir darbeydi. Ancak bu ülke 12 Mart 1971’de ve 12 Eylül 1980 iki darbe daha yaşadı. Birincisinde (yani darbeler sıralamasına göre ikincisinde) Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan tek bir kişiyi öldürmedikleri halde idam edildiler. Kızıldere’de kuşatılan Mahir Çayan ve arkadaşları hiç bir kaçış olanakları yokken canlı ele geçirmek yerine delik deşik edilerek öldürüldüler. Binlerce (evet binlerce) kişi tutuklandı ve hapishaneye gitmeden önce polis ve (Bugünkü Ergenekon’in babası olan) kontrgerilla adlı örgüt tarafından insafsız işkencelerden geçirildiler. Ülkede sosyalistlere, demokratlara, aydınlara yönelik korkunç bir cadı avı yürütüldü. Askeri mahkemeler olmayan kanıtlarla, olmayan örgütler icat ederek yüzlerce kişiyi uzun yıllara mahkum etti. Kanlı bir darbeydi. Ancak yine de üçüncü darbeye, yani 12 Eylül 1980 darbesine göre epey yumuşak sayılmalı. Çünkü 12 Eylül darbesinde 50 genç yurttaş idam edildi. Ancak Arjantin ve Şili cuntalarının uyguladığı faşizmle karşılaştırılabilecek bir faşist darbeydi. Sosyalistleri, komünistlerin ve…Ve evet Ülkücü diye anılan ırkçı-milliyetçi hareketin üstünden silindir gibi geçti.Ülke gerçek bir dehşet dönemi yaşadı. Mamak, Metris ve ille de Diyarbakır hapishanelerinde yaşananların dille, yazıyla tanımlanması mümkün değil. Ancak yaşayanların kavrayabileceği bir dehşetten söz ediyorum. Notlara burada nokta koyalım… 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinden yara bere almayan, soruşturulmayan, işkence tezgahlarından geçirilmeyen, tutuklanmayan, mahkum edilmeyen bir kesim vardı: Siyasal islam. Darbe öncesi dönemin sosyalist, komünist ve ülkücü diye anılan milliyetçi örgütleri kökleri kazınmak istercesine ezildiler. Buna karşılık dönemin yine aktif örgütlerinden Akıncılar (Akıncı Gençlik diye de anılır) ciddiye alınacak hiç bir soruşturmaya, koğuşturmaya uğramadı. Dolayısıyla o örgütün önde gelenlerinden –mesela- Recep Tayyip Erdoğan adlı akıncı genç de yara bere almadan yaşamaya devam etti. Başbakan’ın darbelerden söz ederken 12 Mart ve 12 Eylül’den hemen hiç söz etmemesinin „Bana (bize) dokunmayan darbe darbe değildir“ anlayışından başka nasıl bir açıklaması olabilir? Şiir okuduğu için üç beş ay tatil yapar gibi hapis yatan Recep Tayyip Erdoğan’ın hâlâ mağduru oynayıp, „Ah ben neler çektim; biz nelere maruz kaldık“ yollu mızmızlanmalarını duydukça kedinin bir şeyini görüp yarası olduğunu sanması gibi bir halk deyişi aklıma gelir ama tam olarak nasıl bir deyişti bir türlü çıkaramam… 12 Mart ve 12 Eylül darbelerini saymaya bile gerek duymadan birbuçuk darbeyle sınırlı bir demokrasi edebiyatı yaptığında ise sadece midem bulanıyor…
Posted on: Wed, 02 Oct 2013 22:45:35 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015