BEŞİR AYVAZOĞLU “Ayakta durmak istiyorum” Gezi Parkı - TopicsExpress



          

BEŞİR AYVAZOĞLU “Ayakta durmak istiyorum” Gezi Parkı protestocuları yeni bir protesto biçimiyle hükümete meydan okumaya devam ediyor, ayakta duruyorlar. Bu konuda görüş bildiren bazı yorumcular “duran adam”ın yaratıcılığından dem vurdular. Hâlbuki Türk edebiyatı tarihine birazcık aşina olanların hemen Tarık Buğra’nın Ayakta Durmak İstiyorum adlı tiyatro oyununu hatırladıklarından eminim. Rahmetli Tarık Buğra, tiyatroyla çok erkenden tanışmış, Milliyet gazetesinde tiyatro eleştirileri yazdığı yıllarda epeyce düşman kazanmıştı. Soğuk Savaş yıllarında kararlı antikomünist duruşu da hayatı boyunca dışlanmasına yol açan önemli sebeplerden biriydi. 1940’ların sonunda Şehir Tiyatroları’ndan dönen Akamülatörlü Radyo adlı oyunu, 1960’ların başında Kenterler tarafından oynanmak istenmiş, fakat provalarına başlanan eser, sol çevrelerden gelen şiddetli baskı yüzünden oynanamamıştı. Tarık Buğra, bu hadiseyi anlattığı yazısında şöyle diyordu: “Yine yıkıldım, ama Kent Oyuncuları’na bir de teşekkür borçlandım; çünkü uyandırdıkları şevkle, hemen o aylarda, Ayakta Durmak İstiyorum’u yazdım!” Tarık Buğra, 1956 yılında Milliyet’te gece sekreterliği yaparken ajans telekslerinden ve dünya radyolarından Macar İhtilâli’ni dakikası dakikasına takip ettiğini ve bu büyük mücadelede hür dünyanın Macarları yalnız bırakmış olmasını bir türlü kabul edemediği için, dünyanın elini kolunu bağlayan kendisiymiş gibi büyük bir suçluluk duygusuna kapıldığını söyler. Yıllar sonra yazacağı Ayakta Durmak İstiyorum’da Müdür’ün “Dünya unuttu bizi. Unuttunuz! Unuttunuz!” diye ifade ettiği derin sitemi, 1963 yılında, Kopenhag’da bir Macar’dan dinleyen Tarık Buğra’nın şu sözleri dikkat çekicidir: “Borcumun, borcumuzun dehşetiyle irkildim. Dünya ve tek tek insanlar borçluydu Macar milletine karşı. Bunu bütün hücrelerime sinmiş bir zehir gibi duydum ve ilk fırsatta yazı masama oturdum.” Bilindiği gibi, Macarlar 1956 yılında Sovyet Rusya’nın desteklediği Stalinist hükümete başkaldırmış, bir öğrenci mitingi şeklinde başlayan olaylar bir anda bütün ülkeye yayılmıştı. Sovyet ordusunun kanlı bir şekilde bastırdığı bu isyan sırasında iki bin beş yüz Macar katledilmiş, binlercesi yaralanmış, yüz binlercesi de ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştı. Hür dünya sustuğu gibi, bizim sosyalistlerin de bu vahşet karşısında kılları kıpırdamamıştır. Tarık Buğra’nın piyesinde, Sovyet askerleri, bir odaya hapsettikleri “özgürlükçü” Macar gençlerinden oturmalarını isterler. Gençlerden biri bu emre uymaz ve bütün tehditlere rağmen ayakta durmakta ısrar eder. Oyun, ismini bu direnişten almaktadır. Şimdi sıkı durunuz: Ayakta Durmak İstiyorum, Devlet Tiyatroları tarafından ilk defa 1966 yılında sahnelendiği zaman Türk solu dehşetle irkilmiş ve “Devlet Tiyatrosu ırkçı ve Turancı bir eseri oynuyor” diye çığlıklar atmıştı. Tarık Buğra bu gürültüye aldırmamış, Yüzlerce Çiçek Birden Açtı adlı oyununda da yaşanmış bir olaya dayanarak utanç duvarlarıyla, demir perdelerle gözlerden gizlenmiş mitralyözlü, bazukalı, tel örgülü dünyalarda verilen hürriyet mücadelesini ele almıştı. Devlet Tiyatrosu repertuarına kabul edilen ve sık sık gündeme getirildiği halde bir türlü sahneye çıkamayan bu oyun, 1989-1990 tiyatro mevsiminde bir yönetmen tarafından zoraki sahnelenmişti. Bu oyun hakkında söz konusu yönetmenin oyun dergisine yazdığı yazıda Tarık Buğra’nın son derece incindiği ifadeler kullandığını hatırlıyorum. Aynı yönetmen, Necip Fâzıl’ın 1993-1994 mevsiminde sahnelediği Bir Adam Yaratmak oyunu için de benzer ifadeler kullanmış, kendince “gerici” bulduğu bu iki yazarın oyunlarını sahnelemek zorunda kaldığı için bazı çevrelerden özür diler mahiyette bir üslûp kullanmıştı. İnternette gezinirken rastladım; bir yazar muhafazakârlar tarafından yazılan, sahneye konulabilecek iki oyun bulabildiğini (Tarık Buğra’nın ve Necip Fazıl’ın yukarıda sözünü ettiğim oyunları), onların da eskidikleri için oynanamayacağını iddia ediyordu. Evet, muhafazakârlar Devlet ve Şehir Tiyatroları’nda oynanma şansı sıfır olan oyunlar yazmaktansa, yazmamayı tercih etmişlerdir. Bu ülkede sessiz çoğunluk ve onun temsilcileri öyle baskılar gördüler, öyle acılar yaşadılar ki, anlatılamaz. Şu sıralarda baskılardan şikâyet ederek “özgürlük” isteyenler, baskı nedir, hürriyetsizlik nedir, anlamak istiyorlarsa, 1930’lara, 1940’lara, 1960’lara, 1980’lere ve 28 Şubat 1997 sonrasına baksınlar. Ne diyordum? Ayakta durarak yapılan protestonun yaratıcılıkla bir alakası yok. Onu 1956’da Macarlar icat etmiş ve Tarık Buğra tarafından Türkiye’de zihinlere kazınmıştır. Derkenar>>> Yaprak dökümü Son on beş yirmi gün içinde edebiyatımızın bazı önemli isimlerini kaybettik. Bu hay u huy içinde bazılarının dikkatinden kaçmış olabileceğini düşünerek hatırlatıyorum: Abidin Dino’nun eşi dilbilimci Güzin Dino, 30 Mayıs’ta Paris’te vefat etti. 1910 doğumlu olan Güzin Dino, 103 yaşındaydı. Divan edebiyatının hatırı sayılır uzmanlarından Mehmet Ali Tanyeri’yi 9 Haziran’da, Yeni Türk Edebiyatı profesörü Dr. Şerif Aktaş’ı da 10 Haziran’da kaybettik. 15 Haziran’da da, kadın romancılarımız en büyüklerinden olan Peride Celal, 97 yaşında hayata veda etti. Kültür ve edebiyatımıza unutulmaz katkılarda bulunan bu değerli insanları rahmetle anıyor, sevenlerine ve yakınlarına başsağlığı diliyorum.
Posted on: Thu, 20 Jun 2013 14:29:09 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015