Bir Ekonomi Tetikçisinin İtirafları (1/6) Ekonomi tetikçisi - TopicsExpress



          

Bir Ekonomi Tetikçisinin İtirafları (1/6) Ekonomi tetikçisi olarak bizlerin amacı küresel imparatorluk kurmaktır. Bizler, diğer ülkeleri şirketlerimizin, hükümetimizin, bankalarımızın, kısacası benim şirketokrasi diye adlandırdığım kurumsal yapının kölesi haline getirmek için uluslararası finans kuruluşlarını kullanan elit bir grubuz. Mafyanın yaptığı iyilikler gibi Ekonomi Tetikçileri de görünüşte bazı iyilikler yapar. Örneğin elektrik santralleri, otoyollar, limanlar, havaalanları, teknoparklar gibi altyapı hizmetleri için borç temin ederler. Bu borçların ön koşulu, bütün bu projelerin Amerikan inşaat ve mühendislik firmaları tarafından gerçekleştirilmesidir. Aslında paranın çoğu Amerika’yı hiç terk etmez; yalnızca Washington’daki bankalardan New York, Houston veya San Francisco’daki mühendislik firmalarına transfer edilir. Para hiç vakit geçirmeden şirketokrasi üyesi şirketlere (kreditörlere) döndüğü halde borçlu ülkenin anapara artı faizin tamamını ödemesini isteriz. Eğer Ekonomi Tetikçisi çok başarılı ise borç tutarı o kadar büyük olur ki birkaç yıl sonra borçlu ülke ödemeleri aksatır. Bu olduğunda biz de mafya gibi diyetini isteriz. Birleşmiş Milletler’de Amerika’nın isteği doğrultusunda oy verme, askeri üs kurma veya petrol gibi değerli kaynaklara el koyma şeklinde olabilir bu diyet. Buna rağmen borçlunun borcu devam eder. Böylece küresel imparatorluğumuza bir ülke daha eklenmiş olur. 2004 itibariyle 3. Dünya ülkelerinin borç toplamı 2,5 trilyon dolara, yıllık faiz ödemeleri de 3.75 milyar dolara yükselmiştir. Bu tutar, tüm 3.Dünya ülkelerinin sağlık ve eğitim harcamaları toplamından fazla, aldıkları dış yardımın da 20 katıdır. Yine bu ülkelerde nüfusun en üst yüzde biri, ülkelerinin mali kaynaklarının ve gayrimenkullerinin %70 ila %90’ına sahiptir. Bu çağdaş imparatorluğun sinsiliği, Romalı askerleri, İspanyol fatihlerini (konkistador), 18-19 uncu yy Avrupalı sömürgecilerini fersah fersah geride bırakır. Biz Ekonomi Tetikçileri kurnazızdır. Bizler tarihten ders aldık. Kılıç taşımayız, zırh-üniforma giymeyiz. Ekvator, Nijerya, Endonezya gibi ülkelerde yerli öğretmenler veya esnaf gibi giyiniriz. Washington ve Paris’te bürokratlara ve bankerlere benzeriz. Proje mahallerini gezer, yoksul köyleri dolaşırız. Yerel basında ne kadar hayırlı işler yaptığımızdan söz ederiz. Yasadışı bir şeye tevessül ettiğimiz pek nadirdir. Zira sistem aldatmacaya dayansa da tanım olarak yasaldır. Ancaaak….. Eğer biz başarısız olursak, devreye çakallar (İstihbarat –NSA ve CIA- elemanları) girer. Çakallar hazır ve nazır bekler. Ortaya çıktıklarında devlet başkanları devrilir veya feci “kaza”larda ölürler. Eğer Afganistan ve Irak’ta olduğu gibi, bir şekilde çakallar da beceremezlerse genç Amerikalılar ölmeye ve öldürmeye gönderilir. Bu imparatorluğun yaratılmasına ben de katkıda bulundum ve suçluluk duygusu altında eziliyorum. New Hampshire taşrasından bir çocuk nasıl oldu da bu pis işlere bulaştı? BİR TETİKÇİ DOĞUYOR Her Şey Çok Masumca Başladı. 1945’te orta halli, öğretmen bir ailenin tek çocuğu olarak doğdum. Babam dünyanın her yanından gelmiş zengin çocuklarının okuduğu Tilton okulunda öğretmenlik yaptığından ben de 14 yaşında Tiltonda burslu okumaya hak kazandım. Orda zengin çocuklarına nispet iftiharla geçtim, iki okul takımının kaptanlığını yaptım ve okul gazetesini çıkardım. Lise bitince Middlebury üniversitesinde burslu okumaya başladım. Orası da Tilton gibi zengin çocuklarının okuluydu. Orda hayatımı etkileyen 2 kişiyle tanıştım. Birisi genç ve güzel Ann, diğeri de İranlı bir generalin oğlu olan Ferhat’tı. Ferhat beni içkiye, gece hayatına, ailemi dışlamaya yöneltti. Ders çalışmayı bıraktım. Bursum kesildi. Ben de bir sene gazetecilik yaptıktan sonra Boston Üniversitesi, İşletme Fakültesine kaydoldum. 1967’de, son sınıftayken Ann ile evlendim. Ann’in babası Deniz kuvvetlerinde üst kademede görevli, çok başarılı bir mühendisti. En yakın arkadaşı, Ann’in “Frank Amca” dediği kişi, ülkenin en geniş casusluk örgütü NSA (Ulusal Güvenlik Ajansı) nın tepe yöneticilerinden biriydi. Onun teşvikiyle NSA’da iş görüşmesine gittim. Birkaç hafta sonra NSA’dan kabul edildiğime dair haber geldi. Sonradan öğrendiğime göre, Ferhat’ın babasının İran’da ABD istihbaratında çalışması bu kabulde etkili olmuş. NSA’nın iş teklifini kabul etmeden önce Barış gönüllülerinin bir seminerine katılmam, yine hayatımın yönünü değiştirdi. Önerilen yerlerden biri, yerli halkın bütün özelliklerini koruduğu Amazon Yağmur Ormanlarıydı. Frank Amca’ya akıl danıştığımda, bu görevi kabul etmemi söylemesi beni şaşırttı.” Oraları petrol yatağı. Yerlileri anlayan iyi ajanlara ihtiyacımız olacak” diyerek İspanyolca ve yerel lehçeleri öğrenmemi teşvik etti. Böylece Ann ve ben Ekuador’da barış gönüllülerine katıldık. Yerliler gibi yaşamaya başlayıp onlarla akraba gibi olduk. Köyümüze bir gün MAIN şirketinin Genel Müdür yardımcısı Einar Greve geldi. MAIN, Dünya Bankası’nın Ekuador’a ve komşu ülkelere hidroelektrik santralleri ve diğer alt yapı projeleri için milyarlarca dolar borç vermesi doğru olur mu diye araştırmalar yürüten uluslararası bir danışmanlık şirketiydi. Einar’la Ekuador’da birkaç gün geçirdikten sonra mektuplaşmaya başladık. Benden Ekuador’un ekonomik durumu ve geleceği hakkında raporlar istedi. Bir yıl içinde kendisine 15 rapor gönderdim. Barış gönüllüsü olarak görevim sona erince Einar bana MAIN’de iş teklif etti. Einar’ın dediğine göre MAIN’in esas işi mühendislikti. Fakat en önemli müşterisi olan Dünya Bankası’nın hazırladığı mühendislik projelerinin boyutunu ve fizibilitesini saptamak üzere ekonomistlere ihtiyaçları vardı. Ekuador, Endonezya, İran, Mısır gibi güvenilir istatistikleri bulunmayan yerlerde kişisel gözlem ve değerlendirme gerekiyordu. Böylece 1971’de 26 yaşında MAIN’de ekonomist olarak göreve başladım. Oysa gerçek görevimin tamamen James Bond’a benzediğini kısa sürede fark edecektim. “GİRDİN Mİ ÇIKAMAZSIN” Arthur D.Little, Stone & Webster, Brown & Root, Halliburton ve Bechtel gibi mühendislik firmalarını herkesin tanımasına rağmen MAIN kamuoyunda pek bilinmiyordu. Profesyonel kadromuzun çoğu mühendis olduğu halde iş makinalarımız olmadığı gibi, bir baraka dahi inşa etmemiştik. Önceleri ne yaptığımızı anlamakta bile zorluk çekiyordum. Tek bildiğim, Java adasının enerji master planını hazırlamak üzere 11 kişilik bir heyetle Endonezya’ya gideceğimdi. Endonezya ve Java’nın ekonometrik modellerini çıkarmam gerekeceği ve bu konuyu hiç bilmediğim için kurslara yazıldım. Bu süreçte, istatistiklerin amaca göre manipüle edilebileceğini keşfettim. MAIN, beni eğitmesi için Claudine adında güzel bir bayanı görevlendirdi. Claudine bana, hiç kimsenin işim hakkında bilgi vermediğini, zira bunu yapmaya bir tek kendisinin yetkili olduğunu söyleyerek, görevinin beni ekonomi tetikçisi olarak yetiştirmek olduğunu ilave etti. Ne yaptığımı karım dahil hiç kimsenin bilmemesi gerektiğini belirttikten sonra, işimin iki ana amacı olduğunu açıkladı. Öncelikle, hazırlayacağım raporlarla MAIN ve diğer Amerikan şirketlerinin (Bechtel, Halliburton, Stone&Webster gibi) devasa mühendislik ve inşaat projeleri için uluslararası finansman kuruluşlarının vereceği kredilere dayanak sağlayacaktım. Verilen borç, projeleri gerçekleştiren Amerikan şirketlerine geri döndükten sonra ikinci görevim, muazzam borç altına giren bu ülkeleri iflas ettirmekti. Böylece söz konusu ülkeler askeri üs, BM’lerde lehimize oy, petrol ve diğer doğal ham maddeleri kullanımı gibi ihtiyaçlarımız için kolay hedef olabilecekti. İşim, bir ülkeye milyarlarca dolar yatırım yapılmasının etkilerini tahmin etmek olacaktı. Gelecek 20-25 yılda ekonomik büyümenin ne kadar olacağını ve çeşitli projelerin etkilerini araştıran çalışmalar yapacaktım. Projelerin her birinden beklenen ancak açıkça söylenmeyen özellikler, müteahhit firmalar için çok karlı olması, ülkedeki bir avuç varlıklı ve etkili aileyi mutlu etmesi, uzun dönemde ülkeyi mali ve siyasi bağımlılık altına sokması idi. Borç yükü ne kadar büyük olursa o kadar iyi olacaktı. Bu yük ülkenin en yoksul vatandaşlarını sonraki on yıllar boyunca sağlık, eğitim gibi temel ihtiyaçlardan yoksun bırakacakmış, ne gam. Büyük alt yapı Projeleri GSMH artışına önemli katkıda bulunur ancak GSMH mutlak değer olarak aldatıcıdır. Bir tek kişi, örneğin bir enerji şirketi sahibi bile yararlanacak şekilde GSMH artabilir, halkın çoğunluğu borç yükü altında ezilse bile. Zengin daha da zenginleşirken fakir daha da fakirleşebilir. Buna rağmen istatistiki açıdan büyüme gerçekleşmiş görünür. Diğer ABD vatandaşları gibi MAIN çalışanlarının çoğu enerji santralleri, otoyollar, limanlar inşa etmekle ülkelere iyilik ettiğimize inanıyordu. Okullarımız ve basınımız bütün yaptıklarımızı iyi niyetle yaptığımızı öğretmişti. Yıllarca hep şu ifadeyi duydum: ”Amerikan bayrağını yakıyorlar, elçiliğimizin önünde gösteri yapıyorlar, neden lanet olası ülkelerini terk edip onları yoksulluk içinde yuvarlanmaya bırakmıyoruz? Bunu söyleyenler de genelde eğitimli insanlar. Oysa dünya çapında elçilik bulundurmamızın amacı kendi çıkarlarımıza hizmettir ki bunun da 20.yy’ın ikinci yarısındaki anlamı, Amerika Cumhuriyetini Global İmparatorluğa dönüştürmek demektir. 18.yy sömürgecileri de, kendi topraklarını savunan Kızılderililerin şeytanın hizmetkârı olduklarına inanıyorlardı. Bir gün Claudine’e birlikte Java’ya gideceğimiz kişilerin de benimle aynı işi mi yapacaklarını sordum. “Hayır, onlar mühendis” dedi. “Onlar elektrik santrali, dağıtım hatları, limanlar ve yolların planlarını yaparlar. Sen ise onların tasarlayacağı sistemlerin ve dolayısıyla verilecek kredinin boyutlarını hesaplayacaksın. Anahtar kişi sensin” Bir başka gün Claudine şu bilgiyi verdi. “Bizler küçük, özel bir kulübüz. Dünya ülkelerinin milyarlarını dolandırmak için iyi, çok iyi para alırız. İşinin önemli bir bölümü, dünya liderlerini Amerika’nın ticari çıkarlarını kollayan geniş bir şebekenin bir parçası olmaya ikna etmek olacak. Sonuçta bu liderler öyle bir borç batağına saplanırlar ki Amerika’nın sadık köleleri olurlar. Böylece siyasi, ekonomik ve askeri gereksinimlerimizi istediğimiz zaman istediğimiz şekilde karşılarlar. Buna karşılık kendi halklarına teknoparklar, santraller, havaalanları getirdikleri için siyasi konumları güçlenir. Bu arada Amerikan mühendislik ve müteahhitlik firmaları da iyice zenginleşir”. Tarih boyunca imparatorluklar askeri güçle veya güç tehdidi ile kuruluyordu. Fakat II.dünya savaşının sona ermesi, Sovyetler Birliği’nin doğuşu ve nükleer savaş korkusu yüzünden askeri harekat göze alınamayacak kadar riskli hale geldi. 1951 dönüm noktası oldu. O tarihte İran, doğal kaynaklarını ve halkını istismar ettiği için British Petroleum’a (bugünkü BP) cephe almıştı. İran’ın çok sevilen, demokratik biçimde seçilmiş başbakanı (Time dergisi onu 1951’de yılın adamı seçmişti) Muhammet Musaddık İran’ın tüm petrol varlıklarını millileştirdi. Buna öfkelenen İngiltere, Amerika’dan yardım istedi. Fakat her iki ülke de, askeri bir müdahalenin Sovyetler Birliği’nin tepkisini çekeceğinden korkuyordu. O yüzden Amerika, Deniz Kuvvetlerini göndermektense CIA ajanı Kermit Roosevelt’i (Theodore’un torunu) gönderdi. Kermit para veya tehditle yandaş topladı. Onlarla sokak isyanları ve şiddet gösterileri düzenledi. Öyle ki Musaddık istenmeyen adam gibi göründü. Sonunda Musaddık indirildi ve yaşamının geri kalanını ev hapsinde geçirdi. Amerikan yanlısı Rıza Şah mutlak diktatör haline geldi. Kermit Roosevelt yeni bir meslek başlatmıştı ve şimdi ben onun saflarına giriyordum. Roosevelt’in oyunu Ortadoğu’nun tarihini değiştirmek yanında imparatorluk kurmanın en eski yöntemlerini de demode kılmıştı. Kore ve Vietnam yenilgileri de buna katkıda bulundu. Sonuçta anlaşıldı ki Amerika küresel imparatorluk hayalini gerçekleştirmek istiyorsa her yerde Roosevelt’in İran yönetimini uygulayacaktır. Nükleer savaşa girmeden Sovyetler Birliği’ni yenmenin tek yolu buydu. Ancak bir sorun vardı: Kermit Roosevelt bir CIA ajanıydı. Yakalansaydı sonuçları tatsız olacaktı. İlk kez yabancı bir hükümeti Amerika alaşağı ediyordu ve gerisi de gelecekti. Fakat bu operasyonların doğrudan Washington’u işaret etmemesi gerekiyordu. Ne mutlu ki 1960’larda bir başka devrim daha gerçekleşti. Uluslararası şirketler ile Dünya Bankası ve IMF gibi çok uluslu kuruluşlar güç kazandı. Dünya Bankası ve IMF’yi Amerika ile Avrupa’daki emperyalist kardeşlerimiz finanse ediyordu. Hükümetler, şirketler ve uluslararası kuruluşlar arasında simbiyotik bir ilişki doğmuştu. Ben işe başladığımda sorun çoktan çözülmüştü. Amerikan istihbarat teşkilatları (NSA dahil) potansiyel Ekonomi Tetikçiklerini teşhis edecek ve bunlar şirketler tarafından istihdam edilecek, hükümetten bir kuruş para almayacaklardı. Böylece, kirli işleri ortaya çıkarsa hükümet değil, hırslı şirketler suçlanacaktı. Üstelik marka, serbest ticaret, bilgi hürriyeti gibi yasal kılıflarla bu şirket ve kuruluşlar meclis araştırmalarından ve kamuoyu baskısından korunacaklardı. Not : 6 bölümden oluşan itiraf dizisinin hepsi bugün akşama kadar yayınlanacaktır.
Posted on: Sun, 06 Oct 2013 13:00:24 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015