“ Buradan dünya sakin ve mutedil görünüyor ” (Anonim ) - TopicsExpress



          

“ Buradan dünya sakin ve mutedil görünüyor ” (Anonim ) Av.A.Metin Uracin ‘’Sosiete du Barreau de Contantinople.’’ Ali Haydar Bey barakada Kitap Kurdu’nun ölmeden önce yattığı ve çalışma yaptığı yere gitti. Matem havası egemendi. Ölüm her yerde ölümdü. Zamanın hem içinde, hem de dışında idi. Muamma. Muamma. Kendi kendisini açıklayamayan kara, karanlık muamma. Zaman. Uzun zaman. Dar zaman. Zor zaman. Uzayı düşündü. Zaman hiç genişler mi dedi kendi kendisine. Zamanın genişlediği hissine kapılmıştı Ali Haydar Bey. Kitap Kurdu’nun yatağının altı ve üstü kitap, yazılar ve karalamalar ile doluydu. Kitap Kurdu araştırmalar da yapıyor diye düşündü. Ali Haydar Beyi çok şaşırtan bir el yazma araştırma idi. Dikkatle bakınca gözlerine inanamadı. İstanbul Barosu ve İstanbullu avukatlar ile ilgili bir el yazması idi. Sıkı bir çalışmaya benziyordu. Anlaşılan o idi ki, İstanbullu ilk ecnebi avukatlar tarafından tutulmuş notların Fransızcasından Kitap Kurdu’nun bizzat Osmanlıcaya çevirerek yapmış olduğu bir çalışma idi. El Yazmalarından bir tanesi şöyle başlıyordu: ‘’Sosiete du Barreau de Contantinople.’’ Kontantinepol Barosu Cemiyeti olarak çevrilmişti. İstanbul Ecnebi Avukatlar Barosu demek daha doğru olabilirdi. Louis Amiable tarafından okunan bir rapordan alındığı anlaşılıyordu. Louis Amiable kim di? Tarih 1870 senesini gösteriyordu. İlk levhasına kayıtlı, otuz üç asli ve fahri azadan tek bir Türk gözükmüyordu. Osmanlı tabiyetinde olan azalar ise: Meryem Kuli: Paris Hukukundan 1870’te mezun Hogotisyan : Brüksel Hukukundan 1827’de mezun Dr.Servicen : Paris Hukukundan 1875’te mezun Apostoidis : Atina Hukukundan 1866’da mezun Dr.Jakobo : Paris Hukukundan 1875’te mezun Fransa, Paris Hukuk Fakültesi dedi içinden Ali Haydar Bey. Batı Roma yıkıldıktan sonra avukatlık ortaçağın karanlıkları içinde kaybolmamışmıydı ? Kitap Kurdu’nun el yazmasında ek olarak şöyle bir kayıt düşülmüştü “Avukatlık meslek tarihinin bu safhası hakkında elde bulunan vesikalar, müdafilerin rolü ve teşkilatı hakkında pek eksik malumat verir”. Fransada, 1300 senelerinde, Kral Saint Louis tacir ve zanaat- karları, papaz cemiyetleri olan con-férie halinde birleştirmek istemişti. Etinne Boileau. Direnişe geçmişti. Ceberruta kafa tutmuş, murdar ve na-pak iş adamlarına karşı mücadele etmişti. Kahramanlık ve ibret ile Kral Justin’i vermiş olduğu ünvana yaniden ve sıkı sıkı sarılmıştı. “Eski Romalı yeminini diriltmişti”. Bu yeminin mesleğe girerken verileceği ve her yıl yenileneceği mecbur tutulmuştu. Philippe-le-Hardi’nin emirnamesinde. Fransa’da Paris Hukuk fakültesinden mezun İstanbulda gayri müslim avukatları düşündü Avukat Ali Haydar Bey. Paris..! Adet ve an’aneleri.., Usul ve nizamları.., Pek çoklarını tesiri altında bırakmış edebiyatı.., Kral, Kraliçe ve Giyotin ile Kampanya .., İihtilalleri ile tüm idealist avukatların gözüne girmiş şehir. Gözde şehir.. Paris..! 1302 senesi. Avukatlık kütüğü ihdas edilmişti. Philippe-le-Hardi emirnamesi meriyet mevkiine erişmişti. Sene 1345 senesiydi. 16 yaşından küçükler, sağırlar, körler, kadınlar, kötü şöhretliler, noter katipleri, avukat katipleri, hakimler ve papazların avukat olmaları yasaklanmıştı. Emirnamede avukat olacakların ehliyet ve kabiliyetli olmalarını şart koşuyordu Kral Francois, 11 nisan 1520 tarihindeki emirnamesi Avukatın Hukuk Fakultesi mezunu olmasını emrediyor ve avukatı üç sınıfa ayırıyordu. 1. Con-siliari………………………..Müşavirler 2. Ad-voc-ati Pro-ponents……..Müdafi avukatlar 3. Ecoutants…………………… Stajerler. Müşavirler, eski ve tecrübelü avukatlardı. İsimlerinin levhada hiç değilse 10 sene mu-kayyet bulunması gerekiyordu. Mal taksimi halinde veya hususi bir müşkül karşısında Saray ve Kral onların malumat ve tecrübelerine müraacat ediyordu. O zamanlarda iki veya dört sene süren stajdan sonra meslek ifasına fiilen başlanıyordu. Kitap Kurdu’nun el yazmalarına rapt edilmiş Paris Barosu kayıtları ile vesikalarını görünce İngiliz avukatlarını düşündü Ali Haydar Bey. İngiliz Hukuk Sistemini çok merak etmişti. İncelemişti. Hatıralarını canlandırmaya çalıştı. “İn”… “İn”.., diyerek söylendi içinden. Aslan in-ine çekildi. Aslan in-in-den bellidir. İngiliz avukatlarını düşününce nedense her zaman bu kelimeler geçerdi hafızasından. “İn “ yada ingilizce olarak “inns”, mağara manasındaydı türkçemizde. Bunun hikayesi Kral Edvard I. zamanında başlamıştı. İyi hukukçu yetiştirmek çok zordu o tarihlerde. İyi yetişmeleri için Kral hukukçuların Londraya gelmelerini isteyecekti. Celp ettirdi. Barınak ve barınmak büyük bir sorundu Londra’da. “Lincoln Kontu – Henry de Lacy.” Bir meşhur Kont vardı. Emlaklı kont denirdi kendisine. Emlakcıydı. Geniş arazi ve emlak sahibiydi. Lincoln Kontu – Henry de Lacy. Emlaklarının bir kısmini Kral Edvard’ın emri ile zapt edilmişti. “in” ler kurulacaktı. Tahsis edilecekti. Yeni hukukçu yetiştirmek için. Tahsis edilmesi emri verilmişti.. Lincoln Inn. İsmi ile ilk avukatlar topluluğu teşkil edilmişti. Lincoln Kontu’nun emlak-i emvali üzerinde kurulmuş “in”. Saraydan uzak, saraylı hukuk tedrisatının kilise ve yeni yetme tacirlerin ilahi – liberaliğin de yapılacak olan, derc edilmiş ilmi terbiye. Mü-derse. Müderese. Medrese. Ecclasıc hakk-ı hukukiye. Ferdi talim ve terbiye. “in”. Birlikte kutsal yemek. Birlikte ilmi emek. Yan yana. Göz göze . Olup. Farklı olana. Kendisine benzemeyene methiye. Kalp kalbe. Hakiki tecrübe. 11.yy ile 12. ve 13.yy hızlı geçecekti. İlk elden din hukuku yerine teamül hukuku olan Common Law kaim olacaktı. Papazların adliyeye çıkması men edilecekti. Men eden Salisbori Başpisikopozuydu. 1215 ‘ te Carta. Magna Charta. Kral hukukçuların yazıhanesini şehir dışında açmalarını yasak edecekti. Sonraları daha çok talebe gelince Lincoln inn içinde yer kalmayacaktı. Bir başka kont. Kont Thomas. Lancastre Kontu, Thomas. Nehir kıyısındaki arazilerinin bir kısmini hukukçulara kiraladı. İhtiyaç sebebi ile Cray’s inn isminde hukukçular için bir yer daha kuruldu. Kasvet verici muazzam binalar inşaa edildi. Avukat yazı-haneleri “İn“ lerde açıldı. Kara, karanlık ve hazin. Barrister……………………… Yazıhaneleri. Benchers……………………… Yazıhaneleri Readres……………………… Yazıhaneleri Utter-Barrister ……………….Yazıhaneleri İnner-Barrister………………. Yazıhaneleri Ve Talebeler Yazıhanesi olmayan talebeler. Yazıhanesiz talebeler. “in” lerde birlkte kalan. Birbirini tanıyıp anlayan. Anladıkca farklı olana katlanan. Katlandıkca seven. Sevdikce hak ve hakkaniyete ve nısafete eren. Adil ve mutedil hukukcular olacaklardı. Birlikte yemek yiyecekler, birlikte ‘vino é verita’ diyecekler. Bil-ahare, mezarlık ziyaretlerine gideceklerdi. “ Vino é veritas” “Nuc est biberandum” Benchers’ler üstad avukatlar olarak disiplin ve murakkabeden mes’ul idiler. Müşavere ve müdafaa ile meşgul olurlardı. Müvekkil ile hiç görüşmezlerdi. “ Osmanlı Ülkasinde Avukatlık” “Esnafı Yazıcıyan” “Bu tayfa yeniçeriler içinde ve pazarda ve sadrazam kapusunda arzuhal ve me-katip tahrir ederler” Evliya Celebi Güzelliğe doğru….., “İnsanın esas vasfı, dünyayı güzelleştirmektir” ( Hadis-i şerif ) , Lale Devri Osmanlısını düşündü Ali Haydar Bey. Yazı ile müdafa yapan Arzu- halcileri düşündü. Cami avlularını. Devlete müracaat kapılarını. Yeniçerilere aşk nameleri yazan arzu-halcileri. Divanı. Hükümeti. Halkın katiplerini. Şeriat kapısına müraacat bir usule tabi idi. Rastgelenin yazamadığı arzulu haller içinde. Kabul edilmezdi. Arzuhallerin ahkamı-ı şerr’iye ye uygun olması gerekirdi. Arzuhalcilerin de; Irz sahibi. Miri hukuku bilen. Doğru ve tecrübeli kimselerden olması gerkirdi. Çile çekmek. Ocaktan yetişmek demekti. Arzuhalci olmak için gerekirdi. Ruhsatname. Ruz-name. Gün vesikasi. Günlük meramın misk-i amber kokulu ve sadrazam nivisli, vukuat ehlisi. Günlük izin manasına gelirdi. Padişah fermanından ayrıydı. Sadrazam veriridi. Arzuhalcilik Ruznamesini ocak zabitleri marifeti ile alamayanlara bu düstur verilmezdi. 1691 tarihinde Arzuhalci Başı istida vermişti ve sadrazam bir Ruz ser- dest etmişti. Eskiden beri mevcut olan nizamlara aralıksız riayetsizlik mevzu bahisti. “Dükkan köşeleri ve cami ve kıraat u kahvehanelerde ve medrese avlularında, yazıya vakıf olmadan mürekkep dividini beline sokanların kağıt karaladıkları, kamış kalemler çatlattıkları görülmüştür”, denilmiş. Ocakçı başlarının gözlerini açmaları istenmiştir. “Muhziler ve Mahkumlar” Döküntüler. Niğde. Karaman. İncesulu müflis ve mahkumlar. Osmanlıda ilk dava vekilleri. Mapushaneye korkak girip, kurnaz çıkan mahkumlardan acemi dava vekilliği. “Müzevirler” Şerr’iye mahkeme katipleri. Boğazda , Üsküdarda, Çamlıcada ve sair yazlık yerlerde meyve, sebze ve zahire satan bakkaliye sahipleri. Kadı ve Hakim- ül Şerr’iye yi alış veriş sebebi ile tanıyanlar. Kavgadan hoşnutluk alanlar. Niğde, Karaman ve İncesulu olan ve cepleri kağıt ile dolan. Dükkanlarındaki işlerini aksatan. Kendilerine dava vekili süsü veren. Mahkeme koridorlarında gezen. Dükkandaki işlerini kalfa ve çıraklarına emanet eden müzevirler. Yalancılar. Yazıhanesiz müzevirler. Ayaklı Yalancıla. Ayak Kavafları. Avukatlığa…………………. doğru.., “İlk Üç Basamak” 1. 26 Nisan 1839 – Hattı Hümayun – Tanzimat 2. 1856 – Islahat Fermanı – Cemaziyul’ahır. 3. 13 Agustos 1874 – Cerideyi Mehakim- Dava vekili mesleğine girecekler için imtihan. 1900 lü yıllarda İstanbulda bir Dava Vekili Ali Haydar Bey, kitap ve çalışmaları karıştırdıkça, şaşırdıkça şaşırıyordu. Bu bir hazine idi. Osmanlıda hukuki gelişmeleri ikiye ayırarak incelenmişti. Tamamen İstanbul’da ki konsoloshane raporlarına dayanan yabancı lisanda yazılmış vesikaların tercümeleriydi. Ali Haydar Bey’in en dikkatini çeken vesika, 3 Haziran 1876 tarihinde sarayda ölü bulunan Sultan Abdülaziz ile ilgili kurulan Yıldız Mahkemeleri ve Yıldız Yargılamaları başlıklı tercümesi yapılmış vesika idi. Daha da ilginç olanı Ali Haydar Bey’in Hukuk imtihanını kazanıp mektebe başladığı tarihte Baro Başkanı olan Manyasızade Refik Bey’in Yıldız Yargılamalarında Avukatlık yapmış olmasıydı. Tarihe ışık tutacak bu belgelerin mutlaka kurtarılması gerektiğini düşündü Ali Haydar Bey. Teferruatlı yapılmış bu çalışmalara bakarken Marko Paşa ismine rastladı Ali Haydar Bey. Gülümsemeye başladı. Esir kampında gülümseyen Ali Haydar Bey. Diğer esirlerin kendisine şaşkınlık ve hayret ile baktıklarını hiç fark etmemişti. Gülümsemesine vesile olan husus, vesikalardan bir tanesinin üstünde Yıldız Muhakematı Şahidi Marko Paşa yazıyor olması idi. Yıldız Yargılamaları’nın tarihe intikalini sağlayan şahidi. Marko Paşa. Görgüye dayanmayan şahadeti, gözden ayağa düşüren şahit. Marko Paşa. Markooo paşşşaa ve içe dönük hatıralar canlandı Ali Haydar Beyin zihninde.İlk gençlik yıllarının kısa seyehatler içinde oyunla süslenmiş ışıklı hatıraları. Markoo paşşaa… Ali Haydar Bey Hukuk mektebinin ikinci senesinde bir arkadaş edinmişti. Güleryüzlü ve topcu. Top tutkulu arkadaş. Aren Salih. Kuzguncuklu Aren. Topcu Salih. Topcu derlerdi hülasa. Marko Paşanın malikhaney-i müstakiline komşu idi Aren. Ayakla oynanan topu severdi Salih. Aren Salih. İki takma isimli olan. Mektebin tek talebesi. Topcu Salih. Kuzguncukta ikamet ederdi. Leyli değildi. Okulda yatıya kalmazdı. Kuzgun ve Kuzguncuk’u. Severdi. Mektepten talebe arkadaşlarını daha çok severdi. Hafta sonları onları davet ederdi. Davetlilerin en birincisi Ali Haydar Bey. Ayakla top oyunu oynamak için. Ali Haydar Bey her hafta sonu Kuzguncuğa giderdi. Evvela. Tavuk Pazarından sahile inerdi. Saniya. Yürürdü. Deniz kıyısından yarı-tahta köprü istikametine yürürdü. Galata Köprüsüne. Mola verirdi. Kısa mola. Köprünün tam başındaki mola.. Bir bardak çay içerdi. Koyu ve sıcak . Demli ve nar kırmızı. Kıraathane-i Şarkiye’nin kerpetenle kırılan ve dil altına atılan şekeri ile yudum yudum içerdi. Önceki hafta sonu yine aynı istikameti takip ederek gelmişti. Yarı-tahta Galata Köprüsündeki Şarkiye Kıraathanesine. Yeşil sarıklı, ince ve uzun yüzlü, açık tenli ve sakin bir ihtiyar görmüştü. İhtiyarın yanındaki bir yastığa yerleşmişti. Çay siparişini vermeden sohbete girilmişti. İhtiyar ince ve uzun parmakları ile kıyıya yakın evleri işaret etmişti. Bak demişti. Şu evlerin pencereleri, hem içine hem de dışına bakar. Vakur. Pencereler üzerindeki yarı kalkık tahta kafesler, uykudan yeni uyanmiş insan gözü gibi. Mahur. Hem içinden bakan , hem de dışarıya gözlerini kapatmayan. Binalardaki kafes ve cumbalar, hatunların feracelerine bezemiyor mu sanki, diyerek sürdürmüştü konuşmasını ihtiyar. Binalar esasında herşeydir. İnsan gibi. Hem içindekini rahat ettiren. Hem de çevresini yücelten. Ermiş insan gibi. Evliya gibi. İddiasız. Lakin, ferdiyetli. Hürriyetli. Mekan. Cennet mekan. İmkan. İhtiyar kendi kendine mırıldanmaya başlamıştı. Bina ve zina. Bina ve zina. Tam o sırada çay getirmişti deste-mallü ve ela gözlü ve şark-i çıban yüzlü, çaycı. Feylesofu andıran ihtiyar çayından bir yudum alıp kelamına devam etmişti. Mekan demişti. Mekan. Taş ile toprak arasındaki boşluğu dolduran. İmkan. İnsan. İnsan için. Bazen mezar. Daima mekan. Tabiat demişti ihtiyar, boşluğun, boş kalmasına müsaade edemez. Doldurmak bir mecburiyettir. Tattır. Damaktır. Çinde mi yoksa maçin de mi, bir feylosuf söylemiş; “ Küçük olan güzeldir.” Şunu söylemek istemiş. İnsan küçüktür. Mekanda küçük olması lazım gelir demiş. İddiasız. Basit ve sade. Osmanlıda mekanlara ne güzel dikkat edilmiş. İç avlular her mekanda ışıklar içinde. Aydınlık. İçeriye bakan. Kendini koruyan. Fert gibi. Dış cephe dikkatli pencere gözleri ile dışarıya bakan. Saygılı ve mahrem. Saygılı. Çevresini yücelten. Bak demişti ihtiyar, İstanbul yedi tepe üzerinde kurulmuş. Mekanlar basit, mütevazi ve saygılı. Tepeleri nasılda yüceltiyorlar. Evler, tepeleri onurlandırıyorlar. Tepelerin gönlünden denizi almayarak. Görmelerine saygılı. Sevgili. Güzellik sevgidir. Binalar küçüldükçe güzelleşir. İnsanlar gibi. İndikçe yükseklere çıkılır. Kuşlar gibi. Tek bir mekan çok önemlidir. Ferdiyet gibi. Işıktan, sudan, rüzgardan ve havadan mahrum edilmemelidir. Müstakil olmalıdır. Hür insan gibi. “Güzellik sevmektir, hürriyet ferdiyetçi mi dir ?” Her mekan, her bina ve her ev çok önemlidir. İstanbul hepsi ile güzelliktir. İnsan ve beşeri cemiyet gibi. Kader ve baht gibi. Bed-bahtlık. Bed-bahtlık demişti ihtiyar, şehrin kamilen tamamına mı yoksa münferiden tek bir tanesine mi tekabül eder. Cevabını beklemeden devam etmişti. Keyfiyet. Cüz. Mütemmim. Tek mekan. Tek bina. Tek ev. Tek insan gibi. Ebedi bed- bahtlık birdir. Nokta gibi. Mütemadi olamaz. İzafiyet. İzafiyet..İzafiyet… Aniden kalkıp gitmişti İhtiyar. Avukat Ali Haydar Bey arkasından tekrar etmişti. “Hakikat iki noktada toplanmaz mı sanki, bir taraftan güzellik sevgisi. Diğer taraftan ferdiyetin hürriyeti”. Ahiren. Yarı-tahta Galata köprüsünü yürüyerek geçerdi. Voyvada caddesinde iki atlı tramvaylara binerdi. Tabelaları incelerdi. Atlı tramvay penceresinden tabelalara bakan Ali Haydar Bey. Kumpanya ve Banker tabelalarına. Ve onların avukat ve murakkıp ismi yazılmış yazıhaneli müşavir ve müsteşarlarına. Ecnebi ve uzak. Soğuk ve yakın. Tefekkür, tefekkür. Pera, Cadde-i Kebir ve Sisli ve Tatava ve Ayazma sularının taksim edildiği yerde tramvaydan inerdi. Taksimden ağaçların arasından, doldurulmuş bahçenin yanından, dolma bahçeden çok tozlu yoldan yürüyerek Beşiktaşa giderdi. Beşiktaş. Sebze ve meyvenin birbirine yaslanmış teknelerden indirildiği ve şark-i hammalara bindirildiği Beşiktaş. Meyve ve sebze hallı ve Kabz-ı mallı Beşiktaş. Balık pazarı denizden uzak olan, İstanbulun tam içindeki şehir.. Dar sokaklı Beşiktaş. İhlamur ve Fulyada dik yokuşlu Beşıktaş. Takati kalmamış hammalar şehri.. Sırtında zahire taşımış, beli bükük ve gözleri canağından çıkık hammal mangalarının yorgun şehri Beşiktaş. Şehr-i Eminini Rıdvan Paşayı , dört şark-i hamalın İngiliz üçlüsünden çıkan mermileri ile Göztepe Tren istasyonunda 1905 senesinde sui-kasta kurban vermiş, hüzünlü ve sual dolu Beşıktaş. Ali Haydar Bey Beşiktaşa geldiğinde, her hafta sonu doğruca, balıkçı kayıklarının yanına giderdi. Kaçak balıkçı kayıklarının. Sadr-ı Azamın Ruz Name vesikası kayığında olmayan, balıkçıların yanına. Dört kürekli çar-civanların yanına. Ucuz ve hızlı. Kaçak ve kaçamak kayıkların. Voyvoda caddesinde bulunan Şirketi-i Hayriye düşman kayıkçıların yanına. Balıkçı kayıkları ile Kuzguncuğa giderdi. Aren Salih’e. Ziyarete. Ayaklı top oyunu oynamak için. Marko Paşa malikane-i müstakilinin yanında. Müstakil, hakim ve boş çayırda oynamak için. İstanbul boğazına nazır çayırda. Marko Paşa çayırında. Boğazı seyir etmek için inkitasız ayaklı top oyunu misabakalarına giderdi. Akşam saatlerinde sema; gri ve siyah renkli kuzgunlar ile dolardı. Kuzgunlar. Alayı ile uçar ve kuzguncuk mezarlığı üzerindeki ağaçlara konarlardı. Şaşırırdı. Çok sayıda ne demekti. Deniz ve derya. Umman gibi kuzgunlar. Kuzguncukta. Kuzguncuk Marko Paşa’nın ismini ilk defa Hafız Burhanettin ile birlikte duymuştu. Aklında bu isimler kalmıştı. Hafız Burhaneddin rivayete göre Kuzguncuktan bir ilahi söylediğinde Beşiktaştan duyulurdu. Marko Paşa da Kuzguncuktan nazar ettiginde Yıldız Sarayının mahremiyet dolu içini görürdü. Tarihin hafızasına kayıt öyle düşmüştü. Yıldız yargılamalarında Mahkeme dosyasındaki kayd-ı zabta öyle rapt edilmişti . Göz ve Ses. Kuzgun. Küçük kuzgun. Kuzguncuk. Şahid Marko Paşa . Gözü ile gören şahid. Yıldız Yargılamalarında. Mithad Paşanında yargılandığı Yıldız Mahkemelerinde Manyasızade Rıfat da Dava Vekili idi. Hami. Hamiyet. Hamiyetle kucaklayıp koruyan. Mu-hammi. Dava vekili. İstanbul Barosunun II. Meşrutiyet de başkanlığını yapmış olan avukat. Manyaslı Rıfat Bey. Avukat. A-vuk-a-t. Yıldız Mahkemeleri Padişah A.Azizin iki bileğini 1876 senesi’nin üç haziran gününde kendisinin kesemeyeceği şüphesi ile kurulmuştu. Yargılama uzadıkça hadisenin birçok ucuna rastlanılmıştı. Bir ucu dahi hafta sonları Ali Haydar Beyin iki atlı tramvaya bindiği Voyvodina caddesindeki ecnebi Kumpanya ve Bankerlere dayanmıştı. Simsarlık. Komisyonculuk. Acentalık. Tefecilik. Bankerlik ile senet hisseli iştirak halindeki şurekalar ile vel-kelam garbi tüccarlık. Voyvodino caddesinde liman ve antrepoları ile paranın alınıp satıldığı yerde para, saraya dahi sızılarak girmişti. Entrika ile kazanılmış ve biraz yukarı çıkılarak iki aynanın arasındaki caddede, meşk ile yanan caddede, cadde-i kebirde ve perada önce levanten nezaketli sohbetlerle başlanan gecelerde içilmiş sonra ateş içinde dans edilmiş, nihayetinde yakılarak kül edilmiş ve külleri de havaya savrularak serpilmişti. . Bu savurmaya engel olmak isteyen padişah A.Azizin yıldızlı bir haziran gecesinde, bin sekiz yüz yetmiş altı senesinde, Sultan A.Aziz sarayının Malta Köşkünde, kendi bileklerinin kendisi keserek intihar etmiş olduğu, söylenmişti. İki atlı Tramvay. Galata. Galata Bankerleri. Çakırcalı Ahmet Efe. Voyvadina Caddesi. Padişah A.Aziz. Üç haziran gecesi. Binsekizyüzyetmişaltı senesi. Dört kürekli balıkçı kayıkları. Çar civan. Şark-i Hammallar. Hammal mangaları. Merdivenli yokuşlar. Gecelerde ışık. Yağlı aydınlık. Sokak lambalı yağdanlık. İç içe geçmiş zaman. Galata antrepolarından çuval içinda çıkan, saraya girince iki ucu keskinleşerek tam da Padişah A.Azizin iki bileğinin nabzı üzerinde duran Para. Kağıt para. Renkli para. Soluk renkli ve liman denkli para. Düşkün para. Yere düşünce sesi çıkmayan para. Venedik dükalığından bu yana altın olmayan kağıt para. Sinsi. Sessiz. Yıldızlı bir haziran gecesi saraya çıt çıkarmadan sızan sinsi ve sessiz ve sui-kasti para. Marsilya. Cenova. Bender Abbas. Smirna. Alexandria. Amasra. Antwerp. Samsun. Kirassun. Trabizon. Rotterdam. Hamburg . Cueto. Malta ve tekrar Smirna. Gemi. Vessal. Tekneler. Yük tekneleri. Kuru yük tekneleri. Islak yüklü ve yüksüz tekneler. Limanlar. Portlar. Im-port-lar. Yüklükler. Antrepolar. Acentalar. Gözleri dönmüş, gözleri Galataya dönmüş Acentalar. Rivayete göre, merkantilist dönemde buharlı makinalar ile manifaktura geçen Avrupa çok üretti. Şehir burçların hemen çevresinde bu çok üretilmiş olan emtiayı satmak hevesine kapılan son altı bin yıldır pederşahi erkek aklı ile hayat süren ahali, köylüler, şehir duvarlarının yanına geldiler. Burçlara geldiler. Önce ürettiler. Çok ürettiler. Köyden gelmişlerdi. Altı bin yıldır mavi gökyüzünün altında ve sert topraklar üzerinde çalışmış kocaman elleri ile . Manifacturlarda. İzbe ve ıslak. Yanyana. Gece ve gündüz. İç içe geşmiş zamanlarda. Çalışmaları uzadıkca yüzleri asıldı, heyecanları kısaldı. Daraldılar. Önce makinaları kırdılar. “Saboté”. Üreten ve hayatlatını mahveden olduklarını düşündükleri makinaları. Daha çok makina kırdılar. Siyaset literetürüne “ Sabotaj ” deyimini kayıt olarak düşürdüler. Sabotajcı işçiler. Koyun gözlü, yanık yüzlü eski köylüler. Sabotajcı ve titrek, yeni proleterler. Eski topraklarına dönmek istediler. Dönemediler. Makinalara karşı birleştiler. Ütopia. Tekrar birleştiler. Saint-Simon. Birleşmeyi sürdürdüler. Corporasyon. Öldüler. Kısa hayatların mütemadiyen çalışmış genç ölüleriydiler. Hastalanarak öldüler. Kazayla öldüler. İş kazalarında daha çok öldüler. Hakka ve hakikate ulaşmış hukuksuz ölüler oldular. Yaşayan ölüler olarak daha çok çalıştırıldılar. Boğaz tokluğu ile çalıştırıldılar. Boğazlarına kadar gelindiğinde dayanamadılar. Direndiler. Nihilist olarak direndiler. Anarşist olarak direndiler. Sendikalist olark direndiler. Enternasyonalist olarak direndiler. Sosyalist olarak direndiler. Pürütendiler. Evangelist oldular. Metodist ve Pisikopattist oldular. Sonunda Sosyal- demokraside karar kıldılar. Başlarını kaldırıp baktıklarında burçların çevrelerinde, tam da tüm şehir merkezlerinde, kendilerinin cefa ile ürettiklerini satan, köyden ve tarladan tanıdıkları olan, vefasızlık ile karşılaştılar. Afralı-tafralı vefasızlık. Kulakları burçların içine kadar uzanmış vefasızlık. Gözleri, bizzat kendi çalışan ellerine uzanmış olan ve burç kenarlarındaki burçu – va ile karşılaştılar. Burjuvaziler, aslan başlı istinat burçu kenarlarında, üretilmiş mal satarak palazlanmış eski köylüler. Daraltılmış alanda köylüler. Hain ve lumpen. Tahminen. Korkak. Mütemadiyen. Doymak. Nedir. Bilmeyen. Müptezel. Histeriye tutulmuş. Kaçak köylüler. Çok üretim ve az tüketimde içinde ki, pazar doymamıştı. Evet, çok üretilmişti. Lakin, tüketimde açlık çoktu. Doymadı burç kenarlarında meta alım-satımı yapan burjuvazinin gözleri. Aç gözlü burjuvazi. Görmemiş burjuvazi. Görgüsüz burjuvazi. Açık gözlü burjuvazi. Açıkgöz burçlu. Gözlerini limanlara diktiler. Avrupanın bilinen limanlarına. Sonra. Asyanın, Afrikanın ve Latin Amerikanın bilinmeyen limanlarına diktiler. Gözlerini. Bilhassa tarihin orta denizindeki limanlara. Mid-terranium’a. Ak- Deniz’e . Tuzlu ve ılık denize. Sert rüzgarına Strong dedikleri. Daha sert olanına Strom dedikleri. Yumuşak olanını bize sormadan bizden aldıkları. Binlerce yıllık mutedil rüzgarımız olan ” yel “ ‘e, “Yel” imize, Gale dediler. Lakin, kalbimizi en çok kıran güzel İzmirimiz’e, iyi olmayan niyetle geldiler. Acentalar olarak geldiler. Hızlı geldiler. Zamansız geldiler. İzmir ve havalisindeki pamuk tarlalarındaki hasada kıran girdiği zaman geldiler. Kıran, sıcak Afrıkadan çekirge olarak gelmişti. Uçan çekirge. Bulut gibi , sürü halinde. Güneşli bir günde çekirgelerin geldikleri söylendi. Güneş, görünmez oldu denmişti. Güzel, aydınlık ve güneşli İzmirin üstünde, kasvetli bir bulut gibi çökmüştü çekirge. İzmir ve havalisine tam da kıran girmişti. Merkantilist batının buharlı gemileri ile satılmak için üretilmiş maldan önce Acentelar gelmişti. Acentalar ve çekirgeler. Agentlar. Temsilciler. Batıda üretilmiş malları, İzmirden girip Anadoluda tükettirmek için gelen Acenteler. Yük dolu buharlı gemiler önce avaryada kalacak. Sonra kıçtan kara olacak. Mallar. Tüketilmek için bekleyen mallar. Limanlara boşaltılacak. Gemilerden limana boca. Ceketler fora. Anadolu malları ıskarta. Tüm bunlar için izin ve icazet gerekliydi. Bir yerden. Tek yerden. Saray. Yıldızlı saray. İcazet merkezi. “Yağmur yağıyor, seller akıyor arap kızı camdan bakıyor” Çok kalp kırıcıydı. Yağmurlu günlerde söylenen bu tekerleme. Ev içine hizmetçi – evlatlık olarak alınmış Afrikalı eski köleler için söylenirdi. Esasında 1840 yılında Afrika asıllı olan insanların alınıp satılması ve her türlü ticareti yasaklanmıştı. Girit , Smirna ve İskenderiye limanlarından gemiler ile getirilen bu insanlar İstanbulda Afrika Han’ da bir müddet kalırlar ve bil-ahare en sağlıklıları saray mutfağı ile Hadım Ağası’nın emrine tahsis edildikten sonra saray çevresine tefrik ve tevzi edilirlerdi. Baki olanlar mutasarrıf, mütegalibe ile Türk ve Rum toprak sahiplerinin çiftliklerine sevk edilirlerdi. Afro-Osmani olan bu insanlara, kısaca Arap denilirdi. Saygıdeğer ve emek sahibi cefalı yaşlı olan kadınlarına da zaman zaman “ Bacı Kalfa” denirdi. Hür değillerdi. Kolayca evden dışarı çıkamazlardı. Afro-Osmanlı bir asker19.yy Yağmurlu havalarda dahi camdan bakarlardı. Kalpleri kırıktı. Hayatları ailelerinden uzak ve kopuktu. Rivayete göre, asilzade bir ailenin bir yaz günü adada verdiği bir bahçe yemeğinde, mutfaktan gelen çığlıklara koşularak gidilmiş ve iki Afrikalı hizmetçi kızın ağlayarak birbirlerine sarıldıkları görülmüştü. Mutfaktaki hengameli koşuşturma arasında yaptıkları kısa sohbette birbirlerini tanımışlar ve kardeş çıkmışlardı. Rivayetlerle kulaktan kulağa dolaşan bu tür hüzünlü hikayeler anlatmakla bitmezdi. Godya. Afro-Osmanlıların ruhani kadın liderleri. “ Dana “ festivallerinin kadın yöneticisi. Erkeği olmayan kadın. Erkeği önce taşlaşan , sonrada Afrika sıcağında çöllerde toz olmuş kadın. Erkeksiz kadın. Korunamamış kadın. Gemili Liman tacirlerinin ellerinden alınamamış kadın. Satılmış kadın. Erkeğine ve erkeksi olan her şeye rest çekmiş kadın. Godya……., kendisi erkekler içinde, taş ve sopalar elinde olan kadın. Afro kadın. İstanbulda ve bilhassa da Aydın – Germencik- Araplar köyü ile İzmir Ballıkuyu, Dolapkuyu ve Sabırtaşın’da festivaller düzenliyen kadın. Afro – Osmani kadın. “ Sabırtaşında Festival ve bir Godya ile biraz taş ve sopa.” Teşkilatlandılar. Sıkıca olmadan. Sıkılmadan. Gevşekçe. Sadece Afro – Osmanlı kadınları. Kendi kendilerine. Merkezsiz bir taşkilatla. İstanbulda. Adem-i Merkeziyet. İki şey için. Sahiplerinden memnun olmayan çocuk, kız ve kadınlar için bir başka yer bulmak için. İstemişlerdi. Sadece. Masumane. Bunun yanısıra da, kara kara gözleri, somurtmuş etli dudakları ve simsiyah dimdik saçları ile “ Dana “ festivali düzenlemek için. İstemişlerdi. Korku dolu. Gururla. Godya………..Godya…………ateş’e yakın emrini vermişti. Boynu bükük. İzmirin Sabırtaşı mahallesinde, araplar semtinde. Ateş, taşlarla çevrilmişti. Şalvar, etek ve entari içinde olmayan Afro-Osmanlı kadınları taşlarla çevrilmiş ateş üzerinden atlayarak dans etmişlerdi. Üzerlerine Mısır’ın, Sudan’ın, Eritre’nin, Darfur’un ve Libya’nın ve Zengibar’ın rengarenk kıyafetleri giymişlerdi. Borno, Afini, Tağali ve Cengi kabilelerinin kıyafetlerini. Kendilerinin ait oldukları kabilelerin kıyafetlerini.. Kendilerini bu isimlerle Osmanlıda ayırarak hüviyetlendirdikleri kabilelerinin kıyafetlerini. Doğu Afrika kabilelerinin. İnce ve uzun kıyafelerini. Ateş dansının kor alevinin yalazlarında dalgalanan kıvrımlı kabilelerinin kıyafetleri içinde dans etmişlerdi. Senede bir defa. Çekmişti. Seyri cezbetmişti. İzmir havalisindeki ahali temaşaya gelmeden edememişti. Fazla cüretkarlar da yok değildi. Fazla cüret edenler Godyanın emri ile nasiplerini almişlardı. Nasiplenmişlerdi. Taştan ve yine taştan. Ateş etrafına bir ışık halesi gibi dizilmiş taşlardan. Hazırlanmış taşlardan. Dahada ileri gidip dansa yaklaşmaya çalışan tacizciler de Peygamber Süleyman dedikleri sopa a.s’ dan nasiplenmişlerdi. Aslında Bilal-i Habeş bir figür, bir süliyet, bir şahsiyet olarak tüm Osmanlı ülkesinde, ilahi ve ibadi hayranlık duyulan, nüfüz etmiş bir kimse idi. Habeşistanlı Bilal dini ve beşeri ve içtimai hürriyeti temsil ederdi. Bu böyleydi. Suhulet ve sükuneti temsil eden selam dininde, kimse kimseye dinen ve içtimaen emretme selahiyetine haiz değildi. Hiyaraşi men edilmişti. Limanlı ve gemili batılı esir tacirlerinin sevk ve teslim etikleri siyahi Afrikalı kimseler aileden bir kişi gibi kabul görmesi icap ederdi. Sahip ailelerin sofralarında kendilerine yer verilirdi. 1840 senesinde emirname ile Ege ada limanlar ile Mısır, Tunus ve İtalyadan İzmir ve Galata limanına gelip oradan da Afrika Hana getirilen Afrikalıların ticaretine men getirildi. Afrika Han. Afrikalıların tefrik ve tevzi edildikleri han. Siyah han. Kara han. Avrat pazarının sesizce yerini almiş han. Viyana kuşatmasından sonra yeniçerilerin yanlarında zorla getirdikleri seksenbin Avusturya ve Macaristanlı kadının yüzünü görememiş han. Bed – dua dolu han. Afrika Han. 1856 senesinde tam ikinci bir tahdidname emri der-meyan edilmişti ki, ayan-meyan bir göç yaşandı. Osmanlı topraklarına. Çerkez göçü. Kafkas göçü. Şeh Şamil çocuklarının göçü. İmam Şamil evlatlarının göçü. 25 sene savaşarak teslim olmayan tanrının küskün çocuklarının göçü. Terkedilmiş dağların yalnız ve vakur çocuklarının göçü. Ak, akın geldiler. Savaşta yenilmemişlerdi, beşeri münasebette yanildiler. Kızlarını, güzel kızlarını saraya, çocuk ve kadınlarını hali vakti yerinde olanlara hizmetçi olarak verdiler. Evlatlık olarak verdiler. Evlatlık hizmetçiler. Evlad-ı Hizmetiye. “ Evlatlık Hizmetçiler “ Yeni bir müessese tesis edilmişti. Hizmetçi evlatlar. 1860 Kafkasyalı Çerkez Şamil yenilgisi ile başlayan göç. Evlatlık alınmış kimselerin nüfüsa geçirilmeyip, mirastan yararlandırılmayıp, mütemadiyen çalıştırılarak, daimi hizmetçi halina getirmişti. Evlat olmayan, evlatlıklar. Hizmetten ayrı var olamayanlar. Köle olmayan hizmet eden evlatlar. Teamülen evlat, hakikaten hizmetçi. Bu ameli durum bir yüz yıl kadar Osmanlı mülk-i idaresinde süreceğe benziyordu. Limanlara yasak konulmuştu. Batılı, Acenteli ve karantinasız limanlara. Afrikada insan taşımıyacaklardı. Kölelik vardı. Kaldırılmamıştı. Cuval cuval paralar. Kağıt para. Renkli para. Soluk renkli para. Yere düştüğünde sesi çıkmayan para.Cuval içinde yıldızlı saraya sesizce girecekti. Girmesi mutlak gerekecekti. Nihayetinde para cuval içinde girmişti. Sadr-ı Azamlar eli ile. Liman için. Yıldızlı saray süt liman. Liman erkan-ı harbiyesi Acentalar için. Acentalık için. Önce mekanik malları maddeye, sonrada ruhsal halleri her yere rapt etmek için Acentalık. Monte etmek. Montaj. Yaratıcı olmayan tembellik. Montajcılık. Montaj sanaii. Acentalar eli ile hayranlık. Haydan gelip huya giden hayranlık. Batıya hayranlık. Sevda dolu hayranlık. Sevgilisiz sevda. Kendi omuzu üzerinden bizzat kendisine baktırıp burun kıvırtan hayranlık. Kendi kendisine alaycı alaycı dudak bükerken dudağı uçuklayan hayranlık. Sevgilisiz sevda. Bilinmiyen ve bulunmayana sevda. Uygarlıksız modernite sevdalısı. Nezaket. Merhamet. Aristokrat olunamamış aristokrasi. Batılı Acenta nezaketi. Güler yüzlü, cam gözlü tacirlik. İçinden apansız çıkan hileli nezaket ve menfaatli merhamet. Menfaatli merhamet. Acenta ve Tacir. Merhamet. Batıda çok mal üretilmişti. Galatada levantenler batıdan gelmişti. İzmirin lavantenleri acentalık için sıraya girmişti. Yıldızlı Saraydan İzmire Vali tayini gerekmişti. Vali tayin edilmişti. Acentalık verilmişti. Sadr-ı Azamlar eli ile. Bankerler. Galata. Hayırlı Bankerler. Hayra alamet. Galata Bankerleri. Şirket-i Hayriyeyi kurmuştu bankerler ve Sadr-ı Azamların yanında Sultan A.Mecid dahi iştirakçi olmuştu. Osmanlıda ilk Anonim Şirket ve ilk hisse senedi. Şirket-i Hayriye. Hayırlı şirket. Boğazın köylerine yolcu taşıyan dört kürekli çar civanlara yol vermeyan iki fransız sergerdesinin kiralayıp getirdiği Şirket-i Hayriye vapuru. Hayırlı Şirket. Tütüm tütüm buhar. Buharlı gemi. Köpük köpük boğaz ve beyaz ve uzun ve kırılarak serpilen dalgası. Dalgalı boğaz. Kayık.. Anonim olan şirketsiz sandal. Şirket-i Hayriye idare merkezi Voyvodina caddesinde seçilmişti. Esasında Osmanlı İlk dış borcunu 1854 tarihinde almıştı. Sultan A.Mecit buna binbir güçlük ile razı olmuştu. Borcu ödemek için “Kumpaniyeler”kurmak gereği üzerinde durmuştu. 1838 ve 39 tarihinde Osmanlı Frenklerle ticaret anlaşması yapmıştı. İmparatorluğun ithalatı hızla artmış ve gümrük resmi dahi %3 indirilmişti. Hava parası ile liman ve gümrükleri alanlara mültezim denilirdi. Mültezimler yıldızlı saraya cuval içinde para gönderip Ruz-Name vesikalarını ruhsatnamelerini alıyorlardı. Pein ve büyük para.Cuval içindeki para. İLTİZAMA. İltizama ve tanzimat ile birlikte imalatci ve zanaat-kar ve esnaf artık üreticiliği bırakıp ithalatçılık yapmaya başlamıştı. Avrupa mallarını satan tabii ve hükmi sahsiyetler haline gelmişlerdi. Tüketimde Rasyonalleşme. Rasion. Oran. Mahvedici oran. Kahredici oran. Hesaplı faaliyet. Ve para. Ve cuval. Oransal münasebet. Hileli ve merhametsiz. Menfaatli merhamet. Hileli nezaket. Menfaatli ve nezaketsiz.Tüketici ve sevgisiz. Kendinde çıkıp kendisine dönememiş olan. Kendisine yabancılaşmış oran. Rasyonalizm. Rasion. Kendi güzeline Estetik diyen oran. Kendisinin olduğunu düşünmediği ve istemediği herşeye Estetik diyemiyen titrek ve korkak oran. Rasyonalleşme. Akıl. Rasyonelleşmemiş temas. Akıl. Akl. Bağ. İlgi. Akıllı sevgi. Bağlı sevgi. Kendisinden çıkıp kendisine dönen sevgi. Kendisine yabancılaşmamış olan. Bedaii. Dışarıda olan kendisi güzel, kendisi için olan ve kendisi için olmayan güzel. Bedaii. Tüketilemeyan. Tüketilemeyen güzellik. 19.yy sonuna doğru, saray erkanı ve birkaç vekil vükela ile Türk ve Rum toprak sahipleri, “Sayfiyeye gitmek” “Batı usulu hizmet tüketümini körüklemişti” Boğaz içi sayfiyesine gösterilen rağbet teşvik etmişti. Boğaz içinde kayık ve yalkenli ile yolcu taşınamayacağı söylenmişti. 1852 sesinde Şirket-i Hayriye Vapur Kumpanyası tesis edildi. 445 sayılı Takvimi Vakai’de Vapurun nasıl çalışacağı halka ilan edildi. 1860 ların sonlarına gelindiğinde Osmanlı borçlarının doruğa çıktığı görülüyordü. Osmanlı lirası olan 29.000.00 tutan borç tamamen Galata bankerlerinin kontrolü altında idi. Osmanlı borçlandıkca, borçlarını kapatmak için Galata Bankerlerinden daha yüksek faizle borç almak zorunda kalıyordu. Bunun böyle gitmeyaceği anlaşılıyordu. Sonunda Voyvoda caddesinde Sultan A.Aziz Hanın ortanca oğlu Şehzade Yusuf İzzet ismine bir han alınıyor ve burada para alınıp satılmaya başlanıyurdu. Ecnebi memleketlerde tahsil görmüş bir kısım Avukat ve mali müşavir de bu alım satım işine mesleki münasebetleri vesilesi ile katılıyorlardı. Şehzade Yusuf İzzettin ( 1857- 1916) Sultan A.Azizin oğlu ve saltanat varisiydi. Avukat Ali Haydar Bey yirmiyıl önce Miltiadi Karavokiros isminde ve o zamanlar seksen-beş yaşlarında olan bir üstat dan duymuştu. Tüm bu olaylarda ecnebi avukatların rolü bulunmuştu. Şehzade Yusuf İzzet Han içindeki avukatlık yazıhaneleri dahi kumpanyalara çok yakın olmuştu. Babası Sultan A.Aziz gibi iki bileğini nabzı üzerinden kesememişti. Tek bileği nabzı üzerinden kesilerek intihar süsü verilmiş Sehzadenin ismini taşıyan han. Yusuf İzzet Han .Tüm olup bitenlein şahidi idi. Yıldız Sarayında-Malta Köşkü Sultan A.Azizin 3 Haziran 1876 tarihinde şüpheli öldüğü mekan. Günümüzde Restoran olarak kullanılmakta. Avukat. Yanyalı. Yanyalı Avukat. Kadılıktan yetişmiş Avukat. Gür söyleyen ve tok sesli Avukat. Yıldız Sarayında. Malta Köşkünde. Çadır Altında. Sultan.A.hamid’in gözleri önünde yapılan mahkemedeki müdafaası ile meşhur avukat. Mehmet Şehri Efendi. Yazıhanesi Voyvodina caddesinde olmayan avukat. devam edecek
Posted on: Fri, 28 Jun 2013 17:58:29 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015