CASIYE 18. “Sonra ey Muhammed! Seni de din konusunda bir - TopicsExpress



          

CASIYE 18. “Sonra ey Muhammed! Seni de din konusunda bir şeriat sahibi kıldık, ona uy; bilmeyenlerin heveslerine uyma.” Sonra onların ardından, seni de ey peygamberim emirden, dinden bir şeriat üzerinde kıldık. Yani seni de bir yol, bir usul, bir çığır, bir sistem, bir yöntem, bir hayat tarzı, bir şeriat üzerinde kıldık. O halde sen de ona tabi ol! Şeriat; Kitap ve sünnetle ortaya konan hayat programıdır. Şeriat, yeryüzünde yaratıcı tarafından ortaya konmuş ve kulların tümünün tâbi olması gereken bir yol, bir sistemdir. Çünkü bu yolu, bu sistemi, bu yaşam biçimini göklerde ve yerlerde yegâne hâkimiyet sahibi olan, göklerde ve yerlerde ne varsa hepsini yoktan var eden Allah koymuştur. İşte Rabbimiz, bilgisi, hikmeti ve hâkimiyeti gereği sizin için bir şeriat koymuş, sizin için bir yol tayin etmiştir. Sizden önceki peygamberlere, Nuh’a, İbrahim’e, Mûsâ’ya ve Îsâ’ya din olarak, şeriat olarak emrettiği şeyleri size de açıklayıp kanun yapmıştır. O peygamberlere ve onların toplumlarına yasa olarak belirlediği, yapın ve yapmayın buyurduğu şeyleri, sizin için de kanun yaptık, diyor Rabbimiz. Bizden önceki toplumların ve peygamberlerin her birine yeni bir şeriat vermişti. Kendilerine yeni bir şeriat verilmeyen öteki peygamberler ise, bunların şeriatlarını tebliğle görevlendirilmiş peygamberlerdir. Kur’an’ın başka yerlerinde görüyoruz ki, Rabbimiz tüm peygamberlerine kendilerine gönderdiği şerîatine uymalarını, sadece ona tâbi olmalarını, onu hayata hakim kılmalarını emretmiştir. “O peygamberlere, hak dinin, İslâm dininin emir ve yasaklarını yerine getirin! Bu hususlarda ayrılığa düşmeyin,” diye emrettik. “Yani Hz. Adem’den bu yana tüm peygamberlere gönderilen bu dinin asılları konusunda, Allah’ın varlığı ve birliği, sadece Allah’a ibadet konusunda, kitaplara, peygamberlere ve âhiret gününe iman konusunda tefrikaya düşmeyin ve onu koruyup yaşatın,” diye emrettik. Şûrâ sûresinde de Rabbimiz bu hususu anlatırken şöyle buyurur: “Allah, Nuh’a buyurduğu şeyleri size de din olarak buyurmuştu.” (Şûrâ 13) Rabbimiz, “öncekilere yaptığımız gibi sizin için de bir şeriat koyduk,” buyuruyor. Şeriat, takip edilen yol, üzerinde yürünülen yol ve hayat programı, uyulması gereken anayasa demektir. “Teşrî” anayasa; “şârî” de yasa koyucusu demektir. Şârî, yâni yasayı koyan Allah’tır ve Allah’ın koyduğu bu yasanın adı da şeriattır. Bundan önceki âyetlerde kâinatta yegâne velinin Allah olduğu, kulları adına karar verme konusunda, ihtilafları halletmesi ve hükmetmesi konusunda tek mer-cînin kendisi olduğu anlatılmıştı. İşte burada da Rabb, İlâh, velî ve ha-kim olarak koyduğu anayasadan söz ediyor. Sonra da, “dini ikame edin, dini ayağa kaldırın,” diyor. “Din bir hayat programı, bir yaşam biçimidir. Din, bir toplumun uymak zorunda olduğu kanunlar manzumesidir. Bu mânâda komünizm, kapitalizm, sosyalizm ve demokrasi de bir dindir. Bunlar, insanların ortaya attıkları bâtıl dinler ve sistemlerdir. Kâfirûn sûresindeki, “De ki, “ey kâfirler! Sizin dininiz sizin, benimki de benim olsun!” âyeti bunu anlatır. Rabbimiz önce “ey kâfirler!” dedi, sonra da “sizin dininiz sizin olsun,” dedi. Peki kâfirin dini var mıdır ki, Rabbimiz böyle buyurdu? Elbette dinsiz, yani kanunsuz, yolsuz, sistemsiz bir toplum düşünmek mümkün değildir. Öyleyse bunun mânâsı, sizin kanunlarınız, sizin sisteminiz sizin olsun, benimki de benim olsun, demektir. Yine Yusuf sûresinde, “Kralın dinine göre kardeşini alıkoyması Yusuf’a yakışmazdı” âyet-i kerimesinde anlatılan kralın dininden maksat da, kralın sistemi ve o toplumda yürürlükte bulunan kralın ceza kanunlarıdır. Öyleyse Allah kanunlarını, Allah ya-salarını, Allah’ın ceza kanunlarını uygulayan bir toplum Allah’ın dininde, başkalarının kanunlarını, başkalarının ceza yasalarını uygulayan toplum da kanunlarını uyguladığı kimselerin dinindedir. Zümer sûresindeki, “Dikkat edin, hâlis din, (katışıksız din) Allah’ın dinidir.” âyeti de bunu anlatır. Başkalarının dini de vardır, ama onlarınki katışıklı bir dindir. Yâni hayatın bazı bölümlerine Allah, öteki bölümlerine de başkalarının kanunları karışır. “Allah katında gerçek din Allah’ın dinidir.” âyetinde de ifade edildiği gibi, hayatın tümüne karışan din, Allah’ın dinidir. Allah diyor ki, “dini ayağa kaldırın, dini ikame edin!” Yâni toplum hayatının her bir biriminde Allah’ın dini hakim olsun. Hukukta, ekonomide, siyasette, kılık-kıyafette, eğitimde ve hayatın her bir kademesinde Allah’ın arzuları hakim olsun. Bundan anlıyoruz ki, Allah’ın dinini, Allah’ın bu şeriatını sadece yaşamak, onu başkalarına tebliğ etmek yetmemektedir. Ayrıca onu ayağa kaldırmak, toplumda o kuralları uygulamaya koymak zorundayız. Bir adam için, “O devletini kurmuştur, hükümetini ikame etmiştir” demek, o kişinin sadece kafasındaki devlet modelini çevresine an-lattığı ve halkın da onun kafasındaki bu hükümet modelini beğendiği anlamına gelmez. Ya ne anlama gelir? O kişi bulunduğu ortamda ka-fasındaki hükümet modelini bütün kurumlarıyla işletmeye başlamış, o ülkedeki toplum da onun yasalarına tâbi olmuş, mahkemeler kurulmuş, idari kurumlar onun emrine bağlı olarak işlemeye başlamış demektir. İşte ikame bu anlamadır. Nitekim Rabbimiz: “Namazı ikame edin,” buyurur. Bu emirden sadece namaza çağrıda bulunmak ve onu insanlara tebliğ etmek anlaşılmaz. Bu emirden, namaz ortamı hazırlamak, namazın önündeki barikatları kaldırmak ve tüm mü’minlerin bütün şartlarına uygun bir biçimde namazı kılmaları ve toplumda uygulamaya başlamaları anlaşılır. Öyleyse dinin ayağa kaldırılması da dinin tam anlamıyla toplumda uygulanmasını, toplumun her alanında dinin emirlerinin geçerli olmasını, dinin bütün kurumlarıyla birlikte yaşanmasını, hayatın her kademesinde hakim olmasını ve toplumun her probleminin dinin emirleri istikâmetinde çözümlenmesini sağlamak anlamına gelecektir. Bu âyet-i kerimeden peygamberlerin şu iki vazifeyle görevlendirildiklerini anlıyoruz: 1. Allah’ın dininin hakim olmadığı toplumlarda Allah’ın dinini hakim kılıp ayağa kaldırmak, 2. Eğer toplumda Allah’ın dini hakimse onu ayakta tutmaya devam etmektir. Peygamber yolunun yolcusu olan bizler de işte bu iki görevle görevliyiz. Âyet-i kerimeden anlıyoruz ki, mutlak sûrette hayata hakim kı-lınsın, toplumun hayatında uygulanarak ayağa kaldırılsın diye Rab-bimizin elçilerine ve onlar vasıtasıyla bize gönderdiği din, tüm peygamberlerde aynı dindir. Bu peygamberlerin şeriatlerinde farklılıklar olsa da, temelde dinleri aynı dindir. Bu dinin adı İslâm’dır, hepsinin adı Müslüman’dır ve hepsinin dini temelde aynı dindir. Rabbimiz, hep-sine de bu dini hakim kılıp ayağa kaldırmayı emretmektedir. Eğer bu dinin şeriatı, bu dinin yasaları, bu dinin emirleri hayata hakim kılınıp toplumun tüm problemleri onunla çözümlenecek hale getirilmezse, ya da insanlar bu dine inanır ama o dinin şeriatı reddedilecek olur, yani dine inanılacak ama onun hükümlerinin uygulanması reddedilecek olursa, o zaman Allah korusun St. Paul’un şeriatsız bir din ortaya koyarak Hz. Îsâ’nın dinini ortadan kaldırdığı ve de Hz. Îsâ’nın ümmetini sonunda dinsiz bıraktığı gibi, bu din de, bu dinin mensupları da yok olup gidecektir. Şeriat, dinin hayatta uygulanma şeklidir. Hayatta uygulanmayan bir din de yok olmaya mahkum olacaktır. Bu dinin mensupları ol-duklarını iddia eden Müslümanlar da sonunda bu dinin sadece vicdanlara hapsedilen, hayatta uygulanırlılığı olmayan bir takım kuru ah-lâkî kurallar manzumesi olduğunu zannederek, hayatta uygulanan başka dinler, başka şeriatlar, başka sistemlerin varlığını kabul ederek dinleriyle ilgileri kalmayacaktır. İşin acısı, Müslümanlar olarak kendilerini izâfe ettikleri din de Allah’ın dini olmaktan çıkacaktır. Zira Allah âyet-i kerimesinde son derece açık bir biçimde şöyle buyurur: “Benim dinimi ikame edin, benim dinimi uygulayarak ayakta tutun. Uyguladığınız, hayatınıza hakim olan din benim dinim olsun. Hayata geçirilmiş din, benim dinim olsun. Değilse sizler benim dinimde değil, başkalarının dinindesiniz demektir.” Bunun yanında, sadece Allah’ın belirlediği yasalara şeriat den-mez, Allah’tan başkalarının yasalarına da şeriat denir. Bakın yine Şû-râ sûresinde şöyle buyurulur: “Yoksa, Allah’ın dinde izin vermediği bir şeyi onlara meşru kılacak ortakları mı vardır? Eğer kesin yargı bu-lunmayacak olsaydı aralarında hemen hükmedilirdi. Doğ-rusu, zalimlere can yakıcı azap vardır.” (Şûrâ 21) İnsanlar kendilerine Allah’la beraber, ya da Allah berisinde Allah’ın kendilerine izin vermediği konularda onlara din koyacak, şeriat belirleyecek ortaklar mı bulmuşlar? Onların Allah berisinde, Allah’ın dışında hüküm, kanun koymada, din, hayat programı belirlemede, şe-riat va’z etmede Allah’a ortak kabul ettikleri bir kısım varlıklar mı vardır ki, onların koydukları kanunlara itaat etmeye çalışıyor, onların belirledikleri yasaları uygulamaya çalışıyorlar? Allah’tan başka onların Allah’a ortak koştukları bir kısım şerikleri, şürekâları mı vardır ki, onların ortaya attıkları akidelere, nazariyelere iman ederek onlara riâyet etmeye çalışıyorlar? İnsanların böyle din koyan, yasa belirleyen şerikleri mi var ki, kişisel ve toplumsal hayatlarını düzenlemede onların dinlerine, onların şeriatlerine, yasalarına müracaat ediyorlar? Hukukta, eğitimde, siyasette, yönetimde, mahkemelerde hep onların kanunlarını esas almaya çalışıyorlar. Bakın Rabbimiz, âyet-i kerimede bunların ortaya atıp insanlara empoze ettikleri kanunlarına, yasalarına, sistemlerine ve hayat programlarına da din diyor. “Onlar, Allah dini dururken size din mi koyuyorlar,” buyuruyor. Dikkat ederseniz, önceki âyetlerde Rabbimiz kulları için şeriat belirlediğini anlatmıştı. Kur’an’daki emir ve yasaklarının pratik hayatta uygulanması adına kullarına şeriat belirlediğini ve bu konuda sadece kendisinin yetkili olduğunu, kendisinden başka hiç kimsenin şeriat, din belirlemeye ve yasa koymaya hak sahibi olmadığını anlatmıştı. Burada da Rabbimiz, kendisinden başka şeriat belirleyen, kanun, ya-sa koyan kimseleri ve bunların koydukları dinlere, bunların ortaya at-tıkları şeriatlere tâbi olan müşrikleri anlatıyor. Yani bu insanların Allah’tan başka Rabbleri mi var ki onlara din belirlemeye kalkışıyor, on-lar adına hayat programı tespit etmeye kalkışıyorlar?! Allah’ın izin ver-mediği şeyleri onlara meşrû mu kılmaya çalışıyorlar!? Allah’ın kulları adına tanzim buyurduğu kanunları bırakarak, diledikleri gibi insanlara, Allah kullarına kanun yapmaya kalkışıyorlar, öyle mi!? Allah’ın haram kıldığı şeyleri helâl kılarak, Allah’ın helâllerini de haram kılarak şeriat koyuyorlar, öyle mi!? Kendilerini şârî görüyor, teşrî hakkının kendilerinde olduğunu mu iddia etmeye kalkışıyorlar!? “Hâkimiyet bizdedir” diyorlar, öyle mi!? “Ey kullarım! Şunu hiç bir zaman hatırınızdan çıkarmayın ki, böyle yaparak, Allah’ın izni olmadığı halde, Allah’ın kanunlarını, Allah’ın şeriatını görmezden gelerek yeryüzünde şeriat belirlemeye, kanun koymaya çalışan bu tür tâğutların şeriatlerini, onların kanunlarını uygulamaya çalışanlar, gerçek Rabbleri olan Beni bırakıp, Benim dinimden çıkıp, bu şeriatleri ortaya koyanları Rabb kabul edip, bunları sanki Benim ortaklarımmış gibi kabul edip bu kimselere kulluk etmeye çalışan kimselerdir. İnsanların ortaya attıkları tüm sistemler, tüm kanunlar, şeriatler, tüm hayat programları bilesiniz ki Allah’ın dininin kar-şısında ortaya atılmış birer yeni dindir. Onlar nasıl ki Allah’ın izni olmadan, Allah’ın dinine rağmen bu dinleri ortaya koyarak küfretmişlerse, Allah’ın izni olmadan onlara uyanlar, onların bu hayat programlarını uygulayanlar da, aynen onların dinlerine uymuş ve şirke düşmüş kimselerdir.” Âyet çok açık ve net bir biçimde bize bunu anlatır. Kanun koyanlar için de, şeriat belirleyenler için de, Allah dinini, Allah şeriatını bırakıp da insanların belirledikleri bu şeriatleri uygulamaya çalışanlar için de bu öyle büyük bir suç ki, eğer fasıl kelimesi ol-masaydı, Allah onların tamamının defterini dürerdi. Fasıl kelimesi; ya-ni azabın belli bir süreye kadar ertelenmesi sözü, Allah tarafından e-zelde verilmeseydi, onların işi bitikti. Eğer Allah sevap ve cezanın âhi-ret günü açıklanacağına, her şeyi kıyâmet günü açıklayıp ortaya dökeceğine, haklıyı ve haksızı, hak yolda olanı ve bâtıl yolda gideni kıyâmet günü açıklayıp aralarında kesin hükmünü o gün vereceğine dair söz vermemiş olsaydı, bu kâfirlerin defterleri çoktan dürülmüş o-lurdu. Eğer Rabbimiz bu kâfirlerin defterlerini dünyada dürüp, mü’-minlerin de haklılığını dünyada ilân edip mükafatlarını dünyada verseydi, o zaman araları kesinlikle ayrılacaktı. Hakla bâtılın, haklıyla haksızın arası ayrılacaktı. Her şey ortaya dökülecekti. Ama Allah böyle murad etmemiştir. Bu, bu dünyada değil öbür tarafta olacağı için, bu müşrikler şu anda bu şirklerine rağmen yaşama imkânı bulabilmektedirler. Şimdilik yaşasınlar bakalım, pek yakında başlarına nelerin geleceğini anlayacaklar! Rabbimiz, peygamberine ve onun şahsında bize diyor ki, “size takip edeceğiniz bir yol, bir şeriat, bir hayat tarzı belirledik. Siz ona uyun ve kesinlikle bilgisizlerin hevâ ve heveslerine uymayın. Allah’ın şeriatını tanıyan, Allah’ın yolunu bilen birisinin başkalarının şeriatına uyup tâbi olması kesinlikle mümkün değildir. Ama Allah’ın şeriatını bil-meyen, tanımayan kişi, ya kendi hevâsına, ya da başkalarının hevâ ve heveslerine uyacaktır. Çevremizde bir tek insan bile kalmasa, toplum bizden farklı şeyler istese de, biz yine de Rabbimizin yasalarına uymak, onlar istikâmetinde bir hayat yaşamak zorundayız; âyet-i kerime bize bunu anlatıyor.
Posted on: Thu, 22 Aug 2013 22:48:39 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015