Camiler haftasında KENDİ GÖK KUBBEMİZ Deha20 | Denizli nin - TopicsExpress



          

Camiler haftasında KENDİ GÖK KUBBEMİZ Deha20 | Denizli nin En İyi Gazetesi- Şerif KUTLUDAĞ 4 Eylül 2013 İslâm ülkelerinde durum nedir bilmiyorum fakat, Türk edebiyatının dün, bugün, yarın çizgisinde yazılabilen en muhteşem câmi şiiri olarak Yahya Kemal Beyatlı’nın “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” şiirini görürüm ben. Ne zaman okusam bu şiiri, içim işçime sığmaz olur: Duygulanırım, onurlanırım, gururlanırım. İçinde bulunduğumuz “Câmiler Haftası”na da bu güzel şiiri vesile eyleyerek bakmak istiyorum. “Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati, Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan, Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan…” Dediği gibi Yahya Kemal’in, tarihi hüviyeti olan her bir yapı; kervansaray, han, hamam, illâ ki câmiler tarihi kimliğiyle alır götürür bizleri, yalnızca tarihin değil, duyguların da sırlı derinliklerine. Anadolu Selçuklu ve Anadolu Beylikleri döneminde yapılan câmiler genellikle ahşaptır; kiremit örtülü ya da düz çatılıdır. Bir anlamda camiler tıpkı Anadolu Selçuklu Devleti gibi, bize ait kiremitli evler veya konaklar gibidir, sadedir: Ankara’da Aslanapa, Beyşehir ve Afyon vb şehirlerdeki Ulu Camiler misali. Osmanlı Devletinin genişlemesine eş olarak camilerimiz de genişlemeye başlamıştır. Bursa’daki Ulu Cami sanki Osmanlının çoğulcu yapısının ön bir habercisi gibi çok sayıdaki yarım kubbelerle örtmüştür cemaatini. Ne zaman ki, İstanbul gülzâr eylenmiştir; sanki tevhidin ve ülkedeki birliğin bir ifadesi olmak üzere tek bir kubbeyle yapılır olmuştur câmiler. Devletin egemenlik alanı genişledikçe câmilerin mekânları genişlemiş, ekonomisi güçlendikçe sütunları yükselmiş, kubbelerin çapı genişlemiştir. Bu anlam derinliğine işareti yine Yahya Kemal’in mısralarında buluruz Süleymaniye’de Bayram Sabahı’nda: “Kubben altında bu cumhûra bakarken şimdi, Senelerden beri rüyâda görüp özlediğim Cedlerin mağfiret iklîmine girmiş gibiyim. Dili bir, gönlü bir, îmânî bir insan yığını…” Görüyor varlığının bir yere toplandığını; Evet, Osmanlıyı kaybetmekle sadece yedi yüz yıllık bir cihan devletini değil, Anadolu’daki dokuz yüz yıllık varlığımızın büyük devlet ve büyük millet olmayla ilgili mânâsı ve özünü de kaybettik. Türkiye Cumhuriyetimizin kuruluşundan itibaren tarihimizde olmadığı kadar hayatın her alanıyla ilgili yokluklar ve sıkıntılı dolu bir süreci yaşadık. İşte o sıkıntılı süreçte yapılan mescit ve camilerimiz de tek katlı ve ahşaptı. Mütevazı varlıklarıyla milletin yaşadığı sosyal süreci sanki onlar da paylaşıyorlardı. Ne zaman ki, sanayisi, ticareti ve varlıklarıyla insanımız ayakları üstünde durmaya başladı, camilerimizin mimarisi de değişmeye başladı: Tıpkı Anadolu Selçuklu’sundan sonra Osmanlının büyüme sürecinde olduğu gibi camilerin mekân alanı ve kubbeler genişlemeye, minareler yükselmeye başladı. Bu bağlamda meseleye baktığımızda -çeşitli mimari eksikliklerine bağlı şikayetlere rağmen- insanımızın son dönemlerde Osmanlıyı taklit eden cami mimarisiyle dillendirmeye çalıştığı duygular bilinç altında saklı olan büyük devlet ve büyük millet olmayla ilgili millî bir şuurun uyanışının tezahürüdür. Bu uyanışın ifadesi de yine büyük şâirimizin mısralarında dile getirilmektedir: “Ulu mâbedde karıştım vatanın birliğine. Çok şükür Allaha, gördüm, bu saatlerde yine Yaşayanlarla beraber bulunan ervâhı. Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabahı…” Bu vesileyle, hayırlara vesile olması dilekleriyle, yeni Müftümüz Veysel Çakı’ya”Hoş geldiniz!..” derken onun şahsında bütün din görevlilerinin Câmiler Haftası’nı kutluyorum efendim. Muhabbetle…
Posted on: Sat, 05 Oct 2013 04:49:19 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015