DERSHANE MESELESİ Hasan KARAKAYA Konu hakkındaki - TopicsExpress



          

DERSHANE MESELESİ Hasan KARAKAYA Konu hakkındaki makaleleri: Hasan bey kendi uslubuyla 15 günden beri bu konuyu işliyor. Tabii gelen küfür ve hakaretlere o seviyede cevap vermiyor. Yaşlı kurt gaza gelmiyor ama olaylarI ibret aynasından işlemeye çalışıyor. Okumaya değer. Tam iki saatimi verdim ve inceledim… Hayrettin TURAN 1.MAKALE Hükümet-Cemaat gerilimi.... Mesele, sadece dersane mi? 16 Kasım 2013 Cumartesi 00:14 . Zaman zaman “Cemaat mensubu” arkadaşlar ararlar ve o günlerin “kritik konu”ları hakkında derler ki; “Abi, sen bir Akil Adam’sın... Herhangi bir tarafı kayırmak yerine, haklı bulduğunun yanında yer al, diğer tarafı da ikaz et... Aramızda hakem ol... Kantarın topuzunu kim kaçırıyor ise, uyar.” Ben de bunu yapıyor ve merak ediyorum, “dersaneler” üzerinden yürütülen “kavga”da kim haklı, kim haksız?.. Ve problem, sadece “dersane”lerle mi sınırlı?.. Dahası; dersaneler “İslâmi bir mesele” midir ki, Fethullah Hocaefendi bu konuya “müdahil” oldu ve “Hükümeti itham edici ifadeler” sarfetti?.. Öyle ya; “28 Şubat süreci”nde, “İslâm’ın emri” olan “başörtüsü” için “furuat” diyen bir Hocaefendi, bugün “ticari” bir konu olan “dersaneler” meselesinde, niye bu kadar üzülüyor, kendisini sevenlere niye “hacet namazı” kılma çağrısında bulunacak kadar celalleniyor?.. EĞİTİM, DERSANE DEMEK Mİ? Efendim, olayı biliyorsunuz... Milli Eğitim Bakanlığı, “dersaneler”le ilgili bir “düzenleme” yapmak ve durumları müsait olanları “özel okula dönüştürmek” gibi bir çalışma yürütüyor... İşte bu çalışma, önceki günkü Zaman gazetesinin manşetinde, “Eğitime büyük darbe” başlığı ile verildi. Ne yalan söyleyeyim, Zaman’ın, haberi bu şekilde sunmasını yadırgadım... Öyle ya; “Eğitim” demek, “dersane” demek midir?.. Eğitimde “esas” olan, “asıl” olan “okul”lar değil midir?.. “Dersane”lerle ilgili düzenleme yapmak niye “eğitime darbe” olsun ki?.. Ne yani; “Dersaneler” olmadan önce “eğitim” yok muydu?.. Bu, bazı “Atatürkçü geçinenler” ve “Atatürk’ten geçinenler”in; “Atatürk olmasaydı, biz de olmazdık” demesi kadar abes bir mantıktır!.. “Eğitim”in var olabilmesi madem ki “dersane”lere bağlıdır, o zaman kapatalım “okul”ları, yurdun dört bir tarafını “dersane”lerle donatalım... Uzun lâfın kısası; “Dersane”ler olmadan önce de “okul”lar vardı ve okullar, “eğitim” için “tek şart” değilse de, “görmezden gelinecek bir şart” da değildir!.. Hâl böyleyken; Önce Zaman’ın, sonra da Fethullah Gülen Hocaefendi’nin, bu “ticari” konuyu, bir “ölüm-kalım meselesi” olarak görmesi ve bu konu üzerinden “Hükümet’le kavga”yı göze alması anlaşılır şey değildir. “Dersane dernekleri”nin hop oturup-hop kalkmalarını anlarım... Nihayetinde, işin içinde “cukka” var... Ama, Fethullah Hocaefendi’nin, “Hükümet’le karşı karşıya gelme” pahasına, “tutuklu generaller” için “Yaşlı-başlı adamların orada hesap verdiğini görünce benim ciğerim yanıyor” derken; “Hükümet’in dersaneleri kapatacağı iddiaları” üzerine “Sabır çok önemli... Firavun aleyhinizde ise, Karun aleyhinizde ise, isabetli bir yolda yürüyorsunuz demektir” şeklinde konuşması ne anlama gelir, yorumunu sizlere bırakıyorum... “HOCA” OLARAK SEVERİZ AMA! Açık ve net söyleyeyim; “Fethullah Gülen Hocaefendi’yi sevenler, onu “Hoca” olduğu için seviyorlar... Hocaefendi’nin “siyasi ve ticari bir figür” olarak ortaya çıkması, en başta “Hocaefendi’nin imajı”na zarar verir!.. “Dersanelerin kapatılması” diye bir şey yok ama, velev ki böyle bir çalışma var; peki bu, bir “ölüm-kalım meselesi” midir?.. “İslâmi bir kişiliği” olan Hocaefendi’nin, “ticari ve siyasi” konularda sürekli açıklamalar yapması, ne kadar doğrudur?.. Bu “çıkış”ları, kendisine duyulan “muhabbet”i artırır mı, azaltır mı?.. Uzun lâfın kısası; Fethulah Hocaefendi’nin, bir “Hoca” olarak “dini konular”la değil de, “siyasi ve ticari konulardaki tartışmalar”la gündeme gelmesi veya getirilmesi, “Hocaefendi’nin yıpranması”na yol açar ki, ben de buna üzülürüm... Üzülmekle kalmaz, eleştiririm!.. ÖZEL SOHBETİ KİM SIZDIRDI? Daha önce de dediğim gibi; Mesele, sadece “dersaneler”le sınırlı kalsa yine iyi... Ama, problem “daha derinlerde” gibi geliyor bana... Hayır, “eski meseleler”e girmeyeceğim... Ama, “Bülent Arınç’ın sitemi”ne, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın da “üzülmesine” yol açan şu “son olay” üzerinde biraz durmak istiyorum... Olayı, az-çok biliyorsunuz... AK Parti, 15 gün önce, yani 1-2-3 Kasım tarihlerinde Kızılcahamam’da “kamp”a girdi... Burada; “istişare”ler yapıldı, sorusu olanlara cevaplar verildi... “Toplantının basına açık bölümü” olduğu gibi, “basına kapalı bölümleri” de oldu... Basına kapalı bölümlerde, daha çok “parti içi konular”, daha doğrusu “aile içi konular” konuşuldu... Çoğu, “özel” konulardı ve bunları “kamuoyunun bilmesi” gerekmiyordu... Ne var ki; o toplantıda bulunup da, “aile içi sohbet”i duyan bir veya birkaç AK Parti milletvekili, resmen ve alenen “köstebek” gibi hareket etti ve toplantıda konuşulan “kızlı-erkekli öğrenci evleri” meselesini Zaman’a ve “onlara yakın” gazetecilere “sızdırdı!” Evet, sızdırdı!.. Ama, yine de, “Zaman ve diğer iki gazete”de çıkan haber, aslında hiç kimsenin dikkatini çekmemişti. ETİKÇİ-TETİKÇİ! Ne var ki; Zaman’ın 4 Kasım günü verdiği haber, ertesi günkü, yani 5 Kasım günkü Taraf’ta, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın fotoğrafı da kullanılarak; “Öğrenci evine girdi, ortalık karıştı” şeklinde sunulunca, ortalık gerçekten karıştı. Ama, bitmedi... “Etikçi” görünenlerin “tetikçi”liğine soyunan Taraf, 6 Kasım günü de şu manşeti verdi: “Başbakan artık anayasal sınırı aştı.” Yine bitmedi.. “Etikçilerin tetikçiliği”ni devam ettiren Taraf, bu defa da, Ergun Özbudun’un sözlerini manşete taşıyarak; yine Erdoğan’ı hedef aldı ve “Yüzde 100 yaşam tarzına müdahale” başlığını kullandı. Daha fazlasına girmiyorum... Ama merak ediyorum; “aile içi sohbet”i Zaman gazetesine “servis” eden “köstebek” veya “köstebekler” acaba, Taraf’ı da arayıp; “Tavşana kaç, tazıya tut” taktiğiyle, “Saldır Co” talimatı mı verdiler?.. Sadece merak ediyorum... CİHAN DA DEVREDE! Merak ettiğim bir husus da şu: Tamam, Taraf gazetesinin Zaman veya “cemaat”le “organik bir bağı” yok ama Cihan Haber Ajansı’nın var... Cihan Haber Ajansı, 12 Kasım 2013 tarihinde ve saat 09.40’ta; “Din İşleri Yüksek Kurulu: Mesken hakkı dokunulmazdır” başlıklı bir haber geçti... “Erdoğan’ı hedef alan haber”in ayrıntısı özetle şöyleydi: “Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın öğrenci evlerinin denetimi konusunda yaptığı açıklamaya Diyanet fetva vermedi. Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu, İslam hukukuna göre kişinin mesken hakkının olduğunu ve dokunulmazlığının bulunduğunu bildirdi.” Sonradan anlaşıldı ki; “Diyanet’in fetvası”nın, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın sözleri ile hiçbir ilgisi yoktur... Din İşleri Yüksek Kurulu’nun verdiği fetva; bir vatandaşın “İslam hukukuna göre devletin ev denetleme yetkisi var mıdır?” sorusuna verdiği cevaptan başka bir şey değildir. Ama, Cihan Haber Ajansı, her ne hikmetse, “Diyanet fetvası”nı Başbakan Erdoğan’la ilişkilendirmiş ve böylece, herhalde “kavgada tuzum bulunsun” demek istemiştir!.. NEREDE HOŞGÖRÜ? Söyleyin Allah aşkına; Hükümet’i “ard niyetli” olmakla itham eden insanların bu “çarpıtma”larının “iyi niyetle” bağdaşır bir yanı var mıdır?.. Sözün özü; Herkesin bildiği ve gördüğü gibi, “Hükümet” ile “Cemaat” arasında “maalesef” bir “kavga” vardır ve bu kavga, çeşitli vesilelerle ortaya çıkmaktadır... Bu kavga, elbette “her iki tarafı” da yıpratır... Ama, şu da bilinmeli: “Tutuklu komutanlara üzülmek”, hiç kimseye yarar sağlamaz!.. Ve ayrıca; onlara “hoşgörü” gösterilirken, Hükümet’e yönelik bu “hiddet” niye diye sorulur. Öyle zannediyorum ki; bu mesele, sadece “dersane” meselesi değil... Siz hâlâ anlamadınız mı?.. Diyarbakır’daki “tarihi buluşma”ya, kim neden karşı? Hem, “komşularla sıfır sorun” politikası uygulayan Hükümet’e; “komşularla sıfır barış” diye yükleneceksin, hem de bugün Diyarbakır’da buluşacak olan Tayyip Erdoğan ve Mesut Barzani’nin görüşmesine karşı çıkacak ya da “Barzani’nin kendini kullandırttığını” iddia edeceksin!.. Söylesene arkadaş, sen kimden yanasın?.. “Çözüm Süreci’nin devamı”ndan, yani “barış”tan yana mı, “savaş lobi-leri”nden yana mısın?.. Erdoğan’ın Barzani ile görüşecek olması, bir “boyun eğme” değil, tam aksine “Türkiye’nin kendine güveni”nin işaretidir. Bu “buluşma”yı “çözüm sürecine destek” olarak değil de; bir “seçim yatırımı” olarak görmek, sadece ve sadece “paranoya”dır, “hedef saptırma”dır, “komplo teorisi”dir... Daha da açıkçası, “kıskançlık”tır!.. Söyleyin Allah aşkına, Kürt sanatçı Şivan Perver’in “37 yıllık hasret”inin bitip, “toprağı ile buluşacak” olması da mı bir “seçim yatırımı”dır?.. Kıskanmayın n’oolur, Çalışın, sizin de olur!.. 2.MAKALE 10 yılda Hocaefendi mi değişti, Hükümet mi? 17 Kasım 2013 Pazar 11:35 . “Dershane tartışması” gündeme geldiğinden bu yana arkadaşlarla konuşuyoruz... Bir arkadaşımız, şöyle bir soru attı ortaya: “İslâmi terbiye dershanede mi daha iyi verilir, yoksa okulda mı?” “Elbette okulda” dedi arkadaşlardan biri ve sebebini de şöyle açıkladı; “Muhafazakâr bir öğretmen; dershanede, nihayetinde 2-3 saat ilgileniyor öğrenciyle... Ne kadar İslâmi terbiye verirse versin, o öğrenci ertesi gün okula geliyor... Dershanede kazandığı hassasiyetleri, hele de Gezi’ci bir hocası varsa silip götürüyor... Oysa, dershaneler okul olursa, hocalar muhafazakâr olacağından, daha iyi hizmet verir.” Çok doğru bir tesbit... O halde; “Zaman gazetesi”nin başını çektiği, sonunda Fethullah Hocaefendi’yi de işin içine dahil ettiği grup; niye “dershaneler kapatılıyor” diye bağırıyor ve konuyu, “eğitime büyük darbe” diye niye saptırıyor?.. KAPATMA YOK, DÖNÜŞÜM VAR Hele de, ortada “kapatma” diye bir amaç ve çalışma yokken!.. Malûm; Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, çalışmanın özünü şöyle açıkladı önceki gün; “Bizim burada yapmak istediğimiz, dershanelerin dönüşmesinin önünü açmak, dershanelerin, özel okullara dönüşmesi ve bu yönde hizmet vermesini sağlamaktır... Özel okula dönüşünce de bunların desteklenmesi ve bazı öğrencilerin özel okullarda okuması halinde onlara destek sunulması, dershaneler de görev yapan öğretmenlerle alakalı tedbirler alınmasını içeren bir dizi yardımı da barındıran bir adım atıyoruz esasında. Onun için, bu bir dönüşüm projesi dersek daha iyi olur. Türkiye’nin her yerinde bugün özel okullar, özellikle büyük yerleşim yerlerinde var. Biz bu okulların artması ve özel eğitim veren kurumların çoğalmasından da memnuniyet duyarız. Esasında bu konuda atılacak adımlar bunu da güçlendirecektir.” Ne ilginç değil mi; Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın açıkladığı, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın da üstüne basa basa vurguladığı bu proje, “yeni” değil, “2002’den yana gündemde olan” bir projedir... Dahası, bu proje “10 yıl önce” açıklandığında, “yabancı ajanslar” bu haberi şöyle duyurmuşlardır: “Hükümet, cemaatin dershanelerini özel okula dönüştürüp, bu yolla onlara para aktaracak!” Neredeen, nereye?.. Dün, “yabancı ajanslar” tarafından “Cemaat’e para aktarma projesi hazırlamak”la itham edilen Hükümet, bugün, aynı “Cemaat” tarafından, “Eğitime darbe vurmak”la suçlanıyor, iyi mi?.. Burada “özür” dilemesi gereken kimdir, takdirlerinize bırakıyorum. ÇEVİK BİR’E MEKTUP Ali İhsan Karahasanoğlu kardeşim, dünkü yazısında, “birçok insanın unuttuğu” bir konuyu hatırlattı... Evet, “Zaman’ın yöneticilerinden Alaaddin Kaya’nın Çevik Bir’le olan randevusu”nu hatırlattı. Hani, o Çevik Bir’e; “Bizi Akit gibi gazetelerle karıştırmayın” dediği randevusunu!.. Peki, ne yapmıştı Alaaddin Kaya?.. Hocaefendi adına, 28 Şubat’ın önemli ismi ve de “Sincan’da yürütülen tanklar” için, “demokrasiye balans ayarı yaptık” diyen Çevik Bir’den randevu alıp; “Hocaefendi okullarını devretmeye hazır!” mesajını ulaştırmıştı... Sadece Alaaddin Kaya’nın dilinden değil... “Hocaefendi’nin kendi mektubu”yla da aynı teklif yapılmıştı... Öyle bir “mektup” ki; “övgü sınırı”nı da aşmış ve “Çevik Bir’e methiyeler” dizilmişti... Mektup, şöyle başlıyordu: “Genel Kurmayımızın çok değerli ikinci Başkanı, Sayın Komutanım; Son günlerde medyamızda yeniden gündeme gelen ve yanlışlıkla ismimle birlikte anılan okullarla ilgili olarak, şu birkaç satırla huzurlarınızı işgal edeceğim için yüksek af ve hoşgörünüze sığınıyorum... Değerli Komutanım, Kahraman ordumuzun şerefli bir mensubu ve en yüksek rütbede bir komutanı olarak takdir buyuracağınız üzere...” Hocaefendi; mektubunun devamında; Kurdukları okulların Türkiye Cumhuriyeti’nin laik yapısına aykırı bir faaliyette bulunmadığını, okulların da Türkiye adına lobi faaliyeti yapmaktan başka bir amaç gütmediğini, bu okulların zaten devlete ait olduğunu, fakat yine de istedikleri zaman okulları devlete devredebileceklerini, kendilerinin de ne zaman isterlerse okulları şereflendirip teftiş edebileceklerini nazik bir üslupla dile getiriyordu... İfade, aynen şöyleydi: “Tamamen Türk eğitim sistemine bağlı olarak faaliyet gösteren bu okullarda eğer, Türkiye Cumhuriyeti’nin laik, bağımsız ve sosyal bir hukuk devleti özelliğinin aksine bir faaliyet varsa, devletimizden önce ben, bu okulların açılmasını teşvik etmiş biri olarak kapatılmalarını teşvik ederim... Bununla birlikte, devletimiz, zaten kendisinin olan bu okulları dilediği zaman devralabilir. Kaldı ki, bu okullar zaten devletimizin olduğu için, böyle bir devirden söz etmek bile abestir... Türkiye Cumhuriyeti’ni koruma ve kollama vazifesini deruhte etmiş (üstlenmiş) şanlı ve kahraman ordumuzun seçkin ve şerefli bir mensubu ve Genel Kurmayımız’ın İkinci Başkanı olarak, ne zaman, nerede ve ne şekilde arzu buyurursanız bu okulları şereflendirebilir ve her türlü teftişi yapabilirsiniz...” Düşünebiliyor musunuz; 28 Şubat’ın, o “en tantanalı günleri”nde, yani “Allah kelâmının öğretildiği Kur’an Kursları’nın ve İmam Hatip Liseleri’nin orta kısımlarının kapatıldığı” o günlerde; Fethullah Hocaefendi, Çevik Bir’e mektup yazıyor ve diyor ki; “Devletimiz bizim okullarımızı devralabilir ya da ben, bu okulların kapatılmasını teşvik edebilirim... Ya da, istediğiniz zaman gelip, teftiş edebilirsiniz!” MÜCTEHİD(!) GENERALLER! Ali İhsan kardeşim, bu mektubu hatırlatmakla kalmıyor, Hocaefendi’nin, o “karanlık süreç”te; millete karşı “Topyekün Savaş” başlatan komutanlar için “şunları söylediğini” aktarıyordu: “Mesela şimdi onlar da şöyle düşünüyorlarsa.. biz burada milli güvenlik.. milletimizin güvenliğini şayet koruma mevkiinde bulunuyorsak.. ister gerçekten öyle olsun.. ister bizim içtihatlarımıza, algılamalarımıza göre.. şu gelişmelerde rejim için şayet bir tehlike ise.. bizim sorumluluğumuz altındadır, bunlara müdahale etmek.. Müdahale etmediğimiz zaman tarih önünde suçlu oluruz, mülahazasıyla hareket ediliyorsa.. meseleyi böyle algılıyorsa.. bana göre onlar masumdurlar. Eğer işin içinde bir hata varsa bu içtihat hatasıdır. Hatta fakihlerin mülahazasıyla da yaklaşılabilir, içtihattaki hatalar bir sevap kazandırır, isabet olursa iki sevap kazandırır mülahazası.” Görüyorsunuz ya; Millete karşı “Topyekûn Savaş” başlatan; “İmam Hatip Liseleri’nin orta kısımları ile Kur’an Kursları’nı kapatan!.. Başörtüsünü ise zorla açtıran” komutanlara karşı “bir sevap” kazandıracak kadar “hoşgörülü” ve hatta onları “İslâm müctehidi” yapacak kadar “bonkör” olan Hocaefendi, bugün kalkmış; AK Parti Hükümeti’ni “Firavun”a ve “Karun”a benzetiyor... O zaman sormak hakkımız değil mi; “Değişen ne?.. Ya da, kim değişti, nasıl değişti?” “Zulüm”lerin ve “yasadışı zorbalıklar”ın mimarları olan 28 Şubat’ın generalleri “müctehid” ama; “Katsayı zulmüne son verip, üniversiteleri Anadolu çocuklarına da açan... İmam Hatip Liseleri’nin orta kısımlarını açıp, Kur’an Kursları’nda yaş sınırına son veren... Başörtüsü yasağını, üniversitelerden sonra kamuda da kaldıran...” bir Hükümet “Firavun” ve “Karun” öyle mi?.. Söyleyin Allah aşkına; “Değişen ne?.. Değişen kim?” BU HİDDET NİYE? Dün, kurulmasını kendisinin teşvik ettiği “okul”ların; “Kapatılmasına... Devredilmesine ve de teftiş edilmesine” hazır olan bir Hocaefendi; bugün “Dershanelerin değişim ve dönüşümü”ne niye karşı çıkıyor, bunu niye “musibet” olarak görüp, “dişinizi sıkın, sabredin” çağrısında bulunuyor?.. Şu hâle bakın; Dün, “Kahraman ordumuzun şerefli mensubu” dediği “general”lerin, bugün “tutuklu” olmalarından “üzüntü” duyup; “Yaşlı başlı adamlar orada hesap verince ciğerim yanıyor benim... Elimde bir imkân olsa, onların hepsini serbest bırakırım” diyen bir Hocaefendi; Hükümet’i “Firavun” ve “Karun” olmakla suçluyor, iyi mi?.. Anlayamadığım şu: 28 Şubat’ta, “okullar”ını “generallere devretmeye” hazır olan bir Hocaefendi, bugün “dershaneler” için niye bu kadar celallendi?.. Niye bu kadar hiddetlendi?.. Var mı bir anlayan?.. Varsa, bana da anlatsın!.. ------------------------------------------------------------------------- Talimatla haber ya da iki körün hikâyesi İki “kör” vatandaşın “dolma yeme” hikâyesini bilirsiniz... Körlerden biri, diğerini; “Dolmaları niye çift çift yiyorsun” diye suçlamış... Öteki; “Ulan Allah’tan kork” demiş; “Sen kör, ben kör, nereden çıkardın dolmaları çift çift yediğimi?” Arkadaşını itham eden kör demiş ki; “Ben öyle yiyorum da!” “Dershane tartışması” çıktığından bu yana, bizim ve bazı gazetelerin “talimatla haber yaptığını” iddia eden arkadaşlar, öyle anlaşılıyor ki; bizi de “kendileri” gibi sanıyorlar... Açık ve net, biz “talimatla” haber yapmadık, yapmayız!.. Kendileri nasıl haber yapıyor, orasını bilemem... “Özür dileme” meselesine gelince... “Kavga”yı başlatıp; “Dost... Arkadaş... Kardeş” demeden “yumruk” atanlar mı “özür” dilemelidir, “kendilerini savunanlar” mı?.. Bu arkadaşlar, önce “ayna”ya bakmalı ve “nerede hata yaptık?” deyip, kendilerini sorgulamalıdırlar!.. Ben, sürekli, “Ne zaman, nereden yumruk yiyeceğim?” endişesi taşıyarak yaşayacaksam nerede kaldı arkadaşlık, nerede kaldı kardeşlik?.. 3.MAKALE Gündemdeki 2 konu: Diyarbakır’daki tarihî buluşma ve Cemaat’in başkaldır 18 Kasım 2013 Pazartesi 08:34 . “Geçen haftanın en önemli olayları”nın neler olduğunu soracak olursanız, deriz ki; bir, “Diyarbakır’daki tarihî buluşma”dır, iki “dersaneler” üzerinden yürütülen “Hükümet-Cemaat kavgası”dır!.. Önce Diyarbakır’dan söz edelim... Akit’in, “Mahşere kadar kardeşiz” başlıklı dünkü haberinde de ifade edildiği gibi; Diyarbakır, Cumartesi günü; “tarihi gün”lerinden birini yaşadı... Bin 300 tesisin açılışını yapıp, 400 çiftin toplu nikâh törenine katılan Başbakan Erdoğan, “Biz ezelden ebede kardeşiz. Biz sadece yol değil, kader arkadaşıyız. Pazara kadar değil mezara kadar, mahşere kadar biriz, beraberiz” dedi. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ile gittiği Diyarbakır’da IKBY Başkanı Mesut Barzani ile buluşan Başbakan Erdoğan’a vatandaşlar büyük ilgi gösterdi. Kendisini Türk bayrakları ve sloganlarla karşılayan Diyarbakırlılara seslenen Erdoğan, “Kürt’ü Türk’ten Türk’ü Kürt’ten ayıramazlar. Diyarbakır ne Türk’ün, ne Kürt’ün, ne Arap’ındır... Kardeşlik şehri olan Diyarbakır hepimizindir” dedi. İnkâr ve ret politikalarına son verdiklerini ifade eden Erdoğan, “Artık tek parti anlayışının hüküm sürmesine müsaade etmeyeceğiz. Diyarbakırlı da, Edirneli de bu ülkenin birinci sınıf vatandaşıdır” diye konuştu. IKBY Başkanı Mesut Barzani de çözüm sürecini desteklediklerini belirterek, “Bugün tarihi bir gün. Artık barış dolu yeni bir tarih oluşturma zamanı” dedi. BARIŞA SAHİP ÇIKALIM Evet, “toplu açılış töreni”nde bir araya gelen Erdoğan ve Barzani, hem “tarihî bir buluşma”ya imza attılar, hem de “Çözüm Süreci”ne destek istediler... Ve çağrıda bulundular: “Barışa sahip çıkalım.” “Bahar iklimine sahip çıkalım.” “Huzur ortamına sahip çıkalım.” Erdoğan-Barzani buluşmasının yanı sıra, Şivan Perver-İbrahim Tatlıses buluşması da, “Diyarbakır’daki tarihî gün”ün bir başka parçasıydı... Kürt sanatçı Şivan Perver’in, “37 yıllık hasret”ten sonra doğduğu topraklara dönebilmiş olması, Türkiye’deki “normalleşme”nin ne kadar sağlıklı yürüdüğünün bir göstergesidir... Malûm, daha önce de; bir “suikast” sonucu öldürülen Kürt aydınlardan Musa Anter’in oğlu Anter Anter Türkiye’ye gelmiş ve onun da hasreti son bulmuştu... Ve yine malûm ki; Kemal Burkay da Türkiye’ye dönenler arasındaydı... Peki; Anter Anter, Kemal Burkay ve Şivan Perver geldiler de ne oldu?.. Kıyamet mi koptu Türkiye’de?.. Demek oluyor ki; “Çözüm Süreci” toplumdaki karşılığını bulmuş, “maya” tutmuştur. Dileriz, bundan sonraki süreçte “terör”ün “T”sinden bile söz edilmez, “anaların gözyaşı” hiç akmaz... “BARIŞ”TAN... “KAVGA”YA Gelin, görün ki; toplum ve ülke olarak, bir türlü “denge”yi tutturamıyoruz... Bir yandan “Diyarbakır’daki tarihî buluşma”ya tanıklık edip, “barış mesajları”ndan mutlu olurken, bir yandan da; “Cemaat mensupları”nın “dersaneler” üzerinden sürdürdüğü “Hükümet karşıtı kampanya”yı ibretle takip ediyoruz... Zaman gazetesi, “Hükümete yönelik saldırı”sını, “Eğitime büyük darbe” diyerek “dersaneler” üzerinden başlatsa da; hemen herkes biliyor ki, “kavga”nın sebebi sadece “dersaneler” değildir!.. Öyle ya; “28 Şubat Cuntası”na methiyeler dizen, “darbenin sembol isimlerinden biri” olan Çevik Bir’e mektup yazıp; “Açılışını teşvik ettiğim okulları devretmeye hazırım” diyen bir Hocaefendi’nin, bugün kalkıp da; “özel okullara dönüştürülmesi” plânlanan “dersaneler” sebebiyle Hükümet’i karşısına alması ve Başbakan Tayyip Erdoğan başta olmak üzere, Hükümet mensuplarını “Firavun” ve “Karun”lukla suçlaması, problemin, “sadece dersaneler olmadığını” ortaya koyuyor. KAVGANIN SEBEPLERİ Yazarımız Serdar Arseven’in, dünkü yazısında ifade ettiği gibi; l Bu gelişmelerde; “Hakan Fidan” üzerinden Başbakan’ı hedef alan girişimlerin bir rolü yok mudur? l “Soros” ve uzantıları tarafından desteklenen “Gezi olayları”nın büyümesine bahane edilen “orantısız ilk müdahale” hakkında ve o süreçte “Pensilvanya kaynaklı 11 açıklama”nın bu kavgada hiç mi rolü yoktur? l Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın arasını açmaya matuf çalışmalarla bugünkü “gerilim”in alâkası yok mudur?.. l Kemal Kılıçdaroğlu’nun, ABD Büyükelçisi ile otel odasında gerçekleşen 2.5 saatlik görüşmesinin bu “kavga”da hiç mi etkisi yoktur... l Otel odası buluşmasının hemen ardından “dosya vukuatlı Mustafa Sarıgül”ün partiye gayet “Keskin” bir çıkışla davet edilmesi ve alelacele rozetlenmesi ile bu kavganın hiç mi alâkası yok? Demek oluyor ki; “Dersane” meselesi; “buzdağının görünen kısmı”dır... Problem, “daha derinlerde ve daha köklü”dür... İşin doğrusu; sadece Türkiye’de değil, dünyanın hiçbir ülkesinde hiçbir hükümet, “kendi altının oyulmasına” ve hele hele “iktidarın ele geçirilmesine” göz yummaz... Bu vesileyle; Asıl meselenin “dersaneler” değil, “Hükümet’i ve hatta Başbakan’ı ele geçirmek” olup-olmadığını sormaya-sorgulamaya başlasak mı acaba?.. KİM, KİMİN YANINDA? Akit’in bu konudaki tavrı “net”tir... Biz, özellikle “seçim sath-ı maili”ne girildiği şu günlerde, kesinlikle bir “kavga” olsun istemeyiz... Ama, CHP’nin; “İstanbul’u alırsak, Türkiye’yi alırız... Mustafa Sarıgül’ün İstanbul Belediye Başkanı olacağı 30 Mart akşamı, Kemal Kılıçdaroğlu da Başbakan olacaktır” dediği bugünlerde, “Cemaat’in ve onun sözcüsü Zaman gazetesi”nin, Başbakan ve Hükümet’e karşı “dersaneler” üzerinden bir “taarruz” başlatması, üzerinde derin derin düşünülmesi gereken, “büyük bir operasyonun parçaları”dır!.. Sonuç itibariyle; Cemaat, “iyi bir rant getirisi” olan “dersane”leri “yedirtmek” istemiyor olabilir... Haklı da olabilirler... Ama, görünen o ki; “İslâmî kesim” de, “Tayyip Erdoğan’ı yedirtmemek” için elinden geleni yapmaya hazırdır... “Kavga”yı ibretle izliyoruz... Selâm ve saygılarımızla... 4.MAKALE Hükümet-Cemaat kavgasının sonu nereye varır? 19 Kasım 2013 Salı 00:31 . Lise son sınıfın son günleri... Okuldan çıktıktan sonra, arkadaşlarla bir “çay bahçesi”ne oturup, “üniversite sınavı”nda neler yapabileceğimizi konuşuyoruz... Bir gün, bir arkadaş “test kitabı” ile geldi... “Takunya kalınlığında” bir kitap... Daha önceki üniversite sınavlarında sorulan sorular ve cevapları var. Ne yalan söyleyeyim; “Test kitabı”nı ilk olarak orada gördüm... Ne var ki, onu alacak maddi gücüm yok... O yıllarda, “dershane” diye bir kavram da yok. Uzatmayalım; “Lise bitirme sınavları” tamamlandı, ben de “tütün tarlası”na gittim... “Tütün kırım-dizimi” derken, sınav günü geldi çattı... Bir komşunun tütün tarlasında 3 gün çalışıp, aldığım “yevmiye”yi yol parası yaptım ve İzmir’e gidip, sınava girdim... Sonra da, şimdiki adı “İletişim Fakültesi” olan “Gazetecilik ve Halkla İlişkiler”i kazanıp mezun oldum.. Şunu demek istiyorum: Ben ve benim dönemimdeki öğrenciler, “dershane” yüzü görmedi... “Test” kitabı desen, görenlerin sayısı “yok” denecek kadar azdı... Ama yine de; “Üniversite ikincisi” olan İmren Abla, bizim okulumuzdan, yani Salihli Lisesi’nden mezundu... Demek oluyor ki; “Öğretmenler kaliteli ve idealist” iseler, ne “dershane”ye ihtiyaç kalır, ne “test” kitabına!.. Ne zaman ki; Öğretmenlerdeki “idealizm” duygusu ölmeye, “kalite” düşmeye başladı, işte o zaman, doğan boşluğu “dershaneler” doldurmaya başladı!.. ADIN NE?.. ŞIKLARI SAY! Hiç kimse kusura bakmasın; Dershaneler “eğitim” filan vermiyor, sadece ve sadece “yarış atı” yetiştiriyor!.. “Hara”larda yetiştirilip “hipodrom”larda koşturulan “at”lar neyse, “dershane”lerde yetiştirilip, “sınav”larda koşturulan “öğ-renci”ler de odur!.. Evet, tek kelimeyle; “Yarış atı” yetiştiriliyor dershanelerde!.. Çocuklar, öyle bir “test manyağı” haline getiriliyor ki, kalkıp, “adını” sorsan diyor ki; “Şıkları say!.. A mı, B mi, C mi, D mi?” Bir de, “dershaneler tarafından üretilen bir psikolojik baskı”, bir “algı yönlendirmesi” var ki, onun da üzerinde durulmalı... Dershaneler, öyle bir “algı”ya yol açtılar ki; sanki, “çocuklar dershaneye gitmezse başarılı olamazlar!” Anne-babalar da, bu “psikolojik bas-kı”ya boyun eğip, mecbur kalıyorlar, çocuklarını “dershane”ye göndermeye!.. Zannediyorlar ki; Çocukları eğer “dershane”ye gitmezse “başarılı” olamayacak!.. Ve yine zannediyorlar ki, çocuklarını dershaneye göndermezlerse bir “eziklik” yaşayacak!.. Bu iş, biraz da; “Görsünler” yarışına döndü. Dershaneler, elbette böyle bir “algı oluşturmak” zorunda... Çünkü, bu iş bir “sektör” oldu ve iyi de para getiriyor!.. Temennim odur ki; “Öğretmenler kaliteli ve idealist” olsunlar da, “dershane”lere hiç ihtiyaç kalmasın!.. GÜÇ ZEHİRLENMESİ! Temennim budur da, “reel gerçek” nedir?.. Evet, Türkiye’de bir “dershane gerçeği” var ve maalesef “dershane”ler, “okul”ların önüne geçip, “alternatif eğitim modeli” olmaya başladılar... İşin doğrusu; Sadece “eğitime alternatif” olmakla kalmadılar, “güç zehirlenmesi” sonucu “siyaset”i ve “ekonomi”yi de yönlendirmeye ve neredeyse “Alternatif Başbakan” üretmeye yeltendiler!.. Kim, ne derse desin; “Kavga”nın asıl sebebi budur. Dün de yazdığım gibi; dünyanın hiçbir ülkesinde, hiçbir hükümet ve hiçbir başbakan; “Kendi altının oyulmasına” göz yummaz, gerekli tedbirleri alır!.. Öyle sanıyorum ki; “Dershane” olayı, “buz dağının görünen kısmı”dır... “Buz dağı”nın altında ise, hâlâ erimeyen buzlar vardır ki; gerek Zaman gazetesi, gerek Fethullah Gülen Hocaefendi, bunları çok çok iyi bilmekte ama hâlâ “taarruz”a devam etmektedir. Açık ve net söyleyelim; “Mavi Marmara... MİT Müsteşarı Hakan Fidan... Gezi olayları... CHP’ye evrilme”den sonra, bir de “dershane” olayıyla “Hükümet’e taarruz” etmek, bunu yaparken de Başbakan Tayyip Erdoğan için “Firavun”, “Diktatör” ve “Karun” demek, “Hocaefendi’nin yaptığı en büyük hata” olmuştur... Kaldı ki; bu “Firavun” suçlaması ilk de değildir... BİR “ÖZÜR” DİLENİRSE! Bazı arkadaşlar diyorlar ki; “Hocaefendi’nin ‘Firavun’ ve ‘Karun’ ifadeleri, genel konuşmanın bir yerinde geçmiştir, Erdoğan kastedilmemiştir!” O zaman, daha vahim!.. O kelimeleri, “dershaneler” konulu bir konuşmanın içine koyan ve servis eden “geri zekâlı” ve “ahmak” kimdir?.. Dikkat edin; “geri zekâlı ve ahmak” diyerek, “iltifat” ediyorum.. Zira, iddia edildiği gibi, bu bir “genel konuşma” ise ve içine de “Firavun... Karun” kelimeleri “bilinçli” olarak yerleştirilmişse, işte orada bir “hainlik” vardır, “ihanet” vardır!.. Fakat ben; bu kelimelerin Hocaefendi tarafından “bilinçli” olarak sarfedildiği kanaatindeyim... Bu durumda da; Eğer “kavga bitsin” isteniyorsa, eğer “uzlaşma ve diyalog” aranıyorsa, yapılması gereken tek şey; “Hocaefendi’nin özür dilemesi”dir!.. Evet; ya “yanlış anlaşıldığını” söylemelidir ya da “haddini aşan ifadeler kullandığını” beyan edip, “özür” dilemelidir. Madem “yaşça büyük”tür, “Büyüklük” yapmalıdır!.. SEÇİME GİDERKEN ALINAN RİSK! Aksi halde, kavga büyür... Bir “Başbakan” düşünün ki; Dört ay sonra “yerel seçimler”, daha sonra da “genel seçimler” ve “Cumhurbaşkanlığı seçimleri” yapılacak olmasına rağmen, “risk” almış ve “MEB’in dershaneleri dönüştürme girişimi”ne sessiz kalarak, “zımnen destek” vermiştir!.. Düşünebiliyor musunuz; Her “3 seçim”de de, “bir oya bile ihtiyacı” olan bir Başbakan, “Cemaatten gelecek oyları” bile riske atmıştır!.. Yerelde ve genelde “iktidarda kalmayı” hedefleyen bir Başbakan’ın, bu “risk”i göze alması, bir anlamda “kendi topuğuna kurşun sıkmak” gibidir... Ama, Erdoğan bu “risk”i göze alıyorsa, bu demektir ki, son derece “üzgün”dür, “yaralı”dır!.. Kendisini; “sırtından hançerlenmiş” ya da “ihanete uğramış gibi” hissetmektedir.. Öyle ya, bir insan “dost bildikleri”ne güvenmeyecek ve “ummadığı yerden darbe diyecek”se; kime inanacak, kime güvenecektir?.. YANGINA KÖRÜKLE GİTMEYİN! Şahsen ben, bu “kavga”nın bir an önce son bulmasından yanayım... Acilen bir “ara çözüm” bulunmalı ve taraflar oturup, konuşmalıdır diye düşünüyorum... Düşünmekle de kalmıyor, bunu gönülden arzu ediyorum... Zira, bu kavga devam ettikçe, birileri bu “yangın”ı körüklemeye, “odun” taşımaya ve yaraları kaşımaya devam edeceklerdir. Oysa, zaman; “yangına odun taşıma” zamanı değil, “su taşıyıp, yangını söndürme” zamanıdır!.. Öyle inanıyorum ki; Zaman gazetesi ve Samanyolu televizyonu, “dershaneler” üzerinden yürüttüğü “kampanya”ya bir an önce son verir, “Zaman yazarları” da, “Erdoğan’a saldırı”nın dozajını “eleştiri” seviyesine düşürürse, Hocaefendi de; “Firavun ve Karun” sözlerinden dolayı “büyüklük” yapıp, “özür” dilerse, ortada çözülemeyecek mesele kalmaz!.. Benim, Zaman ve Samanyolu’ndaki arkadaşlara tavsiyem, “yangına körükle gitmek”ten bir an önce vazgeçmeleridir... Zira, onlar “taarruz”larını devam ettirdikçe, başka “yaralı gönüller” de cevap vermeyi sürdüreceklerdir!.. Öyle ya, onların elleri de armut toplamıyor!.. BU KAVGA BİTMELİ! Haa; “Biz, büyük bir gücüz... Başkaları bizim önümüzde diz çöksün” denilip “kavga” devam ettirilmek isteniyorsa, o başka!.. Ama, bilinmeli ki; Bu kavga, belki Hükümet’i yaralar ama Cemaat’i de, hele hele Fethullah Hocaefendi’yi de yaralar... Çünkü bu millet, Hocaefendi’yi, “Hoca” olarak sever, “siyasi ve ticari bir figür” olarak değil!.. “Hıristiyanlara ve Musevilere bile hoşgörülü” olan bir Hocaefendi’nin, “Müslüman” bir Başbakan Tayyip Erdoğan’a “hoşgörüsüz” olması ve üstelik onu “Firavunluk” ve “diktatörlük”le itham etmesi, kabul edilebilecek bir suçlama değildir!. Ve galiba, “köprülerin atılmasına” yol açan da, bu “ağır itham”lardır!.. Peki, Erdoğan “hata” etmiş olamaz mı?.. Bir “insan” olarak hepimiz hata yapabiliriz... Elbette Erdoğan da hata yapar... Ama, benim görebildiğim kadarıyla; Erdoğan, “yüz yüze” gelindiğinde “yüze bakılamayacak söylem ve eylemde” bulunmamıştır... Dolayısıyla, “özür” dilemek, Fethullah Hocaefendi’ye düşer... Bu “özür” dilensin, “Kavga” da bitsin!.. Hele de; Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, “7 saatlik Bakanlar Kurulu Toplantısı”nın ardından dün akşam yaptığı açıklamadan sonra. 5.MAKALE Hani yangını söndürecektik... Atılan bu odunlar ne? 20 Kasım 2013 Çarşamba 00:28 . Zaman gazetesi, bir yandan “dershane yangını sönsün” diyor, bir yandan da yangına “odun” atmaya devam ediyor. Öyle ki; “Buharlı trenler”in kazanına atılan “odun”lar ve “kürek kürek kömürler” gibi!. Yeter ki “buhar” çıksın, yeter ki tren “çuf çuf” etsin diye, sürekli “odun” atıyorlar... Sürekli “odun” attıkça, “Ateş” de sönmüyor tabiî... Gazetenin tüm sayfaları “demeç tar-lası”na dönmüş gibi... Hangi sayfaya, hangi sütuna baksan, “demeç”ten geçilmiyor!... Herkes “dershaneci” olmuş maşallah... Bakıyorum da; Ağzı olan herkes konuşmuş!.. Bilen de konuşmuş, Bilmeyen de!.. DÜN ÖYLE, BUGÜN BÖYLE! Benim en çok garibime giden, “3 kişi”nin konuşmaları... Biri Milliyet’te “eğitim” yazıları yazan Abbas Güçlü, diğerleri de CHP Genel Müdürü Kemal Kılıçdaroğlu ve “yolsuzlukları” sebebiyle CHP’den atılan ama geçtiğimiz günlerde geri dönen Mustafa Sarıgül... “Denize düşenin yılana sarıldığı” gibi, Zaman gazetesi de bunlara sarılıp, “söz”lerinden medet umuyor!.. Yazık... Çok yazık!.. Önce Abbas Güçlü’den başlayalım... Tarih, 11 Eylül 2012... Habertürk’e demeç veren Abbas Güçlü o günlerde demiş ki; “Dershaneler son 50 yıldır var. Ben 30 yıldır gazetecilik yapıyorum. Kenan Evren’den bu yana gelen her iktidar kaldıracağını söylüyor. Başbakan kaldırırsa elini öperim ve oyumu da AK Parti’ye veririm. Başbakan bunu hep söylüyor da nasıl yapacağını söylemiyor. Sınavlar olduğu sürece bu iş devam eder.” O günlerde; “Dershaneler kaldırılsın, Erdoğan’ın elini öperim” diyen Abbas Güçlü, şimdi ne diyor?.. 17 Kasım 2013 tarihli Zaman gazetesinin alıntıladığı yazısında demiş ki; “Dershaneler kapanır mı? Kapanacaklarını hiç sanmıyorum, bunu defalarca dile getirdik. İstense de kapatılamadıkları defalarca görüldü. Yine öyle olacak. Dershanelerin varoluş nedenleri ortadan kalkmadığı gibi daha da bağımlı hale gelmeleri için her şey yapılıyor. (...) “Dershaneler okulların sağlayamadığı sosyal ortamı sundukları için öğrencilerin tercih nedeni. Aynı kursun çok daha iyisini okulda verseniz bile yine öğrenci dershaneye gitmek isteyecektir. Ayrıca, dershaneler kapatılırsa 100 binlerce öğrenci sokağa itilmiş olur ki bu da sadece işsiz sayısını artırmaz, farklı noktalara kaymalarına da davetiye çıkartabilir.” Bu ne perhiz, Bu ne turşu?.. Ya da; “Nabza göre şerbet!” Zaman Gazetesi, zemine göre “renk” değiştiren bu “bukalemun”lardan “medet umma” noktasına gelmişse, “dershanelerin kepenkleri”ni kapatsınlar daha iyi!.. KILIÇDAROĞLU’NA KALDIYSAK! Gelelim, Bay Kemal Kılıçdaroğlu’na... Zaman muhabirlerinin mikrofon uzatıp, “engin görüşlerinden” istifade etmek istediği isimlerden biri olan CHP Genel Müdürü Bay Kemal Kılıçdaroğlu da, kendisine Akçakoca’da yöneltilen sorular üzerine buyurmuşlar ki; “Bu eğitim sistemi, dershaneleri zorunlu olarak ortaya çıkarıyor. İyi eğitim verilmiyor. Siz eğitim sistemini düzeltmeden ‘dershaneleri kapattım’ diyerek eğitim sorunlarını çözeceğinizi mi zannediyorsunuz? Kişiler oturur tartışır. Dershaneler kapatılacaksa da beraber, akılla mantıkla kapatılır ya da bir önlem alınır ama bu koşullarda dershanelerin kapatılması akıllı bir politika değil.” Bu demeç Zaman’da yer almış almasına da, Bay Kılıçdaroğlu, “dershane-mersane” işlerinden anlamaz ki!.. Hatta, “bilgi”ye dair, “okuma”ya dair hiçbir şeyden anlamaz!.. Bilmem hatırlar mısınız; 2012 yılı Mayıs ayının son günlerinde partisinin Grup Toplantısı’nda şöyle bir lâf etmişti; Ünlü bir İslâm düşünürü der ki; “Bana bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum.” Görüyorsunuz ya; “Allah’ın Aslanı” olarak bilinen Hz. Ali (ra), Bay Kılıçdaroğlu’na göre “Bir İslâm düşünürü”dür!.. Sorsan kendisine; “Aleviyim” der!.. Bu, nasıl “Alevilik”tir ki; “Hazreti Ali’nin ünlü sözü”nden bile haberi yok!.. Buna “lâf” değil, düpedüz “gaf” diyeceğim ama, hafif kalır!.. En iyisi, “cahillik” olmalı!.. Hadi, diyelim ki; “irticalen konuşunca, olur böyle hatalar!” Tamam, kabul edelim de; o “hata”dan sonra hiç kimse uyarmadı mı Bay Kılıçdaroğlu’nu?.. Demedi mi; “Sen ne biçim Alevi’sin?.. Bir Alevi, Hz. Ali’nin sözünü nasıl bilmez?.. ‘Bana bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum’ diyen bir İslâm düşünürü değil, Hazreti Ali’nin tâ kendisidir!” Bunu bilen ve Bay Kılıçdaroğlu’na söyleyen bir CHP’li çıkmamış olmalı ki, Bay Kılıçdaroğlu, aynı “cehalet”i, bu defa da 14 Kasım günü çıktığı Halk TV’de, Uğur Dündar’ın Arena programında sergiledi... Başbakan Tayyip Erdoğan’ı “bilgisiz-lik”le suçladıktan sonra, “derin bilgi”sini konuşturdu ve “Bana bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum” sözünü, bu defa da Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’e mâletti, iyi mi?.. Adam; “İlgili” ve “bilgili” ya, “CHP kürsüsü” yetmedi, “TV ekranı”ndan fışkırtıyor işte!.. DERSHANE... KÂĞITHANE! Buna, “CHP’nin iç meselesi” deyip geçmek mümkün de, Zaman gazetesini ne yapacağız?.. Bu kadar “bilgili”, bu kadar “kültürlü”, bu kadar “allâme” bir adama “dershane”leri soruyor ve ondan “destek demeci” bekliyorlarsa, vay hallerine!.. Kılıçdaroğlu denen zat, eğer “hane”den anlasaydı, kaydını yaptırır, oy kullanırdı!.. “Hane” işlerinden anlamadığı için “oy” bile kullanamayan bir Kılıçdaroğlu, “dershane”den ne anlar, “tersane”den ne anlar?.. “Hane” kavramına o kadar uzak biri ki, “Kağıthane”ye bile “Kağıttepe” demişti, unutmayalım!.. HİZMET’E SELAM, YOLA DEVAM! Gelelim, Mustafa Sarıgül’ün sözlerine... CHP’den İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na aday olması beklenen Mustafa Sarıgül de, önceki gün; CHP İstanbul İl Başkanlığı önünde “sahne”ye çıkıp, halka seslenmiş... Hükümet-Cemaat arasındaki dershane kavgasına dahil olan Sarıgül, “Dershaneler büyük bir ihtiyaçtır” demiş... “Hizmet” vurgusu yaparak cemaate selam gönderen Sarıgül, şunları söylemiş: “Dershane neden var? Eğitim yetersizliği yüzünden. Yeterli eğitim olsa kimse çocuğunu göndermez. Dershaneler büyük bir ihtiyaçtır. Hayırsever vatandaşlarımız dershaneye gitmek isteyen ama parası olmayan çocuklarımıza destek oluyorlar. Hizmetleri siyasi nedenlerden dolayı kesme mantığını doğru bulmuyorum.” Tamam, “Hizmet’e selâm” çaksın çakmasına da, adama sorarlar; “Çıktığın ilk sahnede, İstanbulluya değil de, niye Cemaat’e selâm çakıyorsun?.. Senin ne işin var Cemaat’le?.. Sen, İstanbul’la ilgili projelerini anlatmak varken, niye dershane işine giriyorsun?.. Bırak dershaneleri konuşmayı da, sen şu yolsuzluk iddialarına cevap ver!” Dedim ya; Zaman gazetesi, “dershanelere destek” konusunda bu adamlara “muhtaç” kaldıysa, vay hallerine!.. Tabiî, “dershane”lere verilen bu destekler; CHP’nin “Sol’a veda” edip, “Sağ’a dümen kırma”sının tabiî bir sonucu ise, ona bir şey diyemem... İHL’YE HANGİ DESTEK? Bu vesileyle, Zaman Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı kardeşim”e de bir çift söz söylemek istiyorum... “Ekrem Dumanlı kardeşim”, önceki günkü yazısında demiş ki; “Bizim durduğumuz yer belli. Dün hukuk kuralları çiğnenerek yürütülen parti kapatılmasına, İmam Hatip Liseleri’nin dönüştürülmesine neden karşı çıktıysak, bugün de dershanelerin bir oldu-bittiye getirilerek kapatılmasına ya da dönüştürülmesine karşı çıkıyoruz. Bu da bizim en tabii ve demokratik hakkımız.” Çok haklı... “Demokratik Türkiye”de, elbette herkes “demokratik hakkı”nı kullanacak... Ama, “durulan yer” konusu biraz tartışmalı... Ali İhsan Karahasanoğlu kardeşimin, Zaman’a yönelttiği; “28 Şubat’ta İHL’ler kapanırken, şimdiki dershaneler için verdiğiniz tepkiyi göstermiş miydiniz?” şeklindeki sorusuna verilen cevapta; Zaman gazetesinin 1997’nin Mart ayında yayınlanan 1. sayfalarında “Eğitimde 8 yıl krizi”, “İHL’de kaygılı bekleyiş” ve “Eğitim dünyası ayakta” başlıkları ile direnç gösterildiği ima edilmiş. Ama bir gerçek atlanmış... Bu başlıkların atıldığı günler, Refahyol’un, İHL’lerin kapanmaması için direndiği günler... 8 yıl kesintisiz eğitim yasası kabul edilerek, İHL’ler kapatıldığında ne denildi, esas sorun bu... İHL’leri kapatacak olan hükümetin kurulduğu gün atılan manşeti, daha önce vermiştik: “Hayırlı olsun!” Bu vesile ile, İHL’ler kapatıldığı gün atılan manşeti de verelim: “Şimdi 8 yıllı olduk” Söyle be Ekrem kardeşim; “İHL’lerin kapatılmasına karşı çıktık” derken; “Hayırlı olsun”u mu kastediyorsun, yoksa “Şimdi 8 yıllı olduk” başlıklarını mı?.. “ARKA BAHÇE” MESELESİ Bir soru daha: Zaman’dan Ali Ünal yazıyor: “Bugün Türkiye’de 3640 dershaneye 2 milyon 107 bin öğrenci; 12’nci sınıfların % 60’ı, 8’inci sınıfların % 43’ü devam ediyorsa, 720 bin öğrenci de etüt merkezlerine gidiyorsa, demek ki ortada büyük bir talep var demektir.” Ekrem Dumanlı yazıyor: “İmam Hatip bir ihtiyaçtı; hâlâ da öyledir; tıpkı dershaneler gibi. Ancak o günkü zihniyet, o okulları bir siyasi oluşumun ‘arka bahçesi’ gibi görüyordu. Şimdi de birileri dershaneleri sosyal bir yapının ‘arka bahçesi’ gibi görüyor. Ne İmam Hatip’ler arka bahçedir ne dershaneler.” Elbette; ne İHL’ler, ne de dershaneler, birer “arka bahçe” değillerdir... Ama, bu kadar “gürültü-patırtı” çıkarıldığına göre; ben de “demokratik hakkımı” kullanıp, bir şey söylemek istiyorum: Dershaneler “arka bahçe” değildir de, acaba “tiraj bahçesi” midir?.. Başka sorum yok! İdealizm öldü, boşluğu dershane doldurdu! Benim, “ilkokul”da bir hocam vardı.. Sadece “hocam” değil, aynı zamanda “manevi mimarım”dı... Adı, Abdülbaki Emrem... Allah mekânını cennet eylesin, 20 yıl önce vefat etmişti... İlkokul, ortaokul, lise ve üniversiteyi bitirip, “gazetecilik” yapmaya başladım... Ama merhum hocamın, sürekli “yakın takibinde” idim... Attığım adımdan, aldığım nefesten haberi olurdu... “Yetiştirdiği bir öğrenci”nin başarılı olması, onu ziyadesiyle mutlu eder; “Bu, benim öğrencim” diye gururla anlatırdı etrafına... Vefatından 20 yıl sonra, onu niye hatırladım?.. Çünkü o, “idealist bir öğretmen”di... “Öğrencisi” ile ilgisi, “45 dakikalık ders saati” değil, “45 yıllık bir ömür”dü... Bugün, bir “dershane gerçeği” ile karşı karşıya kalmışsak, bilin ki; “idealist öğretmenler”in tükenmeye yüz tutmasındandır. Açık konuşalım: Birçok öğretmen; “Yetersiz!.. Yeteneksiz!.. Donanımsız” olduğu ortaya çıkmasın diye, öğrencisini “dershane”ye yönlendiriyor... Dünkü öğretmenler böyle değildi... Çünkü onlar, “idealist”ti ve “ömürlerini öğrencilerine adamışlar”dı... Galiba, asıl sorun bu... 6.MAKALE Dershane tartışması... Maskeler düştü, çehreler göründü! 21 Kasım 2013 Perşembe 00:15 . Malûm, Matematik’te “dört işlem” vardır... “Toplama, çıkarma, çarpma ve bölme” işlemleri yapıldıktan sonra, bir de sonucun “doğru” mu, “yanlış” mı olduğunu test etmek için, “sağlama” yapılır. 5’ten 3’ü çıkardın mı 2 kalır... 2 “çıkan”dır, 3 ise “çıkarılan...” İşte, “çıkan” ile “çıkarılan”ı toplamak, “sağlama”dır... Sonuç 5 çıkacağına göre, demek ki, işlem “doğru”dur. “Dört işlem”den hareketle, gelin; son günlerin “tartışma konusu” olan “dershaneler” meselesine gelelim ve neticenin “doğru” mu, “yanlış” mı olduğunu anlamak için bir “sağlama” yapalım... Bakanlar Kurulu’nun Pazartesi günü yaptığı “7 saatlik toplantı”dan sonra, Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç’ın yaptığı; “Etüd merkezleri ve okuma salonlarının kapatılması söz konusu değil... Dershaneler konusunda halka yanlış akseden konuların ele alınması ile birlikte paydaşlarla birlikte bu konunun tekrar ele alınmasının yerinde olacağı konusunda görüş birliğine vardık” şeklindeki açıklamadan sonra, konunun “tartışma zemininden çıkacağını” umuyoruz. Ama yine de, bu tartışma; “maske”lerin inmesi, “gerçek çehre”lerin ortaya çıkması açısından son derece faydalı oldu... Hani, “berber”e giden adam, “saçım ak mı, kara mı?” diye sorunca, berber; “Biraz sonra önüne düşünce görürsün” demiş ya, bu da öyle bir mesele... Gördük... Kimin saçı “ak”tır, kimin “kara”dır, çok iyi gördük... “Hükümet” açısından da gördük, “Hocaefendi” açısından da gördük, “Zaman gazetesi” açısından da gördük... Elbette; “işadamları, STK’lar ve gazeteler” açısından da gördük. NASIRINA BASMA Çok iyi gördük ki; “Okul”ları, “dershane”leri, “STK’ları” ve “medya”sı ile “büyük bir güç” haline gelen Cemaat, yeri geldiğinde “Hükümet’e isyan” edebileceğini, “rant” sözkonusu olduğunda, hele hele “nasır”ına basıldığında, “herkesi satabileceğini” göstermiştir!.. “Hakaret”lerin yanı sıra, “oy vermeyebiliriz” açıklamaları, ne yapabileceklerinin işaretleridir... Ortaya çıkmıştır ki; “Cemaat” ile yola çıkmak, onunla bir iş tutmak istiyorsan, asla “nasır”ına basmayacak ve katiyen “menfaat”ine dokunmayacaksın!.. “Nasır”ına basar, “menfaat”ine dokunursan, ne “hoşgörü” kalır ortada, ne de “diyalog!” “Hakaret”ler de cabası!.. HÜKÜMETİN SAĞDUYUSU Olaya “hükümet” cephesinden bakacak olursak; birileri, Bülent Arınç’ın sözlerinden hareketle, “dershane” konusunda bir “geri adım” atıldığını düşünebilir... Ama, “dersaneleri kapatma” girişiminin taa 2008’den bu yana gündemde olduğunu unutmamak gerekir... Hükümet, her girişim esnasında “eksiklikler” olduğunu gördü ve “uygulama”yı erteledi. Öyle sanıyorum ki; Son “taslak”ta da eksiklik ve yanlışlıklar görüldü... Bunların “paydaşlarla görüşülerek” halledilmesi konusunda bir “kanaat” belirmiş olmalı ki, uygulama yine ertelendi... Ama, bu “erteleme”ye bakıp, hiç kimse dershane konusunun “gündemden kalktığını” düşünmemelidir. Bugün değilse yarın, konu yeniden gündeme gelecektir. Kabul etmeliyiz ki; Hükümet, bu son süreçte son derece “sağduyulu ve itidalli” davranmış, bütün “saldırgan” ifadelere karşı “kardeşlik hukukuna riayet” etmiştir. Hükümet, bütün “yıpratma kampan-yaları”na rağmen, hiç “üslub”unu bozmamış, “öfke, hınç ve histeri nöbeti”ne girmemiştir!.. Eğer, Hükümet; konuyu “teknik” düzeyde tutmasaydı, “kavga” çok daha sert olurdu!.. HOCAEFENDİ’NİN HIRÇINLIĞI Aynı durum, Fethullah Hocaefendi için maalesef geçerli değildir... “Diyalog ve hoşgörü timsali” olarak gösterilen Hocaefendi’nin, “menfaat” sözkonusu olduğunda nasıl “hırçın”, nasıl “öfkeli” ve nasıl “agresif” olabileceği “dershane olayı”nda görüldü!.. Her şey yolunda iken “yüzüne güldüğü” insanlara, “rant” sözkonusu olduğunda nasıl “hakaret” edebileceği ortaya çıktı... Hiç kimse, Hocaefendi’nin; “Firavun... Karun... Diktatör ve tımarhanelik deli” sözlerini “tevil” etmeye çalışıp da, bunların “genel bir konuşma” içinde geçtiğini, Hocaefendi’nin bir “elbise” gibi ortaya koyduğu “firavun” misalinin “maksatlı olarak çarpıtıldığını” iddia etmesin!.. Hocaefendi, bu misali “her zaman” veriyorsa, “iddia sahipleri”ne sormazlar mı; “Bu misali, dersaneler haberinin içine yerleştiren kimdir?..” Bu “elbise”nin, “dershane gardıro-bu”nda ne işi var?.. “Elbise”yi kim koydu oraya?.. “Hocaefendi” değilse, “Hocaefendi’nin sitesi”ni yöneten “başka birileri” mi var?.. Yoksa, “Ergenekon” oraya da mı sızdı?.. Bu söz, “konusu ve zamanlaması” itibariyle “vahim”dir ama o sözü “konuşmanın içine monte eden” birileri varsa, durum “çok daha vahim”dir!.. “Dershane tartışması” bazı “STK temsilcileri”nin ve “işadamları”nın da nerede durduklarını ortaya koydu... Bazı STK temsilcileri ve işadamları o kadar “ortadan” konuştular, “don lastiği” gibi her tarafa çekilebilecek öyle “muğlak” demeçler verdiler ki; aynı konuşma Zaman’da ayrı yorumlandı, başka gazetelerde ayrı!.. Kimi “vicdan”ının sesine kulak verdi, kimi de “cüzdan”ının!.. ERDOĞAN’I YALNIZ BIRAKANLAR Başbakan Tayyip Erdoğan, dün ATO Kongre Merkezi’nde düzenlenen “3. Sanayi Şurası”nın açılış töreninde diyordu ki; “Bir süredir çözüm süreci adını verdiğimiz yeni bir dönemi yaşıyoruz. Esasen iktidara geldiğimiz andan itibaren biz bu süreci başlattık, 11 yıl boyunca süreci adeta ilmek ilmek dokumaya çalıştık. 11 yıl boyunca hep yalnız bırakıldık. Sadece siyaset değil, muhalefet değil, sivil toplumu, iş dünyasını, üniversiteleri, medyayı da gerektiği kadar yanımızda göremedik... Eğer bu katkı daha yaygın, güçlü, kararlı şekilde yanımızda olsaydı inanın Türkiye son bir yıldır yaşadığı bu güzel tabloyu çok daha erken yaşamaya başlardı... Bu mesele daha erken çözülebilseydi belki ekonomi 3 kat değil, 4 kat değil, 5 kat büyüyecekti, yatırımlar belki de 5 kat değil, 10-15 kat artacaktı. Bu mesele tam olarak çözüldüğünde kazanan ben olmayacağım, biz olacağız... Bu mesele tam olarak çözüldüğünde kazanan ben olmayacağım, biz olacağız.” Gördüğünüz gibi; Başbakan Tayyip Erdoğan, 11 yıl boyunca “yalnız bırakılmak”tan şikâyet etmektedir. Peki; “Muhalefet, STK’lar, iş dünyası, üniversiteler ve medya” sadece “Çözüm Süreci”nde mi “yalnız” bırakmışlardır Erdoğan’ı?.. “Gezi Zekâlılar” tarafından başlatılan “Gezi eylemleri”nde ve şu son “Dershane tartışmaları”nda, yanında mı olmuşlardır?.. İşte gördük; Birçok kişi ve kuruluş, “eski söylediklerini inkâr etme” pahasına, birden bire “dershaneci” oluverdi!.. Bana öyle geliyor ki; “Gezi eylemlerine destek” verip, “Hükümet’i yıpratma” amacı güden “Siyasîler”in, “STK’lar”ın ve “bazı medya organları”nın “dershane” konusunda takındıkları tavır da, “Gezi’dekinden farklı” değildir... Amaç, yine “Hükümet’i yıpratmak”tır!.. BAHÇELİ VE KILIÇDAROĞLU Buyrun, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve CHP Genel Müdürü Kemal Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarına bir bakalım... Devlet Bahçeli, bir yandan “dershaneleri kapatmak, bizim projemizdir” derken, bir yandan da “dersaneler kapatılmamalı” dedi mi, demedi mi?.. Bu ne perhiz, bu ne turşu?.. Amaç “Hükümet’e muhalefet” olunca, böyle “saçmalık”lar oluyor işte!.. Ya, CHP Genel Müdürü Kemal Kılıçdaroğlu’na ne dersiniz?.. “Solcu”sundan “Sosyal Demokrat”ına, “Sosyalist”inden “Marksist ve Komü-nist”ine kadar, siz hiç “paralı eğitim”i, dolayısıyla “para”nın konuştuğu “dershane” ve “özel okul”ları savunduğunu gördünüz mü?.. Peki, Kemal Kılıçdaroğlu da aynı yolun yolcusu olduğu halde, niye “dershane savunucusu” kesildi başımıza?.. Zannetmeyin ki, derdi “dershaneler”dir... Onun da tek derdi, “Hükütet’in yıpranma-sı”dır!.. Yoksa, “dershane”den, “mershane”den hiç anlamaz... Hatta, “hane”den de hiç anlamaz... Anlasaydı; adres gösterdiği “hane”yi kaydettirir, o bölgede oy kullanırdı!.. “Hane kaydı” yaptırmadığı için “oy” bile kullanamayan bir adam, bugün kalkmış “dershane”leri savunuyor!.. Sen ne anlarsın “dershane”den, sen “Kâğıthane”ye bile “Kâğıttepe” diyen adam değil misin?.. Bugün “dershane” diyorsun ama, yarın “derstepe” demeyeceğin ne malûm?!?.. HOCA OLARAK BAŞIMIZIN TACI Uzun lâfın kısası; şu son tartışmada, herkesin “durduğu yer” belli oldu... Kime “güven” duyulacağı, kime “güvenilmeyeceği” de ortaya çıktı... Ve, “kimin ipiyle kuyuya inilmeyeceği” de anlaşıldı... Ama, yine görüldü ki; Hocaefendi, bu tartışmada bir “Hoca” olarak değil de, maalesef “siyasî ve ticarî bir figür” olarak ortaya çıkmakla, “hayatının hatası”nı yaptı ve “ağır yara” aldı... Çünkü bu ülkenin insanları, onu “Hoca” olarak seviyordu, “siyasî ve ticarî bir figür” olarak değil!.. “Dershaneler” üzerinden “Hükümet’i yıpratmayı” amaçlayanlar, aslında “Hocaefendi’nin imajı”nı yıprattılar!.. Bu ülkenin “mütedeyyin” insanları, “İslâmcı” bilinen insanları, “Hocaefendi’ye dokundurtmaz, ona toz kondurtmazlar”dı!.. Ama, “dershane tartışması” ile birlikte, Hocaefendi’ye de dokunuldu ve artık o da tartışılmaya başlandı!.. Hem de, “söylenti” şeklinde değil, “yüksek sesle!” Hocaefendi’nin; “Bu müesseseler milletin eseri... Yeter ki millete hizmet etsin ama kapanmasın, heder olmasın... Allah’ın lütfettiği bu kurumları kim yönetirse yönetsin ama millete hizmet etmeye devam etsin. Allah biliyor ki, ‘biz idare edelim’ hırsımız yok; muradımız hizmetlerin garazlara kurban edilmemesi” şeklindeki sözleri, bilesiniz ki; kendisine yönelik “eleştiriler”in artmasından sonradır... Hocaefendi, bu sözleriyle “yıpranan imajını kurtarmaya” çalışmıştır ama, bence “çok geç” kalmıştır!.. Bu sözleri, “tartışmanın başında” söyleyebilseydi, “gönüllerdeki yer”ini koruyabilirdi... Ama o gönüller, şimdi yaralı!.. Peki, sormayalım mı; Bu tartışmada kim “doğru”dur, kim “yanlış”tır?.. Kazanan kim, kaybeden kimdir?.. Ben “dört işlem”i koydum ortaya... “Sağlama”sını da siz yapın!.. Lafın aslını bil, sonra tartış!.. Malûm; Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, geçtiğimiz Cumartesi günü, Diyarbakır’da bir “rüya”sını, bir “hayal”ini ve bir “özlem”ini dile getirip, “gelecek perspektifi” çizdiği konuşma, “genel af” tartışması başlattı. Ne var ki; “tartışma”ya katılmak için, önce “söylenen söz”ü bilmek gerekir... Erdoğan, Diyarbakır’da demişti ki; “Allah’ın izniyle, milletin hayır duasıyla, Allah ömür verirse, inşaallah gelecek çok daha iyi olacak. Dağdakilerin indiğini, cezaevlerinin boşaldığını, 76 milyonun kucaklaştığını, bir olduğunu, beraber olduğunu, birlikte Büyük Türkiye, Yeni Türkiye olduklarını göreceğiz, hiç endişeniz olmasın.” Hele söyleyin, bu sözlerde “genel af” mesajı var mıdır? Çözüm sürecinin amacı silahların bırakılması ve terörün son bulması değil midir?.. Açık ve net; Başbakan, bu amaca ulaştıktan sonra nasıl bir Türkiye özlemi içinde olduğunu vurgulamaktadır, o kadar... Demek oluyor ki; sözü “kulak”la dinleyeceksin, haberi “sağır ulak”lardan almayacaksın!.. 7.MAKALE Hadi “Özür” Dilemesin, Bir “Helallik” İstesin! 22 Kasım 2013 Cuma 00:23 . Bilmem, dikkatinizi çekti mi; ben “dershane tartışması”na “sonradan” girdim... Zaman gazetesi, geçen hafta Perşembe günü, “Eğitime büyük darbe” başlığını attığında, olayın “teknik bir konu” olduğunu düşünüp, “tartışma”ya girmeyi aklımdan bile geçirmedim... Aynı gün, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından “Zaman’a yalanlama” yapıldı, yine tartışmanın tarafı olmadım... Aksini iddia edenler, yazılarıma bakıp, doğru söylediğimi görebilirler. Ne zaman ki; Fethullah Gülen Hocaefendi’nin, Hükümet’e ve Başbakan Tayyip Erdoğan’a yönelik; “Firavun aleyhinizde ise, Karun aleyhinizde ise, isabetli bir yolda yürüyorsunuz demektir” sözleri “internet”te ve “gazeteler”de yayınlandı, işte o zaman tartışmalara girmek zorunda kaldım... Bazı arkadaşlar, hâlâ, o sözün “Başbakan” kastedilerek söylenmediğini iddia etse de, ben o kanaatte değilim... ETİKÇİ KİM, TETİKÇİ KİM? Her neyse... Bu konuya biraz sonra yine döneceğim... Ama şimdi, söylemek istediğim bir şey daha var... Samimiyetle söylüyorum ki; Daha önce “Ayna”da önceki gece de Kanal 24 ekranında; “Hocaefendi, Firavun ve Karun ithamlarından dolayı Başbakan Tayyip Erdoğan’dan özür dilemeli ve bu kavga bitmeli... Aksi halde, bu gerginlik devam eder” sözlerimden ve dün de “dershane tartışması ile düşen maskeler” yazımdan sonra, “Dershane etrafında dönen tartışmalarla ilgili yazılarıma son verme” niyetindeydim... Gerçekten de; “6 gündür” aynı konuda yazılar yazmak, beni de sıkmıştı... Dünkü yazımın, “son yazı” olmasına karar vermiştim ki; “Cemaat’ten birisi”nin, benim için; “bütün zamanların en büyük tetikçisi” dediğini öğrenince, anladım ki, bunların bazıları, “adam” filan değil... Bunlar “barış” ve “uzlaşma” aramıyor, tam aksine “gerilimin devamı”nı istiyor!.. O halde; “Hodri meydan!” Bana; “Bütün zamanların en büyük tetikçisi” suçlamasında bulunup, “beynindekileri kusan” zata söylemek istediğim bir tek söz var: “Abdest” bilmez, “namaz” kılmaz ve hatta “Ateist” olduğunu her yerde deklâre eden “kartel yazarı”nı kendine “idol” seçip, “örnek” aldığını söyleyip, ona hitaben; “Üstad” diyerek “yalakalık” yapan sen; kalkmış bana, “tetikçi” diyorsun, öyle mi?.. Maşallahın var!.. Tam da “Hocaefendi’nin izinde”sin!.. “Müslüman”lar için, ne de kolay “çamur” atıyorsun, ne de kolay “yafta” asıyorsun!.. Hocaefendi, “Firavun” der, “Karun” der, “Tımarhanelik deli” der, “Hocaefendi’nin izinde” yürüyen sen de “tetikçi” diyorsun öyle mi?.. Tebrikler!.. Boşuna dememişler; “İmam yellenirse, cemaat halıyı batırır!” Batırın, batırın!.. Siz; bu gidişle Hocafendi’yi de yerin dibine batırırsınız! Bana öyle geliyor ki; Bizim Faruk Köse’nin de yazdığı gibi, Hocaefendi’yi, öncelikle ve acil olarak “Hocaefendiciler”den kurtarmak lâzım!.. Çünkü, bunların çoğu; “Hocaefendi’yi kullanıyorlar.” KİM BU BRÜTÜS? Gelelim, şu “Firavun!.. Karun!.. Tımarhanelik deli” suçlamasının, Başbakan Tayyip Erdoğan’ı hedef alıp-almadığı meselesine... Bazı arkadaşların iddia ettiği gibi; Eğer “Hedef Erdoğan değil” ise; bu “itham”ları, “dershane ile ilgili açıklama”nın içine kim soktu ve niye soktu?.. İşin içinde; bir “Ergenekon parmağı” mı var, yoksa “Hocaefendi ile Başbakan Tayyip Erdoğan’ı kapıştırmayı” düşünen bir “zavallı” bir “embesil”, bir “salak oğlu salak”, bir “aptal”, ya da bir “hain” bir “Brütüs” mü var?.. Yazının tam burasında, “tam yerine rast gelen bir hikâye” anlatmak istiyorum. Bir zat, Hasan Basri Hazretleri’nin yanına gelip, “Filanca zat, senin hakkında çok kötü sözler söyledi” deyince, Hasan Basri Hazretleri sormuş adama; - Sen onu nerede gördün? - Evinde gördüm. - Orada ne yapıyordun? - Misafirdim. - Misafirlikte ne yediniz? Adam yediklerini anlatmış tek tek... Bunun üzerine Hasan Basri Hazretleri adama çıkışıp, demiş ki; “- Ey namert kişi!.. Bu kadar yemeği karnında sakladın da, bir sözü mü saklayamadın?” Farzedelim ki; Hocaefendi, “sohbette bulunanların yönlendirmesi” ile “öfkeye” kapıldı ve o “talihsiz ifadeleri” kullandı.. Peki, “yapılması” gereken neydi?.. Hadi; o anda Hocaefendi’yi “uyaran” biri çıkmadı, peki; “dershaneler”le ilgili o “konuşma özeti”nin içinde, o ifadeleri “ayıklayacak” bir “akıllı adam” da mı yoktu?.. GECEYARISI OPERASYONU Ben, “Cemaat’e uzak biri” değilim... Hangi durumlarda, nasıl hareket edildiğini az-çok bilirim... Ve yine bilirim ki; Cemaat içindeki “sağduyulu” insanlar, Hocaefendi’nin “kızgınlık ve öfke” anında sarfettiği “yanlış anlama”lara sebebiyet verebilecek sözlerini ayıklarlar ve “internet sitesi”ne öyle koyarlardı... Bunu yaparken de, Hocaefendi’yi ararlar, “bu sözlerin yanlış anlaşılabileceğini” söylerler, onun da “muvafakat”ıyla, bir anlamda “otosansür” uygularlardı... Hocaefendi, bu tavrı asla bir “gayretkeşlik” olarak görmez, hatta daha sonra, “beni bir yanlıştan döndürdünüz” diyerek, kendilerine “teşekkür” ederdi... Peki, içinde “Firavun!.. Karun” ve daha sonra da “Tımarhanelik deli” ifadelerinin geçtiği konuşmayı, hiçbir “ayıklama”ya tabi tutmadan, bir “geceyarısı operasyonu” ile “Herkul.org sitesi”ne koyan el, “kimin eli”dir?.. Öncelikle bu “el” bulunmalıdır... Haa, şunu da söyleyeyim; Hocaefendi’nin bu “haddini aşan sözler”inden rahatsız olan, sadece Başbakan Tayyip Erdoğan ve ona oy veren milyonlar değil, aynı zamanda “Cemaat mensubu birçok insan”dır!.. “Dershane gerilimi”ne rağmen, Hocaefendi’nin sözlerinin doğru olmadığını söyleyen birçok “Cemaat ileri geleni” vardır!.. Tabiî, “Şeyhinin günahında keramet arayan müritler” gibi, Hocaefendi’nin sözlerinde “hikmet” arayanlar da yok değil... BİR “HELÂLLİK” İSTESE! Her neyse... Olan oldu... Hocaefendi, bundan sonra, “ağzından çıkan sözün esiri” olmaya devam edecektir. “Dershaneleri dönüştürme” konusunda “son derece kararlı” olan ve önceki gece A Haber’de; “geri adım atmayız” diyen Başbakan Tayyip Erdoğan, anlaşılan o ki, “ağır itham”lardan dolayı “son derece üzgün”dür... Ben, bu “üzüntü”nün, ancak ve ancak “Hocaefendi’nin özür dilemesi” ile mümkün olabileceğini düşünüyorum... Bunu da, daha önce yazdım, önceki akşam da Kanal 24’te söyledim... Sen misin böyle diyen?.. Öyle bir “saldırı”ya maruz kaldım ki; ne “tetikçi”liğim kaldı, ne “provokatör”lüğüm!.. İşi “tehdit” boyutuna vardıran bu arkadaşlara, tek bir sözüm var: “Demirden korksaydım, trene binmezdim!” Ama, şu da var: Eğer “özür” kelimesi hoşunuza gitmediyse, onun yerine “helallik” diyebilirim... Tamam, Hocaefendi “özür” dilemesin Tayyip Erdoğan’dan, “helâllik” dilesin.. Yapsın bir açıklama ve desin ki; “Belli ki, sizi üzmüşüm Sayın Başbakanım, ne olur hakkınızı helâl ediniz.” Böylesi, “daha İslâmî” olur!.. Bu da, “Cemaat’in ileri gelenleri”ni paspas gibi çiğneyip, devredışı bırakan “Cemaat’in ileri gidenleri”ne bir ders olur!.. “Yediklerini” karınlarında saklayıp da “söyleyenleri” saklayamayan “ileri gidenler”e!.. Bir an önce bir “yol” bulunmalı ve “Erdoğan’ın kırılan gönlü” teselli edilmelidir. Yoksa, önceki gece gördük işte; Erdoğan’ın gözünde ne “seçim” vardır, ne de “Cemaat’ten gelecek oy!” Bir “helâllik” istenemez mi?.. Tabii, Başbakan Tayyip Erdoğan’ı, “Otorite” olarak kabul ediyorsa... “İhtiyaç” diye, hep “Gecekondu”da mı yaşayacağız? Bence, “beklenen” oldu... “Kızılcahamam köstebeği” olduğu iddia edilen AK Parti Kütahya Milletvekili İdris Bal, partiden “kesin ihraç” talebiyle Disiplin Kurulu’na sevk edildi... İdris Bal; bu “ihraç talebi”ni, “dershanelere verdiği destek ve Çözüm Süreci’nden duyduğu kaygı”ya bağlıyor... Dün düzenlediği basın toplantısında demiş ki; “Dershaneler, bir açıkgözün para kazanma hırsından mı, yoksa ihtiyaçtan mı doğdu?” Elbette “ihtiyaç”tan doğdu... Çok doğru; “benzin” pahalı ise, arabaya “LPG” taktırmak bir “ihtiyaç”tır!.. “Başını sokacak evi olmayan” bir insan için, “gecekondu” da bir ihtiyaçtır… Evet, “gecekondu”lar da bir “ihtiyaç”tan doğmuştur... Peki, “ihtiyaçtan doğdu” diye, “gecekondu”lara hiç dokunmayacak, bu “çarpık yapı”ları hiç yıkmayacak mıyız?.. Bugün, “kentsel dönüşüm” sloganıyla “gecekondu”lar ve “sağlıksız yapılar” yıkılıp da, nasıl ki “yaşanabilir evler” inşa ediliyor, “dershane”ler de bu “değişim”e ayak uydurmalı ve “modern okul”lara dönüşmelidir. Değişmeyen tek şey “değişim”dir!.. 8.MAKALE Yunan tanrılarının kralı Zeus’un oğlu Herkül! 23 Kasım 2013 Cumartesi 00:45 . Bugün, 8. gün... Bugüne kadar, hiçbir konuda “8 gün üst üste” yazı yazmadım... Ama; “Dershane... Cemaat... Hocaefendi” konularında, “maalesef” 8 gündür yazıyorum... Daha doğrusu; Yazmak zorunda kalıyorum... Dün de ifade ettiğim gibi; Son 3 gündür, “Bu son yazı” diyerek başlıyorum yazı yazmaya... Gerek “Cemaat’teki arkadaşlar”dan, gerek “bu kavga bitsin” düşüncesiyle telefon açıp “arabulucu” olan dostlardan gelen “rica”lar üzerine; “Tamam bitiriyorum” diyorum... Ne var ki; Ben “Bitiriyorum” dedikçe, “daha fazla üzerime gelmeye” başladılar... “Eleştiri”lere zaten bir diyeceğim yok... “Hakaret”lere de kulağımı tıkadım... Ama iş, “sinkaflı küfür ve tehdit” boyutlarına ulaşınca, “susma”nın anlamsız olacağını düşünmeye başladım... GELMİŞİNİ!.. GEÇMİŞİNİ! Gördüğünüz gibi; Hiçbir yazımda; gerek “Hocaefendi”ye, gerek “Cemaat”e yönelik “eleştiri” ve “talep”ten öteye bir ifade kullanmadım... Mümkün olduğu kadar “saygılı bir üslup” kullanmaya, “kardeşlik hukuku”nu çiğnememeye çalıştım... Öyle ya; yarın yüz yüze bakacağız... Dediğim açık: İstedim ki; Hocaefendi, “Firavun ve Karun” suçlamalarından, ya da öyle yansıtılmasından dolayı kalbini kırdığı Başbakan’dan bir “özür” dilesin, daha da olmadı “helâllik” istesin!.. Hele söyleyin; Bu, gayet “insani bir talep” değil mi?.. Ama, “Cemaat mensupları” ne yaptılar?.. Ne “yalakalığımı” bıraktılar, ne “tetikçi”liğimi!.. Hepsini sineye çektim... Ama, birileri kalkıp da; “Ulan Hasan!” diye başlayıp, “Gelmişini!.. Geçmişini!.. Testiden su içmişini!” diye biten “küfür”ler yağdırmaya başlayınca, gördüm ki; bunlarda “seviye-meviye” kalmamış, iyice “çukur”laşmaya başlamışlar!.. Yine de, onları; “Kaale almıyorum!” 22 YIL ÖNCEKİ YAZI... NE İŞ? Ama, “Cemaat’teki arkadaşlar”a ve beni arayan “arabulucu”lara sormak istiyorum: Benim “susmamı” isterlerken, kendileri bu “kavga”yı niye sürdürüyorlar, “yangına odun atmaya” ve “ateşi körüklemeye” niye devam ediyorlar?.. Meselâ, Hocaefendi’nin; Yeni Ümit dergisinin 11. sayısı için 1991 yılında, yani “22 yıl önce” kaleme aldığı “Lider” başlıklı makalesini “dün” yayınlayan Zaman gazetesi ne yapmak istemektedir?.. Hocaefendi, 1991 yılında; “Seviyeli insan, idareci kadro ve lider kıtlığı bunalımı”ndan söz edip, demiş ki; “Süleyman çoktan göçüp gitmiş ve o muhteşem saltanatın yerinde iblisler satranç oynuyor!” “Süleyman” kim, “iblis” kim?.. Ve Zaman gazetesi, “22 yıl önce” yazılmış bu yazıyı, bugün niye yayımlıyor?.. Amaç ne?.. Dünden-bugüne bir “gönderme” yapıp, Erdoğan’ı “lider” olarak görmediklerini mi ima etmek istiyorlar?.. Niye “kaçak” güreşiyorlar, söyleyeceklerini niye “açıkça” söylemeyip de, “Hocaefendi’nin omuzundan ateş” ediyorlar?.. Tamam, “kavga bitsin” de, Böyle mi bitecek?.. Biliyorum, yine diyecekler ki; “Hocaefendi, ortaya bir elbise koydu, artık kimin sırtına uyarsa!” Y
Posted on: Sun, 01 Dec 2013 13:12:02 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015