ENGİN ARDIÇ VE “ARSIULUSALLIK”... Engin Ardıç adlı - TopicsExpress



          

ENGİN ARDIÇ VE “ARSIULUSALLIK”... Engin Ardıç adlı gazeteci-yazar; 25 Ağustos 2013 günü, Sabah gazetesinde “Arsıulusal” başlığıyla yazmış olduğu yazısında İzmir Fuarı, İzmir Yangını ve bu yangın sonrasında yangın alanının durumuyla ilgili kimi konuları ele almıştır. Önce yazının başlığından başlayalım “arsıulusal”... Bu deyim, yazarın da belirtmeye çalıştığı gibi, Cumhuriyet döneminde eski konuşulan dili Türkçeleştirme çabasının bir sonucu olarak Türkçe köklü iki sözcüğün bir araya getirilmesiyle oluşturulmuştu. “Ulus” eski Türkçe’de kullanılan bir deyimdi; budun, boy gibi deyimlerin yanında, bir soyun üzerinde oturduğu bölgeyi anlatmak için kullanılıyordu. Bu sözcük iki ya da ikiden fazla ulusun, kendi aralarındaki ilişkiyi anlatmak için; “beynelmilel” sözcüğüne karşılık olarak kullanılmıştı. “Beyn” arası; “milel” de “millet” sözcüğünün çoğuludur. Tam Türkçe karşılığı “uluslararası”dır. Arsıulusal sözcüğü bir süre kullanılmış; sonra üzerinde küçük bir değişiklik yapılarak, “uluslararası” sözcüğü kullanılmaya başlamıştır. Pekala bugün kimse beynelmilel deyimini kullanmaz, arsıulusal’dan dönüştürülen “uluslararası” deyimi kullanılır. Eğer yazar, bu sözcüğü ve Türkçecilik hareketini küçümsemek için bu başlığı seçtiyse; ona şunu öneririm: Lütfen uluslararası demeyin; “beynelmilel” deyin... Gelelim İzmir Fuarı konusuna... Evet, gerçekten de Uluslararası İzmir Fuarı, büyük İzmir yangınından sonra oluşan arazi üzerinde kurulmuştur. Yazar bu alanı Ermeni Mahallesi olarak tanımlıyor... Bu doğru bir saptama değildir. Çünkü yangın alanı, bugünkü Alsancak Limanı’na yakın bir noktadan, neredeyse Konak Meydanı’na kadar olan alanı kaplamıştır. Buralarda Türk Mahallesi olmadığı saptaması doğrudur. Çünkü; Türkler o dönemde kentin yoksul kesimini oluşturdukları için, Türk Mahalleleri Eşrefpaşa, Başdurak ve Ötesi; Hilal ve Kadifekale yamaçlarına doğru kurulmuştu. Buna karşın, yangın alanının olduğu bölgede Türkler zarar görmedi nitelemesi son derece yanlıştır. Çünkü yangın, Türkler’e de ait pek çok dükkan, mağaza ve ticarethaneyi yakıp kül yığını haline getirmiştir. Ancak, yangın İzmir’in en zengin muhitinde çıktığı ve bu muhitte de İzmir’in en zengin kesimleri oturduğu için; İzmir’de yoksul tabakayı oluşturan Türkler, göreceli olarak yangından daha az zarar gördüler. Yahudi mahalleleri de Türk mahalleleriyle yakın bölgelerde yer alıyor; bu arada, varlıklı olan Yahudi aileler, yangın yerinin bulunduğu yerlerde pek çok malikaneye sahip bulunuyorlardı. Yangın bölgesine Ermeni Mahallesi dendiği doğru değildir. İzmir’de Ermeni Mahallesi, Rum-Ortodoksların yaşadığı yerlere göre çok daha küçük bir yerdi. Dolayısıyla bütün yangın alanı için “Ermeni Mahallesi” deyimini kullanmak doğru değildir. Bölgeye genel anlamda “Frenk Mahallesi” deniyordu ve bu mahallede Ermeniler’den daha çok Ortodoks Rumlar, Levanten aileler; Fransız, İngiliz, İtalyan aileler oturmaktaydı. Bu kesimler; İzmir’in varlıklı insanlarından oluştuğu için bölgede, İzmir’in Türk ve Yahudi bölgelerinde görülmeyen lüks bir yaşam, büyük alışveriş yerleri; Avrupai tarzda binalar, liman etrafında yer alan ticarethaneler bulunuyordu. Dolayısıyla İzmir yangınında yanan bölgede yalnız Ermeniler oturuyordu sözü doğru değildir. Türk ve Yahudi mahallelerine yangının sirayet etmemesi ve bir anlamda insanların diri diri yanması için, Nurettin Paşa’nın mahallenin çıkış noktalarına asker döşediği iddiasına gelince... “Asker döşedi” terimi neyi anlatıyor, anlamak zor; ancak bununla yazar, “asker konuşlandırdı” demek istemiş olmalı. Ancak ne yerli ne de yabancı kaynaklarda böyle bir şey yok... Olması da olanaksız; çünkü yangının sürdüğü günlerde, İzmir körfezinde hala onlarca yabancı ülkelere ait savaş gemileri bulunuyor ve bunlar gerek gemilerden yaptıkları gözetlemelerle ve gerekse konsoloslukları aracılığıyla, İzmir’de olan bitenleri hükümetlerine bilgi notu olarak geçiyorlardı. Nurettin Paşa’nın bu olayda bir rolü olduğu genellikle Türkiye’ye düşmanca fikirlerle bakan Ermeni diasporasının önyargılı kitaplarında yer alan bir yaklaşım olmakla birlikte; bunlarda bile, insanlar yangın yerinden kaçamasın da yansınlar diye kaçış yerlerine asker konuşlandırıldığı yazılıp söylenmemiştir. Bu iddia, açıkça “soykırım” deyimine vurgu yapacak kadar vahimdir. Kaldı ki o günlere ilişkin, Türk Genelkurmayı’nın ve Yunan genelkurmayının belgeleri yayınlanmıştır. Hatta savaşta yer alan Yunanlı komutanların pek çoğunun o günlere ilişkin hatıraları da yayınlanmış ve bunlar Türk Genelkurmayınca da Türkçe’ye çevrilmiştir. Bunlar basılmamış kaynaklar olarak Genelkurmay Arşivi’nde ilgili dosyalarında yer almaktadır. Bir kısmı daktilo halinde ciltlenmiş, bir kısmı da klasörlerde yer alan bu kaynakların tamamını görüp inceleme olanağı buldum. Bu kaynakların hiç bir yerinde böyle saçma bir iddia geçmiyor. Tam tersine; yayınlanan bir emirle, kentte her hangi bir asayişsizlik oluşmaması için; oraya buraya saklanmış Ortodokların bir an önce teslim olmaları istenmiş ve bunlar; bir süre askeri sahalarda tutulmuş; sonra da mübadeleye kadar salınıvermişlerdir. Türk genelkurmayının raporlarında ise tam tersine hızla yayılan yangının bir türlü önlenemediği, aşırı rüzgar nedeniyle, yangın söndürme çabalarının sonuç vermediği anlatılır. Bu konuda en önemli kaynak, kendisi Rus asıllı İzmir İtfaiye Müdürü, Paul Greskoviç’ in yangınla ilgili olarak hazırladığı rapordur.. Bu raporda yangının İzmir’de, Frenk mahallesinde, şaraphane yakınlarında Ermeni bölgesinde çıktığı; burada gaz dolu bidonlar bulunduğu; itfaiyenin yangınla ilgili söndürme çabalarında itfaiye hortumunun Ermenilerce kesildiği açıkça yazar. Bu rapor, yabancı dillere de çevrilerek yayınlanmıştır. Bu nedenle büyük İzmir yangınının Türk Ordusu’nun İzmir’e hakim olmasıyla, artık bu kentte bir parça da Birinci Dünya Savaşı’nda Ermeni tehciri nedeniyle bütünüyle Türkler’in hakim olacağını düşünen Ermenilerce çıkarıldığı kesine yakın bir olasılık olarak kabul edilir. Yangında Türkler’in rolüne ilişkin; yangın günlerinde de yabancı gazetelerde bir iki haber çıkmış olmakla birlikte; genel olarak bakıldığında; bu konuda o yıllarda en az suçlama Türkler’e yapılmıştır. Yangın yeri, 1930’lara kadar büyük bir moloz yığını halinde kaldı. Büyük bir oturma alanı yerle bir olmuştu. Yangının ağır tahribatı, yanan yerlerin yeniden imara açılmasını imkansız kılmıştı. Yalnız Liman ve çevresinde (Pasaport) yanan kimi depo ve antrepoların onarımı yapıldı. Dönemin gazetelerinde; yangın bölgesinin kapkara bir hayalet kenti hatırlattığı, zaman içinde bölgeye kimi serseri kişilerin musallat olduğu; hurdacıların yanıp yıkılan binaların demirlerini toplayarak sattıkları gibi bilgiler vardır. Ancak İzmir için bölgedeki molozların temizlenmesi büyük bir sorun oldu. Dönemin Belediye başkanı Dr. Behçet Uz’du. Behçet Uz’un o günleri de ele alan hatıraları, Türkiye İş Bankası yayını olarak yayınlandı. Belediye Meclisinde ve valilik katında; yıllar boyunca bu molozların nasıl temizleneceği ve bu görüntüden nasıl kurtulacağının arayışı oldu. Bu yıkıntıların kaldırılmasında ortaya çıkacak büyük mali yük, kent yöneticilerini ürkütüyordu. Bu arayışların sonunda; bölgede genel bir ıslah işi yaparak, yangından etkilenen bölgeyi molozlardan arındırmak, düzeltmek; ortaya çıkan araziyi de değerlendirerek, İzmir’in ticari ve ekonomik potansiyelini ortaya çıkaracak uluslararası bir fuar yapmak düşüncesi ağırlık kazandı. Bu temizlik işi yıllar boyunca sürdü. O zamanın teknik olanaklarının sınırlı olanakları içinde, yüzlerce işçi taşları kırarak, molozları at arabalarıyla taşıyarak bu çalışmalarda yer aldılar. Behçet Uz, belediye başkanlığı döneminde en önemli iş olarak bunu görüyordu. Sonunda bu temizlik işi başarıldı. Ortaya büyük bir alan çıktı. Bu alanın bir kısmı uluslararası bir fuara dönüştürüldü. (Bu konuda iki önemli kaynak: Umur Sönmezdağ, İzmir Enternasyonel Fuarı’nın Yapılışı ve Açılışı; Tülay Alim; İzmir’in İmarı)... Sonuç: 30 Ağustos 1922 gününden, 13 Eylül 1922 tarihine kadar Batı Anadolu’da pek çok kent yakıldı ve yıkıldı. Uşak, Afyon’un bir kısmı; Manisa, Salihli, Kula, Alaşehir gibi pek çok kent ve kasaba oturulamayacak ölçüde yangınlardan zarar gördü. Bu beldeler, Türk ordusu tarafından kovalanan Yunan askerlerinin, her an enselerinde Türk askerlerinin kılıç darbelerini hissedeceğini düşünen Yunan askerleri tarafından bilinçli olarak çıkarılıyor ve Türk askerleri, düşmanı kovalarken, bu yanıp yıkılan yerlerde yangın söndürmek, ve öldürülen ve yaralanan insanların durumuyla ilgilenmek durumunda kalıyordu. Katliamdan kaçan yerli halk, dağlara sığındı. Örneğin, büyük Manisa yangınında halkın önemli bir kesimi Sipil Dağı’na çıkarak saklandı. Türk ordusu kente girdiğinde büyük bir harabe halindeydi. Dağlarda kimi insan topluluklarının olduğunu gören Türk topçuları, bunların Yunan askeri olabileceğini düşünerek uyarı atışı yapmış; ancak yapılan gözetlemelerde bu kişilerin ölümden kaçan sivil halk olduğu anlaşılmıştı. Bu büyük yıkım, sonradan toplumsal yaşamın her boyutunda kendini hissettirdi. Nitekim; savaş sonunda büyük bir mesken bunalımı kendini gösterdi: (Mevlüt Kaya, İzmir’de Mesken Bunalımı, tez). Ev kiraları, bir memurun tek başına altından kalkamayacağı ölçüde arttı. İsmet Paşa, Lozan’da ilk konuşmasını yaparken şunları demekteydi: “Şu anda Anadolu yaylalarında, bir buçuk Milyon Türk, evsiz ve barksız, iki eli böğründe ağlayarak dolanıp durmaktadır”... Kendi ülkesini kurtarmak için bütün varını yoğunu ortaya koymuş olan bir millet, kendi topraklarında her biri milli bir servet olan kentleri; bu arada elbette İzmir kentini niçin ateşe versin? Yangın rüzgarın esiş şekline göre bir alanda etkili oldu. Pekala rüzgar ters yönden esse, bundan Türk mahalleleri de büyük zarar görebilirdi. Kaldı ki, yanan yerlerde de, Türk süvarilerinin her an İzmir’e gireceği haberi üzerine büyük ölçüde nüfus bölgeyi terk etmiş ve deniz araçlarıyla kendilerini en yakın adalara atmıştı. Kaçamayanlar ise Kordon’da büyük kalabalıklar oluşturmuştu. Bu nedenle, yangının çıktığı günlerde o bölgelerde oturan insan sayısı son derece azdı. Boşalan bu alanlarda, Torkum adlı bir Ermeni çete başının, kendine bağlı serseri bir grupla, daha Türk Ordusu kente gitmeden, evlere girerek büyük soygunlar yaptığı araştırmalarla ortaya konuldu. Türk askeri kente girene kadar, yaklaşık on gün, kentte neredeyse Yunanlı bile olsa kolluk gücü kalmamıştı. Soğukkuyu taraflarını çeteler teslim almış, halkı haraca bağlamıştı. Bu yerlere sonradan Türk askerinin güvenliği sağlamak için girişi sırasında, bu çetelerin direnişi ile karşılaşıldı ve Torkum, Çeşme yönüne kaçarak, Yunanistan’a sığındı. Daha da ötesi; ABD; İngiltere ve Fransız konsoloslarının en büyük kaygısı, Türk askerinin kente girişi sırasında, kentin zarar görme olasılığı olduğundan; kente ilk kez giren Yüzbaşı Şerafettin ve sonradan valilik binasına yerleşen Mürsel ve Nurettin Paşa’larla kentin tahribatına ve güvenliğine karşı garanti de almışlardı. Bu nedenle Engin Ardıç’ın yazısı, bilimsel verilerle uygunluk göstermiyor. Bütünüyle belli bir dönemi karalamak üzerine bir kurgu özelliği taşıyor. Üstelik bütün bu gerçek dışı savlar; John Milton’un propaganda amaçlı yazdığı “Kayıp Cennet” adlı kitabından esinlenerek yazılmış gibi görünüyor... Bu ve buna benzer propaganda kitaplarının ortak iddiası şudur: Türkler Kurtuluş Savaşı vermemiştir. Yunan askeri hakkı olan bir coğrafyayı ele geçirmek için hareket etmiştir. Türklerse savaşa neden olarak Yunanlılar’a, Rumlar’a, Ermeniler’e, Keldaniler’e, Süryaniler’e ve Kürtler’e soykırım uygulamışlardır. Bir Türk yazarının, Genelkurmay Başkanlığı tarafından yayınlanan Askeri Tarih Belgeleri Dergisi’nin 121. Sayısından sonraki sayılarda, bütünüyle bu dönemin olaylarına ilişkin askeri raporları yayınlanmışken; bunlara hiç vurgu yapmadan, propaganda amaçlı kitaplardan hareket ederek Türk kamuoyunu yanıltma çabası, başlı başına ibret alınması gereken bir konudur. Prof. Dr. Kemal Arı
Posted on: Thu, 29 Aug 2013 00:10:44 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015