ERBAKAN’la Boy Ölçüşen Alçak Susanlar Senden - TopicsExpress



          

ERBAKAN’la Boy Ölçüşen Alçak Susanlar Senden Alçak! ERBAKAN’la Boy Ölçüşen Alçak Susanlar Senden Alçak! MİLLİ GÖRÜŞÜN BAŞBELALARI VE SORUMLULUKLARIMIZ Hayat bir imtihandır ve her birimizin imtihan şartlarını bizzat Cenabı Hak hazırlamaktadır. Nefsimizle, ailemizle, yakın ve uzak çevremizle, mevcut sistem ve devlet düzeniyle imtihan edildiğimiz gibi, hizmet teşkilatımız ve dava mensuplarımızla da imtihanımız vardır. Hz. Ömer (RA) Halifeliğe atanınca çevresine söylediği: “Allah sizi benimle, beni de sizinle imtihan buyurmaktadır. Sizin imtihanınız; Ben Hakka bağlı kaldıkça, içtihat ve icraatlarımda hatalı da davransam bana itaat ve ahdimize sadakat göstermeniz, haksız ve İslam’a aykırı davranış ve kararlarımda ise beni uyarmanızdır. Benim imtihanım ise, yakınlarımı ve yağcılık yapanları değil, ehil ve layık olanları yetkili görevlere atamam, Kur’an’ın hükmünü ve Resulüllahın öğüdünü esas ve ölçü almamdır” tavsiyeleri bizim de düsturumuz olmalıdır. Ve hele, davamızı ve camiamızı istismar girişimine, yetki ve görev emanetine hıyanet ettiğine şahit olduğumuz üst kademedeki insanların bu tahribatlarına karşı önce kendilerini, dinlemiyorlarsa dava kardeşlerimizi uyarmak, Allah’a ve davamıza karşı sorumluluğumuzun bir parçasıdır. “Dışlanırım, suçlanırım, makam ve menfaatlerden mahrum bırakılırım” endişesiyle böylesi yamukluklara göz yuman bir ekibin zafere ulaşması ve Allah’ın rızasını kazanması imkânsızdır. “Nasıl olursanız öyle idarecilere kavuşursunuz” hadisi şerifi, sadece ülkeler için değil, partiler ve ekipler için de geçerli bir kuraldır. Hz. Peygamber Aleyhisselatüvesselam Efendimizin çok özel sırdaşı ve münafıkların isimlerinin kendisine anlatıldığı Sahabe-i Kiramdan HUZAYFE BİN YEMAN, dedelerinin aslen Yemenli olduğu söylenir. Kabilesi olan Ben-i ABS, Hayber ile Teyma arasındaki bölgede yerleşmiş ve İran Kisrası Nuşirevan döneminde Hıristiyanlığı kabul etmişlerdir. Bedir harbinden önce Hz. Huzayfe ve ihtiyar babası (RA) Medine’ye gelip Peygamber Efendimizin huzurunda İslam’a girmişlerdi. Efendimiz Huzayfe’yi Ammar Bin Yasir’le kardeş ilan etmişlerdi. Sırası ile Uhud, Hendek, Ben-i Kureyza ve Hayber gazvelerine katılmış, ardından Mekke Fethinde, Huneyn ve Taif’te, Tebük seferinde ve veda Haccında hazır bulunmuş seçkin bir sahabe idi. Babası, Uhud savaşında müşrik sanılarak yanlışlıkla öldürülünce, verilen diyetin hepsini sadaka olarak dağıtıvermişti. Hz. Huzayfe yüz kadar Hadis-i Şerif rivayet etmiş, Hz. Osman’ın şehadetinden sonra Hz. Ali’ye biat ettikten kırk gün sonra çocuklarına Hz. Ali’den ayrılmamalarını özellikle vasiyet edip ebedi âleme göçmüşlerdir. Hz. Ebubekir (RA) döneminde ordu komutanlığına, Hz. Ömer döneminde valilik makamına getirilmiştir. Münafıklar ve Hz. Ömer’in (RA) Endişesi Kalben teslime ve tevhide ulaşmadıkları halde, makam ve menfaat beklentisi ve İslam’ın nimet ve faziletlerinden yararlanma düşüncesiyle, hatta bir kısmı da hıyanet ve fesatlık gayesiyle Müslüman görünen kimselere MÜNAFIK denilmektedir. Hz. Peygamberimize Münafıkların cenaze namazını kılmasının yasaklanması[1] üzerine, marazlı ve garazlı insanların kimler olduğu konusu daha bir merak edilmiş, hatta ileri gelen sahabeler bile, “acaba biz de Münafık mıyız?” diye ciddi bir endişe içine düşmüşlerdi.[2] Münafıkların bazıları deşifre edilmiş ve kendilerini bir şekilde ele vermiş olsa da, önemli bir kısmı Efendimizce gizlenmiş, sadece bunların isimleri Hz. Huzayfe’ye sır olarak bildirilmişti. Hz. Ömer Halife olunca bunların kimler olduğunu öğrenmek için Hz. Huzayfe’ye çok ısrar etmişse de, kendisine söylenmemiş; sadece valilerinden birisinin fasıklık alametleri haber verilmiş, o da tespit edilip görevine son verilmişti.[3] Ancak Hz. Ömer (RA), Peygamber Efendimize “Münafıkların cenaze namazını kılmak yasaklanınca, Hz. Huzayfe’nin de Münafık bildiği kimselerin cenazesine katılmayacağını” düşünerek, “Medine’de olduğu halde, Hz. Huzayfe’nin kimlerin cenaze namazına katılmadığını öğrenmek üzere”, bazılarını görevlendirmişti. Bu takip sonucu, herkesçe zahiren çok makbul bilinen öyle şahısların gerçekte Münafık oldukları kanaati belirmişti ki, artık Hz. Ömer kendisinden bile şüphe ederek, çok ciddi ve endişeli bir şekilde: “Ya Huzayfe, Allah Peygamber aşkına doğru söyle, ben de Münafıklar listesinde miyim?” diye sormaya ve kuşku duymaya mecbur hale gelmişti. Hâşâ, Hz. Ömer Efendimizin bunu, riyakârlık olsun diye veya şaka niyetiyle yapmadığı, mübarek ve muhterem bir mü’min bilinen ve hıyanetlerine asla ihtimal verilmeyen nice zevatın: “Hz. Huzayfe tarafından ve hiçbir mazereti bulunmadan, cenaze namazlarının kılınmadığını” görünce hakikaten sarsılıp korkuya kapıldığı kesindi. Bütün bunlardan anlıyoruz ki: 1- Şeytani merkezler ve Siyonist Yahudi çevreler, en iyi Müslüman ve mücahit rolü oynayan ve hatta Hz. Ömer gibileri tarafından bile hıyanetinin farkına varılmayan çok sinsi ve tehlikeli elemanlarını, o gün Hz. Peygamberin çevresine yerleştirmişlerse, bugün Milli Görüş içerisine niye yerleştirmesinlerdi? 2- Zaten batıl kafalı ve Siyonizm’in farklı kolları olan partiler yerine, asıl Milli Görüşü kontrol etmek, sadık ve sağlam kişileri saf dışına itmek üzere; Erbakan’ın partisine çöreklenmek gerekmez miydi? Hatta “Milli Görüş’ün hizmetlerine fırsat verilmesi için bazı şahsiyetleri Hoca’nın yakınına konuşlandırmayı” pazarlık konusu bile etmişlerdi.”[4] 3- Erbakan Hoca’nın, partisine girip, “müttaki ve mücahit dava adamı rolü üstlenen ve tövbe edip sadıkane dönmüş gibi hareket eden” kötü niyetli kimseleri elbette bildiği, ama Hz. Peygamberimizin sadece Hz. Huzayfe’ye söylemesi örneği, birçok hikmet ve hedeflerle bunları ölünceye kadar deşifre etmediği de mümkün ve münasipti. 4- Ama bu tıynetsiz tipleri sezdirip izlettiği, çok özel yöntemlerle öğretip eğittiği kimselerin varlığı da bir gerçekti ve zaten gerekliydi. 5- Ve işte, o çok muhterem ve mübarek geçinen bu sinsi ve hain kişiler, kendilerinin gizli mahiyetini ve kirli marifetlerini çok iyi bilen bu sadıkları suçlamak ve dışlamakla ömür geçirmişlerdi. Ama “Yüce Allah, imhal eder ama ihmal etmezdi.” Yani zalim ve hainlere mühlet verip, yularını uzatabilirdi, ama asla ihmal etmez, adaleti ilahiyesinin gereğini mutlaka yerine getirirdi. Oğuzhan Asiltürk Artık Elini Çekmelidir! İslam coğrafyası dirilip diktatör krallarını ve çağdaş firavunlarını yıkarken, biz Milli Görüş camiası olarak hala kurmay geçinen bazı karanlık kafaları bile sorgulayamazsak, nasıl felah bulacağız? Bizim karşı çıktığımız: bazı anket araştırmaları ve takdir buyrulan seçim sonuçları değil, potansiyel imkân ve şartların hazır olmasına rağmen davamızın amaçlanıp arzulanan neticeye varmasına engel çıkaran ve kısırlaştıran birtakım şahısların şüpheli ve şaibeli durumlarıdır. Her zararda neticede bir hayır saklıdır, belki de hezimete yol açan girişimlerin en önemli kârı, partimize çöreklenen bu marazlı kafalardan artık kurtulmamız olacaktır. Hocamızın sağlığında yaptırılan ve Milli Gazete’de yayımlanan anket sonuçlarında %7’ye yaklaşan ve Hocamızın vefatının oluşturduğu heyecan ve hayranlıkla ikiye katlanan gelişmelere ve potansiyele rağmen ve sadık Milli Görüşçülerle gençlerimiz bütün gücüyle çalıştıkları halde seçimlerden çıkacak kötü neticelerin bütün vebali Ş. Kazan ve O. Asiltürk’ün omuzlarındadır. %10 barajını rahatlıkla aşacak fırsatları kasıtlı manevra ve manipülasyonlarla heba eden ve oy oranımızı en zor şartlardaki bir önceki seçim sonuçlarının bile yarısından aşağı indiren ve maalesef SP’yi %1’lere düşüren özellikle OĞUZHAN ASİLTÜRK’ün, YİK Başkanlığından derhal istifa etmesi ve artık elini Milli Görüşten çekmesi lazımdır. En azından BBP Genel Başkanı Yalçın Topçu’nun istifa etmekle gösterdiği vicdani bir hassasiyeti SP yetkililerinden de beklemek hakkımızdır. Bu arada; Erbakan Hocamızın vefatının hemen ardından, “masonik mahfillerde konuşulan bir konuyu gündeme taşıdığı” sırıtacak şekilde, Zaman Yazarı Mustafa Ünal’ın: “Hoca’nın vefatıyla artık Erbakan dönemi kapanmıştır. Bunun anlamı ve nasıl olacağını merak edenler Oğuzhan Asiltürk’ü izlemeye başlamalıdır” sözlerini bir daha irdeleyip Oğuzhan Asiltürk’ün mahiyetini ve marifetini mutlaka çözmek şarttır. Partide etkili ve yetkili pek çok zevat da bu durumun farkındadır ve rahatsızdır; ama hatır gönül belasına ve fitne çıkmasın kuşkusuyla susmaktadır. Ancak unutmayalım ki, davamızın hatırı, İslam’ın ve insanımızın çıkarı ve Aziz Hocamızın manevi mirası her şeyin ve herkesin üstünde tutulmalıdır. Bu ikilinin; oluşturdukları makam-menfaat şebekesi eliyle yürüttükleri tahribatları ne maksatla yaptıkları, sinsi ve gizli hesaplar taşıyıp taşımadıkları soruları bir tarafa, işte davamız ve camiamız için acı sonuçları ortadadır. Erbakan’ın sağlığında da, bu ikili defalarca ve farklı zamanlarda: “Ahmet Akgül, Liderimiz tarafından yasaklanmıştır” diye iftira attıkları halde, örneğin Bursa’da ve onlarca şahidin huzurunda olduğu gibi, bu konu kendilerine sorulduğunda bizzat Aziz Hocamız, hem de bunların yüzüne karşı: “Öyle şey olmaz... Hem Şevket Bey böyle şeyler konuşmaz!.. Selam söyleyin Ahmet ve ekibi çalışmalarına devam etsinler” buyurmuşlardır. Ve yine; İsrail Büyükelçiliği, Fetullah Gülen şebekesi ve AKP’lilerce hazırlanan ve üç günde kofluğu anlaşılıp boşa çıkan bir tezgâhla, Milli Çözüm’ü Ergenekon’a bulaştırma çabalarına Oğuzhan ve Şevket Beylerin, hemen bu iftirayı destekler mahiyette aleyhimize tavır almasını da Aziz Hocamızın: “Bu kardeşlerimize suizan ediliyor, çok acele rastgele karalayıcı kararlar veriliyor” diyerek kınadığını, SP eski GİK üyesi ve Milli Gazete yazarı Sn. Alaattin Köksal bizzat açıklamışlardı. Kaldı ki, Erbakan Hocamızın da defalarca hatırlattıkları gibi “Biz siyaseti ibadet niyetiyle yapıyoruz.” Yani dünyevi heves ve hesaplarla değil, milli ve manevi bir hizmet ve mes’uliyet düşüncesiyle biz Milli Görüş’ün gayretini çekiyoruz. O nedenle, makamı ne olursa olsun, hiç kimsenin bize “Namaz kılmayın, oruç tutmayın!” gibi bir talimat veremeyeceği, verse de dinlenmeyeceği gibi, yine “Hakkı tebliğ ve ikame hizmeti olan ve her mümine farz kılınan bir hizmet ve gayretten de hiç kimsenin bizi engelleyemeyeceğine, bu konudaki talimatlarının yerine getirilemeyeceğine inanıyoruz. Yetkililer, bize resmi görev, etiket ve yetki vermeyebilir, bu onların takdirindedir ve niyetlerine göre muamele göreceklerdir. Ama; “Milli Görüş’ü anlatmayın, batıl düşünceleri tanıtmayın, Saadet Partisine güç katacak çalışmalar yapmayın, manevi ve siyasi temel esaslarımızı ve sorumluluklarımızı hatırlatan yazılar yazmayın, dağıtmayın” diye yasaklar koyanların gerçek niyetini ve karakterini de artık sezmek ve ona göre değerlendirmekte Milli Görüşçülere düşmektedir. İzmir Kemalpaşa E. Belediye Başkanı Sn. Mehmet Ali Özüdoğru’nun Milli Gazete’de anlattığı gibi; Ziyaretimize gelen bir general “Sizi tebrik ediyorum, Kemalpaşa’yı sanki yıkıp yeniden yapmışsınız.. Bu çok şerefli bir başarıdır. Ama sizin bundan daha büyük şerefiniz, Erbakan Hoca’ya sadık kalmanız, kaytarıp kaçanlara katılmamanızdır” itiraf ve iltifatlarına rağmen ve Aziz Hocamızın Kahraman Ordumuzla ilgili samimi tavrı ortadayken, bazı yöneticilerin demokratikleşme teranesiyle TSK’yı töhmet altında bırakıcı yaklaşımları ne ile izah edilecektir? Tekrar sormamız ve ısrarla üzerinde durmamız gerekirdi: a- Zaman yazarı Mustafa Ünal (6 Mart 2011) “Erbakan dönemi artık kapanmıştır. Bunu anlamak isteyenler Oğuzhan Asiltürk’ü izlemeye almalıdır” saptama ve yorumları niye yanıtsız bırakılmıştır? Oğuzhan Bey, Erbakan dönemini nasıl ve niçin kapatacaktır? b- Erbakan Hoca’nın vasiyetine rağmen DP ile seçim ittifakıyla görevli Şevket Kazan, bu görevi savsaklayıp sekteye mi uğratmıştır? Başka nedenler ve engeller varsa, camiamıza niye açıklanmamıştır? c- Fatih Erbakan Beyin, evvelki yılın Mart ayında Anadolu Oteldeki: “Hocamızın vasiyet ve tavsiyelerine aykırı olarak, gerekli istişare edilmeden ve parti kurullarında görüşülmeden, bazıları kendilerini YİK Başkanı ve Erbakan’ın halifesi ilan etmesi yanlıştır ve düzeltilmesi lazımdır” anlamındaki uyarıları niye hesaba katılmamış ve üzeri kapatılmıştır? d- Ve yine: “Adayları ve kurmayları gölgede bırakıyor ve çok fazla rağbet görüyor” gibi gülünç ve düşündürücü bir gerekçe ile Fatih Erbakan Beyin seçim dönemi birçok miting ve konferanslara katılmasına niçin sıcak bakılmamıştır? Fatih’in Erbakan’ı hatırlatması bazılarını neden gocundurmaktadır? Ve yine hatırlayınız; Şevket Kazan, Hocamızdan sonraki ilk Fetih mitingi için Bursa’dan İzmit’e niye teşrif etmemişti? Oğuzhan Asiltürk’le Şevket Kazan arasındaki liderlik ve enaniyet rekabeti, artık gizlenemeyecek ve birbirlerini görmeye tahammül edemeyecek boyutlara mı erişmişti? Yoksa başka bir hesap peşinde miydi? Oğuzhan Asiltürk, Fatih Erbakan Bey’in Mart ayında Anadolu Otel’de vurguladığı gibi, “Yüksek İstişare üyesi zevatı ve partinin yetkili kurullarını baypas edip, bir oldubitti ile kendisini YİK Başkanı ilan ettirmiş” ise, Şevket Kazan niye camiamızı ve teşkilatlarımızı bilgilendirmemiş ve bu haksız ve hileli yetki gaspına itiraz etmemişti? Sn. Fatih Erbakan’ın safiyet ve iyi niyetinden yararlanıp, kendi şahsi kapris ve rekabetleri uğruna Onu kösteklemeye çalışanlar nasıl hesap vereceklerdi? Ama maalesef, “Umuyoruz ki, Fatih Bey davamızın ve Hocamızın hatırına, bütün bu istismar ve suiistimalleri deşifre edip Milli Görüş’ün önünü açacak ve camiamızı rahatlandıracak gayret ve cesarete sahiptir ve bu konuda tarihi bir misyon ve mesuliyet yüklenmiştir” beklentileri de giderek sönüvermekteydi. e- Pek çok il ve ilçeden samimi talepler gelmesine ve çok olumlu etkileri görülmesine rağmen Milli Çözüm yazarları ve Ahmet Akgül ne maksatla, hala en tehlikeli ekip olarak gösterilmektedir? f- Başta AKP’liler ve diğer batıl kafalı partilerce ciddi rahatsızlık duyulan, okuyan herkesin aklını ve vicdanını harekete geçirip, oy sorumluluğunu hatırlatan ve Saadete kaydıran, bir sayfalık “Oy Emanettir, Oyuna Gelme!” yazısının, hem de parti amblemiyle dağıtılmasına neden şiddetle karşı çıkılmış ve yasak getirilmiştir? Kaldı ki her türlü kısıtlamaya rağmen Milli Çözüm ekibi Gebze ve İzmit bölgesinde çalışmış, “Oy Emanettir” yazısını dağıtmış ve SP bu bölgede en yüksek oy oranına erişmiştir. Bir Milli Görüşçünün böyle davranması, aklen ve ahlaken mümkün olmadığına, yani partisine oy kazandıracak ve davasını herkese ulaştıracak bir gayrete hiç kimsenin engel çıkaramayacağına göre, kurmay bilinen bazı kişiler acaba kimlerin ve hangi karanlık hedeflerin takipçisidir? g- Bu yazıda; hukuka, ahlaka, parti yararına aykırı tek bir cümle gösterene saygı ve şükranlarımızı ileteceğiz. Ama biz en az kırk faydasını sayabiliriz. EL–AZİZ’cilerin AKP Hizmetçiliği Genel Seçimler sonucu parti balkonunda yaptığı teşekkür konuşmasında ve kendisini cumhurbaşkanlığına hazırlama provasında: Adnan Menderes ve arkadaşlarını ve Turgut Özal’ı minnet ve şükranla andığı; ama Onun sayesinde adam sınıfına katılıp İstanbul Belediye Başkanı yapıldığı ve ardından Ona hıyanetin rüşveti olarak iktidara taşındığı halde, tapındığı Yahudi Lobileri korkusundan ve yalakalığından dolayı Erbakan Hoca’yı ağzına bile almayacak kadar vefasız ve vicdansız birisini “Milli Görüş’ün devamı ve Hoca’nın en sadık adamı” diye övmekten, ama geçen kongrede, istismar ve riyakârlık için “Erbakan’ın devamıyız” dediği için keramet yüklemekten, daha doğrusu AKP’nin gözüne girme gayretkeşliğinden utanmayan El-aziz’ciler, seçim sürecinde şunları yazmıştı: “Muhtemel seçim sonuçları karşısında halkın oylarını etkileyen çok önemli bir diğer husus da 13 Haziran 2011 sabahı ortaya çıkacak tablodan nasıl bir iktidarın çıkabileceği hususunun şimdiden herkesi düşündürmesidir. AKP iktidara tek başına gelmediği takdirde CHP-MHP koalisyonu yeterli çoğunluğu sağlayamazsa ne olacak? AKP, millet bize muhalefet görevi verdi diyerek herhangi bir koalisyonda asla yer almak istemezse CHP-MHP-BDP koalisyonu kurulabilecek mi? Kurulursa bile BDP olanca şımarıklığı, sorumsuzluğu ile hükümeti rehin almaya kalkışıp her türlü isteklerini küstahça dayatmaya kalkarsa ne olacak? Bir koalisyon hükümeti kurulamadığı ya da sağlıklı yürütülemediği takdirde bir erken seçim kaçınılmaz hale gelirse o takdirde nasıl bir sonuç ya da siyasi tablo ortaya çıkar? Bütün bu durumlarda başta terör belası olmak üzere bölgesel çalkantılarla başı dertte olan Türkiye bir istikrar adası olmaktan çıkıp iç ve dış sorunlar yumağı içerisinde yeniden 2001’deki gibi siyasi kaos ve ekonomik krizler içerisine sürüklenirse ne olacak; yeniden başa mı dönülecek? AKP’nin tek başına iktidar olmaması halinde bütün bu olumsuzlukların ve daha birçok riskin yüksek ihtimal dâhilinde olduğu orta yerde dururken; sağduyulu hareket ettiği hemen tüm seçimlerde gözlemlenen milletimizin bir maceraya yol açacak siyasi tercihler doğrultusunda oy kullanmasını beklemek rasyonel bir düşüncenin eseri olabilir mi? Ancak milletvekilliği engellenen Tayip Erdoğan ABD desteği ile Başbakan olamayınca o da yön değiştirip 12 Eylül çizgisine girdi. İki dönem iktidarında tıpkı Turgut Özal gibi 12 Eylül çizgisinde politikalar izleyen Başbakan Tayip Erdoğan’a da yine aynı çevrelerce karalama ve yıpratma kampanyaları yürütülüyor. Ancak bu zihniyet giderek gücünü yitiriyor ve Türkiye büyük bir değişime doğru hızla yol alıyor. Kısacası CHP zihniyeti ile mücadele eden Millî Görüş (AKP ve Tayyip Erdoğan eliyle) İttihatçı zihniyetten ülkeyi kurtardı ve şimdi Yeniden Büyük Türkiye yolunda hızla ilerliyor.”[5] Şeklindeki palavralarla gerçekleri çarpıtan ve halkı yanıltan; “AKP’nin tek başına ve Anayasayı değiştirecek oranda iktidara getirilmesi gerektiği, aksi takdirde Türkiye’nin kaos ve kavga ortamına sürükleneceği” safsatasıyla Erbakan Hoca’yı haşa yalancı çıkaran marazlı bir mantıkla, AKP reklamcılığı ve Recep Erdoğan şakşakçılığı yapan ve yerel televizyonlarda Saadet Partisini ağzına almayıp sürekli AKP’nin kerametlerini anlatan ve konuya “Zaten SP barajı kesinlikle aşamaz” diye başlayan EL-AZİZ ekibiyle SP Genel Başkan yardımcınız ve teşkilatınız kol kola sarmaş dolaş olurken, MİLLİ ÇÖZÜM EKİBİNİ hala AKP’ci El-aziz’cilerle birlikte gösteren ve çalışmalarına yasak getiren iftiracı ve Erbakan istismarcısı tipler, acaba kimlerin temsilcisiydi? Şevket Kazan’ın, Şevki Yılmaz’ı Kollayıp Gözetmesi! Muhittin Yıldırım, SP Genel Merkezindeki ilgililerden ve Avrupa Milli Görüş yetkililerinden bizzat dinlediği ve birçoğuna kendisinin de şahitlik ettiği şu bilgilerle; katıldığı Trabzon Kaçkar TV’deki söyleşide (5 Haziran 2011’de İnternete yüklendi) Şevki Yılmaz’ın gerçek ayarını deşifre ediyordu: Şevki Yılmaz, Diyanet İşlerinde sıradan bir memur iken, Şevket Kazan bunu alıp 1982 yılında Avusturya Milli Görüş teşkilatına yetkili bir pozisyonla görevlendiriyordu. Ama Din ve dava istismarıyla, teşkilatın önemli miktardaki parasını cebe aktardığı anlaşılıyor ve tabi dışlanıyordu. Avusturya’daki bu usulsüzlük ve huysuzlukları yüzünden kovulan Şevki Yılmaz’a, Şevket Kazan abisi biraz kızıyor ve çıkışıyor, ama bu sefer Onu taltif ve terfi ettirircesine, eline yazılı ve imzalı referans belgesi verip, Almanya Milli Görüş teşkilatına, hem de üst düzey bir yetkilendirme ile gönderiyordu!? Oradaki tahribatlarının ve nefsanî tertibatlarının ayyuka çıkması da gecikmiyor.. Ve Muhittin Yıldırım, halen Avrupa Milli Görüş Genel Başkan yardımcısı Değerli Hasan Damar Beyi de bu anlattıklarına şahit gösteriyordu. Rahmetli Erbakan Hocamız, bu Şevki Yılmaz’ın, çoğu asılsız ve abartılı ve sadece ucuz kahramanlık havalı konuşma kasetlerinin ve: “Bize 16’lık top mermisi lazımken, tutup dengesiz ve disiplinsiz şekilde 32’lik mermiler üreterek, zaman ve imkân israfına ve Mili Görüş davasının yanlış anlaşılmasına ve haksız yere hücuma uğramasına sebebiyet veren” gereksiz sözlerinin aleyhimize kullanılacağı için, bunların dağıtılmasını zararlı bulduğu halde, Genel Merkezdeki malum kişilerin izni ve desteği ile el altından çoğaltılıp yaygınlaştırılıyordu. Bütün bunlar bilinip dururken, Şevket Kazan ağabeyi Şevki Yılmaz çömezini bu sefer Rize Belediye Başkanı yapıyor, yetmiyor ardından Milletvekili olarak Meclise taşıyordu. Belediye başkanlığı forsunu kullanıp 4(dört) ilin başarılı ve sağlam il başkanını değiştiriyor ve nedense Oğuzhan Asiltürk hiç bunlara engel olmuyordu. Bu Şevki Yılmaz’a ayrıca: 28 Şubattan sonra “çok mağdur oldum, mahkeme masraflarını ve ailemin geçim harcamalarını karşılayamıyorum” acındırmalarıyla, her ay Milli Görüşten 2-3 bin Euro maaşla, 7-8 yılda toplam 200 (iki yüz) bin Euro’yu aşkın para akıtılıyordu. Doymuyor, 50 bin kitap bastırıp parasını da yine cebine atıyordu! Sonrası malum: Şevki Yılmaz yalaması, Erbakan Hocamıza ve davamıza en çiğ ve çirkin hakaretlerle saldırmaya başlıyor ve şimdi de, El-azizcilerle aynı marazlı mantık ve mazeretlerle: “Bunlar Erbakan’ın devamıdır, samimi ve seçkin kadrolardır” diyerek BOP Eşbaşkanı ve Siyonizm madalyalı Recep T. Erdoğan Bey’i hararetle destekliyor; dinimize ve devletimize yönelik hakaret ve hezimetlerine keramet kılıfı uydurmaya devam ediyordu. Şimdi iz’an ve vicdan sahibi Milli Görüşçülerin artık şu sorunun cevabını bulması kaçınılmaz hale gelmişti: Ayarını ve arsızlığını defalarca kanıtlayan Şevki Yılmaz gibileri, bütün tahribatlarına ve Aziz Hocamızın olumsuz tavrına rağmen, en yetkili noktalara taşınırken, hatta kabahati arttıkça daha yüksek makamlara atanırken; aynı süreçte Şevket Kazan ve Oğuzhan Asiltürk eliyle, davamıza hizmetten, Hocamıza sadakatten ve yukarıdaki yamuklukları dile getirmekten başka suçu bulunmayan Ahmet Akgül’ü ve Mili Çözüm Ekibini iftiralarla yasaklamaları; acaba sadece şahsi bir kızgınlık eseri mi, yoksa davamızın dibine dinamit koymayı amaçlayan derin ve sinsi bir “karanlık görev gereği mi?” yapılıyordu!? Konya Milli Çözüm Ekibinin Rahmetli Erbakan Hoca’ya sundukları mektubunun içeriği! Bismillahirrahmanirrahim Aziz ve Muhterem Hocamız! 1- Milli Görüş’teki hizmet ve hareketimizi lüzumsuz gösterip, “Mehdi” diye hayali bir kurtarıcı bekleyenlere: “Biz kulluk ve imtihan gereği, ibadet ve dini gayretle mükellefiz… Bizim Mehdimiz de mesuliyetimiz de Milli Görüş’tür. Hocamız da bizim hizmet ve hidayet rehberimizdir” diyoruz ve böyle inanıyoruz. 2- Bir zatı Mehdi bilmenin itikadımıza bir zararı olmadığını hatta samimiyet ve metanetimizi artıracağı için yararlarını âlimlerimiz söylüyor. Ve Hocamızın tensip ve tavsiye ettiği Harun Yahya eserleri de, Mehdiyet müjdesinin muhatapları olduğumuzu bildiriyor. Ve zaten Zatı Âliniz de, 1971 MNP Diyarbakır İl Kongresinde: “Bizim itikadımıza göre Mehdi Aleyhisselamın geleceğini ve daha önce Ona zemin ve hazırlık olacak dönemlerin geçeceğini ve Milli Nizamın da Mehdiyet müjdesine basamak teşkil edeceğini” ifade buyurmuştunuz. 3- Biz Ahmet Akgül Hocamızdan, dinimize teslimiyet, davamıza hizmet ve gayret ve Hocamıza muhabbetten başka bir şey öğrenmedik. “El-aziz” Gazetesiyle hiçbir ilişkisi ve tasvibi olmadığını da yakinen biliyoruz. Ama El-aziz Gazetesini çıkaranların ise, ilk dönemlerde özellikle bu yazıların Ahmet Hoca tarafından hazırlandığı imajı uyanacak şekilde davrandıklarını da fark ediyoruz. Hâlbuki başından beri en yakın dostlarına, bu gazetenin yanlış yaptığını ve Hocamıza rağmen çıkarıldığını, bizzat Ahmet Hocanın bizlere söylediğine şahitlik ediyoruz. 4- Bu davaya ve Hocamıza, defalarca hakaret ve hıyanet edenlere, Şevket Bey ve Oğuzhan Beylerin ve MGV yetkililerinin gösterdikleri müsamahanın binde birini, Ahmet Hoca’ya ve bizlere göstermemelerinin sebebini anlamakta zorlanıyoruz. 5- Sanki “Erbakan gerçeği” unutturulmaya, O’nu hatırlatan Fatih Erbakan’ı bile konuşturmamaya, davamızı ve Hocamızı öğreten ve sevdiren Ahmet Akgül yasaklanmaya çalışılıyor… Ve artık camiamız bu gerçeği görüyor, sorguluyor ve rahatsızlık duyuyor. 6-Refah-Yol yıkılırken Şevket Kazan Beyin, Televizyondan; “Beş bin kadroyu bıraktım gidiyorum” sözlerini duyan herkes hayret ediyor, beş bin garibanın hakkı niye verilmedi? diye soruyor, ama suç bizim oluyor. 7-Yeni Şafakta, Taha Kıvanç “AKP’lilerin ABD diplomatlarınca ikna edildiği özel restoranda, Erbakan’a Recai Kutan’dan daha yakın birisiyle ABD’li Siyonist diplomatı baş başa gördüğünü” yazıyor.[6] İşte bunlar hala bizim yakamıza yapışıyor. 8-Aziz Hocamızın duasını almak ve o manevi atmosferi yaşamak için Ankara’ya ve Altınoluk’a her hafta Cuma namazına gidiyoruz. Bu ekip aylardır ve ısrarla bizi bu gayretten geri bırakmak için çırpınıyor. Ve Hocamız adına bize yanlış talimat ve tehditler savruluyor. 9-Milli Görüş’ün anlamını ve amacını, siyasi cihadımızın şartlarını ve dayanaklarını, Adil Düzenin esaslarını ve faziletli farkını; biz ve tüm teşkilat mensuplarımız, Hocamızdan sonra en doğru ve doyurucu biçimde Ahmet Akgül’ün konferans ve kitaplarından öğreniyoruz. Bu kitaplarda bir yanlışlık varsa, yetkililerin düzeltip bize açıklamasını bekliyoruz… 10- Davamıza ve Hocamıza açıkça hakaret ve hıyanet eden Abdurrahman Dilipak, Mustafa İslamoğlu gibi yazarlar, bizzat MGV yetkililerince, konferansçı listesine alınıp bizlere tavsiye edildiği halde, Ahmet Akgül’e ve bizlere yapılan bu engellemelerin perde arkasını merak ediyoruz. 11- Biz Hocamıza ve davamıza, inancımızın emrettiği ölçüler içinde bağlı kalmaya çalışıyor ve Allah’ın rızasına ulaşmayı amaçlıyoruz. 12- Bizler, gayesiz, gayretsiz ve mesuliyetsiz oturup bir kurtarıcı Mehdi bekleyenlerden değiliz, ama Mehdiyet müjdesini Hak biliyoruz. Ve bu müjde bizim moral ve metanetimizi artırdığı ve ümitlerimizi canlandırdığı için seviniyoruz. Biz Milli Görüş’ün şahsi manevisinden, Mehdiyete daha layık ve müstahak hiçbir hareket ve şahsiyet görmüyoruz. Bu arada bazı ağabeylerin, arkadaşlarımızı çağırıp; “Mehdiyet haktır ve şimdi Onun zamanıdır. Ama bu Milli Görüş değildir. Biz O zatın yaşını ve yerini biliyoruz” demelerini ise hayretle karşılıyor ve niçin gidip o zata katılmadıklarına bir anlam veremiyoruz. Ve davamıza kasıtlı hakaret ve hıyanet edenlerle değil de, samimi muhabbet edenlerle uğraşmalarını havsalalarımıza sığdıramıyoruz. Saygı ve sadakatle Aziz Hocamızın ellerini öpüyor, dua ve emirlerini bekliyoruz.”
Posted on: Mon, 24 Jun 2013 19:12:49 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015