Emperyalizm ve Kimyasal Silah Yalanı BARIŞ DOSTER Thomas Moore, - TopicsExpress



          

Emperyalizm ve Kimyasal Silah Yalanı BARIŞ DOSTER Thomas Moore, “Ütopya” adlı eserinde şöyle der: “Haksızlığa göz yuman aydınlar, yozlaşarak benliklerini kaybetmekte, seslerini yükseltmeyerek suça ortak olmakta, kötülüklerin bir parçası haline gelmektedirler”. Ünlü sinema sanatçısı Peter Ustinov ise şunu söyler: “Yoksulların savaşına terörizm, zenginlerin terörizmine savaş denir”. Bu iki sözü alt alta yazıp, birlikte düşününce, hem emperyalizmin hem de ona çanak tutan sözde aydınların tavrı daha iyi anlaşılır. Mazlumun kendisini savunmasına emperyalizm, “terör”, “barbarlık”, “geri kalmışlık” der. Kendisi mazlumu vurduğunda ise “demokrasi ihracı”, “önleyici vuruş”, “insani müdahale”, “demokrasi inşası” olur. Tanımı yapan da, gerekçeyi yaratan da, bombayı atan da emperyalizmdir. Sonuçta Ortadoğu başta olmak üzere tüm dünya ABD ve onun saldırı aracı olan NATO’nun potansiyel müdahale alanı, hedefi olur. Gerekli kamuoyu, toplum mühendisliği, algı yönetimi, psikolojik harp üzerinden, bilişim teknolojileri devreye sokularak oluşturulur. Bilgiyi üretenler, bilime yatırım yapanlar, iletişim teknolojilerinin üretim, yönetim ve denetimini elinde tutanlar, dünyayı dinler, izler, gözetler ve yönetirler. Bu gerçekleri bilmeyenler de, emperyalizmin kuyrukçuluğunu yaparlar. Hemen anımsatalım. NATO’da ittifakın ünlü 5. maddesi (bir müttefike yapılan saldırı tüm müttefiklere yapılmış sayılır, bu nedenle tüm NATO mukabele eder) kolayca işlemez. Oybirliği gerekir. Kendiliğinden işlemez. Her üye için işlemez. İlk kez 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra ABD için devreye girmiştir. Çünkü ABD, “terörizme karşı savaş”, “otoriter rejimler”, “kitle imha silahları” vb. kavramları hep işgal ve müdahale bahanesi olarak kullanır. Bunlar psikolojik harp araçlarıdır. Ancak son dönemlerde ekonomik, politik ve askeri gücü ağır, yüksek maliyetli, uzun süreli, kalıcı işgalleri artık kaldıramadığından, örtülü operasyonlar, sivil darbeler, etnik, mezhepsel kışkırtmalara daha çok öncelik vermektedir. Kamuoyunun nasıl imal edildiğine, olmayan kamuoyunun nasıl oluşturulduğuna birkaç örnek verelim. ABD dış politikasının akıl hocalarından Zbigniew Brzezinski bir zamanlar Afganistan’daki Sovyet varlığına karşı Taliban’ı nasıl kullandıklarını şöyle özetlemişti: “Sovyetler Birliği’nin çökertilmesinde kullandık onları. Bugün başımıza bela olmaları mı, yoksa bu büyük amaca ulaşmak mı önemli?”. ABD’nin, Soğuk Savaş döneminde, özellikle 1960’larda başlayan Rus – Çin uyuşmazlığından yararlandığını, Moskova’ya karşı Pekin’i desteklediğini anımsatalım. Nitekim ABD eski başkanlarından R. Nixon’un danışmanlarından William Safire, “Sovyetlere karşı Çin kartını oynamıştık” demiştir. 1971’de ABD’nin çabaları ve SSCB’nin desteğiyle Çin BM’nin 5 daimi üyesi arasına girmiştir. Gelelim Suriye meselesine. Suriye’de neredeyse 3 yıla yaklaşan iç savaşı bahane eden ABD, müttefikleri ve taşeronları, Suriye’ye müdahale konusunda hareketlendiler. El Kaide adlı emperyalist icadı terör örgütünden, Mısır’daki Müslüman Kardeşler’e dek İslam adına fetva veren pek çok aracı kurum ve işletme de, ABD’nin arkasında saf tuttu. Bahane bildik. Irak’ın işgali öncesinde olduğu gibi bu kez de Suriye’de rejimin “kimyasal silah” kullandığı öne sürülüyor. “Demokrasi”, “insan hakları”, “özgürlük”, “barış” adı altında 10 yıl önce Irak’a yağan bombaların daha yeni modelleri bu kez Suriye’ye atılmak isteniyor. Suriye konusunda emperyalist ülkelerin ve bölgedeki Müslüman müttefiklerinin dolaşıma soktukları saldırı gerekçeleri de hazır: Esad’ın otoriter yönetimi, kimyasal silahlar yalanı, halkın demokrasi talebi vb… Ancak asıl hedef, Esad rejimini Batılı merkezlerin çıkarlarına koşut olarak değiştirmek, İsrail’i rahatlatmak, İran’ı çevrelemek. Suriye’deki yönetici seçkinlerin, azınlıkta olan Nusayrilerden oluştuğunu, halkın çoğunluğunun ise Sünni olduğunu dilinden düşürmeyenler, Bahreyn’de yöneticilerin azınlıktaki Sünnilerden oluştuğunu, nüfusun büyük bölümünün Şii olduğunu ağızlarına almıyorlar. Bahreyn’de ayaklanan Şiileri, Suudi Arabistan’ın silahla ezdiğini söylemiyorlar. ABD’nin bu insan hakları ihlalini kınamaktan bile çekindiğini anımsamıyorlar. “Bölgenin sahibi, hamisi ve sözcüsüyüz”, “Ortadoğu’da sokağın sesini dinliyoruz”, “Halklarla sıfır sorun yaşıyoruz”, “İnsan hakları konusunda çifte ölçüt olmaz”, “Mezhepçilik yapmıyoruz” diyenler bile bu konuları gündemlerine almıyorlar. Din kardeşleri sürekli ve düzenli olarak, istikrarlı biçimde ABD ve NATO tarafından katledilen Müslümanlar da, gelişmelerden ders çıkarmıyorlar. NATO Ürdün’de tatbikat yaptığında sevinenler, bunu Suriye’ye saldırı öncesinde bir antrenman, ısınma turu olarak yorumlayanlar, sıranın er ya da geç kendilerine de geleceğini görmüyorlar. Irak ve Suriye’nin bölünmesi için çalışmanın, er geç Türkiye’yi de böleceğini kavramıyorlar. Batılı emperyalistlerin “rejim değişikliği” çabalarını, “demokrasinin restorasyonu” söylemlerini savunuyorlar. “İnsani müdahalelerin” amacının, “barışın inşası” veya “barışın korunması” olduğuna inanıyorlar. ABD’nin “başarısız devletler” listesindeki ülkelere, “önleyici vuruş” hakkı olduğunu düşünüyorlar. Eğer bu yapılmaz ise “asimetrik savaş” ile o ülkelerin çökertilmesini, “denetlenebilir istikrarsızlık” ile teslim alınmasını onaylıyorlar. Lübnan’ın istikrarsızlaşmasının, Suriye’nin parçalanmasının, Filistin’de İsrail’e karşı mücadele eden örgütlerin birbirine düşmesinin, İran’ın çevrelenmesinin en çok ABD ve İsrail’in işine yarayacağını düşünmüyorlar. Bölgede haritalar yeniden çizilirken, İsrail’in en büyük iki düşmanı (İran ve Suriye) etkisiz hale getirilmek istenirken, Libya’nın batı bankalarında dondurulmuş olan 150 milyar dolarının buharlaştığını bilmiyorlar. Suriye meselesinde sıkışan, sınır illeri başta olmak üzere büyük ekonomik kayıplar veren, sınır güvenliğini yitiren, sınır kentlerinden başlayarak tüm ülkede Suriye’deki teröristlere verilen destek nedeniyle huzursuzluk yaşayan Türkiye, El Kaide, El Nusra, PYD gibi din, mezhep, etnik köken odaklı terörist yapılarla işbirliği yapmanın bedelini ödemektedir. Ülke çıkarları ve bölgenin istikrarı gözetilmemekte, Suriye’nin içişlerine karışılmaktadır. Başında sözde bir “sosyalist” politikacının olduğu Fransa ise Afrika’da Mali’yi bombaladıktan sonra, Suriye meselesinde de ABD’nin peşine takılmıştır. Geri kalmış ülkelere sattığı silahtan da ayrıca para kazanmaktadır. Cezayir’de yaptığı soykırım nedeniyle ne pişmanlık duyan, ne özür dileyen, soykırımı tanımayan Hollande, emperyalist merkezlerde solun da, sağın da, hele de dış politikada aynı tavrı takındığının bir örneğini daha vermektedir. Kıssadan hisse: Emperyalizm savaşsız, işgalsiz yapamaz. Barış, kapitalistlerin, emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin en nefret ettikleri kavramdır. Sözle olmaz. Ona özde inanmak, eşitlikle, özgürlükle, kalkınmayla, adaletle, hakla, hukukla sahip çıkmak gerekir. Dahası, diplomaside kuru kuruya barış olmaz. Şartları vardır. O şartların başında da şunlar gelir: 1- Saldırmazlık. 2- Karşılıklı olarak birbirinin bağımsızlığı, bütünlüğü ve egemenliğine saygı. 3- İçişlerine karışmama. 4- Eşitlik. 5- Karşılıklı çıkar, ortak yarar. Emperyalist merkezlerin enerji ve silah şirketleri, ilaç şirketleriyle birlikte dünyanın en çok kazananları oldukları sürece, Ortadoğu’ya barışın gelmesi hayaldir.
Posted on: Sat, 07 Sep 2013 08:16:43 +0000

Recently Viewed Topics




© 2015