Gezi Direnişi ve AKP’nin propaganda - TopicsExpress



          

Gezi Direnişi ve AKP’nin propaganda memurları takvim_amanpour_Polisin, günler süren zulmünden sonra Taksim’i terk ettiği günlerdeyiz. Binlerce insan Habertürk televizyon ve gazetesinin Beyoğlu’ndaki merkez binası önünde toplanmış, ellerindeki banknotları binaya doğru uzatıyor. “Satılmış medya” sloganını sık sık tekrarlayan eylemciler, bina girişine de kimseyi yaklaştırmıyor. Bir zaman sonra (gerçekten demokratik) bir tartışma ortamında, binaya girilip yayına el koyulabileceği, direnişçilerin görüşlerinin Habertürk ekranlarından aktarılabileceği önerisi tartışılıyor. Birçok fikir ortaya atılırken, tartışma sonunda, olası bir işgal sonrası oluşabilecek hasardan dolayı olumsuz bir izlenim yaratma ihtimali nedeniyle bu öneri reddediliyor ve Taksim Meydanı’na dönülüyor. Başbakanın onlarca danışman ve bakanıyla uzun uzadıya yaptığı stratejik hamlelerden birisi, belki de hayatlarında ilk kez karşılaşan insanların, örgütsüz bir tartışmasında, üstelik katılanların büyük bir çoğunluğunun ikna edilmesiyle direnişçiler tarafından oluşturuluyor. Taksim Meydanı’na yakınlığı nedeniyle refleksif bir eylem olarak düşünülebilecek bu eylemi, ertesi gün Maslak’taki NTV binası önünde toplanan binler devam ettiriyor. Yaygın bir çağrı yapılmadan, sosyal medya haberleşmesi üzerinden toplanan insanlar yine “satılmış medya” sloganlarıyla binaya doğru banknotlar uzatıyorlar. NTV, Habertürk’ün aksine demokrat görünmek için kısa bir süre eylemi canlı yayın olarak veriyor. NTV’ye duyulan tepki bununla da sınırlı kalmıyor. Doğuş Holding’e ait Nusr-et isimli bir restaurantın önünde de eylemler düzenlenirken, yine aynı holdinge bağlı Garanti Bankası’nın binlerce kartı müşteriler tarafından iptal ediliyor. Polis şiddetinin ve ona karşı gelişen direnişin zirve noktasına ulaştığı 31 mayıs günü, bunları göstermek yerine penguen belgeseli yayınlayan CNN Türk, binasının önünde herhangi bir eyleme hedef olmasa da, penguen imgesi şahsında medya eleştirisinin simgesini yaratıyor. O günden itibaren penguenden bahseden herkes bir anlamda başta CNN Türk olmak üzere medyanın yalan haberlerinden, sansüründen ve çıkarcılığından bahsetmiş oluyor. Hemen not etmek gerekir ki, merkez medya olarak anılan bu kanalların gördüğü “şiddetli” eleştiriyi, yandaş basın olarak anılan cepheden sadece ATV-Sabah gördü. ATV-Sabah binası önünde, diğerlerine benzer eylemler düzenlenirken, aynı holdinge bağlı Takvim gazetesi de, erkek şiddetine maruz kalarak yere düşen bir kadını “Nakavt” başlığıyla haberleştirdiği için Ankara’da kadınların eyleminin hedefindeydi. “Merkez” medyanın fiili şekilde eleştirilirken, yandaşların bunun dışında kalması aslında iyi bir şeye işaret ediyor. O da şu: halkın büyük bir çoğunluğu için, yandaş tabir edilen gazeteler, doğruluk ve yansızlık iddialarını çoktan kaybetmiş, siyasi iktidara yaranmak için yalan haber ve sansür silahlarını sorgulamadan kullanan “gazetecilere” sahip, AKP iktidarının halkla ilişkiler aparatlarıdır. Yandaş medyayı kendi haline bırakıp, “merkez” medyayı görevini yapmaya çağıran onbinlerce insan, hiç şüphesiz bu kanal ve gazetelerin milyonlarca insanın algısındaki yerini bir gün içinde yerle bir etti. Tarafsızlık efsanesiyle insanlar üzerinde sınırlı da olsa etki yaratan NTV ve CNN Türk gibi “ciddi” haber kanalları, bütün ciddiyetlerini kaybetti, Oğuz Haksever gibi “güzel sesli bilge sunucular” günlerce alay konusu oldu. “Biz Güneydoğu’yu yıllarca bu medyadan mı izledik?” sorusu şu an için az kişi tarafından soruluyor olsa bile, böyle bir sorunun sorulabilmesi, bu soruyu yaratan algının ortaya çıkması dâhi büyük bir gelişme. Gezi Direnişi, her şey bir yana, Türkiye’de kitle iletişim araçlarının ortaya çıkmasından bugüne en etkili, yaygın ve radikal medya eleştirisini hayata geçirmiştir. Okur temsilciliği, ombdusmanlık, medya okuryazarlığı gibi yöntem ve kavramlarla dengede tutulmaya çalışılan patron çıkarı-doğru haber(cilik) gerilimi, böyle bir direnişle teşhir edilmiştir. Artık hepimiz anlamış bulunmaktayız, medyanın doğruyu yansıtmayan, ideolojik yayıncılık faaliyetine karşı zihnimizi korumamız, ortaokulda alacağımız medya okuryazarlığı dersiyle değil, sokağa çıkmakla mümkündür. Aynı şekilde, medyayı iktidarın bülteni olmaktan çıkıp, asli görevi olan kamuyu doğru bilgilendirme işine yönlendirmek için gereken şey okur mektupları değil yine sokaktır. Yandaşlar ‘Akit’leşirken 1370620900-untitled-4 Yeni Şafak yazarı Fehmi Koru, 3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra yazdığı bir yazıda şunları söylüyordu: “Dünün medyası 3 Kasım’la birlikte sona erdi, şu anda uzatmalar oynanıyor; bu mesleğin itibar derdindeki gerçek sahiplerinin yarının medyasını şimdiden planlamaları gerekiyor.” (Yeni Şafak, 22.11.2002) O dönem farkedemeyenler, zaman içinde Fehmi Koru’nun ne demek istediğini çok iyi anladı sanırım: meslek etik’inin tartışılamayacak düzeyde eridiği bir yandaş gazetecilik pratiği. 28 Şubat sürecindeki sipariş haberciliği savunacak değiliz, ancak özellikle 2008 sonrası yükselişe geçen ve Gezi Direnişi süresince karşılaştığımız “tetikçi gazetecilik” pratiği daha kötüsü olamaz şeklinde düşündürtecek cinsten. Gezi Direnişi başladığı günden itibaren birbirlerine paralel yayın yapan yandaş gazete ve televizyonlar, sanki tek bir yazı işleri odasından yönetiliyormuş hissi verdi. Direnişe yönelik kullanılan yalan haberlerin ve haber dilinin aynı olması 7 Haziran günü yedi gazetenin de aynı manşetle çıkmasıyla saçmalık boyutuna ulaştı. Star, Bugün, Habertürk, Zaman, Yeni Şafak, Türkiye ve Sabah gazeteleri, Kuzey Afrika seyahatinden döner dönmez gece yarısı havalimanında miting düzenleyen başbakanın “Demokratik taleplere can feda” sözlerini manşetine taşıdı. Dünyada bir benzeri olmayan bu duruma yönelik yapılan eleştirilere karşılık, bu gazetelerin bir kısmı bu aynılaşmayla övünen yazılar yayınladı. Yaptığı her “haber”de birilerini hedef gösteren, köşe yazıları karşıt görüşlü insanlara edilen küfürlerden oluşan Yeni Akit (YA) gazetesi, bu süreçte de yalan/yanlı haber yayınlama yarışında birinciliği kimseye kaptırmadı. Olayların henüz başında “Karanlık güçler işbaşında” manşetiyle Gezi Direnişi’ni Ergenekon ve derin devlete bağlayan YA, ertesi gün (04.06.2013) direnişçilerden “Taksim teröristleri” şeklinde söz etmeye başladı. 6 Haziran’da çıkan “Taksim’de katliam yapacaklardı” (gazete son beş yıldır aynı manşeti farklı çevreleri hedef göstererek defalarca attı) manşetli YA, diplomatik pasaportlu yabancıların sekiz tane piknik tüpüyle Taksim’i havaya uçuracaklarını yazdı. YA’nın en çok konuşulan fotoğrafı ise 17 Haziran günü çıkan sayısındaki, altı yaşında bir kız çocuğunun eline tutuşturulan “Ayyaş, çapulcu koca değil, Allah’tan korkan dindar koca istiyoruz” dövizli fotoğrafıydı. YA’nın, basın etiğini bırakın insan aklına hakaret olarak işleyen “gazeteciliği”, bu süreçte tecrit olmak yerine örnek oldu. Birçok yandaş gazete YA’yla yarışacak derecede yalan/yanlı haberlere imza attı. Gezi Direnişi sürecinin en Akit’leşen gazetesi şüphesiz Yeni Şafak. Yeni Şafak (YŞ) yalan/yanlı haberlerinin zirvesine 4 Haziran günü ulaştı. “Meydanda yabancı var” manşetiyle çıkan YŞ, eylemlerde görüntülediği Erasmus öğrencilerini yabancı ülke ajanları olarak tanıttı. Emniyetin “yabancı ajanlar” listesi hazırladığını iddia eden YŞ, sonrasında hedef gösterilen ve gözaltına alınan birçok yabancının Erasmus öğrencisi olmak dışında bir özelliklerinin olmadığını yazmadı. Direnişi itibarsızlaştırmak için yeni haberler kurgulama telaşına düşen YŞ, 10 Haziran günü “Bu ne tesadüf” manşetiyle Mehmet Ali Alabora’yı hedef gösterdi. Alabora’nın birkaç ay önce yönetip aynı zamanda oynadığı Mi Minör isimli tiyatro oyunuyla bütün bu olayların provasını yaptığını ve halkı isyana teşvik ettiğini iddia eden YŞ, İngiltere merkezli bir ajansın da oyunu finanse ettiğini öne sürdü. Bu yalanlarla yetinmeyip daha fazla göze girmek isteyen YŞ’nin bir diğer haberi de, bütün bu olayları 200 bin kişilik Zello isimli bir örgütün yönettiği üzerineydi. Akıllı telefonlara yüklenebilen Zello isimli program, telsize benzer bir sistemle, gruplar oluşturarak sohbet edebilmeyi mümkün kılıyor. Yaygın bir şekilde kullanılan bu programın, “sivri zekalı” bir YŞ muhabiri tarafından yeni keşfedildiğini açığa çıkaran bu haber, AKP’liler tarafından dahi ciddiye alınmadı. Taraf gazetesinin, AKP-Cemaat çatışmasının alevlenmesinin ardından AKP’lilerden arındırılması üzerine, Yıldıray Oğur ve Melih Altınok’u kadrosuna katıp, Taraf’ın boşluğunu kapatması için hazırlanan Türkiye gazetesi de, bu dönemde üzerine düşeni yaptı. 4 Haziran’da “Batı kaşıyor” manşetiyle çıkan gazete, Gezi olaylarının arkasında Batılı güçlerin olduğunu, bunun yanı sıra polis şiddetinin yoğun olarak yaşandığı Batı ülkelerinin kendi şiddetlerini görmeyip Türkiye’ye demokrasi dersi verdiklerini yazdı. Ertesi günkü sayısında Batı desteğini spesifik bir isim üzerinden anlatma derdine düşen gazete yazar Gene Sharp’ı Gezi Direnişi’nin fikir babası ilan etti. Yaptığı, çoğu onyıllardır bilinen eylem türlerini derleyip bir kılavuz hazırlamaktan ibaret olan Sharp, Gezi dahil son dönemdeki bütün isyan hareketlerin arkasındaki “beyin” olarak sunuldu. Türkiye’nin bundan sonraki manşetleri ise OTPOR, Soros ve Sharp ekseninde, Gezi Direnişi’nin uluslararası odaklara bağlanması çabasındaydı. allah-tan-korkan-koca-istiyoruz_462828Direnişin gücü karşısında hangi kurgu habere sarılacağını şaşıran yandaş medyanın içerisinde, yolunu tamamen şaşırıp, kendisini en fazla rezil eden kuşkusuz Takvim gazetesi ve onun şovmeni (haber müdürü) Mevlüt Yüksel’di. Yüksel’in mide bulandırıcı “haber”lerinden ilki 8 Haziran günkü Takvim’in manşetinden verildi. “Çapulcular” başlıklı haberde Kadıköy ve Taksim’de meydana geldiği iddia edilen iki tecavüz vakasının suçu Gezi Direnişi’ne atıldı. Direnişin sapıklara yaradığının belirtildiği haberde, “Çirkin yüzler Gezi’de” alt başlığı kullanıldı. Hükümetin olayları dış güçlere bağlama kararı almasının ardından, dış basını markajına alan Yüksel, günlerce CNN, Reuters, BBC gibi kuruluşların çalışanlarını deşifre etti, hedef gösterdi. Gazetenin en çok ses getiren rezilliği ise 18 Haziran tarihli “Kirli itiraf” manşetiydi. Haberde CNN International kanalının ünlü muhabiri Christiane Amanpour’un, Mevlüt Yüksel’e verdiği itiraf dolu demeçler yer alıyordu. Haberin devam ettiği iç sayfanın küçük bir köşesine koyulan, bu söyleşisinin hayal ürünü olduğuna dair bir not hariç, gerçek bir habermiş gibi sunulan bu söyleşi medya dünyasında hak ettiği tartışmayı dahi yaratamadı. Fehmi Koru’nun dediği gibi dünün medyası sona erdi, artık gazetecilik adına yapılan bayağı sahtekarlıkların bile tartışılmadığı bir medya dünyasıyla karşı karşıyayız. Nasıl bir gazetecilik? Bundan sonra herhangi bir gazetecilik etik’ini tartışmamızın imkanı var mı? Yeni Akit’in veya Yeni Şafak’ın, bürolarında oturup yalan haber üreten muhabirleriyle, Metin Göktepe’yi gazetecilik sıfatında/pratiğinde ortaklaştırmamız mümkün mü? Bence değil. 1990′larda başlayıp AKP döneminde zirvesine çıkan medya yapısı bir “kamu yararına meslek” olarak gazeteciliği öldürmüştür. Bundan sonra gazeteciliği bir meslek olarak değil bir eylem olarak ele almamız gerekmekte. Doğru haber yapmak, halkı bilgilendirmek ve halk adına yönetimi denetlemek artık bir politik eylemdir ve bunu yapıp, çeşitli bedelleri ödemeyi göze alanlar ancak gazeteci sıfatını hak etmektedir. Bunların dışında kalanlara ise ister halkla ilişkiler aparatı, ister propaganda memuru diyelim. Gazeteci demeyelim, herhangi bir meslektaş dayanışmasında bulunmayalım, yeter. spot dergisinden alıntıdır.
Posted on: Thu, 05 Sep 2013 01:07:35 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015