Giriş Yap | Kaydol Ana Sayfa Sinan - TopicsExpress



          

Giriş Yap | Kaydol Ana Sayfa Sinan Meydan Kitaplar Yazılar Basında Etkinlikler Duyurular Video Galeri Ziyaretçi Defteri İletişim Okunma: 14643 ATATÜRK’ÜN İSLAM DİNİNE HİZMETLERİ PDF Yazdır E-posta Kendine Özgü/Sade Bir Dindar Milletimiz din ve dil gibi kuvvetli iki fazilete maliktir. Bu faziletleri hiçbir kuvvet, milletimizin kalb ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz. Atatürk, 1923 (Atatürkün Söylev ve Demeçleri II, S. 66-67) Atatürk düşmanlarının öteden beri Atatürk’e saldırmak için kullandıkları en önemli yöntem, Atatürk’ün “dinsiz” olduğu ve “dindarlara baskı yaptığı” şeklindeki yalanı durmadan tekrarlamaktır. Yokluk ve yoksulluk içindeki bir toplumla önce emperyalizmi dize getiren sonra da çağdaş bir ulus yaratan Atatürk’ün, “onunla Allah arasında” kalması gereken din-inanç konusundaki tutumuna göre değerlendirilmesi, (gerçekten inanlar için söylüyorum) her şeyden önce günahtır! Çünkü din, Atatürk’ün de dediği gibi, “Allah ile kul arasındaki bağlılıktır”. Atatürkün inanıp inanmadığı, az yada çok inandığı kişisel bir tercih olduğundan sadece Atatürkü ilgilendirir, ancak Atatürkün din düşmanı olduğu ve dindarlara baskı yaptığı iddiası herkesi ilgilendirir, bu nedenle de üzerinde durulması gerekir. Atatürkün dinsiz gösterilerek Müslüman Türk insanının gözünden ve gönlünden düşürülmesi projesinin dış ayakları da vardır. Üstelik bu proje daha Atatürkün sağlığında başlamıştır. Örneğin,‘Alman asıllı Ortadoğu uzmanı Kurt Ziemke, 1930 yılında ‘Die Neu Türkei’ (Yeni Türkiye) adında bir kitap yayımlamıştır. Bu kitapta Almanya’nın Türkiye’ye yönelik uygulaması gereken politika ve stratejisi anlatılmaktadır. Bu strateji ve politikalara göre: ‘İngilizler Musul’da hedeflerine ulaşmak için bir yandan Türkiye’deki ayrılıkçı hareketlere destek verirken bir yandan Kemalist akımın yayılmasını engelleyecek önlemlere başvurmuşlardır. Yapılması gereken Kemalist Cumhuriyetin hem din düşmanı, hem de Kürt düşmanı olduğu temasını ortaya atıp işlemektir.’ Ziemkenin bu projesi doğrultusunda dış ve iç Türkiye Cumhuriyeti düşmanları dinsiz Atatürk propagandasına 1930larda başlamışlardır. Atatürkün hayatı incelendiğinde onun hayatının hiçbir döneminde hiçbir dine ve hiçbir din mensubuna kötü gözle bakmadığı, hangi dinden olursa olsun bütün dindarlara saygıyla yaklaştığı, hiçbir din mensubuna baskı yapmadığı görülecektir. Nitekim Atatürk, Her türlü düşünceye ve inanışa saygılıyız diyerek laiklik ilkesini hayata geçirmiştir. Atatürk’ün anladığı laiklik her şeyden önce dine ve dindara saygıdır. Aynı şekilde dinsizliğe ve dinsize de saygıdır. Yani düşünce ve inanç özgürlüğüdür. Öteden beri Atatürk düşmanları, Atatürk’ü Müslüman-Türk milletinin gözünden düşürmek için Atatürk’e “dinsiz” diye iftira atmışlar, genç nesilleri bu çirkin iftirayla zehirlemişlerdir. İşin asıl şaşırtıcı tarafı, kendisini Atatürkçü diye adlandıran bazı çevrelerin de Atatürkü yüceltmek adına onu dinsiz diye adlandırmış olmalarıdır. Yani, bir grup aşağılamak için, bir başka grup ise yüceltmek için Atatürkün dinsiz olduğunu iddia etmiştir. Gerçek şu ki hiçbir konuda anlaşamayan din istismarcıları ile Atatürk istismarcıları Atatürk’ün dinsizliği noktasında anlaşmıştır. Örneğin, bugün Türkiye’de Atatürkün dinsiz olmadığını iddia edenler, hem Atatürk düşmanı yobaz din istismarcılarının hem de sözde Atatürkçü Atatürk istismarcılarının saldırısına uğramaktadır. Din istismarcısı Atatürk düşmanlarının ve Atatürk istismarcısı söze Atatürkçülerin Atatürk’e yönelik bu asılsız iddialarına yanıt vermek için 15 yıllık bir çalışmayla 1153 sayfalık “Atatürk İle Allah Arasında” adlı bir kitap yazdım. Bu kitabımda Atatürk’ün din anlayışını, doğumundan ölümüne kadar çok ayrıntılı bir şekilde belgelere dayalı olarak inceledim. Neredeyse bütün arşivlere girdim, yerli yabancı bütün kaynakları taradım ve 15 yıllık çalışmalarının sonunda Atatürk’ün bu ülkeye gelmiş geçmiş en bilinçli ve en gerçek inananlardan biri olduğunu gördüm. Araştırmalarım sonunda; Atatürk’ün inancını kendi içinde yaşayan, toplumun her şeyden önce dinini anlamasını isteyen, bunun için de bir Dinde Öze Dönüş Projesi geliştiren, din istismarıyla ve yobazlıkla savaşan, başka inançlara saygı duyan kendince samimi bir dindar olduğunu gördüm. Atatürk ve Din Atatürk’ün nasıl gerçek bir dindar olduğunu bu makalenin sınırları içinde bütün boyutlarıyla özetlemek neredeyse imkânsızdır. Ancak yine de birkaç başlık altında onun kendine özgü dindarlığını şöyle özetlemek mümkündür: 1.Atatürk, daha 7 yaşında annesi Zübeyde Hanım’ın isteği ile Kuran-ı Kerim’i hatmetmiştir. 8 Yaşında Kuran’ın tamamını ezbere okuyabilmektedir. (Atatürk bu gerçeği 1927 yılında Ankarada ABD Büyükeçlisine açıklamıştır.) 2.Atatürk, daha çocukluk yıllarında Selanik’te Mevlevi-Bektaşi tekkelerine giderek ayinlere katılmıştır. (F. Rıfkı Atay Çankayada bu konuda bilgi vermektedir). 3.Atatürk, Çanakkale Savaşı yıllarında yakın dostlarına, arkadaşlarına yazdığı mektuplarda Allah’a olan inancını dile getirmiş ve “Allah’ın inayeti sayesinde” bu savaşı kazanacaklarını belirtmiştir. 4.Atatürk, Kurtuluş Savaşı yıllarında camilere, cem evlerine gitmiş, cuma namazlarını kılmış, cami minberine çıkıp “Allah birdir, şanı büyüktür” diye başlayan Hz. Peygamber’den övgüyle söz eden bir hutbe vermiş, TBMM’yi tekbir ve dualarla açtırmıştır. 5.I. TBMM’de girişte hep bir hafıza Kuran okutmuştur. Aynı şekilde Cumhuriyet döneminde Topkapı Sarayı’nda Kuran okutma geleneğini sürdürmüştür. 6. Atatürk, özel hayatında fırsat buldukça Kuran okumuş veya Kuran okutup dinlemiştir. Özellikle özel hafızı Hafız Yaşar Okur’a Kuran okutmuştur. Atatürk zaman zaman da manevi kızlarından Nebile’ye ezan ve Kuran okutup dinlemiştir. 7.Atatürk’ün en yakın arkadaşı Fevzi Paşa ve annesi Zübeyde Hanım beş vakit namazlarını kılan, İsmet Paşa ise elinden geldiğince ibadetlerini aksatmayan insanlardır. Atatürk çevresinde namazlarını kılan ibadetlerini yapan herkese çok saygılı davranmıştır. 8.Atatürk Kurtuluş Savaşı sırasında tuttuğu özel notları arasında zaman zaman “Hafızı çağırıp Kuran okuttuğunu” yazmıştır. Yine özel notları arasında “TANRI BİRDİR VE BÜYÜKTÜR” notu göze çarpmaktadır. 9. Atatürk, cumhuriyeti ilan ettikten sonra 1932 ramazan ayında dönemin tanınmış hafızlarını köşke/saraya çağırarak onlara Kuran okutup dinlemiştir. Makamla Kuran okunmasına büyük önem veren Atatürk, hafızların makam hatası yapmamalarına ve ayetleri tane tane okumalarına büyük önem vermiştir. 10.Atatürk, 1930’larda Çanakkale Şehitleri için her yıl Çanakkale Mehmet Çavuş abidesi önünde mevlit okutmuştur. Aynı şekilde her yıl annesi Zübeyde Hanım’a da mevlit okutmuştur. 11.Atatürk döneminde okullarda din eğitimi devam etmiştir. Köy ilkokullarında din derslerinde “Cumhuriyet Çocuğunun Din Dersleri” adlı kitap okutulmuştur. 12.Atatürk, Kurtuluş Savaşı sırasında Yunanlılar tarafından yakılıp yıkılan yüzlerce camiyi onarttırmış ve yeniden yaptırmıştır. Hatta Eskişehir Mihalıççık camisini cebinden 5000 lira verip yeniden yaptırmıştır. Ayrıca Atatürk’ün yurt dışında Paris ve Tokyo camilerinin yapımına katkıda bulunduğuna ilişkin kanıtlar vardır. 13.Atatürk, İslam dünyasıyla da yakından ilgilenmiştir. Kurtuluş Savaşı sırasında İslam dünyasının desteğini yanına alan Atatürk Kurtuluş Savaşı’ndan sonra da İran-Irak ve Afganistan gibi Müslüman ülkelerle Sadabat Paktı’nı kurarak, Hıristiyan haçlı saldırılarına karşı Müslüman ülkelerle birlikte hareket etmiştir. 14.Atatürk, Müslüman ülkelerin liderleriyle de çok iyi ilişkiler geliştirmiştir. Örneğin Afgan Kralı Amanaullah Han ve İran şahı Rıza Pehlevi ile kişisel dostluk kurmuştur. 15.Atatürk, 1937 yılında Filistin’e yönelik bir Siyonist- Haçlı Hıristiyan saldırısı olacağını haber alır almaz “Filistin’e el sürülmez” diye bir bildiri yayınlayarak Müslüman Filistinlilerin yanında olduğunu herkese göstermiştir. 16.Tarihe çok meraklı olan Atatürk en çok Hz. Muhammet’ten etkilenmiştir. Onun savaşlarını bütün detaylarıyla öğrenmiş, liselerde okutulan Tarih kitaplarında İslam tarihi bölümünün yazımına bizzat katkıda bulunarak bu kitaplarda Hz. Muhammed’in savaşlarını anlatan haritaları bizzat kendisi çizmiştir. Tarih çalışmaları sırasında Hz. Muhammet’i eleştirmeye kalkanları, “Hz. Muhammet’in kıymetinden habersiz cahil serseriler bizim tarih çalışmalarımıza katılamazlar” diye azarlamıştır. Hz. Muhammet’ten, “Benim senin adın silinir ama o ölümsüzdür” diye söz etmiştir. 17.Atatürk, 1922 Sakarya Savaşı’ndan 1934 Soyadı Kanunu’na kadar ad olarak İslami içerikli “Gazi” unvanını kullanmıştır. Soyadı Kanunu’ndan sonra da zaman zaman “Gazi” unvanını kullanmaya devam etmiştir. Dâhinin Felsefi Kodları, Bilimsel Kafa Yapısı ve Din Atatürk, çağını aşmış bir savaş ustası, gelmiş geçmiş en büyük örgütçülerden biri ve Asyanın en büyük devrimcisidir. O tartışmasız bir dahidir. (Prof.İlber Ortaylıda son kitabı Cumhuriyetin İlk Yüz Yılında uzun uzun bu gerçeğin altını çizmiştir.) Bu kadar üstün yeteneklere sahip bir insanı, bir dahiyi anlamak doğrusu çok da kolay değildir. Hele hele okumanın sadece boş zaman etkinliği olarak kabul edildiği, felsefe dersinin önemsiz görülerek müfredattan kaldırıldığı, kitabi ve akıl süzgecinden geçirilmiş bilgininin yerine kulaktan dolma nakilciliğin egemen olduğu bir toplumda, Atatürk gibi çağını aşmış bir dehayı anlamak, özellikle de onun felsefi derinliğini çözmek çok zordur. Buna, bir de değişik kaygılarla bu dehanın çarpıtılması da eklenince, Atatürkün insana”, evrene, doğaya ve tanrıya bakışını tam olarak ortaya koyabilmek neredeyse imkansızlaşmıştır. Atatürk üzerine yaklaşık olarak 15 yıldır kafa yoran ve Atatürkü doğumundan ölümüne kadar inceleyen biri olarak şunu söyleyebilirim ki: Atatürk sürekli genişleyen evren misali sürekli gelişen ve olgunlaşan bir düşünce dünyasına sahiptir. Bir taraftan ömrünü adadığı toplumunu kurtarmaya çabalarken, diğer taraftan içinde yaşadığı evreni anlamaya çalışmıştır. Atatürk’ün felsefeden, tarihe, dinden, dile, matematikten kuramsal fiziğe kadar pek çok farklı alanda 5000 civarında kitap okumasının altında bilimsel zeka ve bilim insanlarına has bir merak ve sorgulama dürtüsü vardır. Atatürkün göz kamaştıran başarılarının anahtarını da burada aramak gerekir. Yarı bağımlı, az gelişmiş bir imparatorluğun sürekli değişimi arzulayan bir bireyi olarak yetişen Atatürk, aile kucağında ve çevrede aldığı geleneksel dinsel eğitimden sonra (Zübeyde Hanım etkisiyle), eğitim hayatında, özellikle İstanbul Harp Okulu ve Harp Akademisi yıllarında dünyayı etkilemeye başlayan Pozitivizm, Materyalizm, Darvinizm, Sosyalizm üzerine kafa yormaya başlamış ve nitekim 1905de not defterlerinden birine Evvela Sosyalist olmalı maddeyi anlamalı diye bir not düşmüştür. Atatürkün sonraki yıllarda karşımıza çıkacak olan Akıl ve bilim vurgusunun kökleri bu dönemlere gider. J. Jack Rousseaudan, Montesquieuya, Namık Kemalden Abdullah Cevdete birçok yerli ve yabancı aydının görüşleriyle bu dönemde tanışmıştır. Atatürk bir taraftan pozitivizm ve materyalizm üzerine kafa yorarken diğer taraftan da din üzerine okumaya ve düşünmeye devam etmiştir. Okuduğu kitaplar arasında bütün tek tanrılı dinlerin kutsal kitaplarıyla birlikte özellikle İslam dini konusunda başta Kuran olmak üzere yüzlerce kitap vardır. Onun sıradan insanlardan farkı, atadan, deden gelen her bilgiyi çağının gelişmelerine paralel olarak yeniden değerlendirmesi ve sorgulamasıdır. Dolayısıyla mensup olduğu İslam dini de dahil, din ve tanrı kavramlarını bile yaşamı boyunca ciddi biçimde sorgulamıştır. Atatürkün, din ve inanç konusundaki görüşlerini anlamak için bu sorgulamalara da göz atmak gerekir. Atatürkün, Lenin, Stalin, Napolyon, İskender gibi liderlerden ve devrimcilerden farkı din üzerine de ciddi bir biçimde, entelektüel düzeyde kafa yormuş olması ve dini yok etmek için değil, gerektiğinde sorgulayarak anlaşılması, anlaşılarak anlatılması için uğraşmasıdır. Atatürk, özellikle Çanakkale Savaşı yıllarında, savaş meydanlarında karşılaştığı manzaralardan dolayı olsa gerek, din ve tanrı kavramı üzerinde düşünmüştür. Atatürkün Çanakkale Savaşı’ndan yakın dostlarına yazdığı mektupların satır aralarındaki Allah büyüktür, Allah dilerse olur, Allah’ın inayetine sağınarak çalışıyorum gibi dinsel ifadeler ve Çanakkale anıları arasında bize aktardığı “Bombasırtı vakası”, onun 1915 yılında Çanakkalede din ve Tanrı kavramını içselleştirdiğini kanıtlamaktadır. O günlerde askerlerinin inancıyla gurur duyan Atatürk, o günlerde bile akılcı düşünceyi bir kenara bırakmamıştır. Türk insanının inancını çok iyi bilen Atatürk, Kurtuluş Savaşı yıllarında bilerek ve inanarak bir dinsel meşruiyet politikasına başvurmuştur. Müslüman Anadolu insanını, Hıristiyan işgalciye karşı en iyi birleştirecek şeyin İslam dini olduğunu görerek, Kurtuluş Savaşının başından sonuna kadar İslam dininden övgüyle söz etmiştir. Bu sırada Meclisi dualarla açtırmış, bazen camiye, bazen cem evine gitmiş, bütün yazışmalarında dinsel bir üslup kullanmıştır. Atatürk, bunu yaparken aslında Kurandaki cihat kavramından yararlanmıştır. O günlere ait Hafıza kuran okuttum, Hafız Kuran okudu, TANRI BİRDİR VE BÜYÜKTÜR biçimindeki kendi el yazısıyla tuttuğu özel notlarından kendisinin de samimi olarak Tanrıya yöneldiği anlaşılmaktadır. Atatürk, Kurtuluş Savaşı sonrasında, devrimler sürecinde dinsel söylemlerden neredeyse tamamen vazgeçmiştir. Büyük bir taktisyen olan Atatürkün 1923 sonrasında olumlu anlamda dinsel söylemlerini önce azaltmasının, sonra din eleştirileri yapmasının ve son olarak da dinsel söylemlerden tamamen vazgeçmesinin nedeni yine stratejiktir: Şöyle ki: Atatürk, nasıl ki Kurtuluş Savaşı yıllarında dinin, Müslüman toplumu bir araya getireceğine inanarak olumlu anlamda dinsel söylem kulandıysa, dinden övgüyle söz ettiyse, devrimler sürecinde de akıl ve bilimi esas alan laik bir devlet kurma sürecinde dinsel söylemlerden o kadar uzak durmuş, hatta zaman zaman sarsıcı din eleştirileri yapmıştır. (Örneğin, VATANDAŞ İÇİN MEDENİ BİLGİLER ve TARİH II kitapları.) Tanrısal kaynaklı monarşik Osmanlının yerine kurduğu laik Türkiye Cumhuriyet’in lideri olarak Atatürk’ün, Cumhuriyet’in ilanından sonra da dinsel söylem kullanmaya devam etmesi onu, hep eleştirdiği “dinden meşruiyet alan” Osmanlı padişahları durumuna koyardı ki, hiç kuşkusuz bu durum büyük bir tutarsızlık olurdu. Atatürk’ün İslam Dinine Hizmetleri Atatürk, 1923-1938 arasında Dinde Öze Dönüş Projesi kapsamında çok önemli çalışmalar yapmış, bir anlamda 13. yüzyılda ardına kadar kapanan “içtihat kapısını” biraz olsun aralamayı başarmıştır. Her şeyden önce İslam dininin “akla, mantığa uygun bir din” olduğu gerçeğini hatırlatmıştır. Din ile hurafeyi birinden ayırmak için mücadele etmiştir. Özetlemek gerekirse Atatürk: 1.Haçlı Hıristiyan emperyalizmine karşı İslamın “cihat” ilkesini hayata geçirerek verdiği Kurtuluş Savaşı sonunda hem Müslüman Türk insanının namusunu, canını, malını, vatanını kurtarmış, hem de camilerinde ezanların susmasını engellemiştir. 2.Din işlerini yürütmek ve din istismarcılarının dini kullanarak halk üzerinde baskı kurmalarını engellemek için Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurmuştur. 3.İslam dinini “Türk’ün milli dini” olarak görmüş, Hz. Muhammed’i sahiplenmiş ve bu konuları da içeren Dinde Öze Dönüş Projesi’ni geliştirmiştir. Türk tarihinde İslam dini konusunda entelektüel düzeyde ciddi ciddi bizzat çalışan tek devlet adamı Atatürk’tür. 4.İslam dininin ana kaynağı Kuran-ı Kerim’i bu konunun uzmanlarına Türkçeye tercüme ve tefsir ettirmiştir. Elmalılı Hamdi Yazır tefsir ve tercümesi. Binlerce bastırılarak ücretsiz dağıtılmıştır. 5.En güvenilir hadis kaynaklarından biri olan Buhari Hadislerini Türkçeye tercüme ettirmiştir. Kamil Miras tercümesi.Binlerce bastırılıp ücretsiz dağıtılmıştır. 6.Müslüman Türk halkının anlayarak, hissederek Tanrı’ya daha kalbi bir şekilde ve aracılara ihtiyaç duymadan yönelebilmesi için camilerde Türkçe Kuran, Türkçe hutbe ve Türkçe ezan okutmuştur. Bu iş için 1932 yılında İstanbulun 9 hafızını özel olarak hazırlamıştır. Onlaraca camilerde önce Kuranın Arapçasını sonra Türkçesini nasıl okuyacaklarını bizzat göstermiştir. Eline Kuranı alıp tane tane Kuranın nasıl okunması gerektiğini göstermiştir hafızlara. 7.İslam dininin akla ve bilime aykırı hiçbir şey içermediği gerçeğinden hareket ederek yeni Türk devletinin temeline “aklı” ve “bilimi” yerleştirmiştir. Din-bilim çelişkisi içinde savrulup gitmemiş, saf/öz İslam dininin akla ve bilime engel olmadığını düşünerek Müslüman Türkiye’nin aynı zamanda çağdaş bir Türkiye olabileceği formülünden hareket etmiştir. Atatürk, Türk milleti daha dindar olmalıdır, yalnız bütün sadeliği ile dindar olmalıdır. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam buna da öyle inanıyorum. Şuura muhalif terakkiye aykırı hiçbirşey içermiyor, İslam dini akla ve mantığa tamamen uygun bir dindir. gibi açıklamalarıyla din, bilim arasındaki ilişkiye dikkat çekmiştir. 8.İslam dininin gereği zannedilen, ancak aslında İslam diniyle hiçbir ilgisi olmayan ya da zaman içinde ilgisini kaybetmiş olan saltanat, halifelik, medreseler, tekke ve zaviyeler, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, fes gibi kurum, kavram ve objeleri kaldırmıştır. 9.Cumhuriyeti ilan ederek yüzyıllar önce Emevi halifesi Muaviye’nin saltanata dönüştürdüğü devlet başkanlığını yüzyıllar sonra yeniden aslına, özüne, meşveret/danışma/halkın seçimi biçimine dönüştürmüştür. 10.Laiklik ilkesiyle bir taraftan din ve devlet işlerini birbirinden ayırırken diğer taraftan din istismarını önlemiş ve din özgürlüğünü garanti altına almıştır. 11.Yüzyıllar boyunca sözüm ona “dini nedenlerle” erkeklere göre birçok konuda geri bırakılmış, sınırlandırılmış, baskılanmış, hatta insanlık onuru ayaklar altına alınmış kadına, “analık vasfına” yakışır bir şekilde kadınlık ve insanlık onurunu yeniden kazandırmıştır. Atatürk’ün, Müslüman Türk kadınına verdiği medeni, sosyal, kültürel ve siyasal haklar her bakımdan İslam dininin ruhuna uygundur. 12.Kazandığı Kurtuluş Savaşı ile emperyalizmin ayakları altında ezilen bütün bir İslam dünyasına “bağımsızlık” modeli oluşturmuş, Cumhuriyet döneminde ise İslam dünyasıyla çok iyi ilişkiler kurup, İtalya, Almanya ve Rusya gibi ülkelerin yayılmacı emellerine karşı Türkiye, Afganistan, İran ve Irak arasında Sadabat Paktı’nı kurmuştur. Atatürk döneminde ezanlar okunmaya devam etmiş, camiler açık olmuş, ibadet yasaklanmamış, Kuran ilk kez anlaşılarak okunmuş, din adamlarının Allah ile kul arasına girmemesi, yani ruhban sınıfının oluşması –ki zaten İslam da ruhban sınıfı yoktur- engellenmiştir. Şevket Süreyya Aydemir’in dediği gibi, “…Cumhuriyet inancı ve ibadeti serbest bırakmıştı. Namaz kıldığı için tek bir kişi suçlanmadı. Camiye gitmek kimseye suç sayılamadı. Camiler daima çık kaldı. Din ve itikat, zaten dinin kabul ettiği gibi Allah’la kul arasında bir iç bağlantı olarak kaldı.” Atatürk’ün din dilini Türkçeleştirmesi, ezanı Türkçe okutması, halifeliği kaldırması, laiklik ilkesi, Arap harflerini kaldırması, tekke ve zaviyeleri kapatması ve kılık kıyafet devrimi gibi devrimlerinden hiçbiri İslamın özüne aykırı uygulamalar değildir. Hiç kimse şapka takmadığı için idam edilmemiş, İstiklal Mahkemeleri dini gerekçelerle tek bir din adamını bile idama mahküm etmemiştir. İdam edilenler ya vatan hainliğinden ya da devrimlere karşı halkı kışkırttığından dolayı idam edilmiştir. Kadınların kılık kıyafeti konusunda da hiçbir devrim kanunu çıkarılmamıştır. Bu tür iddialar, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarınca uydurulmuş yalanlar, safsatalardır. Gerçek şu ki, Atatürk kişisel olarak, inansın, inanmasın, az ya da çok inansın aslında hiçbir önemi yoktur, çünkü O önce Kurtuluş Savaşı’yla sonra Türk Devrimi’yle Müslüman Türk insanını iki kere kurtarmıştır. Bu nedenle bugün Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan her Müslümanın Atatürk’e çok büyük bir minnet borcu vardır. Atatürk kişisel olarak inanmazsa ne yazar! Onun inanıp ya da inanmaması inanların çoğunlukta olduğu bir ülkeyi ve o inanların inancını kurtardığı gerçeğini değiştirir mi? NOT 1: ATATÜRKÜN CENAZE NAMAZI: Son zamanlarda DİN BEZİRGANLARI Atatürkü dinsiz gösterip Müslüman Türk insanının gözünden düşürmek için akıl almaz cinliklere başvuruyorlar. Örneğin Atatürkün cenaze namazının kılınmadığı yalanını yayıyorlar. İşte Gerçek: ATATÜRKÜN CENAZE NAMAZI 19 KASIM 1938 TARİHİNDE DOLMABAHÇE SARAYININ MUAYEDE SALONUNDA SAAT SEKİZİ ON GEÇE ATATÜRKÜN YAKIN DOSTLARININ ARALARINDA OLDUĞU BİR CEMAATLE DİN ALİMİ, DİYANET İŞLERİ BAŞKANI ŞERAFETTİN YALTKAYA HOCA TARAFINDAN KILDIRILMIŞTIR. Bazı din bezirganları da Ama bu namazı gösteren bir fotoğraf yok diyorlar. İyi de CENAZE NAMAZI KILINIRKEN FOTOĞRAF NEDEN ÇEKİLSİN? ATATÜRK VE DOSTLARI BUGÜNKÜ DİN ŞOVMENLERİNE BENZEMEZ Kİ! UNUTULMASIN Kİ İBADET KULA ŞOV YAPMAK İÇİN DEĞİL ALLAH İÇİN YAPILIR! NAMAZIN CAMİDE KILDIRILMAMASININ NEDENİ İSE ATATÜRKÜN CENAZE NAMAZININ KILANIBİLECEĞİ BÜYÜKLÜKTE BİR CAMİNİN HENÜZ İNŞA EDİLMEMİŞ OLMASINDANDIR! ŞÖYLE Kİ ATATÜRKÜ ÇOK SEVEN TÜRK İNSANI ONUN CENAZE NAMAZINA KATILMAK İÇİN NAMAZIN KILINACAĞI CAMİYE AKIN EDECEĞİNDEN YAŞANACAK İZDİHAM SIRASINDA ONLARCA İNSANIN ÖLMESİ MUHTEMELDİR. BUNU DÜŞÜNEN YÖNETİM ATATÜRKÜN CENAZE NAMAZINI DOLMABAHÇEDE KILDIRMIŞTIR. BUNA RAĞMEN ATATÜRKÜN NAŞI SARAYBURNUNA NAKLEDİLİRKEN ONU GÖRMEK İSTEYEN İNSANLAR CAMİ KUBBELERİNE MİNARELERİNE KADAR ÇIKMIŞ, BÜYÜK BİR İZDİHAM YAŞANMIŞ VE 20DEN FAZLA İNSAN BU İZDİHAMDA ÖLMÜŞTÜR. Ayrıca İSLAMDA cenaze namazının mutlaka camide kılınması diye bir şart da yoktur. Doğrusu kişi nerede öldüyse namazın orada kılınmasıdır. Atatürk Dolmabahçede ölmüş namazı da orada kılnımıştır. YANİ İSLAMA SAPINA KADAR UYGUNDUR. NOT 2: KARABEKİRİN GÜNAHI: Atatürkün din düşmanı ve dinsiz olduğu YALANINI besleyen en önemli kaynaklardan biri maalesef Atatürkün silah arkadaşı Kazım Karabekirin Atatürk ve din konusundaki UYDURMALARIDIR. Karabekir, 1923 sonrasında Atatük ile yolları ayrılınca, Atatürkün Nutuktaki ithamlarına yanıt vermek için yazdığı kitaplarında Atatürkü din düşmanı gibi göstermiştir. Örneğin Karabekir, Atatürkün Kuranı bir kısım İslam karşıtı kişlere tercüme ettireceğini belirtmiştir. Oysaki bilindiği gibi Atatürk Kuran tercüme ve tefsir işini bu işin iki üstadına vermiştir. Mehmet Akif ve Elmalılı Hamdi Yazır. Yani tarih ve gerçekler Karabekiri yalanlamıştır. Karabekir ayrıca Atatürkün Dini ve namusu olanlar aç kalmaya mahkümdür! gibi açıklamalar yaptığını iddia etmiştir. Ancak Terakkiperver Cumhuriyet Fırka üzerinden 1925 Şeyh Sait İsyanı ile ilişkili görülerek İstiklal Mahkemesinde idam istemiyle yargılanıp berat eden Karabekirin Atatürke olan kin ve öfkesinin bir yansıması olan bu tür açıklamalarının neredeyse tamamı maalesef UYDURMADIR. Nitekim Atatürk, Karabekirin bütün iddialarına 27 madde altında el yazısıyla yanıt vermiştir. Örneğin Karabekirin Atatürk bizim Bolşevik olmamızı istiyordu iddiasına Atatürk şöyle yanıt vermiştir kendi elyazısıyla:TAMAMEN ALÇAKA UYDURMUŞ, BANA YAPIŞTIRMAK İSTİYOR. Şunu da eklemeliyim ki, Atatürkü halkın gözünden düşürmek için din düşmanı olmakla itham eden Karabekir, hiç de öyle beş vakit namazında koyu bir DİNDAR da değildir. Hatta evine gelen çarşaflı bir hizmetçiye, Bir kere daha o çarşafla gelirsen o çarşafı yırtarım demiş, Atatürkün bazı uygulamalarını da FAZLA DİNDARCA diye eleştirmiştir. Atatürk, İsmet Paşa, Fevzi Paşa Karabekire göre çok daha dindardır. (Bkz. İsmet Paşa ve Din). Ancak Karabekir, dini en iyi şekilde istismar etme konusunda bütün bu paşalardan daha ileri gitmiştir. Bugün Atatürk düşmanı yobaz takımının Karabekir düşkünlüğünün nedeni, onun Kurtuluş Savaşında Atatürkün silah arkadaşı olarak elde ettiği başarılar değil, Atatürkü din düşmanı olarak itham etmiş olmasıdır. Ah ah... Bu konuda da benim ATATÜRK İLE ALLAH ARASINDA adlı kitabımda geniş bilgi vardır. NOT 3: ATATÜRKÜN SANSÜRLENEN MEKTUBUNU CIMBIZLAMAK: Son zamanlarda Atatürkü dinsiz diye adlandıran din bezirganlarının eline yeni bir koz verildi. Atatürkün 1931 yılında İslam tarihini yazmakla görevli TTK uzmanlarına gönderdiği zehir zemberek bir mektup bu. Söz konusu mektuba geçmeden önce şunu bilmek gerekir ki, Atatürk, TARİH kitaplarında anlatılan İslam tarihi anlatımlarının da alışılmış biçimde DİNSEL değil BİLİMSEL olmasına özen göstermiştir. Daha doğrusu Atatürk BİLİM kitaplarında BİLİMSEL, din kitaplarında ise hurafelerden arınmış ahılcı bir DİNSEL anlatımdan yanadır. Bu nedenle Atatürk döneminde hazırlatılıp okullarda okutulan TARİH, BİYOLOJİ, FİZİK kitapları tamamen bilimsel hazırlanmıştır. Bu kitaplarda EVRİM KURAMI başta olmak üzere dönemin bütün bilimsel kuramları anlatılmış, bu bilim kitaplarında eğer dinden söz edilecekse bu anlatımların da BİLİMSEL olmasına özen gösterilmiştir. Hatta bilim ve din arasında bir uyuşmazlık görüldüğünde derin felsefi tartışmalara girilmeden BİLİMSEL anlatım tercih edilmiş, zaman zaman klasik din eleştirilmiştir. Buna karşın Atatürk döneminde hazırlatılıp okullarda okutulan DİN kitapları ise hurafelere kaçmayan bir dinsel dille yazılmıştır. Örneğin Atatürkün 1929dan sonra okullarda okuttuğu CUMHURİYET ÇOCUĞUNUN DİN DERSLERİ adlı kitapta ALLAH, PEYGAMBER, İSLAM DİNİ en mükemmel şekilde DİNSEL olarak anlatılmıştır. İşte Atatürk, Cumhuriyetin genç kuşaklarının okuyacağı ders kitapları hazırlanırken bu TEMEL İLKEYE uygun hareket edilmesini istemiştir. Bu ilkeye uyulmadığında ise her zaman yaptığı gibi muhataplarını çok ağır bir dille uyarmıştır. Atatürkün en önemli stratejik hareket biçimlerinden biri, ki bu aynı zamanda onun ÜSLUBUDUR, bir konuya ne kadar önem verdiğini göstermek için zaman zaman ELEŞTİRİLERİNİ MUHATABINI ÇOK SARSICI, SERSEMLETİCİ BİR DİLLE ifade etmesidir. İşte 1931 yılında Hz. Muhammedin hayatını anlatan tarihçilerin yazdıklarından da memnun olmayarak onları ÇOK SARSICI, SERSEMLETİCİ bir dille uyarmıştır. Atatürk, TARİH kitabının bir DİN KİTABI olmadığı için BİLİMSEL ilkelere göre hazırlanmasını istemiş, bu kitapta dinler tarihinin de bilimsel biçimde anlatılmasını önceden tarihçilere söylemiştir. Ancak, buna karşın HZ. MUHAMMEDin hayatını yazan bir Arap tarihçinin İSLAMIN DOĞUŞUNU AKILCI VE BİLİMSEL DEĞİL NAKİLCİ VE DİNSEL EKSENLİ anlatması Atatürkü çileden çıkarmıştır. Bu ARAP TARİHÇİYE NE KADAR CİDDİ OLDUĞUNU göstermek için TTK üyelerine hitaben yazdığı mektupta, Ikre, Bismi, Rabbi safsatası ifadesini kullanmıştır. Mektubun bütününde ise TARİH yazanların BİLİMSEL GERÇEKLERE dikkat etmelerini bir kere daha hatırlatmıştır. Atatürk, onu iyi tanıyanların çok iyi bildikleri gibi bu ifadesiyle muhataplarına, ÇOK ETKİLİ, SARSICI, bir uyarı yapmıştır. Kuşkusuz İslam tarihini yazan birine yapılabilecek en etkili uyarı DİN üzerinden yapılandır. Atatürk TARİH yazarken dinsel inançların değil BİLİMSEL gerçeklerin dikkate alınması gerektiğini AĞIR BİR DİN ELEŞTİRİSİYLE anlatmak istemiştir. Çağını aşan deha, radikal devrimci Atatürkün YÖTEMLERİNDEN BİRİDİR bu! Birilerinin bu yöntemi doğru bulmaması, aşırı ve yanlış bulması da pekala mümkündür. Böyle yöntem mi olurmuş, Muslüman adam ne olursa olsun ayete safsata der mi? biçiminde, onu diyen kişinin gerçekten ne düşündüğünü, ne hissettiğini dikkate almadan sadece lafza bakarak bir değerlendirme yapmak da mümkündür tabi. Ama beğenin ya da beğenmeyin insanları çok iyi tanıyan Atatürk, iş yaptırırken zaman zaman işleri çabuklaştırmak için bu tarz SARSICI BİR ÜSLUP kullanmıştır. Ancak Atatürkün bu ÜSLUP/TARZ/YÖNTEM biçiminden yola çıkarak CIMBIZCILIK yapıp,AHA DA YAKALADIM! ATATÜRK AYETE SAFSATA DEMİŞ! DEMEK Kİ DİNSİZ! demek ancak Atatürkü hiç ama hiç tanımayan, Atatürkün dehasından, yönteminden, üslubundan habersiz kişilerin yapacağı bir çıkarım, bir çarpıtmadır. Atatürkün ne söylediği önemlidir, ama nerede, ne zaman, kime ve NEDEN söylediği en az ne söylediği kadar önemlidir. Atatürkün SANSÜRLENEN MEKTUBU Atatürkün dinsiz-imansız olduğunu değil, Atatürkün BİLİME ne kadar büyük bir önem verdiğini kanıtlamaktadır. En önemlisi Atatürk, sansürlenen mektubunu Kuranı, ayetleri eleştirmek için yazmamıştır. Atatürk o mektubu, tarih yazanların bilimsel kurallara uygun hareket etmelerinin önemini anlatmak için yazmıştır. Oysaki din bezirganları -mektuptaki malum cümleyi çarpıtarak- Atatürkün o mektubunu KURAN, AYET ELEŞTİRİSİ YAPMAK için yazdığı şeklinde bir hava yaratarak kamuoyunu kandırmaktadır. Ayrıca Atatürk eğer Kuranın (ayetlerin) safsata olduğuna gerçekten inanmış olsaydı, bir devrimle aydınlatmaya çalıştığı Türk insanının Kuranı(ayetleri) çok daha iyi anlaması için büyük bir mücadele içine de girmezdi. Oysaki bilindiği gibi Atatürk, Kuranın (ayetlerin) anlamını önemsediği için Müslüman Türk insanının bu ayetlerin anlamlarını öğrenmesini istemiş, bu nedenle Kuran-ı Kerimi TBMMden aldığı onayla Elmalılı Hamdi Yazıra tefsir ve tercüme ettirmiştir. Bugüne kadar Elmalının Hak Dini Kuran Dili adlı tefsirinden daha iyi bir tefsir yapılabilmiş değildir. Ayrıca orduya okutmak için ASKERE DİN KİTABI ve ASKERİ DİN DERSLERİ adlı birkaç ciltten oluşan Kuranı Peygamberi, İslamı en sade şekilde anlatan kitaplar yazdırmıştır. Atatürkün belirli bir amaçla dile getirdiği SÖYLEMİNİ, onun aynı konudaki EYLEMİ ile karşılaştırdığımızda her şey çok net olarak ortaya çıkmaktadır. Atatürkün Kuranın anlaşılması için verdiği mücadele ortadadır. Atatürk, Kuranın gerçekten safsata olduğuna inansaydı SAFSATANIN ANLAŞILMASIYLA değil ortadan kaldırılmasıyla uğraşırdı. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Bu arada Atatürkün gerçek din anlayışını, onun ne halka yaptığı konuşamalardan, ne birilerine yazdığı mektuplerdan, ne belirli amaçlarla yazdırdığı kitaplardan tam olarak anlayabilirsiniz, Atatürkün gerçek din anlayışını onun HER TÜRLÜ KAYGIDAN UZAK BİR ŞEKİLDE KALEME ALDIĞI ÖZEL NOTLARINDAN, NOT DEFTERLERİNDEN ANLAYABİLİRSİNİZ. ATATÜRKÜN NOT DEFTERLERİNE BAKILDIĞINDA, Hafıza Kuran okuttuğunu yazan, TANRI BİRDİR VE BÜYÜKTÜR notunu düşen Atatürke illa da dinsiz demek isteyenlere kızacak da değiliz tabi! Çünkü önemli olan Atatürkün inanıp inanmadığı değil, milleti için yapıp ettikleridir, o da ortadadır! Hiç unutmamak gerekir ki MÜSLÜMAN TÜRK MİLLETİNE hizmet etmiş bir DİNSİZ, MÜSLÜMAN TÜRK MİLLETİNE zarar vermiş bir DİNLİDEN her zaman daha makbuldur, saygıya, sevgiye ve hürmete daha layıktır! Gerçekten de HİÇBİR ŞEY GÖRÜNDÜĞÜ GİBİ DEĞİLDİR anlayacağınız. NOT 4: Bu yazıya ek olarak Cami Yalanlarına Yanıt Veriyorum , O Yalan Çürüdü ve Atatürk Dinsiz Miydi adlı yazılarımla, özellikle de ATATÜRK İLE ALLAH ARASINDA adlı kitabımı öneririm. Ayrıca bu makalede geçen ATATÜRKÜN DİNDE ÖZE DÖNÜŞ PROJESİ hakkında AKL-I KEMAL-ATATÜRKÜN AKILLI PROJELERİ, 4. CİLT adlı kitabımda çok geniş bilgi vardır. Sinan MEYDAN 30 Mart 2013 İŞTE GİZLENEN BELGELER: Atatürk ve din konusunda asıl sansürlenen belge fotoğraflar şunlardır: (Atatürkü dinsiz göstermek için buldukları herşeyi İşte Atatürkün sansürlenen mektubu, el yazısı, şusu busu! diye kamuoyuna duyuranlar, nedense şimdi göreceğiniz belge-fotoğraflardan hiç söz etmezler!) Atatürk’ün hediye ettiği Kuran’lardan: 8 teşrin –i sani (kasım) 1925 – Çankaya “Gazi Kız Numune Mektebine dikkatle okunmak… için hediye ediyorum.” Gazi Mustafa Kemal “ Cemil Sait Beyin tercümesi olan bu KURAN, 1932de Atatürk tarafından Hafız Yaşar Okura ithaf edilerek imzalanıp hediye edilmiştir. Bir lider düşünün hem dinsiz hem de kitap hediye ederken Kuran da hediye ediyor! Tabi burada Atatürke dinsiz diyenlere hayatlarında kaç kere birine veya bir kuruma Kuran hediye ettiklerini sormek gerekir! Atatürk, 1922 tarihli 18 numaralı not defterine, önce yapacağı yenilikleri, devrimleri yazmış sonra da iki kalın çizgi arasına Osmanlıca TANRI BİRDİR VE BÜYÜKTÜR notunu düşmüştür. (Can Dündarın Mustafa filmini çekerken görmediği notlardan biri (!) (Can Dündarın Mustafa filmini çekerken görmediği notlardan biri (!) (Can Dündarın Mustafa filmini çekerken görmediği notlardan biri (!) Fotoğraf: Atatürk peygambere saygı kartpostalı hazırlattı “ Bir gaza ettik ki hoşnud eyledik peygamberi” Gazi Mustafa Kemal Paşa, Kasım 1918 başlarında Adana’ya geldi. Yıldırım orduları kumandanlık görevini Alman asıllı Liman von Sanders’ten devr aldı. Adana’da kaldığı günlerde yaverleri ile birlikte toplu fotoğraf çektirdi. Ayrıca çektirdiği bir fotoğrafında aldığı madalyaları göğsüne yerleştirdi. Kalpaklı fotoğrafınının kartpostal baskısı yapılmasını kabul etti. Ve üzerine de İslam Peygamberi Hz. Mumammed’e saygı ve bağlılık sözlerini yazdırdı. Adana Tarihi ile ilgili yaptığım araştırmalar sonucu Mustafa Kemal Paşa’nın 1. Dünya Harbinin sona erdiği günlerde Kasım 1918 başlarında Adana’ya geldiğini ve 10 gün kadar kaldığını öğrendim. Bu süre içinde Osmanlı Yıldırım ordular Kumandalık devir teslim işlemi yapıldı. Ve alman asıllı kumandan Liman von Sanders kumandanlık görevini Mustafa kemal’e devretti. Mustafa kemal Paşa Adana’da kaldığı günlerde “Ordu kumandanı olmanın” hatırasını ebedileştirmek için resmi kıyafetiyle fotoğraflar çektirdi. Fotoğrafın birinde Mustafa Kemal hasır sandalyede otururken ayakta duran yaverlerinden Salih Bozok, Cevat Abbas görülüyor. Adana’da çektirdiği 4 adet fotoğraf var. Göğsünde madalyalarda olduğu halde çektirdiği fotoğrafın birisinden kartpostal yaptırdı. Ve aynı kartpostalın alt kısmına “ Bir gaza ettik ki hoşnud eyledik peygamberi” yazdırarak İslam peygamberi Hz. Muhammed’e olan saygı ve bağlılığını belirtmiş oldu. Aynı kartpostalda yer alan kalpaklı portre fotoğrafında göğsünde Çanakkale savaşında aldığı madalyayı da takmıştı. Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın göğsüne yerleştirdiği diğer madalyalar ise 1905 yılında Şam’daki görevini başarı ile tamamlamasından sonra aldığı Mecidi nişanı, 1917 yılında aldığı liyakat madalyaları da vardı. Atatürk, Adana’da iken kısa süre sonra yaşanacak acı günlerin neler getireceğini de çok iyi biliyordu. Adananın yerli ailelerinden vatansever gençler ile görüşmeler yapıyor, onlara ümitlerini kaybetmemelerini, işbirliği yapılması halinde başarılı olunacağını açıkladı. Mustafa Kemal Paşa, Osmanlı ordularının 1918 yılında Şam, Halep cephelerinde bozgunlarını da yaşamıştı. Arap isyancıların Yahudi-Siyonistlerle işbirliği yapmalarını, çok sayıda Türk askerinin esir düşmesi veya öldürülmesi olayları yaşanmıştı. Ordunun bozgunu tam bir felaket idi. Askerler dağlara düştüler. Yakalananların karınları deşildi. Para arandı. Osmanlı askerine hançer ile öldürenler Türk düşmanlığının çılgınlığını sahnelediler. Arap isyancıların “hançerle” karın deşmeleri olayına “Cenbiye olayı” ismi verildi. Bu olaylar yaşanmıştı, tarihin sayfaları arasında hüzün verici olaylar olarak hep saklandı, konuşulmak istenmedi. Gazi Mustafa Kemal Paşa, Kurtuluş savaşının sona ermesinden sonra cumhuriyet rejimini ilan etmeyi planlamıştı. Öncelikle halkın bu konudaki duygularını öğrenmek istiyordu. 15 Mart 1923 Perşembe günü Adana’ya geldi. Ve ertesi Cuma günü (16 Mart 1923) sabahleyin Adana Kolordu binasını ziyaret etti. Ve kumandanlar ile birlikte sözleşerek öğle üzeri kendisini görmeye gelen halk ile aynı ortamda bulunmak için otomobiliyle Adana Ulucamiye hareket etti. Ve Cami’nin giriş kapısında kumandan ve halk ile buluştu. Kısa süre konuşması esnasında cami kapısındaki halini gösterir fotoğraf çektirdi. Ve arkasından da caminin içine girerek Cuma namazını kıldı. Atatürk’ün Adana’da çektirdiği fotoğraflara bakarak onun halkının inanç ve kültürü ile barışık bir lider olduğunu açıklamak gerekir. Atatürkün Kasım 1918 tarihli altında “Bir gaza ettik ki hoşnud eyledik peygamberi” yazan fotoğrafı Atatürk, 31 Ekim 1918de Adana’ya gelmiş. Yıldırım orduları kumandanlık görevini Alman asıllı Liman von Sanders’ten devralmıştır. Adana’da kaldığı günlerde yaverleri ile birlikte toplu fotoğraf çektirmiştir. Çektirdiği bir fotoğrafında aldığı madalyaları göğsüne yerleştirmiş. Kalpaklı fotoğrafınının kartpostal baskısı yapılmasını kabul ettmiş ve üzerine de İslam Peygamberi Hz. Mumammed’e saygı ve bağlılık sözlerini yazdırmıştır. Atatürkün Adana’da çektirdiği 4 adet fotoğraf vardır. Fotoğrafın birinde Atatürk hasır sandalyede otururken ayakta duran yaverlerinden Salih Bozok, Cevat Abbas görülmektedir. Göğsünde madalyalar olduğu halde çektirdiği fotoğrafın birisinden kartpostal yaptırmıştır. İşte o kartpostalın alt kısmına “Bir gaza ettik ki hoşnud eyledik peygamberi” yazdırarak İslam peygamberi Hz. Muhammed’e olan saygı ve bağlılığını belirtmiştir. Atatürk Adanada kaldığı 10 gün içinde gerçekten de Kurtuluş Savaşının ilk adımlarını atmıştır. Atatürk, Kurtuluş Savaşından sona cumhuriyeti ilan etmeyi planlamıştı. Öncelikle halkın bu konudaki duygu ve düşüncelerini öğrenmek istiyordu. Bu amaçla çıktığı yurt gezisinde 15 Mart 1923 Perşembe günü Adana’ya gelmiş ve ertesi Cuma günü (16 Mart 1923) sabahleyin Adana Kolordu binasını ziyaret etmiştir. Ve kumandanlar ile birlikte sözleşerek öğle üzeri kendisini görmeye gelen halk ile aynı ortamda bulunmak için otomobiliyle Adana Ulucamiye hareket etmiştir. Ve caminin giriş kapısında kısa süre konuşması esnasında cami kapısında bir fotoğraf çektirmiş ve arkasından camiye girerek Cuma namazını kılmıştır. (Araştırmacı Cezmi Yurtseven). Atatürkün kendi el yazısıyla, Din, milliyetin bir parçasıdır! Ancak taassubun (bağnazlığın) milletleri ümmet haline düşüreceğini unutmamalıdır!” notu. Atatürkün Abdülbaki Gölpınarlıya hazırlatıp KÖY İLKOKULLARINDA okuttuğu Cumhuriyet Çocuğunun Din Dersleri adlı kitabın kapağı. (1930-1931). SDR@ ASKERE DİN KİTABI AHMET HAMDİ AKSEKİ (Ahmet Hamdi Aksekinin ASKERE DİN KİTABI, 2. baskı , istanbul, 1945). Bu kitabın ilk baskısını Diyanet İşleri Başkanlığı 1925te bastırmış, Genelkurmay da ordulara dağıtmıştır. ASKERE DİN DERSLERİ - MUALLİM CEVDET Genelkurmayın açtığı askere din dersleri kitap yarışmasını kazanan Muallim Cevdetin ASKERİ DİN DERSLERİ adlı kitabı da 1928de bastırılıp ordularca okutulması zorunlu tutulmuştur. Diyanet İşleri Başkanlığının yurt genelindeki camilerde okutulması için Ahmet Hamdi Aksekiye yazdırıp 1927 yılında bastırdığı YENİ HUTBELERİM adlı kitap kalın iki ciltten oluşmuştur. 1936 ve 1937 yıllarında yeniden bastırılmıştır. NOT: Görüldüğü gibi Atatürk ve İnönü dönemlerinde hem okullarda, hem camilerde, hem de kışlada gürül gürül din eğitimi verilmektedir. Yobazlıktan, bağnazlıktan uzak, gerçek bir din eğitimi.... Atatürk ve İnönü dönemlerinde İslam dini, Kuran ve din kitaplarının yasak olduğu kocaman bir yalandır. 1920lerde, 1930larda, 1940larda devlet bizzat din kitapları hazırlatmıştır. Atatürkün DİN ÖZGÜRLÜĞÜNE vurgu yaptığı el yazılı metin: Türkiye Cumhuriyetinde herkes Allaha istediği gibi ibadet eder. Hiç kimseye dini fikirlerinden dolayı bir şey yapılmaz. Türk Cumhuriyetinin resmi dini yoktur. Türkiyede, bir kimsenin fikirlerini zorla başkalarına kabul ettirmeye kalkışacak kimse yoktur ve buna müsaade edilmez. Artık samimi mutekitler, derin iman sahipleri, hürriyetin icaplarını öğren. (1930. Vatandaş İçin Medeni Biligler). İşte Atatürkün ağzından laiklik tanımı. Atatürk 1920lerde Ankarada çalışma odasında Kurtuluş Savaşı planları yapıyor, yanında İsmet Paşa. Atatürkün hemen arkasındaki duvarda, Halide Edipin Türkün Ateşle İmtihanı adlı romanında Atatürkün çalışma odasındaki masanın hemen arkasındaki duvarda bir hoca ya da kahin tarafından yazılmış Arapça yazılar diye ifade ettiği bazı ayetler görülmekte. Atatürk Kurtuluş Savaşı sırasında emperyalizmin pençeleri altında ezilen bütün İslam dünyasının kahramanıydı. 1920lerde İslam dünyasında Atatürk, Selahaddin Eyyübi ve Şeyh Ahmet Sünusi, Hıristiyan Haçlı emperyalizmine başkaldıran üç lider olarak görülüyordu. Üstelik Şeyh Ahmet Sünusi Kurtuluş Savaşında Atatürkle omuz omuza Türkiyenin kurtuluşu için mücadele ediyordu. Bu üç İslam kahramanını aynı karede gösteren fotoğraflar İslam dünyasında elden ele dolaşıyordu. İslam dünyası Atatürkü Son İslam Mücahidi, İslamın Kılıcı olarak adlandırmıştı. Atatürkün ÖZEL HAFIZI, Hafız YAŞAR OKUR Hafız Yaşar Okur, Atatürkün emriyle 1932 yılında Çanakkale şehtilerine HATİM okumuştur. İşte Hafız Yaşar Okurun Atatürkle On Beş Yıl Dini Hatırlar adlı kitabında bu dini töreni gösteren fotoğraflardan biri. Fotoğraf dikkatle incelenecek olursa hatim okuyan hocaların geleneksel dini giysileriyle (başlarda sarık) olduğu görülecektir.Yani bazı din bezirganlarının dediği gibi hocalar giyim kuşam konusunda zorlanmamıştır. Hatimi izleyen halk kılık kıyafet devrimi çerçevesinde şapkalı, hocalar ise sarıklıdır. Hafız Yaşar Okur, Atatürkün emriyle 1932 yılında Çanakkale şehtilerine MEVLİD okumuştur. İşte Hafız Yaşar Okurun Atatürkle On Beş Yıl Dini Hatırlar adlı kitabında bu dini töreni gösteren fotoğraflardan biri. Fotoğraf dikkatle incelenecek olursa mevlit okuyan hocaların geleneksel dini giysileriyle (başlarda sarık) olduğu görülecektir. Yani bazı din bezirganlarının dediği gibi hocalar giyim kuşam konusunda zorlanmamıştır. Mevlidi izleyen halk kılık kıyafet devrimi çerçevesinde genelde şapkalı, hocalar ise sarıklıdır. Atatürk Edirme Selimiye Camiini gezerken (25 Aralık 1930) Caminin giriş kapısının üstündeki kitabeyi inceleyen Atatürk, orada yazılı olan AYETİ okumuş ve caminin imamı Fereli Ahmet Efendi’ye bu ayetin anlamını sormuştur. Daha sonra da camiye girerek incelemelerde bulunmuş ve bazı açıklamalar yapmıştır: Atatürk, caminin içinde minberle avize arasında durmuş ve, “Beyler, hiçbir dine bağlı olmayan kalp istirahattan mahrumdur” diye söze başladıktan sonra şunları söylemiştir: “Bakınız, ecdadımız İstanbul’un fethinden tam 125 sene sonra bu şaheser camiyi İstanbul’da değil de Edirne’de yapmış, böylece Edirne’ye mührünü basmış, tapulamıştır. Dahi Mimar Sinan sanat ve din aşkıyla bu eseri bina etmiştir.” Daha sonra avizenin üzerinde yarım kubbede yer alan Arapça yazıyı okuyan Atatürk, Müftü’ye dönerek “Hocam, bu ayet Tövbe Suresi’nin 18. Ayeti değil mi?” diye sormuş, Müftü, “Evet Paşa Hazretleri” cevabını vermiştir. Atatürk, tekrar Müftü’ye dönerek, “Bana bu ayetin manasını söyleyebilir misiniz?” diye sormuştur. Müftü de, “Bildiğim kadarıyla bu ayette ‘Allah’ın, mescitlerini, camilerini yapan ve imar edenler Allah’a ve ahiret gününe iman edip, namazlarını kılan, zekatlarını veren ve ancak Allah’tan korkanlardır. Onlar doğru yoldadır’ demektedir.” demiştir. 1932 yılında Atatürkün isteğiyle Sultanahmet Camiinde yapılan Büyük Mevlitten bir görünüş. (Baştan sıra ile Hafız Yaşar Okur, Hafız Burhan, Beşiktaşlı Hafız Rıza, Muallim Hafız Buri, Beylerbeyli Hafız Fahri). Fotoğrafta çok net olarak görüldüğü gibi din adamlarına yine kıyafet konusunda bir baskı yapılmamıştır. Büyük Mevlidi okumakla görevli din adamları tertemiz, en şık giysileriyle Allahın ve milletin karşısına çıkmıştır. Hafızlardan birinin başındaki SARIK çok net olarak görülmektedir. Yani yine din bezirganlarının iddia ettiği gibi, Atatük, din adamlarına Türkçe Kuran, mevlit okuturken onlara kılık kıyafet konusunda bir baskı yapmış değildir. Şık, temiz ve İslamın ruhuna uygun olmak kaydıyla din adamları istedikleri gibi giyinmiştir. Sarık takan da olmuştur, kıravat takan da, frak giyen de. Burada Atatürkün HOCALIK SARIKLA DEĞİL DİMAĞLA (AKILLA)DIR sözünü hatırlamak gerekir. 26 Şubat 1923, Hakkı Tarık Us’un Vakit gazetesi Atatürkün Eskişehirde kendisine tesbih bakarken çekilmiş bir fotoğrafını yayınlamış: Alt yazıda“Hususi fotoğrafçımızın aldığı resim” diye bir not var. Tesbih, Atatürkün bütün ömrü boyunca en önemli aksesuarlarından, en çok sevdiği özel eşyalarından biri olmuştur. Çok güçlü bir İslami çağrışımı olan tesbih Atatürkün elinde birçok fotoğrafına da yansımıştır. Ancak hem din karşıtı Atatürkçüleri, hem de Atatürk karşıtı dincileri fazlaca rahatsız eden ATATÜRKÜN TESBİHLERİ kanımca ortak bir sansüre kurban gitmiştir. Atatürkün çok bilinen bazı fotoğraflarında elinde görülen tesbihler bilinçli olarak silinmiştir. Atatürkün tesbihini sansürleyenleri anladığımızda Türkiyeyi de anlamış olacağız inanın! Atatürk TBMMnin açılış töreninde dua ederken (Bilinen bir fotoğraf) Dikkat: Kaynak gösterilmeden kullanılması yasaktır. Copyright © 2013 | Sinan Meydan | Powered by minibilisim.tr
Posted on: Tue, 29 Oct 2013 17:57:31 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015