GÖNÜLLER SULTANI YUNUS EMRE. 3.BÖLÜM TASAVVUFİ - TopicsExpress



          

GÖNÜLLER SULTANI YUNUS EMRE. 3.BÖLÜM TASAVVUFİ KİŞİLİĞİ-HAYATI KİTAPLARI : YUNUS EMRE DİVANI- RİSALETÜN NUSHİYYE DESTANI-I KAİNAT -2 Gûmânın yogımıssa inanaydın Bu gaflet uykusundan ûyanaydın Eğer şüphem yoktu diyorsan o hâlde inanmalıydın. Bu uyuşukluk uykusunda da uyanmalıydın. Gûmân : f. Zan. Tahmin. Sanmak. şüphe. Niçe kibr û hevâ uşâda seni Ölüm evreni bir gün yûda seni Sendeki bu aşırı istek hevâsı ve kibri nedir bu kadar? Elbet usandırıp bıktıracaktır ama gücün yetmez o zaman. Ölüm sonsuzluğu ise her varlığı yutarak sana yaklaşmaktadır seni de bir yutacaktır. Kibr : Kibir. (Kibr) Kendisini büyük gösteriş. Büyüklük. Kendisini, başkalarından üstün olmadığı hâlde üstün görme ve tutma hastalığı. * Şeref ve şan. * Bir şeyin muazzamı. Büyük Hevâ : İstek. Nefsin isteği. Düşkünlük. Gelip geçici olan heves. Nefsin zararlı ve günah olan arzuları. Evren : Ejderha, büyük yılan. Hevâ-yı kibr ile ne bâşarâsın Ecel eli uzun kanda varâsın Bu hevâ ve kibir ile bu âlemde ne başaracağını sanmaktasın? Ecel eli o kadar uzun ki senin uzaklardaki emellerine varmanan asla müsaade etmeyecektir. Takazâsı zamanın bir günîre Ecel hırmenlerîni yele vîre Bu zaman değirmeninin dönmesi gereği bir gün ecel nöbeti sana da gelir çatar hayat ve benlik harmanlarını yele verip havalarda savurur. Takazâ : İhtiyaç, luzum. Sıkıştırmak. Bir günîre : Bir gün gele. Hırmen : Harman. Tahıl demetlerinin döven geçirilerek dane-saman hale gelmesi. Yetişmeden sana va’de gözün aç Hevâ vû kibr yolundan beri kaç Sana biçilen va’dedilen ömür süresi tükenmeden sen gözünü aç da hevâ ve kibir yolundan uzağa kaç! Yoksa canına okuyacaklar! Va’de : Bir iş için önceden belli edilen zaman. Bir işi tehir etmek, sonraya bırakmak için olan belli vakit. * Ecel. Beş on gün ömr içün girü kayıkma Bu fâni dünyanın nakşına bakma Beş on gün gibi olan ömürü saonsuz sanıp da hevâ ve kibir yoluna doğru tekrara yönelme! Bu rengarenk dünyanın nakışlarına bakıp ayakta uyuma, oyalanma ve ne için geldiğini-kulluğunu untma! Kayıkmak : Temayül göstermek, kaymak. Sapmak, yüz çevirmek. Nakş : Bir şeyi çeşitli renklerle boyamak. * Resim. * Tezyin etmek Senin bigi bini aldadı düye İnanmaz göre kimi tuttu binye Bu yalan dünya senin gibi binlercesini aldattı. Görenler inanmaz ki binlercesin beden için yaşayanlar yaptı. Bigi : Gibi. Binye : Bünye, beden yapısı. Key çâpük oynagıl ütulmayâsın Hevâya kibre sen tûtulmayâsın Bu hayattaki kulluk imtihanı oyununu akıllı ve çabuk oyna ki ütülmeyesin! Hevâ ve kibire tutulursan ütüldüğünü anla artık! Key : Gey. Çok, pek, pek çok, gayet. İyice, hakkıyla. Yerine, uygun, muvafık, doğru. Muhteşem, büyük. Katı tuttun ko kibri elden öndin İşitmedin tevazu’ ne didüğin Sen ise ilk önce şu çok sıkı tuttuğun hevâ ve kibiri bir elden bırak! Tevazu’ alçak gönüllülüğün ne demek olduğunu işitmedin gitti… Önmek : intizar etmek, beklemek. Karşısına çıkmak. Tevazu’ : Alçak gönüllülük. Kibirsizlik. Mahviyet hâli Tekebbür yeri Siccin ininde Anun’çün k’olmadılar dîn içinde İblisin işi olan kibirlililerin sonunda varacağı yer cehennemde Sicci vâdisisir. Buna sebeb kibirleri onları İslam Dini içinde bırakmadı çakti çıkardı fâcirlerden etti günah içinde haram ve yalan peşini bırakmadı… Tekebbür : Kibirlenmek. Kendini büyük saymak. Nefsini büyük görmek Siccin : Sert, şiddetli olan şey. * Dâim olan. * Fâsık ve fâcirlerin amel defterlerinin konulduğu yer. * Cehennemde bir vâdinin adı. Fâcirlerin ruhunun gittiği yer. İn : În, Yabani hayvanların barınağı, yuvası. Mağara Ki din tûtanların Siccin nesîdir Ye kibr û kîn olıcak din nesîdir Dinin dosdoğru yolunu tutanlar için Siccin ne demektir. Söz konusu bile olamaz. Bunun tersi ise kibir ve kin besleyen insanda İslam Dini olması imkansızdır… Kibr : Kibir. Kendisini büyük gösteriş. Büyüklük. Kendisini, başkalarından üstün olmadığı hâlde üstün görme ve tutma hastalığı. * Kîn : f. Gizli düşmanlık. Garaz. Buğz. Adâvet İnanmazsan banâ hâlin göresin Çû örü kibr ile yele veresin Bana inanmaz isen kendi hâline bir bak gör de kibrini yele ver! Örü : Otlak, mera. Hasat olup toplanmış harmandaki ekin. Yürü imdi meded iste akıldan Esîr olmuş kişisin nice yıldan Sen nice yıllar aklını kullanamamış nefsin yaratılıştan imtihan için yüklenen bâtıl ve şerri tercih özelliği olan kibir ve hevâya esir olmuşsun. Hiç değilse aklını başın topla da akıldan yardım iste! Meded : İnayet, yardım, imdad, eman. Akıl adl ıssı bir ulu kişîdir Meded etmek sana anın işîdir Akıl adalet sahibi bir ulu kişi olup Nurullahtır. Sana yardım edecek ve senin için yaratılan tek kişi akıldır. Adl ıssı : Adalet sahibi. Bu yükten seni ol kurtârısar bil Saâdet yoldaşın oldu ay u yıl Seni bu câhil benlik kibiri yükünden ancak akılın kurtarabileceğini bil artık! O senin ömür boyu mutluluk yoldaşındır. Saâdet : Mesud oluş. Talihi iyi olmak. Mutluluk. Said olmak. Allahın rızasına ermiş olmak. Her istediğine kavuşmuş olmak. Gelir akl önünde şermende olmuş Ki kaygu yaşıyıla gözü dolmuş Aklın huzuruna kendinde geçmiş olarak gelen nefs, hâlinden o kadar pişman ki gözleri yaşla dolmuş. Selâm vermekliğe ögin deremez Oda köze düşüp yolun göremez Elbette ara sıra gelip selâm verip yine de bildiğini işlemekle akıldan bir fayda sağlayamaz. Akıllı oluşun devamlılık yolunda çok istediği kibir ve hevâ ateşlerine yanarken doğru yolu göremez ve gidemez. Ögin : Öğün. Rızık, yemek. Delim geçti zaman derdi yerinde Geçirdi ömrünü nefs bâzarında Çok çabuk geçen zaman içinde benlik derdi hep yerinde dururken ömrünü nefsin keyfini yerine getirmek bazarında geçirmekte ne yazık! Delim : Çok. Birçok, fazla İşit imdi ne der gör akl âna Ki alçaklık eder derdine devâ Nefis kendi derdine devâ bulacağı yerde alçaklık ederken akıl ona neler demekte dinle. Devâ : İlâç, çare. Hastalığın iyi olmasına sebeb olan gıda. Sözü düketmedi alçaklık erdi Kibir gördü anı tez gerü döndü Akıl daha sözünü tüketmeden nefis işin önemini anladı ve alçaklığa son verdi ve nefsin akıllandığını görünce kibir eri dönüp kaçtı. Kılıç tartıp gelir yer alçaklığından Kibir gördü anı kaçtı dağından Akıl tedbir kılıcını çekip tevazu’ ile kibirin işini bitirmek için yaklaşınca, kibir Benlik Dağından firar etti. Dag u yazı kamu gulgule doldu Kime cennet kime Arasat oldu Dağ-ova her yer nara çığlığıyla doldu. Öyle ki kimine cennet kimine de Arasat oldu. Yazı : Ova, düzlük. Gulgule : Çığlık, gürültü, patırtı. Arasat : (Aresât) Mahşer yeri. Haşir ve neşir meydanı. Çü alçaklık erişti kibr erine Bakadur bir kişiyi bin görüne Kibir askeri Benlik Dağından alçağa-tevazu’ya inince karşı taraftaki bir askeri bin aksar görmeye başladı. Tekebbür asırdır îşe sataştı Tutup dağ başını kışa sataştı Asırlardır kibirlilik Benlik Dağına karagâh kurup, nefsin kendini ve Rabbını bilmesi olan Kemâlât Yolunu tutup her mevsimi kış etti… Asır : Zor, güç, zahmetli. Gör alçaklığı aktı ırmak oldu Aka aka denize varmak oldu Tevazu’ alçak gönüllülüğü okadar değerli ki damlalar birleşip ırmak olur ve aka aka Muhammedî Kemâlât Denizine ulaşıp yok olur. Eski Benlik Dağındaki Buzulluklardan eser kalmaz ve asla geri buz olarak dönemez. Artık dönse bile arınmış rahnet-yağmur damlaları olarak halkın hizmetine döner herkesin yüregindeki susuz çöllere ayırmadan-kayırmadan yağar da yağar… Ne denlû kuvveti olursa pınar Eremez denize ol yere siner Ayağı-akarı olmayan pınarlar ne kadar gür fışkırsa da bir çukurda yere siner- kaybolur gider. Kemâlât Denizini asla bulamaz. Bir Eren elini samimiyet ve ciddiyetle tutmayan kimseler kendilerinin veya yol bilmez yolsuzların benli ihtırası çukurlarında çöker kalırlar!.. Sinmek : Gizlenmek. Akup su alçağa suya katılır Su suya erdi denize yitilür Birer damla gibi olan insanlar Kemâlât Yolu olan alçak gönüllülükte ve bir Eren izinde buluştukça hedeflerindeki Kemâlât Denizine elbette ulaşırlar. Bu kulluk imtihanı oyununun ana formatı bu şekilde proğram ve dizayn edilmiştir. Yitmek : Yetmek. Yetişmek. Denize değin ırmağ idi âdın Ko andan ötesin denize daldın Bütün ırmakların denize kadar kendince bir adı olması normaldir. Bu ise Hakk Dostlarının izlediği Aşk Yollarının kendilerince bir ismi olması güzeldir. Ancak tüm ırmaklar Ana Denize ulaşınca adlarını sahilde bırakıp denizin adında yok ulurlar. Denizde bir damla olular ama deniz değildirler. Hakk Dostları da kendilerini izleyenleri Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Rahmetenli’l-âlemin denizinde mahvolurlar. Benlik Dağında buz olan insan Fenâfi’n-Nefs iken bir rahmet bulur eriri ise izlediği Hak Eren yolunda Fenâfi’ş-Şeyh olup ona tapınmadan takip eder. Sonunda Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Rahmetenli’l-âlemin denizinde her varlık gibi Fenâfi’r-Resûl olur. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i özünde duyar ve uyar, O’nun gözüyle görür, kulağıyla işitir ağzıyla konuşur gibi olur. Elbette Şehâdetin tek şifâ kaynağı olan Resûlullah sallallahu aleyhi ve selem de İmam-ı Mutlak olarak cemâatını Fenâfillah olmaya götürmektedir ki bu son söz olup: “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve Eşhedü enne Muhammedü’r- Resûlullah!” Bu son uçta bu sözü söyleyenin şah damarından da yakın olan Rabbü’l-âlemin olduğunu duyup susup, dinleyip yok oluştur… Resimlerin sonsuz sessizliği karşısında, tek Ressam’ın azamet ve kudretiyle mülkün mâliki ve ALLAH’ı olduğunu ilâna iştirak şehâdeti şerefidir azîz dutsum! Deniz olanlara cevher muhâl mi Sedefler doludürür zer muhâl mi Deniz olanın içinde cevher-öz-asıl olması, olmayacak şey mi? Nice inciler saklayan sadefler var iken açıkta altınlar olması gayet tâbidir. Cevher : Bir şeyin özü, esası. Sedef : Sadef. Deniz böceklerinin kıymetli kabuğu ve onlardan yapılan şeyler. * Sert, parlak ve şeffafa yakın madde. İnci kabuğu. Zer : Sarı. * Altın, akçe. * Nöbet. * Oruç. * Çile. Bu şiirde inci. Muhâl : İmkânsız, vukuu mümkün olmayan. Bâtıl, boş söz. * Hurâfe olan nazariye. Ki her bir mevcde bir kân bulasın Dûr û yâkut ile mercan bulasın Ki sen bu ulu Sırr Denizinin her dalgasında bir maden kaynağı bulursun. İnci, mercan ve yakut gerinde değer yargıları ve aşk kıymetleri bulursun. Mevc : Dalga. Denizin dalgası. * Titreşim. * Mc: Devir, devre. Kân : f. Bir şeyin menbaı. * Kuyu. Kaynak. * Mâden ocağı. * Bir keyfiyetin. (niteliğin) bol olarak bulunduğu kimse. Dûr : Dürr. (Dürdâne, dürre) f. İnci. İnci tanesi. Yâkut : Çeşitli renkleri olan kıymetli bir süs taşı. Mercan : Denizde geniş resif meydana getiren ve mercanlar takımının örneği olan hayvan ve bunun kalkerli yatağından çıkarılan çoğu kırmızı renkte ve ince dal şeklinde bir madde. Bu madde boncuk gibi süs eşyası olarak kullanılır. Mercanlar ancak 40 metre kadar derinlikte yaşayabilirler. Budur sermâye ol bahre dalana Arı dirlik gerek gevher bulana İşte hakikat Denizine esrâr için dalan Eren dalgıçları için ana sermaye işte bunlardır. Bu zenginliklere ulaşanlar dünya, din ve âhiretlerinde tertemiz bir hayatı yaşarlar ve yaşayacaklardır. Sünnetullahın değişmez vâdi, tavrı ve tarzı budur. Bahr : (C.: Bihâr - Ebhâr - Ebhur - Buhur) Deniz. * Âlim. Çok bilen. * Büyük göl veya nehir. Gevher : f. Akıl ve edeb. * Asıl ve neseb. * Elmas, cevher, mücevher. İnci. * Bir şeyin künhü ve esası. Hakikat. * Noktalı olan harf. Çü yüz bin çâpûki alçaklık uttu Mecâlsiz berr ü bahri cümle tuttu Onun için yüz binlerce Hak erenleri Çabuk giden ışık kanatlı aşk atlarıyla, en alçak, düz ve doğru olan Sırat-ı Müstakîm yolunu izleyerek yorgun-bitkin olarak karalar aşıp İlâhî Denize ulaştılar. Çâpûki : Çâbûki. Süratli giden at. Mecâl : Tâkat. Güç. Kuvvet. * İktidar. İmkân. * Fırsat. Berr ü bahr : Kara ve deniz. Ger alçak vârasın meydan senindir Cevâhir sende biter kân senindir Ey âşık! Eğer sen nefsin kibrini yerle bir eder alçak gönüllülükle hakka ve hayra yanaşırsan bu Aşk meydanı senindir. Artık tüm cevherler sende yetişmeye başlayacak demektir ki sen de maden ocağı açılmış demektir. Cevâhir :cevherler. Elmaslar. Kıymetli taşlar. Kân : f. Bir şeyin menbaı. * Kuyu. Kaynak. * Mâden ocağı. * Bir keyfiyetin. (niteliğin) bol olarak bulunduğu kimse. Aşaklıktır yer ü göğü götüren Yedi kat yîrden âşâğa duran Dikkat et! Yeri göğü taşıyan en alttaki temel olan en aşağıda olan tevazu’dur. Yedi kat yerden de en altta olan yine tevazu’dur. Aşaklık : Aşağılık. Aşaklık üzre durur yer ile gök Öğersen cümleden alçaklığı öğ Yer ile gök aşağılık-alçak gönüllülük üzerinde durur. Eğer beğenip öğeceksen alçak gönüllülüğü öğ! Şaşak varan kişi devlet iletti Ana kim yetiser uzâdı gitti Herkesi şaşırtacak şey şu ki alçak gönüllük o kimseye İlâhi Dostluk ve vilâyet devleti bahşetti. Artık o kimse mânâ âleminde Tevhid birliği kâmilliği içinde o kadar yüceltildi ki ona uzlaşmak imkansız oldu câhiller için. Şaşak : Yetiser : Yetişecek. Aşaklık âlemin bûnyadı oldu Ki her ne var ise ana düzüldü İlâhi sistem olan Sünnetullahda maddî-mânâvî her şeyin temeli tevazu’ oldu. Her ne bilmektesiniz ki tümü onda ekildi, yetişti ve meyve verdi. Bûnyad : f. Temel, esas. Yapı, binâ. Kibir aldı eri görünmez oldu Dahı yüksek yere binemez oldu Kibir askerlerini geri çekip toz olup görünmez oldu. Bir daha nefsi kandırıp Benlik Dağına çıkamaz oldu. Aşaklıkla kanâat boş yar oldu Ne ister isen anlarda var oldu Tevazu-alçak gönüllülük ile kanaatkârlık sana en hoş yâr oldular. Ne istersen en iyi, en güzel ve en doğrusundan onların hazinesinde bulacaksın. Cü ma’mûr oldu şehr ile vilâyet Şad oldu dostumuz düşmanımız mat İşte böylece yeniden aslına uygun ve sistemin Sultanınca emredildiği üzere beden şehri ve kalb vilâyeti tâmir edildi. Dostumuz şen oldu. Düşmanımız ise her şeyini kaybetti. Ma’mûr : İmar edilen, tamir edilmiş. Şad : f. Sevinçli, ferahlı, memnun, mesrur, şen, bahtiyar. Mat :Satranç oyununda yenilme. Akıl dapa casus haber iletti Gör alçaklığı gerü neler etti Akıl tarafına casusu-İlâhî Nakil haber iletti de, gör ki alçak gönüllülük daha neler etti kibre… Dapa : Taraf, yön. Ne assı eyledi gör ahı kibrî Diri kalmadı bin arada bîri Ey Kardeş! Gör ki alçak gönüllülük kibirin Benlik Dağlarını elinden alıp da ne sahibi yaptı. Kibrin askerlerini kırdı geçirdi binde biri sağ kalmadı geberdi gitti. Assı : Yarar, çıkar, kâr, kazanç. İşitti akl anı katı sevindi Beşâret eyledi tez tahta bindi Bu olanları İlâhî Nakil olan Kur’ân ve Hadis habercisinden işiten akıl, cehâlet kibrinin yenilmesine sınırsız sevindi. Mutluluk duydu ve tez elden Tevhidin Kemâlât Tahtına oturdu. Katı : Çok, çok fazla, pek şiddetli, sıkıca, gayet. Ağır, acı. Haşin, sert, kırıcı. Beşâret : (Doğrusu Bişârettir) Müjde. Sevindirici haber. Hayırlı haber. * Müjdeye verilen ihsan. * Yeni çıkan acib şey. Taht : f. Hükümdarların oturduğu büyük koltuk. Hükümdarlık makamı. Şükür kıldı Hak’a ol devlet ıssı İrürdi devlete aklı bilisi Aklının öğretim ve eğitimini Erenlerden bir Hakk Dostu öğretmenliği ve eğitmenliği hizmetinde yapan ve dâimi devlet sahipliğine ulaşan âşık, her şey için Hakk teâlâ’ya çok şükürler etti. Bu ulu devlete ulaştıran ham Aklının İlâhî Nakile kavuşarak Kâmil akıl bilgileri oldu… Devlet ıssı : Devlet sahibi. Büyük saadet, baht, kut, rütbe, mevki sahibi. İrürmek : Ulaştırmak, eriştirmek. Bili : Bilü. Bilgi, ilim, irfan, mâlümat Zihin, fikir. Eğer devlet gerekse akla danış Mürebbîsiz ileri varmaya iş Ey Derviş! Eğer ben de devlete ermek dilerim diyorsan Rabb’ısı ile Kulu arasındaki tek ve ana bağ olan kâmil akla danışmalısın Zaten Sünnetullahta yetiştiricisi-terbiyecisi olmayan bir nefse sahip olmak imkansızdır. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Müftiler sana fetvâ verse de, sen kalbine sor.” buyurmuştur. (İmâm Ahmed, Müsned IV-197,227; Ebu Naim, Hilye VIII-172; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid I-175,176) Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Kalbin sıfatlarını anlatırken kalbine işaret ederek: “Takvâ buradadır!” buyurmuştur. (Ebu Hureyre (ra) dan; Müslim, Birr 32/1986; Tirmizî, Birr 18/1927; İmâm Ahmed, Müsned II/227) Muhammedî Nurla yanan bir kalb ki Hakkı-Bâtılı hayrı-şerri ayırabilir: Nevvas b. Sem’an (radiyallahu anhu): “Resûlullah (sav)’e iyilik ve günâhtan sordum.”şöyle buyurdu.: “İyilik ahlâkın güzelliğidir. Günâh ise gönlünü rahatsız eden ve insanların bilmesini istemediğin şeydir.” buyurmuştur. (Müslim, Birri 14,15/1980; Tirmizî, Zühd 52/2389) Mürebbî : Terbiyeci, terbiye eden, yetiştiren, ders veren. Pedagog. * Besleyen. Bilini gel unut sen uslu isen Saâdet gösterene hûlu isen Kendi başına ham aklı nefsinin bildiklerini unuta gel Hakk Erenle huzuruna eğer kâmil akıllıysan. Sana Muhammedî Mutluluğu gösteren ve götüren Erenlere: “Huu eyvallah! Sözünüz, sohbetiniz, zevkiniz ve hazzınız haktır!” diyebiliyorsan böylesine güzel bir huyun varsa!.. Bili : Bilü. Bilgi, ilim, irfan, mâlümat Zihin, fikir. Saâdet : Mesud oluş. Talihi iyi olmak. Mutluluk. Said olmak. Allahın rızasına ermiş olmak. Her istediğine kavuşmuş olmak. Yunus alçaklığı yavlak beğendin Kıyâs et sen seni ne kadar indin Ey Yunus! Sen doğrusu alçak gönüllü olmayı gerçekten çok beğendin-sevdin. Eski hâlindeki Benlik Dağındaki sen ile şimdiki Sevdâ Sahillerindeki sen arasındaki uçuruma bir bak, mukayese et de ne kadar indiğini-kemâlât yolu aldığını anla-bil! Yavlak : Çok fazla. Kıyas : Benzetmek, karşılaştırmak, mukâyese. İki şeyi birbiri ile karşılaştırmak. Benzeterek hüküm ve muhâkeme etmek. * Man: Doğru kabul edilen iki hükümden bir üçüncü hükmü çıkarmak. * Fık: İki belli şeyden birinin mahsus olan hükmünü, yâni, bu hükmün mislini, aralarındaki müttehid illetten dolayı, diğerinde de ictihad ile izhâr etmektir. Farîzadır sana sen seni sakın Kim ola sencileyin sâna yakın Sana Allah Teâlânın kesin emri olan farzıdır ki sen kendini bâtıl ve şer cehâletinden koruyasın. Çünkü bu imtihan âleminde herkes kendi parmak izi gibi tektir ve kendi imtihanını verip sonunda hesaba çekilecektir. Senden sana daha yakın yok ki gelip de seni korusun! Farîza : Borç, vazife. Allahın açık emri olup, yapılması şart olan vazife. * Fık: Ölen bir kimsenin mirasından mirasçılara düşen hisse, pay. Has u âm harceye yüz yere bırak Bunun gayrı haber bu sözden ırak Yetiştirdiğin kemâlât bağındaki meyveleri-olğunlukları yüzlerce yere bırak, sahip çıkma gerçek sahibinin adına, hesabına ve şerefine sıradan halk da, aşk yolunda ürümekte olanlar da harcasınlar-kullanıp yol alsınlar. Bunun dışında kulağına gelen haberler bu gerçek sözden tamamen ıraktır ve kulak asma! Has u âm : Özel insanlar veya halk. Hatâdır cümlesini harcı sanma Sebil ol kamuya bir dem usanma Herkese İlâhî ve Nebevî sırları sel-sebil sermenin hata olduğunu sanma! Sen Hakk Teâlâ’nın kullarına usanmadan-bıkmadan sebil olmaya bak! Harc : Gider, sarfiyat, bir iş için kullanılan madde. Sebil : Açık ve büyük yol. Büyük cadde. * Allah rızası için su dağıtılan yer. Sel-sebil : Cennette bir çeşme veya ırmak. * Mc: Tatlı, lâtif, leziz su. DESTANI-I GAZAB -1 Dâstân-ı Boşu yâni Gazeb Gazab Destanı Boşu : Buşu. Öfke. Gazeb : Hiddet, öfke, dargınlık, kızgınlık. Gel imdî aydayın boşu haberin Birin birin sana gönülde varın Gel şimdi de sana gönüllerde gizlenen gazab haberlerini bir bir anlatayım. Aydayın : aydınlatayım. Anlatayım. Benim ileyime kim katlanısar Ki hışmından deniz oda yanısar Ben Gazabım! Dinle bak! Benim huzurumda olmaya-benim ile bileliğe kim katlanabilecek? Ki öfkesinden sanki deniz ateş alıp yanacak! Hışm : f. Öfke, hiddet, gazap, kızgınlık. İley : Huzur, ön, kat, yan, karşı taraf, yol. Hışm : f. Öfke, hiddet, gazap, kızgınlık. Od : Ateş. Nereye kim varam başlar kesilir Kime boşar isem olukdem olir Nereye varırsam orada nice başlar kesilir. Kime kızar isem oluk dolusu kan akarcasına acı veririm. Boşmak : Buşmak. Öfkelenmek, kızmak. Olukdem : Olok-dem : O anda, o zaman, o vakit. Oluk dem : Oluk dulusu kan. Kim ola bencileyin câna kıyar Meğer kim ben olam merdâne kıyar Kim varmış ki benim gibi bu âlemde çekinmeden-düşünmeden cana kıyabilecek? Bencileyin : Benim gibi. Merdâne : f. Erkekçesine. Merdcesine. Ere yakışır surette. Yaradılmış bana karşı duramaz Benimle bir nefes hemden alamaz Hiçbir yaratık bana karşı duramaz. Benimle bir nefeslik sürede bile canciğer beraber duramaz. Canına okurum! Hemi : f. Tıpkı bu, bu bile. Hem-dem : f. Canciğer arkadaş. Hünerime benim kim birikiser Yahud acel evîne kim giriser Bu yıkcı-yakıcı hünerimde kim benimle boy ölçüşe bilirmiş? Böylesi bir ölüm evine kim gelip de girecekmiş? Gazabın içine dalmak için aklını mı yitirmiş? Hüner : f. Mârifet. Bilgililik. Ustalık, mahâret. Birikmek : Birleşmek. Bir araya gelmek. Acel : Ecel. Her mahlukun ve canlının Allah tarafından takdir edilen ölüm vakti. Âhirete göç etmek. * İleride olacağı şüphesiz olan. * Allahın takdir ettiği ömür. Felek benim işim başaramaya Melek benim yolumu varamaya Felek bile benim bu kırıcılık-yıkcılık-yakıcılık hünerimi benim gibi insafsız başaramaz! Melek bile benim yoluma varıp durduramaz! Felek : Gök, gök katı, devir. * Tâli, baht. * Büyük ve dâirevi olan şey. * Her gök seyyaresinin gezdiği âlem. * Dünyâ, âlem. Gözüme yüz bin er zerre görünmez Hezâr arslan bana berre görünmez Bu saldırı da yüz bin aksar de olsa zerre kadar gözüme gözükmez. Binlerce arslan bana kuzu kadar bile görünmez-gelmez. Zerre : (C: Zerrat) Pek ufak parça. * Atom. * Çok küçük karınca. * Güneş ışığında görünen ufacık tozlar. Hezâr : Bin, binlerce. Berre : Bere. Kuzu. Boşu derler bana key bahadurım Düzenlik bozmağa her (dem) kadirım Ey delikanlı yiğit! Bana: “Gazab!” derler. Ben merhametsice her düzenin-dengenin düşmanıyım ve mutlaka bozarım! Boşu : Buşu. Öfke. Key : Gey. Çok, pek, pek çok, gayet. İyice, hakkıyla. Yerine, uygun, muvafık, doğru. Muhteşem, büyük. Bahadur : Bahadır. f. Kahraman. Cesur. Yiğit. Dilâver. Kadir : Bir işi yapmaya gücü yeten. Kudret sâhibi ve herşeye kudreti yeten. (Allah C.C.) Nereye kim varam ot bitmez onda Çü nakd oldu kime derd yetmez anda Bastığım yerde daha ot bitemez! Kime bir yan gözle baksam, daha derd aramasın ben yeter de artarım! Nakd : (C?: Nukûd) Madeni para, akçe. * Bir şeyin bedelini peşinen ödemek. * Para olarak bulunan servet. * Vezin ve ayarı tamam olan para. * Bir şeye hırsızlamasına bakma. * Seçmek. * Saymak. İşidenler benim kaçar sözümden Ki ben de korkarım uş kend’ özümden Öyle ki benim adımı bile işitenler şerrimden kaçarlar! Bu yüzden ben kendim bile kendi özümün belâsından doğrusu korkarım! Uş : İşte, şimdi Sakın bâna uyup sen gaafil olma Benim sözüm tutup imansız ölme Ey Yolcu! Sakın aldanıp bana uyup da ahmakça yolundan gkalan gafillerden olma! Benim sözümü tutup şerr işler işleyip de sonunda imansız ölme! Gaafil : gafil Dikkatsiz, iyi düşünmeyen, uyanık olmayan. Haberi olmayan, ihtiyatsız, başına geleceği önceden düşünmeyen. Allahı unutan. Kendi gayr-ı meşru zevkine dalan. Günde bir taşı binâ-yı ömrümün düştü yere, Can yatar gafil, binası oldu viran bîhaber. Niyazi-i Mısrî Dek ayruğa değil benim kılıncım Beni dahı tutar benim kuluncum Sakın benim kılıcımı sadece başkalarını keser sanma! Kendi kınını da keser! Bazen omuz kaslarını esir eden kulunç gibi kendimi de yakalar bırakmam! Kılınç : Hareket tarzı, huy. Kulunc : Omuz kası atutulması. Boşu kimdeyise îmânı gider İman gerek ise vârını gider Gazab kimde ise o kimseden imanı gitmek zorunda kalır. İman ki kişiye mutlaka gerektir. O da gidince sanki işe yarar her şeyi gitti bil! Boşu gelincegiz îman ne olur Oda düşer yanar yâ can ne olur Gazab gelince iman ne olur bilir misin? İman ateş alır yanar da can ne olu? Boşu işi heman küfr ü dalâldir Neûzû billâh ol ayrıksı hâldir Kardeş! Gazab dediğimiz bu kötü huy küfür ve sapıklıktır Allah’a sığınırız ki bu haktan ve hayırdan ayrılıktır. Heman : f. Derhâl, hemen, acele olarak, çarçabuk, o anda. Küfr : Örtmek mânâsınadır. Kalbe âit bir sıfattır. Hak dini inkâr edip, hakkı inkâr edene ve gizleyene kâfir denilir. Kâfirliğin sıfatı küfürdür. * Allaha inanmamak. Hakkı görmemek. İmansızlık. * Allaha (C.C.) yakışmıyan sıfatlar uydurmak. Müslümanlığa uymayan şeylere inanmak. * Nankörlük, dinsizlik, günah, kaba ve ayıp söz. (Bak: Kebâir - Kâfir) Dalâl : Sapıklık. * Sapmak. Doğrudan, imân ve İslâmiyyet yolundan sapmak. Neûzû billâh : Allah’a sığınırız. Sakıngıl boşudan ki gizlidir ol Nerede sezmesen anda vurur yol Sen içinde gizlenmiş olan gazabından çok sakın ki nerede varlığını unutursan-umursamazsan o anda yolunu keser işini bitirir! Göresin bir kişi sâkin surette Ne bilir kimse ânı ne sıfatta Bir insan ki sâkin sâkin durur görüyorsun. Ama iç âlemindeki gizli sıfatlarını kim ne bilecek? Boyundan taylasan eline âsa Çöpü depretmeye yer şöyle bâsa Öyle uslu ki şeyhlik işareti sayılan sarık taylasan elinde âsa. Yere bile öyle özenle basıyor ki çöpü bile incitmeye!.. Taylasan : Sarığın salıverilen, sarkıtılan ucu. Göresin ansızın yol çıkagelir Üzüp tesbih imâme yıkagelir Öyle olur ki hayat yolunda bu kişi bir gün ansızın ayarını bozar. Tesbihi üzmekten imamesini yıkmaktan çekinmemeye başlar. Din tesbihinin imamesi Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem’in tesbih gibi Sırat-ı Müstakim ipine dizili ümmetini üzmekten ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Şeriat-ı Gara yolunu yıkmaktan çekinmez! Usattı asâyı koptu dırâka Yüzü kalmâdı hiç kimseye bâka Uzattı âsayı takırtı koptu. Kimselere bakacak bir yüzü kalmadı. Uşatmak : Parçalamak, kısaltmak. Dırâka : Taraka, tarraka, takırtı. Suâl ettim sûfî bû nice hâldir Senin gibi kişîden bu muhâldir Sordum: “Ey Sufî! Bu nasıl hâldir? Doğrusu senin gibi kâmil gözüken bir insanın bu hâle düşmesi olacak iş değildi!” Suâl ettim : Sordum. Sûfî : (C.: Sufiyyun) Tasavvuf ehli. Sofu. Mutasavvıf. Muhâl : İmkânsız, vukuu mümkün olmayan. Bâtıl, boş söz. * Hurâfe olan nazariye. Özür gösterdi kim ben bir kişîyim Fâlan derler banâ fülan eşîyim Özür dileyerek kim olduğunu, kendisine kim dendiğini ve kimin eşi-benzeri olduğunu anlattı. Bilirim ânı iyü âdı yoktur Ki şerde hiç ahin irşâdı yoktur Ben ise bilirim ki onun hiç de iyi denecek adı yoktur. İşi gücü şerr olup sevilen bir irşadı yoktur. Ahin : Bir kimsenin sevdiği, sevilen. İrşad : Doğru yolu göstermek. Akli ve kalbi, mukni ve tesirli eserler veya sözlerle gafletten uyandırıp hidâyet yolunu göstermek. Cadde-i kürba-yı Kuraniye yolunda selâmetle devam ettirmek. Allaha ibadet ve itaata kavuşturmak. Veli bir zâtın, bir kimsenin hidâyete ermesine vesile olması. * Ist: Hak ve hakikatı arayan kimselere bir mürşid-i ekmelin Kurânî ve İslâmî eserleriyle veya sözüyle Sırat-ı Müstakim olan İslâmiyet yolunu tanıtması ve tarif etmesi. İmanı kuvvetlendiren ve inkişaf ettiren tahkikî ve yakînî delillerle hak ve hakikatı talim ve tedris etmesi. (Bak: Mürşid) Benim gibi kişiye izzet etmez Cevap verir banâ öğüt işitmez Benim gibi değerli bir kişiye hürmeti yoktur. Hiçbir öğüdü dinlemediği gibi bir de karşılık vermekten çekinmez. Asâna urdum (u) yakamı duttu Banâ karşı durur Hakk’ı unuttu Asâsına-gizli kötü huyu ve öfkesine dokununca yakamı tuttu Bana karşı gelip Hakk’ı unuttu. N’ideyim boşu tutup almış ânı Ki mahkûm eylemiş boşu divânı Ben ne yapayım ki gazab yutmuş onu. Gazab zindanı onu hapsetmiş bırakmıyor. Özünû izlemez ayrığı sınar Ki doğru kim varısa anı kınar Kendi özünü izleyip de kendini bilip bilmediğine bakmaz, birde kalkar başkalarını denetler. İmtihana çeker. Her doğru olana karşı çıkar. Sakın hâzırdurur dâim boşûdan Ki dost esrik idik boşu unûdan İnsanın içinde kızmak için bekleyen gazabdan çok sakın. Ki Dost sanki gazabın tehlikesini unutanı sarhoş etmiş de ne yaptığını bilmez olmuş. Esrik : Sarhoş, mest. * Azgın, kızgın. * Zayıf, hasta, hâlsiz, dermansız, tâkatsiz. Kişi kim ma’şukaya esrimeye Dalâlet almış ânı ne demeye Kim ki Sevgilisi için sarhoş olup-kendinden geçip de O’ndan başkasını görmez olmaz ise, Sapıklık almış onu: “Yâr yerine Ağyâre niye gitmiş?” demeye ne hacet var artık. Esrimek : Esrimek. Sarhoş olmak, aklını yetirmek, delirmek, kendinden geçmek. Ma’şuk : Aşk ile sevilen, sevgili. Arı dirlik gerek dost ileyinde Buguz boşu n’olur ma’şuk yolunda Arı, saf tertemiz aşk dirliği gerekir Dost-Yâr ile Bileliğe. Buz, gazab vs. gibi pisliklerle ne elde edilir candan sevgilinin Kudsal yolunda… İley : Huzur, ön, kat, yan, karşı taraf, yol. Buğuz : Sevmeme. Birisi hakkında gizli ve kalbi düşmanlık hissetme. Kin, husûmet. Kaçan dost gele diye hâzır olgıl Sarâyını düzetgil hâzır olgıl Ne zaman ki sen gerçekten sana senden de yakın olan Dost’un gelmesini dilersen hazırlanmalısın. Sîne Sarayındaki Gönül köşkünü düzeltip süsleyip huzura hazır etmelisin. Sünnetullah böyledir ve Subhanî Sultan ancak böylesi saryları şereflendirir. Bunun-bu işin yol gösterici ilim ve edeb sahibi hizmetçileri ise bu yolu bilen Hakk Yol Erenleridir. Olup hodbin oturma döşeğinde Mûdamî kaaim olgıl eşiğinde Döşeğin olan bedenine gömülüp egoist-bencillik koltuğunda oturup durma! Sen git de Yârin eşiğine başını koy kabul edilinceye kadar sürekli kaldırma öyle dur! Hodbin : f. Başkasına hak tanımayıp, kendi lezzet ve menfaatını tâkib eden. Bencil. Enaniyetli. Kibirli. Mûdam : Devam eden. Sürekli. Dâim ve bâki olan. * Mübtelâ olan. Her nefeste Allah adın de müdam Allah adı ile olur her iş temam Süleyman Çelebi Kaim : Ayakta duran. Mevcut. Baki. * Vaktini ibadetle geçiren. Öyle kalan. Gafil olma evûne oğrı gele Katı uyur isen dıvârı dele Gözün açık dur, uyursan da tavşan uykusu uyu elin tetikte olsun! Eğer zom uykuda uyur gaflette boğulursan içine düşman girer. “Nerden girecek?” deme duvarı deler girer. Senin din tedbirlerini deler geçer. Oğrı : Uğru. Hırsız. Ev ıssı uykuda oğrı kıvanur Tutar ta’cil işin ûyâna sanur Ev sahbibni uyurken yakalayan düşman elbette sevinir. İşini acele bitirmek ister. “Ol ki uyanır!” der. Kıvanmak : Sevinmek. Ta’cil : Acele ettirme, hızlandırma. Nice geldi ise uyanmadı ol Bilür bellü ki kolayıncadır yol Düşman geldi gördü ki ev sahibi uyanmıyor ağır uykuda. Bilir ki işi çok kolay olacak. Aceleye bile gerek görmez. Ki her kim geldise bildüğün işler Kimi yıylar u kimi anda kışlar Öyle ki bu nefsin ülkesine gelen yol geçen hanı gibi istediğini alsın götürsün istediğini işlesin! Dört mevsimde geçse sahibi uyanmıyor! İsteyen kötülük buyursun ister yaylasın ister kışlasın keyfi birli! Boşa giden çocukluk, gençlik, olgun yaşlılık, ihtiyarlık ve koskoca bir ömür!!!.. Yıylamak : Koklamak. Yaylamak : Bahar ve yazı gereği üzere zevk etmek. Ev ısız olıcak oğrı kekince Girer çıkar bakınmaz kolayınca Ev ıssız gibi olunca-ev sahibi ölüm uykusuna yatmış gibi olunca Düşman istediği gibi girer-çıkar keyfince. İki de bir bakınıp da tedirgin bile olmaz. Isız : Issız Kekince : Keyfince. Evini kandayidin oğrı aldı Yer içer oturur ev onun oldı Ey insan! Sen nerelerdeydin bu kadar zamandır? Evini düşman işgal etti. Kendi evi gibi yer içer oturur sanki ev onun oldu. Kandayidin : Neredeydin. Olursun daşra sen ol îçerü hoş Yakındır iş ucu uş göresin uş Seni dışarı attı! Düşman senin içinde hoş! Ne yazık ki işin sonuna geldin. Şimdi göreceksin göreceğini! Uş : İşte, şimdi. Bu ne hâldir sana zulmet içinde Niçe uyuyasın gaflet içinde Senin bu hâlin ne hâldir ki zifiri karanlıklara teslim olmuşsun. Sen nasıl uyuyabilmektesin bu ahmaklık olan gaflet içinde. Zulmet : Karanlık. * Mc: Sıkıntı. Geçirdin sen ömrünü boşu ile Heman zulmetinden işbu huy ile Zulmet içinde bu pis gaflet huyun ile sen bütün ömrünü gazab ile geçirdin gitti. Eğer senden boşu gitmeye kala Azrâil ol damardan cânın ala Eğer senden bu gazab pisliği temizlenip gitmez ise Azrail senin canını gazab damarından alır. Gideceğin yer ise belli ve belirlenen cehennem ateş banyosudur. Azrâil : Ölüm meleği. Dört büyük melekten biridir, ölenlerin ruhlarını almak görevi vardır. Diğer bir ismi de melek-ül mevt: Ölüm meleğidir. Yeryüzünde hayatın var olması, insanın yaratılışı tesadüfle açıklanamıyacağı gibi, ölüm de tesadüfle açıklanamaz. Hayatı yaratan ölümü de yaratmıştır. Hayat gibi ölüm de bir rahmettir. Ölüm, meşakkatli dünya hayatından terhis olma ve ebedî âleme yolculuktur. İnanmıyanların ölümden çok korkmaları ve hatırlarına getirmekten ürkmeleri bundandır. Azrail (A.S.) müslümana göre ebediyet âlemine yolculuğun dâvetçisi; hastalık, kaza vs. sebepler, ölüm için bahane ve sebeplerdir. Azrail (A.S.) bu sebeplerin arkasında görevini yerine getirir. Nidiverir sanâ elün yuduğun Senî unutturur mı okuduğun Sanki sen elini su ile yıkayarak abdest aldım sanmakla içindeki pis ahlâkına ne yapabileceksin? Sadece ağzıyın okuduğu içi boş duâların İlâhî Divanda seni unutturup hesaba çektirmeyecek mi sanıyorsun? Sanır mısın öğüdümü dak içün Nasîhattır sana cümle Hak içûn Sen sanma ki Erenlerin öğüdü senin gibilerin hilelerindedir. Her sözümüz sana Hakk Teâlâ hatırına hak ve hayra dönmen için nasihattir. Dak : Hile, düzen. Nasîhat : İbret verici ders, tavsiye, ihtar, öğüt. Dışın seccâde bu tesbîh u destâr İçin murdâr u can belinde zunnâr Dışında kendini mübârek ve kudsal kişi gösterenler gibi seccaden, tesbihin ve sarığın var! Ancak gerçekte için kirlenmiş bir canın ve belinden bağlanmış bir de küfür bağın var! Seccâde : Genellikle üzerinde secdeye varmakta yâni namaz kılmakta kullanılan küçük halı, kilim cinsinden sergi. Tesbîh : Sübhânallah demek. Cenab-ı Hakkı (C.C.) şânına lâyık ifadelerle yâdetmek. Yâni: Allahın zâtında, sıfâtında ve efâlinde cemi nekaisten münezzeh olduğunu ifade etmektir. (Bak: Sübhan). Çekilen tesbihi saymak için boncuk. Destâr : f. Sarık, imâme, başa sarılan tülbent. Murdâr : f. Pis. Kirli. Mülevves. Temiz olmayan. * İslâmiyetin gösterdiği kaidelere uygun olmıyarak kesilmiş hayvan. Zunnâr : Zünnar. İp. * Hristiyan rahiplerinin veya puta tapanların, papazların bellerine bağladıkları örme kuşak. (Rükûa mâni olduğu için kuşanılması İslâmiyette küfür alâmeti sayılmıştır.) 3.BÖLÜMÜN SONU DEVAM EDECEK
Posted on: Sat, 19 Oct 2013 23:28:11 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015