Hastalık ve Musibetlerin Hikmetleri Acaba başımıza gelen - TopicsExpress



          

Hastalık ve Musibetlerin Hikmetleri Acaba başımıza gelen sıkıntı ve musibetlerin hikmetleri ne­lerdir? Bu davetsiz misafirlerimizi nasıl karşılamalıyız? Bir­kaç yazı çerçevesinde bu konuyu inancımız ışığında değer­lendireceğiz. Şunu da belirtelim ki, iman ve güzel ahlak dışında her nimet aslında bizim için bir imtihandır. Belki felaketimize sebep olabilir. Bazen nimet sandığımız hususların, gerçekte tersi bizim için nimettir. Allah bazen en büyük nimetleri en büyük musibetler içinde saklar. O bela ve musibetleri nimete ulaşmak için köprü yapar. Genellikle nimete nimetle kavuşulmaz. Rahata rahatla erişilmez. Sıkıntı ve musibet günahları temizler İnsan, bu dünyada misafir bir memurdur. Önemli bir görev için buradadır. Sermayesi olan ömür dakikalarıyla ebedî mutlu­luğu kazanacaktır. Yaptığımız her iyilik bize puan kazandırdığı gibi, gerektiğinde dişimizi sıkarak sabrettiğimiz her sıkıntı da bi­ze derece kazandırır. Peygamberimiz (a.s.m.), müminin ayağına batan bir dikene varıncaya kadar başına gelen her güçlük ve üzüntünün onun günahlarını temizlemeye vesile olduğunu belir­tir. Sadece şahsına değil, malına ve çoluk çocuğuna gelen bir be­lanın da Allahın huzuruna tertemiz çıkmasına vesile olabileceğini ifade eder. Kulun günahları olup da, sildirecek yeterli sevabı yoksa üzüntü ve hastalık bu fonksiyonu görür ve onu âhiretin acı ve sıkıntılarından kurtarır. Dünyada geçici bir süre için sıkıntı çekmek, oradaki ebedi sıkıntıdan kurtarabilir. Eski âlimler, Eğer dünya musibetleri olmasaydı, âhirete müflis olarak giderdik derken bu gerçeğe işaret etmişler. Allahı kullara şikâyet etme­mek, yakınıp sızlanmamak şartıyla geçici hastalık dakikaları bire bin âhiret sevabı kazandırır. Bir dakika hastalık bazen bir gün ibadet hükmüne geçer. Âhirette çok tatlı meyveler verirler. Musibetler, asıl büyük musibet olan inançsızlıktan alıkoyar Asıl büyük hastalık, inançsızlık ve ibadetsizlik musibetidir. Bizi ikaz edip bu gibi dehşetli hastalıklardan kurtarmaya vesile olan maddî dertlerimiz, aslında dert değil dermandır. Allahı ta­nıyan ve ona kulluk edenin dünyası aydınlık ve mutlulukla do­ludur. Kişi imanın kuvvetine göre bunu hisseder. İmanın verdiği manevî sevinç ve şifa yanında küçük maddi hastalıklar hiç hük­münde kalır. Diğer taraftan dünyada yaşadığımız acı ve sıkıntılar, âhirette nimet olarak kendini gösterecek. Dünyanın tatlı gördüğümüz gü­nahlı birçok sahnesi ise, orada acı birer tablo halinde karşımıza çıkacak. Dünya hizmet ve çalışma yurdudur; ücret ve mükâfat yeri de­ğildir. Kişinin başına bir sıkıntı geldiğinde soğukkanlılığını kay­betmez, isyan etmez ve Allaha hamd ederse, alacağı diğer se­vapların yanı sıra kendisi için Cennette bir köşk inşa edilir. En büyük musibet olan ölüm bile, mümin için bir rahatlık vesilesi­dir. Musibetler, birer sabır sınavıdır Hastalık ve musibetler bizim için birer sabır sınavıdır. Kişinin değer ve iyiliği böylesi durumlarda göstereceği sabır ölçüsündedir. Sabırdan yoksun olan, her türlü iyilikten yoksundur. Sabır, manimizin göstergesidir. Altın ile bakır, elmas ile cam, sıkıntı ateşiyle sınama sonucu belli olur. Peygamberimiz (a.s.m.), Şüp­hesiz, büyük mükâfat büyük belalardadır. Allah bir topluluğu se­verse onları sıkıntılarla imtihan eder. Rıza gösteren rıza bulur. Hoşnutsuzluk gösteren de hoşnutsuzluk bulur. buyurmuşlardır. Bu gibi durumlarda sabır ve sebat gösteren, sabırlılar defterine kaydedilir. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) başka bir hadis-i şerif­lerinde şöyle buyurmuşlardır: Müminin durumu hayret verici­dir. Her hali hayırdır. Bu ondan başkası için söz konusu değildir. Kendisine bir nimet gelse şükreder, mükâfat alır. Bir hastalık gelse sabreder, yine mükâfat alır. Kısacası, Allahın mümin için her hükmü hayırdır. Diğer yandan nimetle azmak, sıkıntıyla isyan etmek imanla asla bağdaşmayan bir durumdur. Hastalık ve musibet insanı Allaha yaklaştırır Hastalık ve musibet insanı Allaha yaklaştırır. Ölüm gerçeğini, dünyanın fâniliğini hatırlatıp asıl vatanını düşünmeye sevk eder. Gönlünü Rabbine bağlar. Yaptığı işte daha samimi daha içten olmasını sağlar. Büyük bir ibadet olan dua kapısını açar. Biz in­sana nimet verdiğimizde o yüz çevirir, başını alır uzaklaşır. Fa­kat kendisine sıkıntı dokununca bir de bakarsın uzun uzun yal­varır durur.( Fussilet Sûresi, 41:51) âyeti bu gerçeğe işaret eder. Böyle durumlarda gerçek mümin, sadece Allahtan yardım diler, Ona yalvarır. Şifa için derman aramakla beraber, falcıya, medyuma, üfürükçüye gitmez, mezardan, türbeden medet ummaz. Malını ve servetini hatta çoluk çocuğunu kaybeden, dil ve kalbi hariç bütün bedeni-i hastalık kaplayan, buna rağmen sabah akşam hamd ederek Rabbinin hükmüne hoşnutluğunu dile getiren, her şeyin Allahın elinde olduğunu bilerek halini kimseye şikâyet etmeyen, sonunda da şu samimi sözleriyle Ona seslenen Hz. Eyyûb (a.s.) gibi davranır: Rabbim, zarar bana dokundu, Sen merhametlilerin en merhametlisisin.( Enbiyâ Sûresi, 21:83) Allah da, vazifesini bitirmiş hastalığını kaldı­rır ve onu över: Biz onu sabredici bulduk. Ne iyi kuldu o! Ger­çekten Allaha yönelirdi.( Sâd Sûresi, 38:44) Gönülde kulluk bilincini uyandırır Hastalık ve musibetler, gönülde kulluk bilincini uyandırır; ruh dünyamızda çeşit çeşit kulluk çiçekleri açtırır. Nice hastalık ve musibet vardır ki, kul için bir şok görevi yapar. Fıtratının ra­yına oturmasını sağlar. Hayatına istikamet kazandırır. Tövbe ile kulluk görevine döndürür. Böyleleri için hastalık bir sıhhat, sağ­lık ise bir hastalıktır. Nice sağlığı yerinde, güçlü kuvvetli, tuzu kuru insan vardır ki, bu dünyayı tatlı görüp, âhireti unutup gaf­lete gömülmüş asıl büyük hastalığa tutulmuşlardır. Hastalık sa­yesinde dünyanın fâniliğini anlamış, asıl yurdunun özlemi içine girmiş, dini görevlerini merak edip araştırmaya koyulmuş görü­nüşte acıdığımız, aslında gıpta edilesi bahtiyar insanlar vardır. Böyleleri için hastalık bir nimet ve rahmettir. Nimet imtihanı, sı­kıntı imtihanından daha çetindir. Bir sıkıntı ve musibete maruz kaldığımızda, geçirdiğimiz sağlık ve afiyet günlerini düşünüp soğukkanlılığımızı korumalı, isyan etmekten haya etmeliyiz. Nite­kim sahabelerden Urve b. Zübeyrin (r.a.) bir ayağı kangrenden kesilmek zorunda kaldığında şöyle demiş: Rabbim, yedi evla­dım vardı. Birini aldıysan altısını bıraktın. Toplam dört olan el ve ayaklarımdan birini aldıysan üçünü bıraktın. Bela verdiysen, daha önce afiyet de verdin. Bazı nimetleri almışsan bir kısmını da bıraktın. Sonra önünde kesik ayağını görünce, Rabbim bilir ki, seninle bilerek asla bir kötülüğe doğru yürümedim. diyerek bundan dolayı Allaha şükrünü dile getirmiş. Kötü duygu ve düşünceleri giderir Hastalık ve musibetler insanın kibir ve gurur gibi kötü duygu­larını giderir; insanı mütevazı, merhametli ve sevimli kılar. Ömür boyu işleri yolunda gitse, burnu bile kanamasa, aslını ve akıbetini unutup azabilir. Hastalık ve musibetlerin verdiği ders­le, taştan ve demirden olmadığını, her an dağılmak üzere et ve kemikten ibaret, bin bir türlü ihtiyaç ve noksanlık içinde yuvar­lanan aciz bir varlık olduğunu anlar. Kendi başına gözle görül­meyen en ufak bir mikropla dahi baş edemediğini, faydasının, zararının, hayatının, ölümünün kendi elinde olmadığını kavrar. Dolayısıyla büyüklenmesinin, başkalarına tepeden bakmasının son derece anlamsız olduğunu fark eder. Kulluk tavrını takınır. Sürekli sağlık ve afiyet, bazen insanı şımartabilir. Elindeki ni­metleri sahiplenmesine, kendisine mal edip gerçek kaynağını unutmasına sebep olabilir. Oysa hastalık ve musibetler, bir gönül kırıklığı vererek bizi hem Allaha hem de insanlara yaklaştırır. Her ikisi nezdinde isteklerimizin kabulüne, makbul bir insan ol­mamıza yardımcı olur. Nitekim ortak noktaları gariplik; alçak­gönüllülük ve gönül kırıklığı olan mazlumun, yolcunun, oruçlu­nun ve hastanın duasının reddedilmeyeceği bildirilmiştir. Gerçek tevekkülü kazandırır Hastalık ve musibetin bir hikmeti de, çaresizlik halinde kal­bin sadece Allaha çevrilmesi ve kurtuluşun yalnızca ondan bek­lenmesidir. Bu beklenti başlı başına büyük ve halis bir ibadettir. Ağır hasta ve musibet zedelerde bu engin tevekkül hali açıkça görülür. Kullardan bütünüyle ümit keser; tüm ümidini Allaha bağlarlar. Beden dilleriyle adeta şu mesajı verirler: Ya Rabbi! Senden başka sığınılacak kapı kalmadı. Son çare Sensin. Ümit Sendendir. Bu samimi iltica, makbul bir dua hükmüne geçer ve bazen derhal tesirini gösterir. Öyle zaman olur ki, doktorlar has­tadan ümit kesildiğini belirtir; o da inancının verdiği moral ve ilhamla samimi, kalpten Yüce Rabbine yalvarır; derken bir anda olmazlar oluverir. Bu güzel duygu ve halis dua büyük bir kera­meti gerçekleştirir. Doktorlar bile olanları hayret ve ibretle sey­rederler. Bu öyle bir ibadettir ki, ancak böylesi bir ruh haliyle kazanılabilir. Ne zaman ki Peygamberler, (kavminin imana gel­mesinden) ümitlerini keserler ve artık yalancı olarak görüldükle­rine kanaat getirirler, işte o anda kendilerine yardımımız ula­şır...( Yusuf Sûresi, 12:110) âyeti başka bir açıdan bu İlâhî imdada işaret eder. Allah katında iyi bir kul olmanın işareti sayılabilir Yüksek dağların başı dumanlı olur. ve Allah, dağına göre kar verir atasözlerimiz büyük bir gerçeğe işaret ederler. Sıkıntı, musibet ve hastalık Allah nezdinde büyüklük ve makbuliyetin işareti olabilir. Allah birinin hayrını dilediğinde ona musibet ve­rir hadisi de aynı gerçeği dile getirir. Ömür boyu, sıkıntı, hasta­lık ve musibet görmeyen, burnu bile kanamayan bir insan çoğu zaman olgunlaşmamış, tecrübesiz ve ham insandır. Bu hamlığı onun hem dinî hem de dünyevî davranışlarına yansır. Peygam­berimiz fizikî güç ve kuvvetiyle kendini beğenmiş böyle birisi için, Cehennem ehlinden birini görmek isteyen buna baksın buyurmuştur. Yapamadığımız iyilik ve ibadetlerimiz aynen yazılmaya devam eder İnsan genişlikte Allahı hatırlamalı ki, Allah da darlık ve sıkın­tıda onu gözetsin. Hastalık ve musibet, günahları silip temizleme fonksiyonuna sahiptir. Bununla birlikte hastalık ve musibet ne­deniyle yapamadığımız ibadetlerimiz, yapılıyormuş gibi yazılmaya devam eder. Bir insan, daha önce devam ettiği bir ibadet ve hayırlı işi hastalık ve musibet yüzünden sürdüremiyorsa bile, sevap ve mükâfatı aynen yazılmaya devam eder. Hatta bunama, aklını yitirme gibi yıllarca, hatta ömür boyu süren engeller de böyledir. Bir hadis-i şerif, bu gerçeği belirtmiş ve böyle bir du­rumda Allahın, yazıcı meleklere, Kendisinin engellediği bu süre içinde daha önce gece veya gündüz yaptığı bütün iyilikleri yaz­malarını emrettiğini bildirmiştir. Dileyip de gereğini yerine getiremediğimiz yüksek derecelere erdirir Bazen gönülden arzuladığımız ve dua edip Allahtan istedi­ğimiz manevî bir derece ve cennette bir mertebe olur. Fakat bu öylesine yüksektir ki ibadet ve iyiliklerimizle ona ulaşmamız mümkün olmaz. Allah da kulunu bir musibet ve sıkıntı ile imti­han eder ve sabırla ona ulaşmasını mümkün kılar. Sağlık ve afiyet nimetinin değerini öğretip şükre sevk eder Her şey zıddı ile bilinir. Gece olmazsa gündüz, soğuk olmazsa sıcak, kötü olmazsa iyi, açlık olmazsa tokluk, susuzluk olmazsa suyun değeri bilinmez. Hastalık da olmazsa sağlığın ne büyük nimet olduğu anlaşılmaz. Sağlık sağlam insanların başında öyle bir taçtır ki, onu sadece bundan mahrum olanlar görür sözü ün­lüdür. Kanunînin Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi / Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi beyti de, dünyada hiçbir servetin sağlık kadar değerli olmadığını belirtir. Ömür bo­yu sağlık ve refah içinde yaşayanlar, sahip oldukları nimetin de­ğerini bilemezler. Tıpkı, deryada yüzüp de denizin farkında ola­mayan balıklar ve her an doya doya havayı teneffüs edip de etra­fındaki atmosferi göremeyen insanlar gibi... Bilindiği gibi hangi yerimiz ağrısa vücudumuzun en önemli organının o olduğunu zannederiz. Diş, göz, kulak vs. ağrısını çe­kenler ömür boyu sağlık ve afiyet içerisinde istifade ettiğimiz bu cihazlarımızın ne büyük nimet olduğunu daha iyi anlarlar. İşte hastalık ve musibetlerin bir hikmeti de içinde yüzüp değerini bi­lemediğimiz, dolayısıyla şükrünü gereği gibi yerine getiremedi­ğimiz nimetlerin farkına varmamıza yardımcı olmasıdır. Ayrıca hastalık ve musibetler de derece derecedir. Herkes kendinden daha kötü durumda olanı görünce haline şükreder. Bize düşen, bilgimizin sınırlı olduğunu bilip hakkımızda hayırlı­sının ne olduğunu bilemediğimizin bilincinde olmak; sağlık ve huzurumuz için elimizden gelen gayreti gösterdikten sonra ha­limize şükretmek ve her şeyin hayırlısını Rahmeti sonsuz Rabbimizden dilemektir. Sonucu şifa olan acı birer ilaçtır Her hastalık ve musibet bizim için acı bir ilaç gibidir. Bilelim veya bilmeyelim, dünyamıza ya da âhiretimize yönelik mutlaka bir veya birkaç hikmeti vardır. Yüce Allah, Ne bilirsiniz belki hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayır; hoşunuza giden bir şey de sizin için serdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.( 5 Bakara Sûresi, 2:216) buyurarak bu gerçeğe işaret eder. Bize düşen, kendimiz için en iyi bildiğimiz yolda var gücümüzle çaba göstermekle beraber, tersiyle karşılaş­tığımızda bir hikmeti vardır diyerek Allaha teslim olmak ve fır­tına geçinceye kadar sabretmektir. Erzurumlu İbrahim Hakkının ifade ettiği gibi, Hak serleri hayr eyler Zannetme ki gayr eyler Arif ânı seyr eyler Mevla görelim neyler Neylerse güzel ey­ler. diyerek isyandan kaçınmak; tatlı neticeyi ve musibet karı­nın altındaki sevimli bahar çiçeklerinin açmasını beklemektir. Bazen daha büyük hastalık ve musibetlerin gelmesini önler Hastalığın bir hikmeti de, daha büyük hastalıkların ilâcı ol­asıdır. Meselâ humma gibi ateşli bazı hastalıklar vücutta bazı kimyevî reaksiyonlar oluşturup bazı zararlı maddelerin çözülüp atılması, yada savunma sistemimizde görev alacak bazı antikor­ların imal edilmesi fonksiyonunu görür. Nitekim humma hastalı­ğına lanet okuyan bir kadına Peygamberimiz, böyle yapmaması­nı, çünkü körüğün demirdeki pası giderdiği gibi, bu hastalığın da insanoğlunun hata ve günahlarını giderdiğini belirtmiştir. Yine, hadislerde bir günlük hummanın bir yıllık günaha kefaret oldu­ğu ifade edilmiştir. İlâhî birer ikazdır Hastalık ve musibetlerin bir hikmeti de, birer İlahî ikaz olma­sı, insanı korkuyla uyandırması ve Allahın yoluna yöneltmesidir. Mümin, hastalığın hikmetini bildiği için ondan gerekli dersi çı­karır. İnançsız kimse ise, niçin hastalandığını ve nasıl iyileştiğini ibretle düşünmez. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bir hadis-i şe­rifte, böylelerini sahibi tarafından niçin bağlandığını ve bağının niçin çözüldüğünü bilmeyen deveye benzetmiştir. Şu halde has­talık bizim için emin bir nasihatçi, merhametli bir mürşittir. Bu açıdan ona minnettar olmalıyız. Ancak çekilmesi zor bir hal al­dığında sabır için Allaha dua etmeliyiz. Atlattığımızda sağlık ve afiyetimizin değerini bilmeyi öğretir Hastalık ve musibetler insanda sağlık ve afiyete yönelik bir özlem ve buna kavuşunca da ciddi bir sevinç ve şükür duygusunu uyandırırlar. Lezzetin gitmesi elem olduğu gibi, elemin git­mesi de lezzettir. Kısa süreli bir musibet ve hastalık, her hatırlandığında Oh! dedirtip geçmiş lezzetini tazeler. Öte yandan, sıkıntılar feraha yönelik bir gerilim meydana getirir, olumlu isti­kamete doğru daha ciddi ilerlemeyi sağlar. Hasta ve musibetzede sağlığına kavuştuktan sonra sağlığının kıymetini böyle bir tecrübeyi yaşamayandan daha iyi bilir. Hastalık, yoksulluk ve korku sıkıntısından kurtulup sağlık, varlık ve güven nimetini ya­kalayan kimse, söz konusu nimetler içinde gözünü açıp zıtlarım tatmamış birine oranla daha çok sevinç hisseder, haline şükreder ve Rabbine muhabbet duyar. Gafleti önler, manen uyanık tutar Hastalık, musibet ve sıkıntıyla kişi Allaha karşı daha çok acizlik, ihtiyaç ve yoksulluğunu hisseder. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allaha muhtaçtır. Allahın ise hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Hastalık ve musibetler olmazsa, kişi gaflete dalarak ken­dini unutur. Hatta daha da ileri giderek Allaha karşı cüretkâr id­dialarda bulunmaya kalkışabilir. Tarihte tanrılık davası güden Firavun gibi kimseler hep, acizlik, fakirlik ve muhtaçlıklarını unutan mağrur kişilerden çıkmıştır. En katı ve zorba adamlar bi­le hastalandıklarında acizlik, yoksulluk ve çaresizliğini derinden hissederek yüreği yumuşar ve Rabbine sığınma ihtiyacını duyar. Vücudumuzun Sanatkârı olan Rabbimizin güzel isimlerine bakan hikmetleri var Her şeyden önce, bu vücudumuz ve sahip gibi göründüğü­müz neyimiz varsa aslında bizim değildir. Biz onları kendimiz yapmadık, yolda bulmadık, bir yerlerden satın da almadık. Bize emaneten verilmişler. Bu emanetin Sahibi olan Yüce Rabbimiz, emanetinde hikmeti gereği bazen isteğimiz dışında tasarrufta bulunuyor. Buna karşılık bazen dünyada, genellikle de âhirette büyük mükâfatlar veriyor. Bundan yakınmaya hakkımız olmasa gerektir. Tıpkı büyük bir ücret karşılığında, bir yoksula modellik yaptıran çok zengin bir sanatkâr terzi gibi, ruhumuza giydirilmiş paha biçilmez beden elbisemiz üzerinde Yüce Sanatkâr da icraatta bulunur. Güzel isimlerine değişik yönlerden ayna yapar. Bundan şikâyet etmeye hakkımız yoktur. Açlık duygusu vererek ardından türlü azıklarla bizi besleyip Rezzak ismini tanıttığı gi­bi, hastalık ve dert vererek ardından şifaya kavuşturmakla, Safi ismine bizi ayna yapıyor. Eğer perde açılsa ve biz hastalık ve musibetlerin hikmetlerini görebilsek, ürküp nefret ettiğimiz dert­lerimizi sevecek ve bundan dolayı Rabbimize şükredeceğiz. Sonu ölüm de olsa, mümin için korkulacak bir şey değildir Hastalıktan korkulması, bazen ölümle sonuçlandığı içindir. Oysa ölüm mümin için asla korkulacak bir şey değildir. O bizim için bir anne rahmini andıran bu dünyadan, âhiret âlemine ikin­ci bir doğuştur. Hayat memuriyet ve askerliğinden bir terhis ve paydostur. Çalışmalarımızın ücretini almaya gidiştir. Milyonlar­ca akraba ve dostlarımıza kavuşmadır... Şu halde Ucunda ölüm yok ya! sözü yerine bütün bu manalarını düşünüp Ucunda ölüm var ya! diyerek hastalığı adeta sevmeliyiz. Eğer korkacak-sak, ölümün bizi hazırlıksız yakalamasından korkmalı ve endişe etmeliyiz. Gerçek ömrümüz, sadece içinde bulunduğumuz andır Birçok hastalığın temelinde psikolojik nedenler yatar. Yersiz korku ve endişeler sebep olur. Oysa hastalıkların yukarıdan beri saydığımız hikmetleri düşünüldüğünde hastalığın o kadar da korkulacak, dehşete kapılacak bir şey olmadığı anlaşılır. Ömrümüzü bulunduğumuz an bilmeliyiz. Günler öncesinden Çektiğimiz acı ve sıkıntılara ileride yaşayacaklarımızı da katıp birlikte düşünerek yükümüzü ağırlaştırmamalıyız. Bir dakika ön­cesinin bile elemi ile birlikte geçtiğini, sevabını bıraktığını, bir dakika sonrasının ise henüz gelmediğini, gelmediği için de şimdiden düşünüp feryat etmenin anlamsız olduğunu düşünmeli, sabır gücümüzü şu andaki acıya karşı kullanmalıyız. O zaman kıl kadar incelip küçülmüş acılarımıza rahatlıkla katlanabildiğimizi göreceğiz. Sevabını da düşünüp şükredeceğiz. Hastalığımız da hafifleyip iyileşme yoluna daha rahat girecektir. Sızlanmak ve sabırsızlık göstermek musibeti artırır, tevekkül ise hafifletir En büyük bela ve musibetler peygamberlere, sonra evliyalara, sonra da iyilik derecelerine göre diğer insanlara gelmiştir. Bütün o salih insanlar, musibetlere İlâhî bir hediye gözüyle bakmışlar­dır. Bu mübarek nurlu kafileye katılabilmek için, hastalık ve mu­sibete onların gözüyle bakmak, şikâyet etmek şöyle dursun, sabır göstermek, hatta şükretmek gerekir. Bazı hastalıklar, ölümle sonuçlandıklarında kişiye şehitlik de­recesini bile kazandırır. Doğumdan, karın sancısından, boğul­mak ve yanmaktan ve taundan vefat etmek böyledir. Hastalığa karşı yakınmak, Ne yaptım da bu başıma geldi? diye sızlan­mak, Allahı kullara şikâyet etmek, maddi hastalıktan daha bü­yük manevî bir hastalık ve musibettir. Kırılmış el ile dövüşüp in­tikam almak gibidir. Hastalığı daha da artırır. Kendilerine bir musibet geldiğinde Biz Allaha aidiz ve sonunda yine Ona döne­ceğiz.( Bakara Sûresi, 2:156) diyerek Allaha teslim olmak en isabetli davranıştır. Şifa Allahtandır Allah her derdin dermanını yaratmıştır. Yeryüzü büyük bir eczanedir. Bu ilâçları araştırıp bulmak, kullanıp istifade etmek Allahın emridir. Ancak bunda da insanlar için büyük bir imtihan söz konusudur. O da tesiri ilaçlardan beklemek, iyileştiğinde ila­cın veya doktorun iyileştirdiğini söylemek insana imtihanı kaybettirir. Şifa veren Allahtır. İlaçlar ve doktorlar sadece birer va­sıtadır. Küllenmiş dostluk ve yakınlıkları tazeleyip güçlendirir Hastalık ve musibetler, başta anne ve babamız olmak üzere tüm gerçek dostlarımızın bize olan küllenmiş dostluk, şefkat ve yakınlığını canlandırır. Ziyaretimize koşturur. Etrafımızda per­vane yapar. Bize olan sevgilerini yeniden yaşarız. Kucaklaşmaya, birbirinin imdadına koşmaya vesile olan hastalık ve musibet ken­di acısını unutturur. Bu aynı zamanda etrafımızdaki insanlar için de bir test bir sınav olur. Kara gün dostlarımızı ortaya çıkarır. Yeni dostluklar kurmaya vesile olur. Onlara ne kadar ihtiyacımız olduğunu anlarız. Bencillikten kurtuluruz. Bütün bunlar manevî bir haz ve lezzet verirler. Allahın merhamet ve yakınlığına mazhar eder Allah, rahmet ve şefkatiyle her zaman hastanın yanındadır. Bu çok özel bir ilgi ve yakınlıktır. Bir hadiste belirtildiğine göre, Yüce Allah, Ey Âdemoğlu, falan kulum hastalandı da sen yanma uğramadın. Eğer uğrasaydın, orada beni bulacaktın. buyurur. Yine, Ben gönlü kırıklarla beraberim. buyurmuştur. Hastalık, musibet, gurbet ve kimsesizlik insanların şefkat ve merhametini celp edip dostluklarını kazandırır da bütün merha­metlileri yaratan, bütün annelerin yüreklerini şefkat ile parlatan, her bahar mevsiminde rahmet ve kereminin parıltılarıyla yeryü­zünü büyük bir nimet sofrası haline getiren merhametiler mer­hametlisinin şefkat ve rahmetini celp etmez mi? Madem ki o var ve bizi görüyor, o halde bizim için her şey var. Asıl gurbette ve kimsesiz olan, iman ve teslimiyetle Ona bağlanmayan veya buna önem vermeyendir. Felç gibi ağır hastalıklar çok yüksek manevî dereceler kazandırır Felç ve inme gibi hastalıklar insanı iyice dünyadan soğutur. Dünyanın fânî ve geçici, kendisinin ise önemli görevleri bulunan misafir bir memur olduğunu gösterir. Böylelerini artık dünyanın aldatıcı oyunları boğamaz. Gözünü kapayamaz. Nefsin kötülük­lerinden kurtulur. Kısa zamanda o hastalık sayesinde büyük bir evliya gibi manevî yüksek bir dereceye çıkar. Hastalık kendisi için çok ucuz düşer. Bunun şartı iman, teslimiyet ve tevekküldür. Musibet zedelere bakan yakınlarına yönelik büyük hikmetleri var Hastalığın bir de hastaya bakanlara yönelik hikmetleri var. Anne ve babalar hiçbir karşılık beklemeden büyük bir fedakârlık ve özenle baktıkları hasta yavrularından dolayı çok büyük sevap alırlar. Hasta anne, baba ve akrabalara bakmak da aynı şekilde çok sevaplıdır. Bunun yanında onların dualarını alma, kırık gö­nüllerine merhem olma, onlara hizmet etme fırsatı verir. Bu da kişiye hem dünyada hem de âhirette saadet kazandırır. Bu şekil­de başta anne baba olmak üzere, büyüklerine hizmet eden bir evlat, yaşlılığında evlat ve yakınlarından hizmet ve şefkat görür. Yaşlı, hasta ve kimsesizlere hizmet etmek sadece yakınlarla sınır­lı tutulmamalı, din kardeşliği yönüyle bütün bu durumdaki in­sanlara fedakârca, şefkat ve merhametle hizmet etmek Müslü­manlığın gereğidir. Hastalık ve musibetlerin bu ve benzeri hikmetlerine bakarak, dünyada sağlık ve afiyet yerine hastalık ve musibet istemek ge­rektiğini düşünenler olabilir. Böyle bir düşünce doğru değildir. Nitekim Hz. Peygamber (a.s.m.) dine davet için gittiği, kovulup taşlanarak kanlar içinde bırakıldığı Taif yolculuğunda Sen bana kırgın olmadıktan sonra hiçbir şeyin önemi yok. Ancak afiyetin benim için daha ferahlatıcıdır. diye dua etmiştir. Yine amcası Hz. Abbas (r.a.) kendisinden bir dua öğretmesini isteyince Hz. Peygamber (a.s.m.) şöyle demiştir: Allahtan af ve afiyet dile. Hiç kimseye kuvvetli imandan sonra afiyetten daha üstün bir nimet verilmemiştir. Hasan-ı Basrî de, Hiçbir kötülük içerme­yen nimet, şükrü yerine getirilen afiyettir. demiştir. Şu halde sürekli olarak Allahtan tam nimeti ve beladan uzak tutmasını di­lemeliyiz. Bununla beraber, kul bir bela ve musibete maruz kal­dığında sabretmeli ve Allahın takdirine rıza göstermelidir. Yazar: Prof.Dr.Abdulaziz Hatip
Posted on: Sat, 09 Nov 2013 13:14:15 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015