Kadim soru: Çevre mi genler mi? Davranışta kalıtımın, - TopicsExpress



          

Kadim soru: Çevre mi genler mi? Davranışta kalıtımın, DNA’ya yazılı olan ve değiştirilemeyen genetik bilginin rolü var mı? Böyle bir olası rolü kimler, nasıl araştırmakta? Sonuçların toplumsal etkileri neler? Davranışlar, bilişsel yetenekler, toplumsal tercihler insandan insana çeşitlilik gösterir: Yardımseverlik, asabiyet, eşcinsellik, sağcılık, hazırcevaplık, hafıza, tikler, müzik kulağı... Başka memelilerde olduğu gibi insanda da davranış, beyin olgunlaşmasıyla, yaşla değişir. Ayrıca insan çevreden öğrenmeye müthiş yatkındır. İnsan davranışı deneyimlerle ve çevre koşullarına göre kolayca değişir. Peki davranışta kalıtımın, DNA’ya kodlu ve değiştirilemeyen genetik bilginin rolü var mı? Fiziksel ve davranışsal özelliklerin kalıtsallıkları 19. ve 20. yy boyunca geliştirilen yöntemlerle insanda çeşitli özelliklerin kalıtsallıkları, yani o özelliğe genetiğin katkısı hesaplanmıştır. Örneğin tek yumurta ve çift yumurta ikizleri kullanılarak çevrenin ve genetiğin, bir özellikte görülen toplam değişkeye (varyansa) katkısı ayrıştırılmıştır. Avrupa kökenli ikizlerle 1990’lardan beri yapılan yapılan çalışmalarda, örneğin boyda kalıtsallık yaklaşık %80, prostat kanserinde yaklaşık %40, akciğer kanserinde %8, şizofreni için ise %80 civarında hesaplanmıştır. Bunlar kaba hesaplardır, çalışmadan çalışmaya değişirler. Bunlar hastalık riski oranları da değildir. Yalnızca kalıtımın o özellik üzerinde etkisi olduğuna işaret ederler. Aynı hesaplar davranışsal ve bilişsel özellikler için de yapılmıştır. Örneğin Batı ülkelerinde yürütülen bazı ikiz çalışmalarında, bazılarınca genel zeka ölçüsü olarak kabul edilen “g değeri” için kalıtsallık %50, anti-sosyal davranışta %50-70, çocuklarda “davranış bozukluğu” sayılan saldırganlık ve kural tanımama tipi davranışlarda %40-70, nevrotizm, dışa açıklık gibi ana karakter özelliklerinde %40-60 olarak hesaplanmıştır. Hatta kimi çalışmalar Batı ülkelerinde siyasi tercihlerin dahi kısmen genlerce belirlendiğini iddia etmiş, burada kalıtsallık %25 olarak kestirilmiştir. Televizyon izleme kültürünün genlerden etkilendiğini iddia eden çalışmalar bile olmuştur. Çoğu kişi, kültürel özelliklerin ciddi oranda genlere dayandığı fikrini saçma bulabilir. O halde kalıtsallık çalışmalarında bir sorun mu var? Sorun, bilimsel sonuçların bilinçli olarak çarpıtılması değildir. Ama yapılan hesaplar, bir dizi zayıf varsayıma dayanıyor olabilir. Örneğin ikiz çalışmalarında kullanılan örneklemin çok homojen ortamlardan alınması, nüfus içinde farklı kültürlere sahip grupların varlığı, gen-çevre etkileşiminin göz önüne alınmaması kalıtsallık hesaplarını yüksek çıkartabilir. Nitekim bu hesapların ne kadar anlamlı ve güvenilir olduğu halen genetik camiasında tartışılmaktadır. Davranış genetiği bugün nerede? İnsan davranışında kalıtım araştırmaları, 19. yy sonunda genetik biliminin gelişmesinin ana motivasyonlarından biriydi. Burada ümit, ırk ıslahı sayesinde daha nitelikli bireyler yaratmaktı. Öjeni hareketi 20. yy ortalarında sönümlendi, davranış genetiği kısmen popülaritesini yitirdi. Hatta IQ ve kalıtımı üzerine çalışan bilimciler tepki çekmeye başladılar. Bugün durum değişmekte. Teknolojinin gelişimi sayesinde çok sayıda bireyin genom bilgisini toplamak artık mümkün. Bu sayede hem çevre hem de çok sayıda genin katkısının olduğu kanser, şeker hastalığı, şizofreni gibi karmaşık vakaların genetik temellerine yönelik araştırmalar hızlanmakta. Hasta ve sağlıklı on binlerce bireyi karşılaştıran çalışmalar, her biri hastalık riskini çok düşük oranda (mesela %1) artıran DNA dizileri tespit edebiliyor. Bu gelişme, davranış genetiğini de canlandırdı. Amaç, aynı yöntemleri kullanarak, bir davranışla bağlantı gösteren DNA dizileri bulmak. Mesela “agresif” bireylerde, ortalamadan daha sık görülen bir dizi aranabilir. Bulunan DNA dizisinin beyin gelişimiyle ilgili bir hormonun üretimini etkilediği gösterilir. Hatta bu dizi farelere aktarılır ve farenin davranışının değiştiği görülür. Bugünün teknolojisiyle tüm bu deneyler mümkün. Bu çalışmalar, önce şizofreni ve otizm gibi bazı psikiyatrik vakaları incelemeye yöneldi. Yine de daha bir “şizofreni geni” veya “otizm geni” bulunmuş değil. Çalışmalar, bu tip psikiyatrik vakaların hem genetik hem çevresel etkiler açısından ne kadar karmaşık olduğunu gösterdi. Genetik etkiler varolsa da, bunlar çok sayıda gene yayılmış ve her biri çok sınırlı etkiye sahip DNA değişimlerinin ürünü olmalı. Bazı davranış genetikçileriyse insanda yaygın davranışsal çeşitliliği incelemeye aldılar. Örneğin ABD’den ve Avusturalya’dan iki araştırma grubu, 2011 ve 2012 yıllarında yazdıkları makalelerde, sırasıyla çocuklarda davranış bozukluğu ve erişkinlerde anti-sosyal davranış diye adlandırdıkları olguların genetiğini incelediler. Binlerce bireyin davranış bilgileri ve DNA dizileri karşılaştırıldı. İlk çalışmanın yazarları, çocuklarda davranış bozukluğu riskini bir nebze artıran dört genom bölgesi buldular ancak bu bölgelerin beyni/davranışı nasıl etkileyebileceği gösterilemedi. İkinci çalışmanın yazarları ise hiçbir anlamlı sonuç (yani davranışla bağıntı gösteren bir DNA dizisi) bulamadılar. 2012 yılında çıkan bir makale daha da ilgi çekiciydi. Yine ABD’li ve Avrupalı bir grup, 10 bin İsveçli ikizin ekonomik ve siyasi eğilimlerini ve DNA’larını inceledi. Deneklerin ekonomik alanda risk alma, sabır, adalet ve güven eğilimleri, ayrıca siyasi alanda ekonomi politikası, feminizm ve eşitlikçilik, suç ve göç(!), dış politika konularındaki eğilimleri ölçüldü. Tüm uğraşlarına karşın yazarlar, spesifik DNA dizileri ve söz konusu davranışlar arasında anlamlı bir bağıntı bulamadı. Bu yıl Science dergisinde yayınlanan bir çalışmada ise 100 bin Avrupa kökenli ABD’lide üniversiteye devam süresini açıklayan genetik faktörler araştırıldı. Bu çalışmada, devam süresi farklılıklarını %0.022 düzeyinde açıklayan üç değşinim bulundu. Toplam genetik etki ise %2 olarak tahmin edildi! Bugüne dek zeka üzerine yapılan çalışmalar da ya anlamlı sonuçlar bulamadılar ya da tekil çalışmaların sonuçları başkalarında tekrarlanamadı(1). Davranış genetiğinde yöntemsel sorunlar Şimdiye dek net sonuç elde edememeleri, davranışların tamamen çevre tarafından belirlenmesine mi delalet? Araştırmacılar böyle düşünmüyor. Sorunun, genetik etkinin çok sayıda gene yayılmış olması ve örneklemlerinin yeterince büyük olmamasından kaynaklandığına inanıyorlar. Diyorlar ki: “Belki 100 bin bireylik çalışmalar yapılırsa davranışları ve zekayı etkileyen genler bulunabilir.” Bu girişimler birkaç izole gruba mahsus değil. Bu yıl Çinli genombilim devi BGI, “dahi”lerin genlerini kullanarak üstün zekanın genetik altyapısını araştıracaklarını açıkladı. İzlandalı genombilim şirketi deCode’un kurucu müdürü ise 2013 başında bir toplantıda, “Suçun gerisinde anti-sosyal davranış var, bu da genetik olarak belirlenen bir özellik. Bunun temellerini araştıracağız” diye açıkladı. “Bilimin her sorunu araştırması gerek, her tür bilgi faydalıdır.” Bu makale ve haberlere bakılırsa davranışları genetikle açıklama çabaları önümüzdeki dönemde yoğunlaşabilir. Ancak burada bir dizi sorun var, bir kısmı teknik ve yöntemsel kısıtlara dair, bir kısmı da felsefi ve toplumsal. Davranış geni aramaları şimdiye kadar somut sonuç vermedi. Buna karşın bazı genetikçiler, ikiz araştırmalarında hesaplanan yüksek kalıtsallık oranlarına işaret ediyor. “Davranış genleri orada, yalnız biz onları bulamıyoruz, daha fazla araştırmalı” diyorlar. Ancak çevresel ve kültürel etkenler ihmal edildiği için bu oranların abartılı olmaları olası. Ayrıca “gen arama” çalışmaları, genellikle genlerin davranış üzerinde doğrusal etkilerinin olduğunu varsayar. Oysa ki genlerin etkisi genellikle başka genlere ve çevre koşullarına bağlıdır. Dolayısıyla çevre koşulları hakkında ayrıntılı bilgi toplamadan genlerin etkisi anlaşılamaz. Bir diğer yöntemsel sorunsa bu çalışmaların sonuçlarının genellenmesiyle ilgili. Aynı davranış, mesela “laf atana cevap vermek”, farklı toplumlarda farklı kültürel anlamlara, psikolojik ve hatta fizyolojik temellere sahip olabilir. Birinde saldırgan sayılırken, diğerinde sağlıklı sayılabilir. Dolayısıyla, A toplumunda saldırganlıkla ilişkilendirilen bir genin etkisi, B toplumunda görülmeyebilir. Bu söylenenler, davranışta genetiğin hiç rolü olmadığı anlamına gelmiyor. Ama genlerin etkisi iddia edildiğinden çok daha küçük ve karmaşıksa, ki öyle görünüyor, mevcut indirgemeci modeller ve birkaç binlik örneklemlerle bunları tespit etmek ve anlamlandırmak imkansız olabilir. Davranış genetikçileri eğer insan davranışında çeşitliliği anlamak istiyorlarsa, davranışta çevrenin rolü üzerine yüzyıllardır çalışan beşeri bilimcilerle işbirliği yapmalılar. Toplumsal ve felsefi sorunlar Davranış genetikçileri, yöntemsel sıkıntı ve risklerle yüklü bu alanda milyonlarca dolarlık araştırmalar yapma ihtiyacını nasıl açıklıyorlar? Davranışsal özelliklerin genetik temellerinin bulunmasıyla insan davranışının ve zekasının mekanizmalarının daha iyi anlaşılacağını, bunun davranışsal sorunların giderilmesine ve daha sağlıklı bir toplumsal yaşama yol açacağını söylüyorlar. Peki bu iddia doğru mu? Diyelim ki belli bir DNA dizisinin, İzlandalı genetikçinin iddia ettiği gibi anti-sosyal davranış riskini %5 artırdığı bulundu: Bu bilgi nasıl kullanılacak? Bu bireyler genç yaşta seçilip farklı muameleye mi tabi tutulacak? Nasıl bir muamele? IQ testi, 20. yüzyılın başında Fransa’da, öğrenme güçlüğü yaşayabilecek çocukları önceden belirleyip destek verme amacıyla geliştirilmişti. Ancak kısa zamanda insanda ırk ıslahı (öjeni) hareketinin aracı haline geldi. Ayrıca 20. yy boyunca IQ testleri ırkçılığın bilimselliğine delil gösterildi. Bugün ırkçılık ve ayrımcılık dünya çapında yaygın. Günümüz toplumlarında belli davranışlarla, hele de “zeka” veya “suç işleme eğilimi” gibi son derece hassas olgularla genleri ilişkilendirmek, ayrımcı toplumsal mekanizmalara malzeme sağlar. Buradaki etik sorun çözülmeden, “araştırmanın olası pozitif sonuçları nasıl kullanılacak, toplumsal yaşamı nasıl ilerletecek?” sorusuna kapsamlı bir yanıt geliştirilmeden, söz konusu araştırmalarda ısrarcılık, eşitsizliklerin artmasını ve toplumsal sorunların sürmesini istemektir. İkincisi, bu araştırmalar yayınlandıkça, sonuçlar kesinleşmemiş olsa dahi, basına abartılı biçimde yansıyor, kamuoyunda “genlerin her şeyi belirlediği” fikri temelsiz biçimde yayılıyor. Bunun bir örneği alkolizm çalışmaları. Bazısı alkol tüketmeye meyilli, bazısı alkolden hoşlanmayan fareler bulunmuştur. Bu özellik genetiktir. İlgili genler daha kesin olarak tespit edilmemiştir ancak genomdaki yerleri bulunmuştur. İlginç olan, “alkolizme meyilli insanlarda” da aynı DNA bölgesinde bir sinyal görülmüştür. Yani bazı DNA dizileri, alkolle karşılaşan bireylerde iptila riskini artırıyor olabilir. Basına bu sonuç nasıl yansıyor? “Alkolizm geni bulundu!” Bu tamamen yanlıştır. Alkolizm toplumsal bir olgudur. Gerisinde genler değil; yoksulluk, stres, kültür gibi etmenler vardır. Alkolizmi genlere bağlamak, bu etmenleri görmezden gelmektir. Davranışın genetik temelleri olduğu fikriyse tutucu ideolojiler ve politikalar için biçilmiş kaftan. Örneğin ABD’de, siyahlar ve beyazlar arasındaki sağlık durumu ve eğitim seviyesi farklarının “genetik temelleri olabileceğini” iddia eden her çalışmayı, ABD’li sağcı siyasetçiler sosyal destek programlarını iptal için bahane olarak kullanmaya çalışıyor. Şu da önemli: Bilimcilerin araştırma sorusu sorarken tek güdüleri “merak” olamaz. Merak gaipten gelmiyor, kişisel deneyimlerimiz kadar kültürel koşullarımızın ürünü. Bilimsel yöntem de öyle. Bilimciler sordukları soruları, kullandıkları yöntemleri sürekli eleştirel gözle değerlendirmeli. Bir araştırma alanında mevcut kültür ve yaklaşımın, yine mevcut toplumsal koşullarda toplum için zararlı sonuçlar yaratma riski olabilir. Orada durmak gerek. Bilimciler, önce bu olası olumsuz sonuçlara karşı önlem almalı, aldırmalılar. Davranış genetiği konusunda ortada ciddi bir toplumsal risk var ve araştırmacılar bunu görmezden gelemez. 20. yy başındaki öjeni hareketi, birkaç onyıl sonra Batı’da genetik biliminin utancı olmuştu. Bu tarih tekerrür etmemeli. Bugün toplumcu duyarlılığı olan çok sayıda genetikçi var. Bunlar araştırmalarının toplumsal yansımalarını hem meslektaşlar arasında hem etikçilerle ve sosyal bilimcilerle hem de halkla daha fazla tartışmak durumundalar.
Posted on: Sun, 25 Aug 2013 07:31:07 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015