Kadının Boşanma Yetkisi/Hakkı (4) ÜÇÜNCÜ - TopicsExpress



          

Kadının Boşanma Yetkisi/Hakkı (4) ÜÇÜNCÜ BÖLÜM MEZHEBLERİN İFTİDA KONUSUNA BAKIŞI İftida konusuna delalet eden ayetin ve hadislerin mezheplerin tamamında hul konusunun delili olarak gösterilmesi sebebiyle hul konusunda mezheplerin âyet ve hadisleri ne şekilde değerlendirdiklerini öğrenmek ve ortaya koymak konumuz açısından önemlidir. Bununla beraber hul‘ ile iftidâyı aynı saymaları sebebiyle ortaya çıkan problemlere de yer verilecektir. I. HANEFÎ MEZHEBİ Hanefîlere göre evliliğe son vermek kocanın yetkisinde olan bir durumdur. Başka birinin evliliğe son vermesi kocanın talâk yetkisinin kullanılması manasına gelir. Hanefîlerin bu görüşü evliliğin sona ermesi ile alakalı her konuda etkili olmuştur. İftidâ konusuna delalet eden ayet ve hadisler de buna göre değerlendirilmiştir. A. Tanımı Hul‘ün şer’î manası “nikah mülkünü hul lafzı ile bedelli olarak kaldırmak, hul lafzı ile yapılan talâktır.256 Hanefilere göre nikah akdi ile koca milk-i nikâhı, yani eşiyle ilişkide bulunma yetkisini elde eder. Buna milk-i muta (yararlanma yetkisi) da denir. Koca, bu yetkiyi elde ederken eşine mehir de verir.257 Normal talâkta mehri veya onun bir kısmını geri almaz. Hul lafzıyla yapılan talâkta ise karısından bir bedel alır. Böylece hul‘ün normal talâktan iki temel farkı ortaya çıkar. Biri kocanın hul afzını kullanması, diğeri de karısından buna karşılık bedel almasıdır. Nikah mülkü kocanın elinde olduğu kabul edildiğinden nikah ancak talâk ile kalkabilmektedir. Hul‘ün talâktan farkı ise kocanın bedel aldıktan sonra evliliğe hul‘ lafzıyla son vermesi olmaktadır. B. Mübah Olmasının Şartı Mergınânî ve Aynî’ye göre eşler arasında şikak, yani karşılıklı çekişme iddialaşma olup bir birlerine karşı görevlerini yerine getiremeyeceklerini bildiklerinde “Kadının fidye verip kendisini kurtarmasında ikisine de bir günah yoktur.258 Hanefiler el-Bakara 2/229. âyetteki Allah’ın hududunu yerine getirememe endişesini Nisâ 4/35. âyetteki eşler arasında şikak (çekişme, ayrılma hususunda iddalaşma) çıkması ile aynı manada değerlendirmiş olmaktadırlar. Burada Hanefiler hul‘ün tarifinde karı-koca Allah’ın hududunu yerine getirmekten korkarlarsa ifadesini kullanarak Bakara 2/229. âyetin hul ile ilgili kısmına dayanırlar. Alınacak mal ile ilgili hükmü ise iftidâ ile ilgili kısmın sonundan alırlar. Bu şekilde âyetten sadece hul‘ çıkarılabilmektedir. Yani âyet “Karılarınıza verdiğinizden bir şey almanız size helal değildir. Ancak eşler Allah’ın hududunu yerine getiremeyeceklerinden korkarlarsa o başka. Eğer onların Allah’ın hududunu yerine getiremeyeceklerinden siz korkarsanız kadının fidye vererek kendini kurtarmasında (iftidâ) her ikisi için de bir günah yoktur.” şeklinde iken onlar âyeti “Ancak eşler Allah’ın hududunu yerine getiremeyeceklerinden korkarlarsa. kadının fidye vererek kendini kurtarmasında (iftidâ) her ikisi için de bir günah yoktur” şekline getirmiş olmaktadırlar. C. Hâkimin Müdahalesi Konuya yukarıdaki şekilde yaklaşınca karı-kocanın Allah’ın hududunu yerine getirmeyecekleri korkusunu müslümanların veya hâkimlerin duyup gerekeni yapmaları, yani iftidâ konusu ortadan kalkmış olmakta hul‘ün yalnızca eşlerin rızasıyla gerçekleşen bedelli bir akit olarak görüldüğü anlaşılmaktadır. Ancak İbn Hümam ayetin “Siz hâkimler (yetkililer) korkarsanız” kısmına değinmiş,burada hâkimlere ve imama hitap edildiğini, onların karışmasının davanın onlara götürülmesi durumunda söz konusu olduğunu söylemiştir. Ona göre ayetin önce eşlere hitap edip sonra hâkimlere dönmesi garip olmayıp Kur’an’da çok görülen bir üsluptur.259 Ona göre âyet onlara bu korkuyu duyduklarında hul’e izin vermelerine imkan sağlar. Bu korku olmadığında fetva verme ve söz söylemelerine mani olur. Yoksa hul‘de imamın izni şart değildir.260 D. Hükmü Hanefîler hul‘ü bâin talâk kabul ederler.261 Delilleri Dârekutnî ve Beyhakî’de yer alan Abbad b. Süleyman’ın Eyyüb, İkrime ve İbn Abbas yoluyla Peygamber’den rivâyet ettiği hul‘ün bir bâin talâk olduğuna dair hadistir. Aynî bu hadisin râvilerinden Abbad hususunda Buhârî ve Nesâî’nin zayıf ve metruku’l hadis demelerine dayanarak delil olamayacağını kabul ederken Ekmelüddin’in bâin talâk olduğu hususunda Ömer, Ali ve İbn Mesud’dan mevkuf, Peygamber’den merfu haber olduğunu söylemesini de mantıklı bulmamıştır. Ayniye göre hadis sahabeden mevkuf gelmişse merfu olmaz. Bir habere hem mevkuf hem merfu demek mümkün değildir. Buna karşılık Ayni Buhârî’de yer alan Sâbit hadisindeki “boşa” emrinin talâk olduğuna delil olacağını kabul eder.262 Fakat iddia “hul‘ bâin talâktır” şeklinde olduğundan bunu yeterli bulmaz. Kaki “boşa” emrinin talâk olduğuna, diğer rivâyetlerde geçen “halli sebiylehâ (yolunu aç) ve fârikhâ (ondan ayrıl)” lafızlarının da bâin olduğuna delalet ettiğini söyler. İki taraf da ayrılmayı istediği için bâin talâk gerçekleşecektir. Etrazi İbrahim en-Nehai’nin sahabeyi görüp onlarla tartışmış olmasının kendisine uyulmasını câiz kılacağını, sözünün Peygamber’e dayanıyor olması ihtimali bulunduğunu ve âdil kimselerin zamanında yaşadığı için yalan ve uydurma sözünün olamayacağını söyleyerek onun “hul bâin talâktır” sözünü delil getirir. Bu açıklamayı da Aynî yeterli bulmaz263 Zaten sahabeden bâin talâk olduğunu kabul etmeyenler de varken tabiinden birisinin sözü onlara tercih edilemez. Âyetin delaletiyle hul‘ün fesih veya talâk olduğu hükmüne varılırken talâk olduğunu kabul eden Hanefîler âyeti şöyle değerlendirmişlerdir: Âyette iki talâkın hükmü açıklandıktan sonra üçüncü talâkın bedelli veya bedelsiz olması durumu bildirilmiştir. Dolayısıyla hul bedelli talâk olmaktadır.264 Fakat ibn Hümam bu delile “O zaman hul‘ün ikinci talâktan sonra yapılması gerekirdi” diyerek itiraz eder. Ona göre Nikah talâkı da feshi de kabul ettiğine göre ikisi de tercih edilebilir. Ancak âyetin nüzul gayesi ve terkibine bakılırsa talak değil firkat olması daha doğrudur. Âyette üç talâkın meşruluğu açıklanmakla birlikte nikah bağından kurtulmak üzere kadının bedel vermesinin ve bunun talâk veya üçüncü talâk olup olmadığına değinmeden kocanın da almasının cevazına dair hüküm bildirilmiştir. O bu anlayışı daha kabule değer bulur.265 İbn Hümam bâin talâk olduğuna dair getirilen bu delilleri yetersiz bulmuş, görüldüğü gibi onu talâk da fesih de saymayı uygun görmemiştir. İbn Hümam’ın bu görüşü bizim konuyla ilgili daha önce belirttiğimiz hükme uymaktadır. Onun da dediği gibi ayetten onun ne fesih ne de talâk olduğu çıkarılamaz. Bir Hanefi fakih olan Aynî de Hanefilerin dayandıkları delillerin karşı görüştekileri iknaya kafi olmayacağını söylemiş266 olmasına rağmen Hanefîler hulün bâin talâk olduğunu kabul etmişlerdir. Bir kısım ulema hul‘ü fesih kabul etmiş, nikahın adem-i kefâet, büluğ muhayyerliği ve azat olma muhayyerliği ile feshedilebildiği gibi karşılıklı rıza ile de feshedilebileceğini söylemişlerdir. Hul‘de tek taraflı değil karşılıklı rıza ile evliliğin sona ermesidir. Ancak Hanefîler hul ün fesih olmasını doğru bulmaz, akdin tamamlandıktan sonra feshi kabul etmediğini söylerler. Onlar da nikah akdini bey akdine benzettikleri için beyde satılan mal267 teslimden önce helak olursa satış feshedilebilir. Hulde ona benzer bir durum yoktur. Kefâet, buluğ muhayyerliği gibi durumlarda ise akit hükmen tamam değildir. Bu sebeplere dayanılarak akit feshedildiğinde akdin tamamlanması engellenmiş demektir. Hulde tamamlanmış nikah akdinden sonra olduğu için böyle bir nikah akdi feshedilemez. Bu durumda ancak nikah bağının çözülmesi mümkün olabilir ki o da talâk ile olur.268 Hanefîlere göre fesih kabul edenlere karşı hul‘ün iddetinin bir hayız olması hususundaki hadisler sahih kabul edilse bile buna dayanarak hul‘ fesih sayılamaz. Çünkü Şâri (Allah) talâkta koyduğu üç kur müddetiyle sınırlı iddeti istediği zaman kaldırabilir. Ayrıca Muvatta’da yer alan Rubeyyi’in rivâyet ettiği hadiste İbn Ömer onu talâk iddeti saymıştır. Daha önce ibn Abbasın rivayet ettiği ilk hadiste Peygamber Sâbite boşamasını emretmiştir. Hanefiler bu rivayete dayanarak derler ki, Sâbit Peygamber’in “Boşa” emrine dayanarak boşadıysa zaten o talâk olur. “İslâmda ilk hul bu idi” sözü de “İlk mal karşılığı talâk bu idi” manasına gelir. Ama İbn Abbas hul‘ü fesih sayarak ondan yapılan bu rivayete aykırı bir görüş ortaya koymuştur. Hanefilere göre böyle bir haber-i âhad ile amel edilemez. Hanefiler bunu kabul etmekle birlikte İbn Abbasın bu fetvasından döndüğü rivayetini kitaplarına almışlar ve onun fesih sözünün delil olamayacağını söylemişlerdir.269 Ancak bu rivayete Hanefîler dışındakilerde rastlamadık. Bu tartışmalar hul‘ün “üç talâktan biri sayılıp eşler yeniden evlenmek istediklerinde kadının başkasıyla nikahlanıp boşanması gerekir mi” meselesi etrafında dönse de talâk saymak onu erkeğin tasarrufunda bir fiil yapmakta, fesih saymak ise rızaya dayandığı için iki kişinin fiili olmaktadır. Her iki durumda da kadına iftida salahiyeti verilmemektedir. Ama diğerlerinden farklı olarak İbn Hümam buradaki durumu üç talâktan ayrı bir hüküm olarak görmek gerektiğini söylemiştir.270 Kur’an’da geçen talâk fiillerinin fâili erkek, iftidânın fâili kadındır. Bu mesele üzerinde kimse durmamıştır. Sâbit hadisinde de erkeğin bir tasarrufu görülmez. Hadisteki talâk emrine bakarak hadis değerlendirildiğinde orada evliliğin sona ermesini erkeğin tasarrufuna bırakan bir durum görülmeyecektir. Aksine hadiste kadına sorularak rızası aranmış, kocaya ise karısından ayrılması emredilmiştir. Hanefîler evliliği sona erdirme yetkisini tümüyle kocaya verdikleri için hul‘ü de kocanın yetkisinde görmüşlerdir. Diğer Hanefîlerden farklı olarak İbn Hümam, hâkimin müdahalesine değinmiş, ama bunu sadece hâkimin hul‘e müsaade etmesi açısından ele almıştır. Peygamber’in uygulamasında da kocanın yetkisinde olan talâka dayanak aranmıştır. Peygamber’in hükmünde kocanın rızasının rolü ve kadının yetkisi üzerinde durulmamıştır. II. HANBELÎ MEZHEBİ A. Tanımı Hanbelîlere göre âyette “Kadınlar sizin elbiseniz, siz de onların elbisesiniz” buyrulduğu için hul kadının kocasının elbisesini çıkarması manasına ve “kadının fidye vermesinde her ikisine de günah yoktur” buyrulduğu için kadının kendisini verdiği mal karşılığında kurtarması anlamına gelir.271 Onlara göre kadın kocasını sevmediğinde ondan iftidâ etmesi (mal verip ayrılması) onun hakkıdır.272 Bu ifadeler Hanbelîlerin iftidayı tanıdıkları hissini verir. Ancak “fidye” tabirinden hareketle hul‘ün bir nevi bedelli akit olduğunu, bu yüzden her iki tarafın rızasının aranacağını söyleyerek kocanın kabulünü şart koşmuşlardır.273 Böyle olunca iftidâ dan söz etme ortadan kalkmaktadır. Konu tamamen eşlerin karşılıklı rızasıyla evliliği sona erdirmeleri olmaktadır. B. Mübah Olmasının Şartı Hanbelîlere göre kadın kocasını görünümü, ahlakı, dini, yaşlılığı, güçsüz olması gibi sebeplerle sevemeyip ona karşı Allah’ın farz kıldığı görevleri yerine getirememekten korkarsa vereceği bedel ile kendisini ondan kurtarabilir. Bu mübahtır. Böyle bir korku olmadığında hul yapmak âyette kötülenmiştir. Sebepsiz yere hul‘ hadislerde de kötülenmiştir.274 Bunun delili âyette “Allah’ın hududunu yerine getirememe korkusu”nun şart koşulmuş olmasıdır. Koca kadını hul etmesi için sıkıştırır, döver, nafakasını engellerse yapılan hul geçersiz olur ve bedel geri alınır. Ama talâk gerçekleşir. Bunun delili “Verdiğinizden bir kısmını almak için onları sıkıştırmayın”275 âyetidir. Koca üçüncü kez boşamıyor ise iddet içerisinde dönme hakkı vardır. Ancak koca kadını iftida etsin diye dövmemişse Sâbit hadisinde olduğu gibi hul câizdir.276 C. Hâkimin Müdahalesi Ahmed b. Hanbel, hul‘ün hâkim olmadan câiz olduğunu kabul eder. Ona göre nikah ve satış, sultan olmadan câiz olduğu gibi hul de câizdir. Bir satış, ikale ile yani alıcı ve satıcının rızası ile bozulup satış yapılmamış gibi oluyorsa eşler de karşılıklı rıza ile nikah akdini kaldırmış olurlar.277 Hadisin bazı rivayetleri Peygamber Sabit’e, “onu ayır”, “verdiğini al” bazı rivâyetleri de “Peygamber aralarını ayırdı” şeklindedir. Burada tefrik Peygamber’e nispet edilmiştir. Hanbelîlere göre Peygamber onları doğrudan ayırmamış, sadece emretmiştir.278 D. Hükmü Hanbelîlere göre hul talâk sayılmayan bir firkat (ayrılık) tir.279 Ahmed b. Hanbel’den bir rivâyete göre ise bâin ayrılık ve nikahın feshidir.280 Onlar bu konuda İbn Abbas’ın görüşünü esas almışlardır. İbn Abbas ona “iftidâ, firak, hul” demiş, bunun talâk değil firkat olduğunu söylemiştir. Kitap ve sünnette de fesih geçmez. Ahmed b. Hanbel’in bazen fesih demesi sonrakilerin örfünde kullanılması sebebiyledir. İbn. Abbas “iftidâ talâk değildi. Ancak insanlar onun ismini karıştırdılar” demiştir. Ona göre âvam manalarını ayırt edemediği için bunları birbirinin yerine kullanmışlardır.281 Bedel verilen şey talâk olmaz. Kullanılan lafız önemli değildir. Akitlerde önemli olan lafızlar değil maksat ve manalardır.282 Hanbelîler hul‘ün talâk olmadığına şu delilleri getirmişlerdir: a. Âyette iki talâkın hükmü açıklandıktan sonra iftidânın hükmü bildirilmiştir. Sonra üçüncü talâkın hükmü beyan edilmiştir. iftidâ talâk olsaydı talâk sayısı dört olurdu. Buradaki iftida kelimesi hul‘ anlamına kullanılmıştır. b. Hul iddetinin bir hayız olması onun firkat olduğunu gösterir. Osman’ın onun bâin talâk olduğunu söylemesi zayıf bir rivâyettir. Çünkü hem iddet olmadığını söylemesi, hem de bâin talâktır demesi düşünülemez. Talâk iddeti üç kur’dur ve tüm talâklar için geçerlidir.283 c. Osman ile İbn Abbas’ın görüşü , Ömer ve Ali’ye muhalif diye kabul edilmeyecek olursa Kur’an ve sünnete bakarız. Sünnette Peygamberin kadına bir hayız sürecek kadar iddet beklemesini emrettiği ve kadının ailesine döndüğü bildirilmektedir. Eğer bu talâk olsaydı kadın hemen ailesine gitmez, onun nafaka hakkı ve iddeti kocasının evinde doldurması hakkı olur, kocanın iddet bitinceye kadar karısına dönmesine imkan vermesi gerekirdi.284 d. Hul‘ün bâin talâk olması mümkün değildir. Kur’an’da sadece rici talâk geçmektedir. Talâk koca karısından bedel alamaz, iddet içerisinde ricat hakkına sahiptir. Beynunet ancak fesihle mümkündür. Kadının kendisini kocasından kurtarması ise iftidâdır. Hul ile beynunet-i suğrâ olur.285 Buradaki beynunet evliliğin sona ermesi anlamındadır. Evliliğin sona ermesinden sonra karı-kocanın karşılıklı anlaşmayla yeniden evlenmeleri mümkünse ona beynunet-i suğrâ denir. Karısını bir veya iki talâkla boşayıp iddet bitene kadar ona dönmediği için gerçekleşen beynunet bir beynuneti suğrâdır. Bir de beynuneti kübrâ (büyük ayrılık) vardır ki, bu kocanın karısını üçüncü talâkla boşamasından sonra olan ayrılıktır. e. Hul‘de sünni talâkta aranan şartlar yoktur. Ulema hul‘ün her zamanda yapılacağını câiz görmüştür. Talâkta iddetin uzamaması maksadı varken hul‘de kadının duyduğu nefretten dolayı ayrılığın hemen olması öngörülür Peygamberin kadına hayız olup olmadığını sormaması bundandır. Bu da bunun talâk olmadığını gösterir.286 Talâka ait üç hüküm hul‘de yoktur. Bunlar, ricat (erkeğin iddet içinde dönme hakkı), sayının üçle sınırlı olması ve iddetin üç kur’ olmasıdır. Fidye hükümleri talâk hükümlerinden farklı olduğu için bu onun talâk olmadığını gösterir.287 İbn Teymiye de hul‘ü talâk saymamış ve şöyle demiştir: “Kur’an’da talâk, yemin, zıhar, îla ve iftidâ ayrı ayrı açıklanmış, her birine bir hüküm koyulmuştur. Bu hadleri bilmemiz, talâkı talâk, yemini yemin, hul‘ü hul saymamız gerekir”288 Hanbelîler iftidâyı sadece esirin kurtulması için bedel vermeye benzettiklerinden ayetteki iftidânın fâili kadın olmasına rağmen onun bu fiili yapmasını kocanın rızasına bağlamışlardır. Hanbelîlerin bu yorumu birkaç yönden tenkit edilebilir. 1. Kadın esire benzetilemez. Çünkü iftida ayetinden önceki âyet …Mâruf ölçüler içerisinde o kadınların erkekler üzerindeki hakkı, onların bunlara karşı olan hakkına denktir şeklinde bitmektedir. Hiçbir esir sahibiyle denk haklara sahip olamaz. Hanbelîler de dahil tüm fakihler kocanın karısına esir muamelesi yapamayacağında müttefiktirler. 2. Fidye kelimesi Kur’an’da sadece esir için kullanılmamıştır. Hz İsmail’in canına bedel olarak gelen koyun hakkında…Biz ona fidye olarak (fedeynâhü) büyük bir kurban verdik”289 buyrulmaktadır. 3. el-Bakara 2/229. âyetin iftida ile ilgil bölümünde kocadan hiç söz edilmemiştir. Sâbit hadisinde de kocanın iradesinden bahsedilmemesi, bahçeyi verip vermeme konusunda kadının iradesinin aranması iftidânın kocanın rızasına bağlı olmayan bir işlem olduğunu gösterir. III. MÂLİKÎ MEZHEBİ A.Tanımı Mâlikîlere göre hul kadının bedel vermesiyle yapılan talâktır.290 İmam Mâlik evliliği sona erdirmede hepsinin aynı manaya geldiğini söylediği “mübarie”, “muhtelia”, “müftediye” kelimelerini şöyle tarif etmiştir: Mübarie, zifaftan önce aldığı her şeyi iade edip kocasından kendisini bırakmasını isteyen kadındır. Koca bunu kabul ederse bir talâk gerçekleşir. Muhtelia, aldığı mehrin tamamını vererek hul isteyen kadındır. Müftediye, mehrinin bir kısmını vererek iftidâ eden kadındır.291 Mâlikîler’den İbn Rüşd farklı bir tavır ortaya koymuş iftidânın kocanın elinde olan talâka karşılık kadına verilmiş bir hak olduğunu söylemiştir. Ona göre kadınla geçinemediğinde talâk kocanın hakkı olduğu gibi erkekle geçinemediğinde iftida da kadının hakkıdır.292 Ancak kadının iftidâ hakkını ne şekilde kullanacağını, kocanın müdahalesinin ne şekilde olacağını da açıklamamıştır. B. Mübah Olmasının Şartı Mâlikîlerden İbn Abdilber’e göre eşler bir birlerine iyi davranma, haklarını yerine getirme hususunda Allah’ın hududunu ikame edememekten korkarlarsa kadının fidye vermesinde ikisine de bir günah yoktur.293 O da Hanefîlerde olduğu gibi ayetin bazı bölümlerini atlayıp bazı bölümlerini birleştirmiştir. Ayrıca bu olayı Nisâ 4/35. âyetle ile ilgilendirmiş ve şöyle demiştir: Nüşûz ve geçimsizlik kadından olup kadın rızasıyla bedel verirse bu helaldir. Nüşûz kocadan olursa, onu boşamak için eşinden bir şey alamaz. Ancak sulh olarak tutmak üzere alabilir. Şu âyet buna delalet eder: Eğer bir kadın kocasının geçimsizliğinden yahut kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse aralarında sulh yapmalarında onlara günah yoktur.294 İbn Abdilber’e göre Nüşûz, kadının kocasını sevmediğini ortaya koyması, kötü davranmasıdır.295 Hul‘den sonra kocanın kadına zarar verdiği ve onu sıkıştırdığı ortaya çıkarsa talâk geçerli olup kadının malı iade edilir.296 Koca zarar vermez kötü davranmaz da kadın ayrılmayı isterse koca mehirden fazla da olsa verileni alabilir. Koca zarar verdiği halde kadın rızasıyla hul ederse yine helaldir.297 Bu konuda delil olarak Sâbit hadisini ve Ebu Said el-Hudri’nin kız kardeşinin kocasıyla anlaşamaması üzerine Peygamber’in hakemliğine başvurmasını gösterirler. Kadın mehrini fazlasıyla iade etmeyi teklif ederek Peygamber’in huzurunda kocasından hul etmiştir. Yine Ömer’in kocasından ayrılmak isteyen bir kadına iftida için izin verip kocasına, bir küpesine bile olsa onunla hul etmesini emretmesi buna delildir.298 C. Hâkimin Müdahalesi İmam Mâlik’e göre hulde yetkili makamın izni şart değildir.299 Ancak nüşûzun kadın tarafından olması gerekir. İbn Vehb âyetin “Eşlerin Allah’ın hududunu yerine getiremeyeceklerinden siz korkarsanız” bölümünü eşlerin zulümde ortak olup iki hakem tayin etmeleriyle ilgili görmüştür. Rabia ise hakemlerin yetki ile gönderilip hâkim gibi hükümlerinin geçerli olduğunu söylemiştir. Eşler anlaşamaz da yetkili makama başvururlarsa o makam iki hakemi yetkili olarak gönderir. Onların hükümleri ayrılmada ve birleştirmede geçerli olur.300 Bize göre âyetin hakem ayetiyle aynı manada görülmesi doğru değildir. Sâbit hadisinden de anlaşılır ki hâkimin ya da hakemin ayrılığa hükmetmesi ile kadının iftidâ talebine izin verip gerisini onun rızasına bırakması farklı durumlardır. Hadiste kadın, kocasını istemediği için ayrılma talebiyle hâkim durumunda olan Peygambere başvurmuş ve aldığı mehri iade etmeye razı olduğunu söylemiştir. Bunun üzerine iftidâda bulunmasına izin verilmiştir. Ama Mâlikîler hadisin bu yönü üzerinde durmamış ve bunun el-Bakara 2/229. âyeti açıklayıcı olduğuna bakmamışlardır. D. Hükmü Mâlik’e göre hul bâin talâktır.301 Delili İbn Müseyyeb’in rivâyet ettiği Peygamber’in Sâbit’e “o bir (talâk) dir” sözü ve Osman’ın hul‘ün bir talâk olduğunu söylemesidir.302 Koca hulde talâk lafzını kullanmadığında Mâlik’e göre bâin talâk gerçekleşir. Kocanın ricat hakkı olmaz. Mâlik’e göre tek talâk ile beynuneti gerçekleştiren tek işlem hul‘dür. Koca bir talâktan fazlasını kastetti ise kastettiği kadar talâk gerçekleşir.303 Onlar bu konuda Osman’dan gelen şu rivâyete dayanırlar: Ümmü Bekr el-Eslemiyye kocası Abdullah ibn Useyd’den hul etmiştir. Durumunu Osman’a sormuş “O bir talâktır. Ancak bir şey söylediyseniz söylenilen kadar talâk olur” cevabını almıştır. Ömer’e gelen bir olayda o hul‘ü geçerli saymış ve kadına “seni malına karşılık boşadı (tatlik etti)” demiştir.304 İbn Abbas’tan Tavus’un rivâyet ettiği hul‘ün talâk olmayıp firkat olduğu rivâyetini İbn Abdilber tenkit etmiştir. Ona göre bu rivâyet şazdır.305 Tavus büyük bir alimdir ancak iki şaz rivâyeti bulunup birisi budur. Bu rivâyeti delil getirmek bağlayıcı değildir.306 Hanbelî mezhebinin hul‘ün talâk olmadığını gösteren delilleri Mâlikîlere cevap niteliğindedir. Mâlikîler hul‘ü de talâk saydıkları için İbn Abdilber mehirden alınmasını yasaklayan âyetin boşanan boşanmayan bütün kadınları içine aldığını, sonra gelen talâkın ise iki talâka râcî olduğunu söyler.307 Mâlikî mezhebi hâkim ve hakemlere evliliğe son verme yetkisi verdiği için zulüm gören kadının delili varsa hâkimin kararıyla, yoksa hakemlerin olayı tetkiki ile kocasından ayrılabilmektedir. Bu durumda bir talâka hükmedilir. Onda kocanın ricat hakkı olmaz.308 Burada ayrılma talebinde bulunan kadının kocasının zulmünü ispatlaması gerekmektedir. Konumuz ise kocasının zulmü olmamasına rağmen, evlilik hayatını sürdüremeyecek olan kadının mehrini iade ederek ayrılmayı istemesi ile ilgilidir. Birincisi kadının talebi olsa da mahkemenin kararıyla gerçekleşmektedir. İftidâda ise ayrılığın kadının talebi ve kararıyla gerçekleşmesi söz konusudur. IV. ŞÂFİÎ MEZHEBİ A. Tanımı Şafilere göre hul talâk veya hul lafzıyla bedelli ayrılıktır. Kocanın “boşadım” veya “hul ettim”, kadının “kabul ettim” demesi gibi sözlerle meydana gelir.309 Buna göre hul‘, tamamen bedel karşılığında kocanın karısını boşaması olmaktadır. Onlara göre müşterinin satın alığı maldan yararlanma hakkı olduğu gibi kocanın da mehir vererek evlendiği kadından faydalanması hakkı olur. O bu yetkisini bedel ile kaldırabilir. Nikah satın alma, hul‘ ise satış gibidir.310 Şâfiîler nikah akdinde kadına verilen mehri satıştaki bedel gibi değerlendirdikleri için hul‘ü de nikahla kocanın satın aldığı şeyi satması şeklinde görmüşlerdir. Mehrin bu manaya gelemeyeceği daha önce açıklanmıştı.311 B. Mübah Olmasının Şartı Şâfiîlere göre hul‘ aslen mekruhtur. Bazen talâk gibi müstehap olur. İster şikak (anlaşmazlık ve çekişme) olsun ister olmasın hul câizdir. Bunun delili “Eğer gönül hoşluğuyla mehrin bir kısmını size bağışlarlarsa onu da afiyetle yiyin” âyeti ile “Kadının fidye verip kendini kurtarmasında ikisine de bir günah yoktur”312 âyetidir. Şâfiîye göre kadının mehrini karşılıksız olarak kocasına vermesi helal ise talâk karşılığında vermesi de günah olmaz. Hul‘ konusunda sünnetten delil olarak Buhârî’de yer alan bir talâk ile boşama emrini içeren Sâbit hadisine dayanmışlardır. Kadın hul‘e mecbur olsun diye koca kadının nafakasını engellerse bu durumda yapılan hul‘ü geçersiz saymışlardır.313 Fidyenin iki yerde helal olduğu görüşündedirler. Kadın kocasını sevmez, Allah’ın hududunu yerine getirememekten korkar, koca da kadının haklarını engellemezse kocanın fidye alması helaldir.314 Çünkü eşlerden birisi hududu yerine getiremediğinde diğeri de yerine getiremez. Bu durumda “Her ikisine de kadının fidye verdiğinde bir günah yoktur” durumu söz konusu olur.315 Bu kocaya helal olduğunda kadına da helal olur. Burada kadının kocasını sevmemesi onun iftidâ etmesi için geçerli bir sebep olarak görülmektedir. Bu durumda kocanın da hududu yerine getiremeyeceği kabul edilmiştir. Kadın ayrılmak istemediği halde koca onu sevmiyor da olsa kocanın boşamak üzere bir şey alması helal değildir. Yaparsa ikrarıyla veya kadının delil getirmesi ile ortaya çıktığında kadına malı iade edilir. Bu arada koca talâkı kullandı ise söylediği kadar talâk kendisini bağlar. Talâkların hepsini kullanmadı ise ricat hakkı vardır.316 Şâfiîler hul‘ün helal olmasını daha çok erkeğin bedel alıp boşamasının helal olmasına bağlarlar. Onlara göre kadın kocasının haklarını engellediği için eza ve dövmesine sebep olmuşsa bu kocaya helaldir. Buna delil olarak Sâbit’in eşini dövmesini ve onun da hul‘ etmesini göstermişlerdir.317 Buna göre Peygamber Sâbit’e fidye alması hususunda izin vermiştir. Bize göre hadiste asıl mesele kadının ayrılmak istemesi ve Peygamber’in ona izin vermesidir. Hadiste kocanın fidye almayı istemesi ve ona izin verilmesi söz konusu değildir. Şâfiîler hul‘ü yeminden dönmek için bir kurtuluş olarak kullanmayı câiz görmüşlerdir. Mesela birisi “Şuraya girersem karım üç talâkla boş olsun” derse oraya girdiğinde kadın üç talâkla boş olacağı için karısıyla hul yaparak bundan kurtulabilir.318 Oysa hul kocanın yaptığı bir hatayı düzeltmek için değil, kadının problemini hal için konmuştur. Şâfiî de kadının hududu yerine getiremediğinde kocanın bedel alabileceğini kabul etmiştir. Ancak onlar Kur’an’da olmayan, bir lafızla verilen üç talâkı caiz saydıkları için bunun doğurduğu problemlerden kurtulmayı da yine Kur’an’da olmayan bir yola baş vurarak gerçekleştirmeyi önermektedirler. C. Hâkimin Müdahalesi Şâfiî hul‘ü talâk olarak gördüğü için mal ve talâkı yetkili olmadan vermek helal ve câiz olduğu gibi hul‘ün de yetkili olmadan câiz olacağı görüşündedir. Hul‘ talâk olduğu için kimse kocanın talâk hakkını kullanamaz. Hâkim ancak koca boşaması gerektiği halde boşamadığında boşayabilir. Hul ise böyle bir durum değildir.319 Şâfiî’ye göre hakemlerin verdiği ayrılık hükmünün geçerli olması için de kocanın razı olması gerekir. Onların sadece ıslaha yetkileri vardır.320 Bunda evliliği sona erdirmenin sadece kocanın yetkisinde olan talâkla gerçekleşebileceği görüşü etkilidir. D. Hükmü Şâfiî’ye göre hul talâk olup talâkın gerçekleştiği lafızlarla niyete gerek kalmadan, başka lafızlarla ise niyetle gerçekleşir. Üç talâkı eksiltir. Çünkü fesih olsaydı mehirden fazlası veya azıyla câiz olmazdı.321 Koca “Hale‘tü (hul‘ ettim)”, “fâdeytü” gibi lafızları kullandığında niyet etmesi gerekir. Yoksa talâk gerçekleşmez ve aldığını iade eder.322 Koca herhangi bir sayı söylemediyse bir talâk gerçekleşip ricat hakkı olmaz. Çünkü hul bir çeşit satıştır. İki veya üç talâka niyet ederse o kadar talâk olur. Delili Mâlik’in rivâyet ettiği Osman’ın “Hul‘de bir sayı söylenmedi ise bir talâktır. Çünkü o koca tarafındandır. Söylerse söylediği kadar olur. Muhtelia mutallakadır. İddeti onunki kadardır. Kocanın ricat hakkı olmadığı için onun sükna hakkı vardır, nafaka hakkı bulunmaz. Ancak yeni bir nikahla dönebilir” sözüdür. Hul‘ü talâk saymanın sebebi Şafi’ye göre “O talâk iki keredir” âyetidir. Bundan talâkın ancak kocanın vermesiyle gerçekleştiğinin anlaşılacağını ve böylece hul‘ün de ancak kocanın vermesiyle gerçekleşeceğini söylemektedir. Koca karısını hul ettiğinde hul‘ üzere talâk, firak veya serah üzere talâk denir. Bu sebeple hul‘ talâktır.323 Şafiîler nikahı satışa benzettikleri için sistemlerini ona göre kurmuşlardır. Kocanın ricat hakkı olmamasını âyette geçen “iftedet” ile açıklamıştır. Hul‘işleminden sonra kadına dönülseydi müftediye olmazdı.324 Şafiî’nin bu sözüne göre kadının iftidâsı kocanın talâkı ile gerçekleşseydi talâkı koca istediğinde kullanacağı için koca istemediğinde kadın müftediye olmazdı. Şafiî bunu hem talâk sayıp hem de kocaya ricat hakkı tanımamakla iftidânın geçtiği ayete uygun olmayan bir görüş otaya koymuştur. Çünkü o ayette “O talak iki keredir bundan sonrası ya iyilikle tutmak yada güzellikle serbest bırakmaktır” buyrularak her iki talâkta da kocanın ricat hakkının bulunduğu hükme bağlanmıştır. Aynı âyette geçen iftedet sözünün kocaya dönüş hakkı tanımayan bir ayrılığı hükme bağladığı da açıktır. Ayette çelişki olmayacağından iftidânın talâktan farklı bir hükümde olması gerekmektedir. Ayrıca Şâfiî mezhebinin hul‘ü kadının kocasını sevmediği ve Allah’ın hududunu yerine getirememekten koktuğu zaman başvurabileceği bir çözüm yolu olarak görüp bunu kocanın kabulüne bağlaması da çelişkidir. Âyet tamamen kocanın bedel almasının mübah olması açısından değerlendirilmiş, hadis ise Peygamber’in Sâbit’e bedel alması için izin vermesi olarak ele alınmıştır. Dolayısıyla hul kadının kocasını sevmemesi sebebiyle sürdüremeyeceği bir evlilikten kurtulması için çözüm olarak kabul edilmiştir. Ancak bunu kocanın onayına bağladıkları için onu çözüm olmaktan çıkarmışlardır. V. ZÂHİRÎ MEZHEBİ Zâhirî mezhebinin görüşlerini yansıtan İbn Hazm diğer mezheplerin bu konudaki görüşlerini de ele alarak ayrıntılı bir şekilde eleştirmiştir. A. Tanımı İbn Hazm’a göre hul ya kadın kocasını sevmediği için ona karşı görevini yerine getirememekten korktuğunda veya kocasının kendisini sevmeyerek hakkını yerine getirememesinden endişe ettiğinde iftidâ etmek (fidye vererek kendini kurtarmak) tir. İbn Hazm tarifte hul‘e kendini kurtarmak manasını vererek kadının hakkı olduğunu açıklarken buna ters olarak koca razı olursa gerçekleşeceğini söylemektedir. Ona göre ne koca hul‘e zorlanabilir ne de kadın. Hul eşlerin karşılıklı rızalarıyla gerçekleşebilir.325 Bize göre eğer iftidâ kadının hakkı ise bunu başkasının rızasına bağlı olmadan kullanabilmelidir. Karşılıklı rıza ile olması onu kadının hakkı olmaktan çıkarmakta, baş vurabileceği bir ayrılma şekli yapmaktadır. Oysa kadının hakkı ise o bu hakkı kullanmak istediğinde bir engelinin bulunmaması gerekirdi. B. Mübah Olmasının Şartı İbn Hazm’a göre iftidâ ancak iki durumda helal olur. Bunlar kadının ya kocasını sevmeyerek onun hakkını yerine getirememekten korkması, ya da kocasının kendisini sevmeyerek hakkını yerine getirememesinden korkması durumlarıdır. Bunun mübah olduğunu şu ayetler gösterir: Bir kadın kocasının nüşûzundan veya yüz çevirmesinden korkarsa aralarında sulh yapmalarında ikisine de bir günah yoktur. Sulh daha hayırlıdır ve onların (eşler) Allah’ın hududunu yerine getirememelerinden siz korkarsanız kadının iftidâ etmesinde ikisine de bir günah yoktur.326 C. Hâkimin Müdahalesi İbn Hazm Hasan Basri ve İbn Sirin’in hul‘ü sultanın yanında olması gerektiği görüşlerinin delil getirilemeyecek sözler olarak değerlendirmiştir. Said İbn Cübeyr’in “hul ancak nasihat ettikten, fayda vermezse dövdükten, fayda vermezse hâkime götürüldükten sonra olur. Hâkim iki hakem gönderir. Onlar durumu tahkik ederek hâkime bildirirler. Hâkim duruma göre ayırır veya birleştirir” sözünü de aynı şekilde görür. “Eğer doğru söylüyorsanız delilinizi getirin”327 diyerek bunlara karşı çıkar. Ona göre hul sultan olmadan gerçekleşir.328 O hul‘ü ricî talâk olarak gördüğü için koca istediğinde ricat edebilmekte ve bu tamamen kocanın elinde olmaktadır.329 Buna göre kadın mal verdiği hallde kocasından kurtulamamaktadır. İbn Hazm’a göre zaten hâkimin müdahalesi söz konusu değildir. D. Hükmü İbn Hazm’a göre hul‘ ricî talâktır. Koca dönmek isterse kadın istesin, istemesin dönebilir. Ancak üç talâk ile boşamış veya üçüncü talâk hakkını kullanmış veya zifaftan önce boşamışsa ricat olmaz.330 İbn Hazm âyette hul‘ün talâk olmadığının da talâk olduğunun da yer almadığını, bu yüzden Peygamber’in beyanına başvurulacağını ifâde eder. İbn Hazm bu konuda gelen hadislerden Mâlik’in Amra’dan rivâyeti ile Ahmed b. Hanbel’in Rubeyyi’den aldığı rivâyeti nakletmiştir.331 Bu rivâyetlerde “onda olanı al ve yolunu aç” emri ve Peygamber’in Habîbe’ye bir hayız iddet belirlemesi yer alır. İbn Hazm’a göre başka rivâyet olmasaydı bu iki rivâyet hul hakkında kesin delil olurdu. Ancak Buhârî’nin yer verdiği ibn Abbas hadisinin de332 dikkate alınması gerektiğini İkrime’den gelen, hul‘ün bir hayız olduğu rivâyetinin mürsel olması sebebiyle alınamayacağını belirtmiştir. Ona göre böylece geriye üç rivâyet kalmaktadır. Buhârî’nin yer verdiği rivâyette “Onu bir talâkla boşa” fazlalığı bulunmaktadır. Ona göre hul talâk olduğu için bu ziyadeyi bırakmak câiz olmaz. Allah Kur’an’da talâk iddetini bildirmiştir.333 Yâni Kur’an’da talâk iddeti belli olduğu halde Peygamber hul‘ iddetinin bir hayız olduğunu söylemez. İbn Hazm hul‘ü kocanın boşaması olarak kabul ettiği için buna uygun olan rivâyeti almakta ve Kur’an’da talâk iddetinin belli olması sebebiyle ona uymayan rivâyetleri almamaktadır. İbn Hazm İbn Abbas’ın hul‘ün talâk olmadığı hususundaki fetvasını kabul etmemektedir. Çünkü İbn Abbas bunu Peygamber’den rivâyet etmiş değildir. Ama İbn Abbas’ın “onu bir talâk ile boşa” sözüyle biten rivâyetini Peygamber’den naklettiği için esas almaktadır. Ona göre hul‘ün ricî talâk olduğunun delili hul‘ün talâk olmasıdır. Allah Kur’an’da talâkın hükmünü açıklamıştır. Buna muhalefet edilmez. Ne Kur’an’da ne sünnette ricî olmayan talâk bulunmaz. Yalnız üç talkın bir arada verilmesi, üçüncü talâkın kullanılması ve zifaftan önceki boşamada ricat olmaz. Bunun dışında ricat olmamasını söylemek delilsizdir. Koca geri dönerse aldığını iade eder. Çünkü o zaman kadının muradı yerine gelmemiş olur.334 Hul‘ kadının ayrılma isteğini yerine getirmek içinse, bize göre bunu talâk sayarak kocanın istediğinde dönebilmesini caiz saymak bu amaca ve eşlerin anlaşmalarına uygun düşmemektedir. Allah talâkın, hul‘ün ve iftidânın hükümlerini ayrı ayrı açıklamıştır. Bunları birbirine karıştırmamak, birini diğerinin yerine koymamak gerekir. İbn Hazm da hul‘ün talâk olup olmadığının Kur’an’da geçmediğini söylemektedir. Neticede ona hul‘ demek, iftidâya da iftidâ demek, hz. Peygamber’in açıklamalarını buna göre değerlendirmek en uygun olanıdır. SONUÇ Nikah akdinde karşılıklı rıza ile aile kurulmakta, icab ve kabül ile akit tamam olmaktadır. Daha sonra erkeğe bu akdin bir sonucu olarak kadının mehrini vermek,335 nafakasını temin etmek,336 evini hazırlamak337 gibi ailenin devamıyla ilgili mali sorumluluklar yüklenmektedir. Konunun başından itibaren açıklamaya çalıştığımız âyetler, aile hayatında karı-koca arasında dengeli bir şekilde dağıtılmış hak ve sorumluluklara işaret etmektedir. “…Mâruf ölçüler içerisinde o kadınların erkekler üzerindeki hakkı, onların bunlara karşı olan hakkına denktir” âyeti bunu açıkça gösterir. Evliliğin sona ermesi söz konusu olduğunda da bu denge mevcuttur. Allah Teâlâ evliliği sona erdirme şekillerinden biri olan talâkla ilgili hükümleri beyan ederken fâilini hep erkekler mef’ulünü ise hep kadınlar olarak zikretmiştir. Bu da talâkın erkeğin fiili olduğunun açık delilidir.338 Bunun için talâk tamamen erkeğin isteğine bırakılmış, bunun şekli, sınırları, riâyet edilmesi gereken kuralları, yüklediği sorumluluklar beyan edilmiştir. Talâkla ilgili âyetler mali olarak tamamen kocaya sorumluluk yüklemektedir. Boşadığı kadını iddet süresinde evinde oturtmak, bu müddet içerisinde nafakasını temin etmek, mehrini vermek gibi. Bunlar kocanın istediği zaman boşamasına mâni olan tabii engellerdir. Kadına evliliği sona erdirme yetkisi veren iftidâ âyetinde ise fâil kadın olarak gelmiştir. Burada fidye verip evlilik bağından kurtulma kadının fiili olarak belirtilmiştir. Âyette eşlerin Allah’ın koyduğu sınırları koruyamamalarından endişe edilmesi durumu yetkili bir mercie nispet edilmiştir. Kadın da koca gibi evliliği sona erdirme hakkına sahiptir. Fakat o erkeğin tek taraflı olarak talâk filini kullanarak evliliğe son vermesi gibi ayrılamamaktadır. Kadının iftidâ edip evlilik bağından kurtulması bir mercie başvurmasıyla gerçekleşmektedir. Çünkü bu hükmü koyan âyette eşlerin aile hukukunu yerine getiremeyecekleri endişesini taşıyan başkalarıdır. Bu da hâkimler veya müslümanlar olarak yorumlanmıştır. Bu hakkı kullanmada kadın ile erkek arasında bir derece farkı ortaya çıkmış olmaktadır. Ayette erkeklerin onlara karşı bir dereceleri vardır339 denilmiştir. Bu da kadının hakkını kullanırken ayrılığı yetkili bir mercie başvurarak gerçekleştirmesidir. Kadın aile hayatını sürdüremeyeceğine karar verdiğinde ne Peygamber döneminde ne sahabe döneminde evliliği sona erdirme hususunda bir engelle karşılaşmıştır. Kocasıyla anlaştığında hul‘ yoluyla ayrılmış, anlaşma olmadığı takdirde Peygamber’e, ondan sonraki dönemlerde halifelere başvurarak bunu gerçekleştirmiştir. İbn Rüşd de kadına fidye vererek kendini kurtarma yetkisinin, erkeğin talâk yetkisine karşılık verilmiş bir hak olduğunu söylemiştir. Ona göre erkeğe talâkı kullanma yetkisi verilince kadına da ayrılmak istediğinde kullanabileceği iftida yetkisi verilmiştir.340 Kadının, kocasını dış görünüşü, ahlakı, dini, yaşının büyük olması veya güçsüz olması gibi sebeplerle sevemediğinde ve Allah’ın koyduğu sınırları yerine getiremeyeceğinden korktuğunda iftidâ edebileceğini kabul etmeyen kimse bulunmamaktadır. Bütün âlimler el-Bakara 2/229. âyetin buna delalet ettiğinde görüş birliği içindedir. Kur’an’da bu, iftidâ olarak isimlendirilmiştir. Çünkü kadın verdiği mal ile kendisini evlilik bağından kurtarmaktadır.341 Hul‘Allah’ın koyduğu sınırları yerine getirememe endişesi olduğunda karı-kocanın anlaşarak kadının mehirden vermesiyle evlilik hayatına son vermeleridir. Âyette öncelikle, eşlerin evlilik hayatını sürdürememe endişesini taşımaları durumunda mehirde anlaşabilecekleri beyan edilmiş Burada karşılıklı anlaşma ile evliliğe son verme söz konusudur. İftidâ ise karşılıklı bir anlaşma değildir. Âyete göre hâkimin eşlerin Allah’ın hududunu yerine getiremeyeceklerini tespiti şartıyla kadın fidye vererek evlilik bağından kurtulabilecektir. Bu iftidâyı hul‘den ayırır. İftidâ ise gerekli işlemlerden sonra kadının evliliği sona erdirmesinin farklı bir yoludur. Hul‘, eşlerin karşılıklı rızalarıyla, iftidâ ise tek taraflı olarak evliliği sona erdirmektir. Sonuç olarak tezimizde talak, hul‘, mahkemenin tefriki dışında bir de iftidâ ile evliliğin sona erdirilebileceğini ortaya koymaya çalıştık. Rızâî bir akit olan nikah akdini kendi iradesiyle yapan kadın, evliliği sürdüremeyecek olduğunda kocasının razı olmaması gibi bir engelle karşılaşmadan iftida hakkını kullanabilecektir. Aksi takdirde kadını, kocasını razı etmek veya mahkemede çeşitli yollarla kocasının haksızlığını, geçimsizliğini, ailevî problemlerini açıklayarak ispat etmek zorunda bırakmak haksızlık olacaktır. BİBLİYOGRAFYA AFZALURRAHMAN, Sîret Ansiklopedisi (trc. Heyet), İstanbul 1996. AHMED Abdurrahman el-Benna, Fethu’r-Rabbânî li tertib-i Müsned-i Ahmed b. Hanbel eş-Şeybâni mea muhtasarı şerhihi Buluğu’l-emâni min eser-i fethu’r-Rabbânî, Kahire t.s.. AHMED Ferrac Hüseyin, Ahkâmü’l-üsrati fi’l-İslâm, Beyrut 1991. AKTAN, Hamza, “Talâk”, İslâmda İnanç ibadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi (nşr. İ. Kafi Dönmez), IV/238-245. AMİNE Vedûd Muhsin, Kur’an ve Kadın (trc. Nazife Şişman), İstanbul 1997. APAYDIN, H. Yunus, “Haberi Vâhid”, DİA, XIV/355-363. ASSAF, Ahmed Muhammed, el-Ahkâmu’l-fıkhiyye fi’l-mezâhibi’l-İslâmiyyeti’l-erbea, Beyrut 1988. AYNÎ, Bedreddin Ebu Muhammed Mahmud b. Ahmed (ö. 855/1451), el-Binaye şerhul-Hidaye, y.y. (Darulfikr) 1970. BARDAKOĞLU, Ali, “Hukukî ve Sosyal Açıdan Boşanma”, Türk Aile Ansiklopedisi, Ankara 1991. BEYHAKÎ, Ebu Bekir Ahmed b. Hüseyin, es-Sünenü’l-kübra, Beyrut 1996. BEYZÂVİ, Nasuruddin Ebu Said Abdullah İbn. Ömer (ö. 685 veya 692), Envârut-tenzil ve esrârut-tevil (Kitabu mecmûati mine’t-tefasir içinde), Beyrut t.s. BİLMEN, Ömer Nasuhi, Hukuk-u İslâmiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, İstanbul 1985. BUHÂRÎ, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail (256/869), el-Câmi’u’s-sahih, İstanbul 1981. CESSAS, Ebû Bekr Ahmed b. Ali er-Râzî (ö. 370/980), Ahkâmu’l-Kur’an, y.y. (Matbaati’l-Evkafi’l-İslâmiyye) 1335. DALGIN, Nihat, İslâm Hukukunda Boşama Yetkisi, Samsun 1999. EBÎ HAYYAN, Muhammed b. Yusuf el-Endelüsî, el-Bahru’l-muhît fi’t-tefsir, (Dârulfikr) y.y. 1992. EBU DÂVUD, Süleyman b. Eş’as es-Sicistânî (ö. 276/888), es-Sünen, y.y 1389/1969-1970. EBU ZEHRA, Muhammed, el-Ahvalü’ş-şahsiyye, Kahire t.s. ERDOĞAN, Mehmet, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1998. EROĞLU, Selahattin, “Talâk Hakkında Kur’an’ın Genel Tutumu”, AÜİF. Dergisi 1986, XXVIII/159-165. GÜLEÇ, Hasan, “Muhâlaa”, İslâmda İnanç İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi (nşr. İ. Kafi Dönmez), III/266-268. ___________“Tefrik”, IV/314-316. GÜLER, İlhâmi, “Kur’an’da Kadın Erkek Eşitsizliğinin Temelleri”, İslâmi Araştırmalar Dergisi, Ekim 1991, V/311-319. HABBÂZÎ, Celaleddin Ebi Muhammed Ömer b. Muhammed b. Ömer (ö. 691/1291), el-Muğni fî usûlü fıkh (nşr. Muhammed Mazhar Beka), Mekke 1403. HÂKİM, Ebu Abdillah Muhammed b. Abdullah Neysâburî, Müstedrek ale’s-Sahih, Beyrut 1990. HAMZA Muhammed Kâsım, Menâru’l-kârî şerhi muhtasarı Sahihul-Buhârî, Beyrut 1990. HATTÂBÎ, Ebu Süleyman Ahmed b. Muhammed b. İbrahim (ö. 388/998), Meâlimu’s-Sünen (Süneni Ebi Dâvud ile birlikte), y.y. 1389/1969-1970. HÂZİN, Alâuddîn Ali b. Muhammed b. İbrahim el-Bağdadi (ö. 725/1324) Lübabut-tevil fi meanit-tenzil (Kitabu mecmuati mine’t-tefasir içinde) Beyrut t.s.. İBN ARABÎ, Ebu Bekir Muhammed b. Abdullah (ö. 543/1148), Ahkâmü’l-Kur’an (thk. Ali Muhammed el-Beccavi), y.y. 1387/1967. İBN ABDİLBER, Ebi Ömer Yusuf b. Abdullah b. Muhammed (463/1070), el-İstizkâr, Beyrut t.s.. _________ et-Temhîd limâ Muvatta mine’l-meânî ve’l-esânîd, y.y. 1990. İBN ESİR, Üsdü’l-gâbe fi marifeti’s-sahabe (nşr. Muhammed İbrahim el-Benna; Muhammed Ahmed Âşur), (Daru’ş-Şâb) y.y. 1973. İBN HÂCER el-Askalânî, Şihabuddin Ahmed b. Muhammed (ö. 852/1448), Fethu’l-bârî bi şerhi Sahihi’l-Buhârî, Beyrut t.s. İBN HAZM, Ebu Muhammed Ali b. Ahmed (ö. 436/1064), el-Muhalla bi’l-âsâr (nşr. Abdulgaffar Süleyman el-Bundârî), Beyrut 1988. İBN HÜMAM, Kemaleddin Muhammed b. Abdulvâhid es-Sivâsî (ö. 681/1457), Fethul-kadîr, (Darulfikr) y.y. t.s., 2. Baskı. İBN KAYYİM el-Cevziyye, (ö. 751/1350), Zâdü’l-meâd (trc.Mehmet Erdoğan), İstanbul 1990. _________İ’lamu’l-muvakkıîn an Rabbi’l-âlemîn, (Darulkutubi’l-ilmiyye) y.y. 1417. İBN KUDÂME, Ebu Muhammed Abdullah b. Ahmed b. Muhammed (ö. 620/1223), el-Muğnî, Kahire t.s. İBN MÂCE, Ebu Abdillah Muhammed b. Yezid el-Kazvînî (ö. 276/889), es-Sünen, Beyrut 1986. İBN MANZÛR, Muhammed b. Mukrib, Lisânu’l-Arab, Beyrut 1990. İBN RÜŞD, Ebilvelid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Ahmed b. Rüşd el-Kurtubî (ö. 595), Bidâyetü’l-müctehid ve nihâyetü’l-muktesıd, Mısır t.s.. İBN TEYMİYE, Takiyyuddîn Ahmed b. Abdulhalim, Mecmûu fetâvâ, Beyrut 1398. İSFAHÂNÎ, Hüseyin b. Muhammed b. Râgıb, el-Müfredât fî garîbi’l-Kur’an, Beyrut t.s.. KARAMAN, Hayrettin, Mukayeseli İslâm Hukuku, İstanbul 1991. KEHHALE, Ömer Rıza, et-Talâk, Beyrut 1984. KURTUBÎ, Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed el-Ensâri (ö.671/1252), el-Camî li ahkâmi’l-Kur’an, Beyrut 1988. KIRBAŞOĞLU, M. Hayri, “Kadın Konusunda Kur’an’a Yöneltilen Başlıca Eleştiriler”, İslâmi Araştırmalar Dergisi, Ekim 1991, V/271-283. MÂLİK b. Enes (ö. 179/796), el-Muvatta, Beyrut 1994. ___________, el-Müdevvenetü’l-kübra, Kahire 1324. MERGINÂNÎ, Ali b. Ebî Bekr el-Fergânî, el-Hidâye şerhu Bidâyeti’l-mübtedî, Beyrut t.s. NESÂİ, Ebu Abdirrahman Ahmed b. Şuayb (ö. 303/916), es-Sünen, Beyrut 1930. NESEFÎ, Ebulberekat Abdullah b. Ahmed b. Mahmud (ö. 701/1301), Medarikut-tenzil ve hakaiku’t-tevil (Kitabu mecmûati mine’t-tefasir içinde), Beyrut t.s. REMLÎ, Muhammed b. Ebu’l Abbas Ahmed b. Hamza b. Şihabuddin (ö. 1004/1595), Nihâyetü’l-muhtac ilâ şerhi’l-Minhac, (Mustafa Halebi Baskısı) Mısır 1967. SABÛNÎ, Abdurrahman, Medâ hurriyyeti’z-zevceyni fi’t-talâk, Beyrut 1983. SAN’ÂNÎ, Ebû Bekr Abdurrezzak b. Hemmâm (ö. 211/826), Musannef, Beyrut t.s. SERAHSÎ, Şemsüleimme Muhammed b. Sehl, el-Mebsut,İstanbul 1983. SERÎTİ, Abdulvedud Muhammed, Ahkâmu’z-zevac ve’talâk, Beyrut 1995. SUYÛTÎ, Abdurrahman Celaleddin, Şerhi Süneni’n-Nesâî (ve Haşiyeti İmam Senûdî), Beyrut 1930. ŞÂFİÎ, Muhammed b. İdris (204/819), el-Ümm, Beyrut 1993. _______ Ahkâmu’l-Kur’an, Beyrut 1980.
Posted on: Mon, 15 Jul 2013 17:07:02 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015