Kitabın adı: Türkiye, Kısa Bir - TopicsExpress



          

Kitabın adı: Türkiye, Kısa Bir Tarih idefix/kitap/turkiye-kisa-bir-tarih-norman-stone/tanim.asp?sid=Y4GGETDECK1KWZOS57XF Özgün adı: Turkey a Short History Yazarı: Norman Stone, 2011 Türkçesi: Orhan İsvan Remzi Kitabevi, 2011 Birinci Basım, Kasım 2011 208 sayfa 15 TL (...) Norman Stone, Bilkent Üniversitesi Rusya Çalışmaları Merkezinin direktörüdür. Daha önce Oxford Üniversitesinde Modern Tarih öğretim üyesi olan Cambridge Üniversitesinde de yıllarca ders vermiş olan Stone, halen Oxfordda ve İstanbulda ikamet etmektedir. (…) Sayfa 7: Osmanlı İmparatorluğu modern dünyanın hafızasından silinmeyen bir hayalet gibidir. (...) Sayfa 9: Osmanlının başarısı İslamiyete ne ölçüde bağlıydı? Yoksa bunu tersten okuyup, Osmanlının İslamiyette aşırıya kaçılmadığı dönemde mi başarılı olduğunu söylerdiniz? (...) Sayfa 9: Cumhuriyetçi Türkler dinin devlet işlerinden ayrılması gerektiği konusunda son derece kararlıydılar ve devlet işlerini dinin belirlemesi, gelişmenin önünde muazzam bir engel olarak görüyorlardı. 1923 yılında Cumhuriyeti kurarlarken, Kilise ile devletin 1905 yılında birbirlerinden ayrılmış ve rahibelerin de manastırlardan süngü zoruyla çıkarılmış olduğu Fransayı örnek aldılar. (...) Sayfa 9: Cumhuriyeti kuranlar Osmanlıdan kendilerine kalmış mirasla barışık değillerdi. (...) Sayfa 11: Günümüz Türkiyesi, XIX. yüzyıl sonlarında II. Abdülhamit döneminde olup bitenin kirli bir versiyonunu yaşıyor. (...) Sayfa 11: Cumhuriyetin kuruluşunda çok önemli rol oynayacak sivil entelejensiya ve Ordu, II. Abdülhamite başkaldırmışlardı ki, bu çekişmenin bir benzeri bugün de yaşanıyor. (...) Sayfa 12: Biri Bilkent Üniversitesinden meslektaşım olan Hasan Ali Karasar, diğeri ise Cambridgein en eski üniversitesi Peterhouseda bulunan Murat Siviloğlu olmak üzere iki eski öğrencimin, Türk tarihi duayeni Andrew Mango ile beraber kitabımın taslağını gözden geçirmeleri talihin bana güldüğünün göstergesidir. (...) Sayfa 14: (Hitler Almanyasında İstanbula kaçan) Bu Almanların B takımı çok üst düzeydeydi. O Almanlardan biri Ernst Reuter, Arapça ve Farsça kelimeler yerine Türkçe kelimeler koymakla ilgili dil komisyonuna üye yapılmıştı. Muhtemelen bu kelimeleri uydurdu. (...) Sayfa 15: Halikarnas Balıkçısı daha 1940larda, İngilterede en çok okunan yazarlardan biriydi. (...) Sayfa 17: Batı dillerindeki Kiosk kelimesi Türkçe köşkten türemiştir. (...) Sayfa 17: Osmanlının simgesi at kuyruğu idi. Bir çadırın dışında ne kadar çok at kuyruğu asılıysa, çadır sahibinin rütbesi de o kadar yüksek demekti. (...) Sayfa 17: IV. yüzyıl Çin kaynaklarında, kendinden daha gelişmiş uygarlıkları yağmalamakta ustalaşmış göçebe savaşçı kabilelerden söz edilir: Türk kelimesi bu kabilelerden en baskın olanına verilen isimdi ve güçlü adam demekti. (...) Sayfa 18: XII. ve XIII. yüzyıllarda Marko Polo Çin Türkistanından Büyük Türkiye diye söz etti! Bu yer isimlerinde Türk etkisi barizdir. (...) Sayfa 19: Taç Mahalin ismi Taç ve Mahal kelimelerinden oluşur (tacın konulduğu yer anlamında). (...) Sayfa 21: Napolyonun Rusları kazırsanız, altlarından Tatarlar çıkar sözü meşhurdur. (...) Sayfa 25: Türkoman, Orta Asyadan yeni gelmiş olup, kentte kendisini rahat hissetmeyen kişi... (...) Sayfa 24: Bizansı aslında Venedikliler ve Cenevizliler yönetiyordu ama bir taraftan da Karadeniz ticaretine hakim olmak için birbirleriyle savaşıyorlardı. (...) Sayfa 27: Sultan, iddialı (ve Arapça kökenli) bir sıfat! (...) Sayfa 28: Fethedilen yerlerin halkları, Türklerin getirdiği yeni düzeni genellikle hoş karşıladılar. Bu, adil ve keyfilikten uzak bir yönetim biçimiydi. (...) Sayfa 29: Osmanlılar için asıl sorun Venedik idi. Vicdanız, iyi yönetilen, zengin ve güçlü Venedik, Doğu Akdeniz ticaretine tamamen hakimdi. (...) Sayfa 29: Türkçe ve Macarca birbirlerine epey benzer yapıdadır ve çok sayıda ortak kelimeye sahiptirler. Örneğin, arpa her iki dilde de aynıdır. (...) Sayfa 31: Ama Türkiyenin hikayesi Anadolunun zafer kazanmasının, sonra da bir kenara itilmesinin hikayesidir. (...) Sayfa 32: Acaba Osmanlılar böylesine yenilmez bir savaş makinasını neden yaptılar? (...) Sayfa 32: Osmanlılar adeta işe yarar bir Bizans kurmuş gibiydiler (ve ne de olsa, hükümranlığın altındaki nüfusun dörtte üçü Hıristiyandı). (...) Sayfa 33: Yeniçerilerin kendi müzikleri ve kendilerine özgü merasim yürüyüşleri vardı (iki adım ileri, bir adım geri, baş yana eğik! (...) Sayfa 37: Nitekim, Büyük Logotet (başbakan seviyesinde sivil yetkili) İstanbulda kardinal takkesi görmektense padişah sarığı görmeyi tercih edeceğini uluorta ifade etmişti. (...) Sayfa 42: Bugünkü Orospu kelimesi Ortaçağ Persçesinden kalmadır ve ikinci hecesi ros, Rustan gelir. (...) Sayfa 51: Osmanlı, gayet kesin kurallara göre düzenlenmiş askeri bir imparatorluktu. Bürokratik mekanizması, ticaret ve mülkiyet kayıtlarını şaşmaz bir hassasiyetle tutardı. (...) Sayfa 51: Kızılbaşlar şimdi Orta Anadolunun kuzeyinde kümelenmiş ve akılları çelinerek, kendilerini nüfus kütüklerine bu kimlikle kaydettirmeye ikna edilmişlerdi. Bunlardan kırk bin kişi kılıçtan geçirildi. Canlarını kurtarabilenler dağlara kaçtı. Bazıları ıssız ve geçit vermez bir bilge olan Dersime ulaştılar ve orada Zaza (kekelemek anlamına gelen farsça bir kelime) Kürtçesini benimsediler. (...) Sayfa 53: Yavuz Sultan Selim öldüğü zaman bir büyüklük duygusu içinde Malik ül-Bareyn (iki kıtanın hükümdarı) ve Hakan ül-Bahreyn (iki denizin hakanı) ve Hadim-ül Haremeyn (kutsal mekanların - Mekke, Medine - hizmetkarı) ünvanlarını almıştı. Oğlu bunlara Marzban El Afak (ufka yürüyen fatih), o Şah-ı Alem Penah (tüm dünyanın sığınağı) tac-ı bahş hüsreva-yı ruyizemin, Kıtalar Fatihi ve Zillullah-i Fil Arz (Allahın yeryüzündeki gölgesi) sıfatlarını da ekleyecekti. Ona bağlı Kırım hükümdarının Rus Çarına gönderdiği resmi bildirimler de ilan-ı yarlığ-ı şerif-i han budur ki... (yüce Hanın emirlerini sizi ilgilendiren kısmı aşağıdaki gibidir) diye başlardı. (...) Sayfa 54: Çıkardığı kanunlara atfen kendi ülkesinde Kanuni diye anılan bu padişaha Almanlar, Büyük Türk anlamında deer gross Türck derlerdi. (...) Sayfa 56: Türkiye ile İspanyayı kıyaslamak gayet ilginç olur. İspanya yedi yüzyıl süreyle İslami egemenlik altında yaşamıştı. Kurtuba Halifesi dönemi, görkemli Kahireyi bile zaman zaman geride bırakmıştı. (...) Sayfa 60: Protestanlar Türkleri papa yanlılarına tercih ederiz diye haykırmışlardı. Fransızlar bir adım daha ileri gittiler. (...) Sayfa 62: 1529 yılında Kanuni bu sınırı ezcümle... (...) Sayfa 64: Büyüklük taslamaya başladığı için 1536 yılında idam edilen Rum İbrahim Paşa da çok güçlüydü. (...) Sayfa 66: Modern dünyaya işlerlik kazandıracak yeniliklerle ortaya çıkan Hollanda oldu: Milli banka, akla uygunluk esasına göre planlanmış askeri taktikler, zekice tasarlanmış gemiler, denizcilik sigortası, borsa, teleskop, mevsimsel açlığa son veren tarımsal gelişmeler vs, bunlar arasındaydı. Hollanda bir işgale karşı koyamayacak kadar küçük ve parçalara ayrılmış bir ülke olduğundan, Hollandalılar temel yapı taşlarını İngiltereye nakledip faaliyetlerini oradan yürüttüler. Hatta 1688 yılında İngiltere tahtına bile çıktılar. (...) Sayfa 67: Moda haline gelen bir görüşe göre; bir varmış bir yokmuş, bir zamanlar bir Batı emperyalizmi varmış. Bu görüş; önce Portekiz; sonra da Hollanda gemilerinin baharat ticareti bölgelerinde boy göstermeye başlamaları noktasından hareket eder. Kapitalizmin, emperyalizme dönüşüp Üçüncü Dünyayı sömürdüğü anlamındaki Leninist yaklaşımın bir türeviydi. (...) Sayfa 70: Kanuni Sultan Süleyman bu sorunlarla nasıl baş edileceğini gayet iyi bilirdi. Onun saltanat dönemi bir imparatorluk senteziydi. Roma İmparatorluğunun teşkilatı ve hukuk düzeni, İslamiyet ilhamı ve Orta Asyanın savaşçılığı! (...) Sayfa 71: İspanyollar, Güney Amerikada efsanevi Potosi gümüş yataklarını bulup her yıl gemiler dolusu gümüş getirdiler. O zaman fiyatlar yükseldi ve İspanya tahtı bile borçlarını ödeyemez hale gelip 1575 yılında iflas etti. Bu süreç Türkleri de etkiledi. Venedikin bastığı sikkelerin gümüş oranı sabit tutulduğundan rezerv para olarak herkes ona rağbet etti. (...) Sayfa 73: Hadım etme, Bizanstan kalan ve kökeni Hıristiyanlığın ilk dönemine dayanan bir olguydu. Pek de isabetsiz olmayan bir anlayışa göre, cinsellik şeytan işiydi. Görünüşe göre, bu fikri ilk ortaya atanlar, Mısır Kıptileriydi. (...) Sayfa 77: Sünni İslam inancının dört ayrı hukuk anlayışı vardı. Osmanlı, yani hanefi anlayışına göre, yabancılara oldukça iyi davranabilirdiniz. İmparatorluğun doğusunda rağbet gören Şafii anlayışı daha hoşgörüsüzdü ve ayrıca, kadına yönelik tutumu da daha katıydı (bugün bile Diyarbakır havaalanından kadınlarla ve yabacılarla aynı havayı solumamak için maskeyle dolaşan, asık suratlı, yaşlı adamlar görebilirsiniz). (...) Sayfa 78: Alkole karşı hoşgörülü bir tutum takınmış olan Bektaşi tarikatı Balkanlarda ve Yeniçeriler arasında yaygındı. (...) Sayfa 80: (IV. Murat zamanında) Hıristiyanların ve Musevilerin ortalıkta göğüslerini gere gere dolaşmalarını yasaklayan kanunlar çıktı: Rumlar mavi, Ermeniler ise kırmızı renkli ayakkabı giyeceklerdi. Bir süre için bu kanunlar uygulandı da. Dahası, bu padişah alkolü yasakladı ki, eğer yönetmeniz gereken bir imparatorluğunuz varsa, bu hiç de iyi bir fikir değildi. (I. Ahmet, sigara içerken yakalanan bir adamı idam bile ettirmişti. IV. Murat da aynı sebeple binlerce kişiyi idam ettirdi.) (...) Sayfa 83: Değişen dengeler: Karadeniz hala bir Osmanlı gölüydü. Ne Rus, ne de Avrupa gemileri orada herhangi bir varlık gösterebilirdi. Bu denizin kuzey kıyıları ve Kırım, tıkır tıkır işleyen bir Tatar devletinin kontrolündeydi. (...) Sayfa 87: 1730 yılına kadar süren bu dönem Lale Devri olarak anılır. Lale, Orta Asyadan gelmedir. İsmi, Farsça bir kelime olan Türbandan gelir. (...) Sayfa 89: Günü geldiğinde, Patrona Halilin ve arkadaşlarının yüksek mevkilere tayin edilişlerini kutlamak bahanesiyle verdiği bir ziyafette hepsini topluca öldürttü. Bu Lale Devrinin sonuydu. (...) Sayfa 90: III. Mustafa borç alan ilk padişah. (...) Sayfa 91: Tarabya ismi, terapi şehri anlamındaki Rumca therapeia kelimesinden gelir. (...) Sayfa 91: Klepht ve kleptomani aynı kökten çalmak kelimesinin rumca karşılığı olan klepteindan türemişlerdir. (...) Sayfa 94: Merkezi karar organı Babıali, Devlet-i Aliye-i Osmaninin kapısıydı (yüce devletin kapısı). Fransızca kısaltması evrensel olarak benimsenmiş, herkes bu kuruma Kapı der olmuştu. (...) Sayfa 96: Şimdi de topçuluk uzmanı olarak yine bir Macar olan Baron de Tott geldi (muhtemelen Slovaktı. Macarca karşılığı zenci olan Tot nahoş bir isimdi ama onu Fransızlar tavsiye etmişti). Bir humbaracı (bombardımancı) birliği kurdu. (...) Sayfa 105: XVII. yüzyılda Fransızlara ilham kaynağı olmuş klasik Roma anlayışının tersine, bu insanlar Yunanistana romantik bir pencereden bakıyorlardı. Bu biraz da Alman milliyetçiliğinin Fransız tahakkümüne karşı gösterdiği bir tepkiydi. Eski Almanca cümlelerin sıradışı yapıları da bunun bir göstergesidir. Fiil sondadır. İlgi tümcesi, isimden sonra gelen ortaç nedeniyle uzun bir sıfat tamlamasına dönüşmüştür. (...) Sayfa 105: Der Spiegel okuyarak yetişmiş günümüz Almanları bu eski dili kolay kolay anlayamadıkları için, felsefeci Kant Berlinde İngilizce olarak okutulur. Helenizm fikri Kuzey Avrupada çılgın bir coşkuyla karşılandı. Napolyon sonrası dönemde çok sayıda asker işsiz kalmıştı ve Rum tüccarlarda da onları işe alabilecek kadar para vardı. (...) Sayfa 109: Yeniçerilerin imha edilişi tarihe hayırlı bir iş anlamında Vaka-i hayriye olarak geçti. II. Mahmut bunun şerefine Tophane civarına, Boğazın liman bölgesine mükellef, neredeyse rokoko tarzı sayılabilecek bir cami yaptırdı. İsmi zafer anlamına gelen Nusretiyedir. (...) Sayfa 110: II. Mahmut bir gün ansızın pantalon giymişti. Yeni ordunun üniformasında da pantalon vardı. Siviller için enseden iliklenen, uzun etekli bir ceket tasarlanmış, adına da İstanbulin denmişti. (...) Sayfa 119: Viyanada finansal kriz patladı, Almanya üzerinden yayıldı ve İstanbula gürül gürül borç para akıtan musluklar kapandı. 1875 yılında Osmanlı İmparatorluğu iflasını ilan etti. Artık son perdeyi oynayacaktı. (...) Sayfa 122: Gladstone müthiş bir ahlakçıydı ama maliye bakanlığı yaptığı dönemde bile tutmayı sürdürdüğü Rumca günlüklerinde, mastürbasyon fantezilerini ancak kendisini altın bir kırbaçla kamçılatmak suretiyle bastırabildiği yazılıdır. (...) Sayfa 128: Anatole France, yükseltici bir sıfat olan senyör kelimesinin bir harfini değiştirerek ona sanyör lakabını taktı ki bu lakap, kan dökücülük çağrışımı yapıyordu. Gladstone gibileri ise ona Lanet Olası Abdül anlamında, Abdul the Damned dedi. (...) Sayfa 130: Beyoğlu tarafında, dört tane devasa bronz kartalıyla Alman Büyükelçiliği... Kuş kafesi... (...) Sayfa 131: Şair Ziya Paşanın dizeleriyle; Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kaşaneler gördüm / Dolaştım mülk-i İslamı bütün viraneler gördüm ifadesi abartılıdır ama gerçeği yansıtır. (...) Sayfa 135: Aslında soykırım yapmakla ilk suçlanan II. Abdülhamitti. Bu olayda 300.000 Ermeninin öldürüldüğü öne sürüldü. Fransız tarihçi François Georgeon ve İngiliz meslektaşı Andrew Mango, bu sayının aslında yaklaşık 30.000 olduğunda birleşirler. (...) Sayfa 136: Yine de, İngiltere Türklere sırtını döndü. İngiltere kendisine başka bir müttefik hatta bir uydu buldu: Yunanistan. Garip ama gerçektir ki, 1947 yılına gelininceye kadar İngilizler bu ülkenin iç işlerine o kadar çok karıştılar ki, iç savaşlarına bile müdahale ettiler. Ama Hindistan ve Filistin yutabileceklerinden büyük lokmalardı. Ağızlarına sığmayan dolarlar kulaklarından fışkırıyordu ( sonunda Yunanistanı Washingtona bıraktılar). (...) Sayfa 139: İstanbulda yaşayan bir başka Macar olan Theodor Herzl huzura çıktı ve son derece kibar bir dille, borçların ödenmesi halinde Filistine bir musevi göçünün uygun görülüp görülemeyeceğini sordu. Aynı derece kibar bir dille hayır cevabı aldı. 1905 yılında Ermeniler Yıldız Camiinin dışına, padişah çıkarken patlayacak şekilde ayarlanmış bir saatli bomba yerleştirdiler. Padişah, Şeyhülislamla yaptığı kısa bir görüşme nedeniyle biraz gecikince, kalabalığın içinde patlayan bomba yetmiş kişiyi öldürdü veya sakat bıraktı. (...) Sayfa 143: Ama bir bakıma, nasıl ki bir imparatorluğun Balkanlarda kurulduğu söylenebilirse, Cumhuriyetin temellerinin de Balkanlarda atılmış olduğu düşünülebilir. (...) Sayfa 147: İttihat ve Terakki zamanında futbol patlama yaptı (günümüzde, İstanbulda yaşayan Kürtler nedense genellikle Galatasaray sempatizanıdırlar). (...) Sayfa 148: 1913 yılında bu hükümet de bir darbeyle devrildi. Enver Bey bu hükümeti silah zoruyla istifaya zorladı. Modern Türkiye tarihinin ilk askeri darbesi oldu. (...) Sayfa 152: Liman von Sanders! Sonradan Hıristiyan olmuş bir Musevinin oğlu olduğu için Doğuya uygun olacağı düşünülmüştü (eşi de İngilizdi). Prusya düşünce tarzı bu kadar ruhsuzdu. Boğazlardaki bir Türk kolordusunun başında bir Alman generali mi? Bu Rusyanın yaşamsal çıkarlarını ilgilendirirdi. O zamanlar dünyanın en büyük tahıl ihracatçısı olan Rusyanın tahıl sevkiyatının yüzde 90ı Boğazlardan yapılırdı. (...) Sayfa 153: Berlin - Bağdat demiryolunun finansmanını Deutsche Bank sağlıyordu, hem de Berlinde ağızdan ağıza dolaşan bir fikre göre Osmanlı İmparatorluğu da Bizim Mısırımız haline gelebilirdi. Yatırımların aslan payını Fransızlar kapmış olsalar da, ticaretin büyük bölümü Almanlarla Avusturyalıların elindeydi ve onlar, İngilizleri bu piyasanın dışına iteliyorlardı. Artık herkes Türkleri defterden silmişti: Soru, imparatorluğun nasıl bölüneceğiydi. Petrolüyle, metrolüyle; her şey nasıl paylaşılacaktı? (...) Sayfa 155: Enver Paşa doğuştan maceraperestti. (...) Sayfa 156: 1914 yılının Aralık ayında, Sarıkamış muharebelerinde 90.000 kişi hayatını kaybetti. (...) Sayfa 157: Rus ordusunda dört Ermeni tugayı vardı. Rus Ermenistanındaki patrik, Çarın da onayıyla, Türklere karşı topyekun bir ayaklanma çağrısı yaptı. Van bölgesinde de tam da bu yaşandı. Müslümanlar topluca katledildi ve Van Gölüne bakan büyük kalenin dibindeki Müslüman kasabası yerlebir edildi. (...) Sayfa 162: O zaman, Mustafa Kemal üstün niteliklerini farklı bir biçimde tekrar gösterdi: Ne zaman ve nerede durulacağını gayet iyi biliyordu. (...) Sayfa 164: 29 Ekim 1923 günü Mustafa Kemal bu devletin bir cumhuriyet olduğunu ilan etti. (...) Sayfa 166: Öyle ki, bugünün öğrencileri için dünün klasiklerinin Ultra Modern Türkçeye çevrilmesi gerekiyor. (...) Sayfa 168: Kayserinin eşrafı o zamanlar koyu cumhuriyetçi, milliyetçiydi. (2007 yılında 11. Cumhurbaşkanı seçilen Abdullah Gül, Kayserilidir ve bugünün Kayserisi onun şahsıyla bütünleşmiştir. Başarılı bir şekilde sanayileşmiş ama aynı zamanda gayet katı dindar bir şehirdir. Özal zamanında serpilen Anadolu sermayesinin sembolüdür. Cumhuriyetçi ve laik kesimler bu sermayeyle gergin bir ilişki içindedirler. (...) Sayfa 170: Laik ve aydın çevreler Demokratlardan nefret eder oldu. 1960 yılında Demokratlar askeri bir darbeyle devrildi. Papanın, Başkan Eisenhowerın ve İngiltere Kraliçesinin ricalarına kulak asılmaksızın başbakanları Adnan Menderes idam edildi. Rum Patriği bile mahkemede onun lehine şahitlik yapmıştı. (...) Sayfa 173: İslami eğilimli parti, Recep Tayyip Erdoğanın 1994 - 1998 yılları arasındaki İstanbul belediye başkanlığı döneminin de gösterdiği gibi (akabinde başbakan oldu), genellikle dürüst davrandı ve becerikliydi. (...) Sayfa 175: Eğer günümüz Türkiyesi vaktiyle bir çeşit genişletilmiş İstanbuldan ibaret olsaydı, Avrupa Birliği böyle bir Türkiyeyi muhtemelen üyeliğe kabul ederdi. Kürtleri denklemin içinde tutarsanız, en iyimser sonuç II. Abdülhamit rejiminin modern versiyonu olur: Dininin siyasallaştırılması! Bunu kabul etmeyen, Kürtler de dahil milyonlarca kişi, Osmanlılığı değil, yüzü Batıya dönük bir Türkiyeyi tercih ediyor. (...) Sayfa 176: 2010 yılına gelindiğinde, Türkiyede eski laik güç odaklarıyla yeni yarı - dinci güç odakları arasında ciddi sorunlar vardı. Yargıçlar ve generaller şu veya bu vesileyle tutuklandılar.
Posted on: Fri, 01 Nov 2013 18:43:02 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015