Mesud AKGÜL Türkiye-Çin İlişkileri; Hindistan - TopicsExpress



          

Mesud AKGÜL Türkiye-Çin İlişkileri; Hindistan Cumhurbaşkanının Türkiye Ziyareti Ve D-8’ in Geleceği! Hava savunması açısından son derece stratejik öneme haiz füze savunma sistemi ihalesine biri Amerika, diğeri İtalya-Fransa işbirliği firması ile Rusya ve Çinden birer firma olmak üzere 4 ülke teklif sunmuştu. Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmazın açıklamasına göre firmaların teklifleri 5 ay incelendikten sonra uzun menzilli füze ve FD-2000 füze savunma sistemi üretimi konusunda ABD, Rusya ya da Avrupadaki şirketler yerine, Çin şirketi CPMIEC ile anlaşma imzalanacağı açıklandı. İhalenin Çin firmasına verildiği kamuoyuna açıklandıktan sonra başta ABD ve NATO çevreleri olmak üzere dış basında kızılca kıyamet koptu! 17.10.2013’te Alman Spiegel Online sitesine açıklama yapan İngiliz bir askeri yetkili füze savunma sisteminin Çine sipariş verilmesi halinde Bir daha kapanması mümkün olmayan güvenlik açığına yol açacağını savunarak Türkiyenin yaptığı, ihanettir açıklamasını yaptı! ABD, AB ve NATO yetkililerinden ihale ilgili şiddetli eleştiriler gelirken Çin’de ise adeta bir bayram havası hakim! Çin hükümet yetkilileri, Rusya ve ABDyi yenerek Türkiyedeki ihaleyi kazandıklarını ve Türklerin çok isabetli bir karar aldıklarını, Türkiye’nin Çin firmasını tercih etmesinin en doğal hakkı olduğunu savunuyorlar. ABD, AB ve NATO’daki Siyonist odaklardan gelen tüm eleştirilere rağmen Türkiye’nin aldığı karardan vazgeçmeyi düşünmediği bizzat Başbakan Erdoğan tarafından şu şekilde kamuoyuna açıklandı: “En uygun ve düşük fiyatı Çin verdi. Bunların yanında Çin bir de ortak üretime evet dedi. Onun için diğer ülkeleri çıkardık. Çin en erken bunun üretimini teyit etti. Sürede yüzde 50 fark var. NATO’nun söyledikleri hilafı hakikattir. NATO’ya üye 7-8 ülkenin askeriyesinde Rus füzeleri var bunlar dosyalarımda mevcut. NATO dışında silah alamazsınız ve ortak silah üretimine giremezsiniz diye bir şey yok. Biz Çin’le ortak tatbikat yaptık. Biz bu arada teknoloji transferi gerçekleştiriyoruz. Bunu halledersek caydırıcılık gücümüz artacaktır. Bu bizim bağımsızlık sembolümüzdür.” İhalenin CPMIEC firmasına verilmesine yönelik Suudi MBC şirketinin sahibi olduğu Al Arabya kanalının sitesinde yer verilen bir makalede konunun İsrail boyutuyla ilgili çok önemli bir detaya yer verilmişti! Makalede şunlar yazılıydı: “Malatya’nın ev sahipliğini yaptığı NATO’nun kilit radar sisteminde elde edilen istihbaratın İsrail ile paylaşılacağının açıklanmasından rahatsız olan Türkiye’ye füze savunma sistemini üretme kabiliyetine sahip olma imkanını Çin firması sunduğu için Ankara Çin’i tercih etti.” Füze savunma sistemleri ihalesine yönelik dış ve iç basında yaşanan tartışmalar ile ABD ve NATO’nun karşı çıkmasına rağmen Türkiye’nin aldığı karardan vazgeçmeyerek tüm baskılar karşısında dirayetli bir tutum sergilemesi şu gerçeğin dünya kamuoyuna tarafından bir kez da anlaşılmasını sağladı! “ Türkiye, küresel Siyonist hegemonya karşısında ülkesinin menfaatlerini, çıkarlarını koruyan, kurulu zulüm düzeninden özgür ve bağımsız hareket etme imtiyazına sahip kendine özgün politikalar uygulayabilen bölgesinin lideri yeni bir dünya gücüdür!” Türkiye’nin haçlı batı dünyasından bağımsız hareket edebilecek güce sahip olduğu gerçeğinin diğer ülke ve toplumlar tarafından anlaşılmasından rahatsız olan Siyonist çevreler ani bir manevra yaparak Çin’e verilen ihaleyle ilgili tartışmalara bir son vermeye çalıştılar! Ancak Çin’e verilen füze savunma ihalesinin dünya gündeminden düşmesini istemeyen Türkiye konuyla ilgili sözde taviz sayılabilecek yeni adımlar atınca konu yeniden tartışılmaya başlandı. İhale sürecinde nihai kararın henüz verilmediği, batılı firmaların tekliflerini Türkiye’nin beklenti ve istekleri doğrultusunda revize ederek yeniden teklif sunmaları için sürenin 2014’ün Ocak ayına kadar uzatıldığı açıklandı. Türkiye böylece bir taştan 3 kuş birden vurmanın hesabını yapmaktadır. 1- Türkiye’nin NATO üyesi olmasına rağmen ABD, AB ve Rus firmaları yerine Çin firmasını tercih edebilecek, batıdan bağımsız kararalar alıp uygulayabilecek güç ve imtiyaza sahip olduğu gerçeğinin diğer dünya ülkeleri ile toplumları tarafından net bir şekilde görülmesini ve anlaşılmasını sağlamaya çalışmak. 2- Irak ve Afganistan işgallerindeki başarısızlık sonrası ortaya çıkan küresel ekonomik kriz dolayısıyla ABD’nin tek süper güçlükten ıskat olması neticesinde Dünya Siyonizm’i Kabalist idealleri doğrultusunda kullanmak için politbüro yöntemiyle idare edilen Çin’i yeni süper güç yapmak uğruna her türlü sermaye, hammadde ve ileri teknoloji transferini bu ülkeye kaydırmıştır. İşte Türkiye bu Siyonist plan karşısında Çin’i bir rakip güç olarak görüp çatışmak yerine onunla iyi ilişkiler içerisinde olan dost ve müttefik ülke olmak şeklindeki stratejisini sürdürmek için füze ihalesini önemli bir fırsata dönüştürmek istemektedir. 3- Türkiye’nin füze savunma ihalesi üzerinden yaşanılan tartışmalardan dolayı elde ettiği en büyük kazancı ise ABD ve batı ülkeleri ile Çin arasına güvensizlik sokup ilişkilerinin bozulmasını sağlamaktır. Çünkü Türkiye’nin ihale ile ilgili takvimin tamamlanmadığını açıklaması ile sürenin Ocak 2014’e kadar uzatması şeklindeki taviz ve geri adımları karşısında Çin devleti, bunun sorumluluğunu Türkiye’ye değil doğal olarak sürece şiddetli tepki gösteren batıya yükleyecektir. ABD ve batılı ülkelerin çifte standardını, ikiyüzlülüğünü bizzat yaşayarak öğrenmiş olan Çin ile Siyonizm arasında da mutlaka bir güven sorunu yaşanacak böylece Türkiye, Siyonist mihrakların Çinin devlet imkanlarını bütün bir insanlığı sömürmek için kullanmasının önüne engel çıkarmış olacaktır. Çünkü Türkiye, Çini derinden yöneten politbüro idarecilerine mutlaka şu propagandayı yapacaktır: “ Füze savunma ihalesine en uygun teklifi vermiş Çin firmasını tercihimizden dolayı Türkiye’nin ABD, AB ve NATO tarafından nasıl bir baskıyla karşı karşıya kaldığını görüyorsunuz. Aslında bu baskının gerçek müsebbibi Dünya Siyonizm’idir. Siyonist odaklar, Türkiye ile Çin’in askeri, siyasi ve ekonomik anlamda dost ve müttefik iki ülke olmasını istememektedirler. Çünkü böyle bir işbirliği onların planlarını alt üst edecektir. Onlar düşmanlık, kavga, şiddet ve savaştan başka bir şey istemezler.Siyonizm yalnızca Türkiye’nin değil, Çin devleti ve toplumunun da düşmanıdır.” Türkiye’nin dostluğunun, iyi niyetinin, dürüstlüğünün ve samimiyetinin farkına varmış buna karşın Dünya Siyonizm’i ile ABD, AB ve NATO’nun çifte standardını, ikiyüzlülüğünü, art niyetini bizzat gelişmelerin seyri sayesinde anlamış bir Çin devletinin dünya barışına sağlayacağı katkı oldukça değerlidir. Dünya Siyonizm’i ve batı ile ilişkileri bozulmuş bir Çin devletinin yeni rotası doğal olarak Türkiye olacaktır. Yaşanan gelişmeler sonrasında ihaleyle ilgili Türkiye geri adım atarak başka bir ülke firmasını tercih etse bile Çin bu olumsuzluktan ötürü faturayı Türkiye’ye değil karşı çıkan batılı devletlere kesecektir. Ortadoğu başta olmak üzere bütün insanlığın huzur ve barışının sağlanması için Adil Düzene dayalı D-8 ilkeleri temelinde Yeni Bir Dünya kurmak isteyen Türkiye’nin, Çin ile dost ve müttefik olmayı başarması çok büyük öneme haizdir. Füze savunma sistemi ihalesinin Çin’e verilmesi ile ilgili tartışmaların gölgesinde tüm dünyadaki güç dengelerini altüst edecek potansiyele sahip oldukça önemli bir ziyaret ülkemize gerçekleştirildi! Küresel dengeler içinde hızla bir dünya devi olma yönünde ilerlediği belirtilen Hindistandan 15 yıl sonra devlet başkanı düzeyinde Türkiyeye yapılan bu ziyaret çok önemli idi. Cumhurbaşkanı Gül’ün resmi davetlisi olarak 5-7 Ekim 2013 tarihlerinde ülkemize resmi bir ziyarette bulunan Hindistan Cumhurbaşkanı Mukherjee ile Çankaya Köşkünde gerçekleşen heyetler arası görüşmelerin ardından Gül ve Mukherjeenin huzurunda iki ülke arasında stratejik öneme haiz tam 11 anlaşma imzalandı! Peki, Füze savunma sistemi ihalesinin Çin’e verilmesinin ardından Hindistan Cumhurbaşkanının ülkemizi ziyaret etmesi ne anlama geliyor? Bu konuda ABDnin Ulusal İstihbarat Direktörlüğü Ofisinin Küresel Eğilimler 2030: Alternatif Dünyalar raporunun içeriğine bakmakta fayda var! İşte raporun içeriğinden kısa bir bölüm: “Önümüzdeki 10-20 yıl içinde önemli bir küresel güç haline gelmesi düşünülen Hindistan ile Türkiye arasındaki ilişkiler, küresel ölçekte dünyadaki güç dengelerinin batıdan başka coğrafyalara kayması anlamını taşıyor. Tek başına Çin, 2030dan birkaç yıl önce ABDyi geçerek, muhtemelen en büyük ekonomiye sahip olacaktır. Ayrıca, hızla büyüyen Türkiye’nin Çin ve Hindistanla birleşimi, gücün Batıdan Batılı olmayan dünyaya geçişini daha belirgin hale getirecektir.” Gelelim asıl merak edilen soruya! Dünya’daki güç merkezlerinde önemli kaymaları tetiklemiş bir Türkiye’nin, Rusya, Çin, Hindistan ve Brezilya ile olan ikili ilişkilerinin gerçek mimarı kimdir? Bu mimar üstün akıl sahibi bir siyasi deha olan Erbakan’dır! Erbakan, D-8’le ilgili konuşmalarında sıklıkla şunu vurgulardı: “Biz D-8’leri önce D-60, sonra D-160 yapacağız. D-8’e Rusya, Çin, Brezilya ve Hindistan’ı da katıp 1 milyarlık G-8’lerin karşısına ezilen 5 milyar insanlığın temsilcisi olarak çıkacağız ve 2. Yalta Konferansı ile D-8’in 6 temel ilkesi çerçevesinde Yeni Bir Dünya kuracağız.” Erbakan’ın, Rusya, Çin, Hindistan ve Brezilya gibi bu 4 ülkeyi birden D-8’lere katılmasını sağlayabilmesi için küresel ölçekte ekonomik, siyasi, askeri bir güç ve organizasyona mutlaka sahip olması gerçekliğini sanırım hiçbir akıl reddedemez! Erbakan tarafından kurulan Türkiye merkezli milli derin devletin Rusya, Çin, Hindistan ve Brezilya gibi ülkelerde de uzantıları, işbirlikçileri, partnerleri olacak şekilde bir küresel Gizli Dünya Devleti şeklinde dizayn edilmiş olması şarttır! Acaba Erbakan bunu başarabilmiş midir? Başarmışsa bunun işaretleri, izleri, emareleri var mıdır? Bu konuda dünya ölçeğinde gerçekleşen iki önemli gelişmeyi hatırlatmakta büyük yarar var. Birincisi 12-10-2013 tarihinde Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçının Doların belini kıracağız açıklamasının ardından Siyonist Reuters haber ajansı, gerçekleşmesi halinde piyasaları sarsacak bir iddiayı gündeme taşıdı. Reutersın haberine göre milli paraları yerle bir olan Türkiye, Brezilya, Rusya, Hindistan, Malezya, Çin ve Güney Afrikanın da dahil olduğu 12 ülkeden en az 4-5i ortak ve eş zamanlı döviz satışı yaparak kura müdahale etmeyi ve bundan böyle kendi milli paralarının değerini dolar karşısında ortaklaşa korumayı kararlaştırmışlardı! Reuters’e göre söz konusu ülkelerin sadece 4-5 tanesi bile ortak hareket edecek olsa yaklaşık 1,2 trilyon dolara ulaşan bir döviz rezervi ortak harekette kullanılabilir hale gelecek. Ortaklığa Çinin de dahil olmasıyla bu büyüklük 6 trilyon dolara kadar yükselecek. İkinci örnek ise Hırvatistan ziyareti sırasında Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun, BM’nin yapısını eleştiren Türkiye ile birlikte Endonezya, Meksika, Çin, Hindistan, Brezilya, Güney Kore, Pakistan ve Güney Afrika’nın başını çektiği ülkeler ile ‘MIKTA’ adı verilen yeni bir ittifakın temellerinin atıldığını ve İstanbul merkezli yeni bir güç odağının oluşturulduğunu söylemesi idi. Dünya Siyonizm’inin parası dolara karşı güç birlikteliğine giden ve en büyük küresel Siyonist kuruluş BM’nin yeniden yapılanmasına yönelik ortak hareket etme kararı alan ülkelerin kimler olduğuna dikkat ettiniz mi? Türkiye ile birlikte Rusya, Çin, Hindistan ve Brezilya! Bu devletlerin aynı zamanda Erbakan’ın D-8’lere katılacaklarını ilan ettiği ülkeler olmuş olması bir tesadüf olabilir mi? ABD Başkanı F.D. Roosevelt’in bu konuda çok çarpıcı bir sözü var! Roosevelt şöyle der: “ Politikada hiçbir şey tesadüf değildir. Bir şey vuku buluyorsa, o hadisenin bu şekilde zuhur edeceğinin önceden planlandığından emin olabilirsiniz.” Erbakan’ı tanımadan, anlamadan, kavramadan; Milli Görüşü özümsemeden, içselleştirmeden yaşadığımız çağda ne ülkemizde ne de uluslararası arenada meydana gelen herhangi bir politik gelişmeyi iyi okumak, analiz etmek, sağlıklı tahlil edip doğru sonuçlar çıkarmak körlerin fil tarifi yapmasına eşdeğer eksik akıl ürünü bir beyhude çabadır. Sayı: 783
Posted on: Tue, 05 Nov 2013 21:53:19 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015