"Mizah, muktedirlerin dilinin içinden dışına doğru bir - TopicsExpress



          

"Mizah, muktedirlerin dilinin içinden dışına doğru bir patikadır." Rıfat Ilgaz’ın unutulmaz romanı Hababam Sınıfı öğrenciliğimde başucu kitabımdı. Bu eğlenceli, sivridilli, boyun eğmeyen genç parasız yatılıların anlatıldığı romandaki torba cezası başlıklı bölümde, Hababam Sınıfı öğrencileri öğle paydosunda C Şubesi’yle yaptıkları voleybol maçında yenilir ve iki karavana hoşafı kaybeder. Takımı kuran, Kalem Şakir’i boyuna aldanıp takıma alan, üstelik bütün pasları da ağa takan Tulum Hayri bir cezayı hak etmiştir. Hayri’ye torba cezası -başını torbaya geçirme- verilmesi kararlaştırılır. İçlerinden biri, hayta İsmail merdivenden çıkan ayak sesinin Hayri olduğunu düşünmüş, torbayı sınıfın kapısından içeri giren Kel Mahmut’un alameti farika kel kafasına geçirivermiştir. Kel Mahmut ki gözlerinin yaşına bakmadan ihtarı yapıştıran, onların dilini bilen, çekindikleri tek hocaydı. Romanda şöyle anlatılıyor: Hayta yaptığı büyük yanlışlığın farkına, ancak torbayı geçirdikten sonra varmıştı. Bu baş, Kel Mahmut’tan başka kimin olabilirdi? Pırıl pırıl bir baştı bu! Kel Mahmut geçirilen torbayı tuttuğu gibi fırlattı: “Kim bu eşek?” dedi. Taksim Gezi Parkı ’ndaki sivil itaatsizlik eylemi üzerine o kadar çok şey yazılıp söylendi ki bu genç, karnavalımsı, sivil başkaldırının ruhuna yeni bir bakış getirmek kolay değil. Gezi Parkı’nda toplanan gençler –ya da her zaman genç kalanlar- çokrenkliliklerinden vazgeçmeden özgürlük ve adalet aramak için bir parkta, çadırlarında parasız yatılı gibi kalarak, Derrida’nın efemine bir siluet diye adlandırdığı adaletin hukuka sığmayan boyutunu renkli ve dirençli mizahla dayanışarak aramanın önemini gösterdiler. Gençlerin büyükçe bir perdeye yansıttıkları Ertem Eğilmez’in Neşeli Günler’inde, Hababam Sınıfı’nın sinemadaki müziklerini de yapan Melih Kibar’ın hepimizin yüzünde gülümseme uyandıran ezgileri, Gezi Parkı mizahının örtük şiiri gibiydi. Film, Gezi Parkı eylemlerinin düşündürdüğü en önemli şeyin, hukuka ve normlara sığmayabilen adalet isteğinin mizahın yumuşaklığı ve inadıyla dile getirilişinin azarlanma değil, duyulup anlaşılma isteğinin sembolü gibiydi. Mizahın sessiz gücü Mizah nedir sahiden? Mizah, muktedirlerin dilinin içinden dışına doğru bir patikadır. Mizah, aklın başka türlülüğe, ötekinin ayakkabılarını giymeye, Levinas’ın ötekinin yüzünde aradığı olanağa bakmaya emrivaki davet gibidir. Bu davete icabet ettiğimiz bir parkta, aynı koğuşta birlikte, parasız yatılı öğrenciler gibi, bile isteye rahatsız ve mutlu olduğumuz çadırlarda dayanışma deneyimidir. Mizah, zülf-ü yâre dokunurken kendisiyle de alay edebilir; kalender meşreptir. Red Kit gibi şanslı ve komik, Keloğlan gibi naif ama sezgili, Avanak Avni gibi istenilen şeyleri söylememeye direnip kendi dilini kabul ettiren bir güçtür. (Gırgır dergisinin 80’li yıllarda 400.000 tirajıyla Avrupa’nın 3. büyük mizah dergisi olduğunu bizim kuşak anımsar.) Mizah, En Kahraman Rıdvan gibi sıska ve komik, Bezgin Bekir gibi dingin, yavaş ve inatçı kahramanlarla gücün, bilindik, ezberlenmiş tezahür biçimlerinin başka türlü hayal edilebileceğini anlatır. Mizah gizli şiirdir; Garip şairlerinin yaptığı gibi sokaktaki insanın, Süleyman Efendi’nin nasırını şiire sokarak dehayı demokratikleştirir. Ortalama insanın ezberini bozarak onlara kendi bilinçlerinin altlarındaki yaratıcı olanağı anımsatır. Calvino’nun Varolmayan Şövalye’sinin, bedeni olmayan bir zırhtan ibaret olduğu için hiçbir zaman yiyemeyeceği etleri mükemmel oranlarda, dakikalarca kesip hazırlaması, kendisini şatosunda ağırlayıp odasına davet eden ama hiçbir zaman sevişemeyeceği güzel kontesin saçlarını sabaha kadar sabırla, yumuşak ve inatçı bir ironiyle tarayıp sabah oradan yavaşça çıkıp gidişidir. Mizah, benliğimizin alt katında oturan örtük yaratıcılığının, Milan Kundera’nın sözlüğündeki anlamıyla Kitsch’in, merdivenleri çıkarak Gezi Parkı’nda meydana çıkıvermesidir. Mizah en çok alt kattakilerin, altkültürün dilidir. Yüzbaşı Tommiks’in olduğu kadar Konyakçı’nın, Kaptan Swing’in olduğu kadar yoldaşı Gamlı Baykuş’un -Kızılderili ve beyaz adam arasındaki farkı özgürlükçülüğün ortaklığında unutturuveren derin ve durgun Gamlı Baykuş’un-, kraldan çok krala hiç kimsenin söylemeye cesaret edemeyeceği gerçekleri kendi orijinal ve sivridiliyle söyleyiveren soytarının dilidir. Mizah, Sokrates’in Gülten Akın’ın, “en ağır sınavdan en saf olan geçer / öder geçer!” dizesini 2500 yıl önce, çıplak ayaklarıyla sağlam basışının ironisinde duyuşudur; fıçıda ama gölgesiz yaşama inadıdır. Mizah, kurnaz, gemisini dağdan aşıran araçsal aklın sembolü Odysseus’tan çok, Terzi Zeki gibi sabrın dikişini bir dikip bir sökerek kendisine dayatılan normlara hiçbir şey yapmadan direnip boyun eğmeyen Yannis Ritsos’un Umarsız Penelope’udur. Mizah, ötekinin ayakkabılarının içinde yürümenin tedirgin edici, yadırgatıcı, tuhaf deneyimini renkli bir balona tutunmuş gibi hafifletir; alışkın olduğumuz ayakkabılarımızın rahatlığını unutturuverir. Alışkanlığımızın ezbere yeknesaklığından öteye, alışılmadık olanla aşinalığa taşır bizi. Tekin ve Oğuz Aral kardeşlerin Adam Olacak Çocuk’u yavrunuzun sayfasında, Utanmaz Adam’ın Korna Kamil’le maceralarında eğittikleri başka türlü, daha çok parasız yatılı bir okuldur. Yort Savul! 1950’lerde Cumhuriyetin yeterince kimsesizlerin kimsesi olmadığını düşünen ve Türkçenin en orijinal sivil şiirleriyle, muktedirlere batan sivridiliyle Yort Savul! Yani, çekil git! Gölge etme! diyen Ece Ayhan’ın parasız yatılısı da o okuldan mezundur. Ece Ayhan: “yeni ve eski İstanbul ’un kimseyi dinlemezliğini seviyorum, başkaldırışını seviyorum, direnmesini seviyorum... Hele bir Sirkeci’nin, bir Sultanahmet’in direnmesi vardır...” derken İstanbul’un parasız yatılılığını, Gezi’deki çadırların herkese açıklığını, direnişin mor külhani delikanlı dayanışmasını, ayıptır söylemesi vakitsiz Üsküdarlıyız ağabeyler! diyerek yetmiş yıl önce anlatıyordu. Rıfat Ilgaz da kült romanı Hababam Sınıfı’nda -Güdük Necmi, Tulum Hayri, Damat Ferit, İnek Şaban, Badi Ekrem, Hafize Ana ve külyutmaz hocaları, Neşeli Günler’in huysuz turşucusu Kel Mahmut- mizahi sivil itaatsizliğin dayanışmasını unutulmaz karakterlerle yarattı. Hababam Sınıfı öğrencileri kendi mahrem farklılıklarını, renklerini, dayatılan kalıpların dışında tutan bir inadı sürdürürler, kendi etik kodları içinde dayanışırlar, adaletin hukuka sığmadığı boyutu kendi dillerinde anlatırlardı. Kel Mahmut onların dilini anlar; öğrencilerin kendine özgülüğü mizahının değerini çaktırmadan takdir eder, hukuka, formal normların alışıldık ezberlerinin ötesine geçme olanağını sessiz sedasız duyuverirdi. Azarlamaz, içlerinden biri olduğunu, aynı sıralardan geçtiğini hiç unutmazdı. Yazının başında alıntıladığım Torba Cezası bölümünün sonu şöyle bitiyor: Kel Mahmut’un “Kim bu eşek?” sorusuna Hayta soğukkanlılıkla “Benim efendim” diye yanıt verdi. “Söyle, kimin başına geçecekti bu torba?” “Hayri’nin.” “Sebep?” “Voleybolda yenildik; iki karavana hoşafına!” Artık gülebilirdik... Olandan bitenden habersiz Hayri gelmiş kapıda dikiliyordu. Kel Mahmut en yumuşak bir sesle: “Vaktinde gelsen olmaz mı?” dedi. Ne azar, ne tokat; bastı gitti. *Doç. Dr. Akdeniz Üniversitesi Radikal
Posted on: Sat, 13 Jul 2013 10:11:30 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015