MİLLİYETÇİLİK Millet, Milliyetçilik ve Haldûn Devleti - TopicsExpress



          

MİLLİYETÇİLİK Millet, Milliyetçilik ve Haldûn Devleti tabiî bir süreç olarak gören, devletsiz bir toplum olamayacağına hükmeden İbn Haldûn, Platonu andırır bir tarzda, toplumun ve devletin mekanik değil organik bir varlık olduğunu ileri sürmektedir. Bu organisizme göre, toplum ve devlet, tıpkı herhangi bir canlı organizma gibi, doğan, büyüyen ve ölen varlıklardır. Haldûnun devlet, toplum ve tarih felsefesinin en temel anahtar kavramlarından birisi ve hatta birçok bakımdan tartışmasız olarak birincisi, Asabiyedir(34). Bütün devletlerin kuruluşunda mutlaka bulunmasını zorunlu görmemekle beraber, Haldûna göre, Asabiye, devletin kurulmasında birincil ehemmiyeti haiz bir faktördür. Ona göre, mülk ve büyük hânedanlık ancak asabiyesi güçlü olan kavimler tarafından tesis edilebilir. Devletin ömrü, sahası, onu kuran kavmin sayısının çokluğuna-azlığına, asabiyesinin kuvvet derecesine ve kurucu hanedanın niteliklerine bağlıdır. Asabiye kavramı, tek bir kelime ile karşılık bulunması fevkalâde zor bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Rosenthal bu terimi hânedanların oluşumundaki muharrik güç şeklinde yorumlamaktadır(35). Ancak, bir ortalama anlam olarak, asabiyenin, bir devletin kurulmasını ve hatta ayakta tutulmasını sağlayan bir muharrik güç olduğu kadar bir muhâfız güç; devleti ve toplumu bir arada tutan bağlılık, âidiyet, dayanışma duygusu ve gücü olduğunu da kabul edebiliriz(36). Haldûna göre, Asabiye, bir devletin kuruluşunda son derece mühim bir rol üstlenmektedir; fakat, buna rağmen, yine ona göre, bütün devletlerin temelinde asabiye bulunmakta değildir; temelinde bu itici gücün yerini başka güçlerin aldığı devletler de bulunabilir. Nitekim bir devlet, müşterek yaşama ihtiyacı, hâkimiyet arzuları, din, ekonomik ihtiyaçlar ve onların tazyıki, tabiî ihtiyaçlar gibi sâiklerle veya bütün bunların birden fazlasının terkibiyle de tesis edilebilmektedir. Ama yine de aslolan, en mühim faktör, asabiyedir. Asabiye, filozof tarafından iki türe taksim edilmiştir: Neseb Asabiyesi ve Sebeb Asabiyesi. Nesebî Asabiye, temel olarak bir neseb, soy üzerine temellendirilmiş, veya ondan kaynaklanan bir dayanışma ruhu olup Haldûna göre asıl asabiyedir. Buna mukabil, bir tür Üst-asabiye olan sebebî Asabiye, artık soy-sop bağlarına ihtiyâcı kalmamış olan devletlerde ortaya çıkmaktadır. Nitekim, Haldûna göre, Devlet oturduktan ve işler yoluna girdikten sonra asabiyeye ihtiyaç da duymayabilir (Mukaddime, III.II). Bu takdirde, toplumu bağlayan başka bir bağlılık ortaya çıkmaktadır: III. Bazı mülkî nisap sahipleri için, asabiyete ihtiyaç göstermeyen bir devlet husule gelebilir. Bunun sebebi şudur: Bir asabiyet, bir takım milletlere ve nesillere karşı bir çok galebeler ve üstünlükler elde etmiş, o asabiyet sahiplerinin hâkimiyetine destek olan uzak bölge ahalisinde onları benimseme ve kendilerine boyun eğme hali husule gelmiştir. Böyle bir asabiyete sahip olan bir şahıs kalkıp onlara gitse, mülkümün karargâhı ve izzetinin bittiği geliştiği yeri bir tarafa bırakarak sözkonusu uzak bölgelere varırsa, ora halkı onun etrafında toplanır. Hâkimiyetini tesis etmesi için ona destek olur, hâl ve hareketleri konusunda ona arka çıkar, devletinin temellerini atması için kendisine ilgi gösterir, onun nisabı içinde mülkün istikrar bulacağını ümit eder; hâkimiyetin, usûlünden kendi eline intikal ettireceğini bekler, ona destek oldukları için kendilerini devlet teşkilâtındaki vezirlik, komutanlık ve serhat valiliği gibi makam ve mevkilere seçmek suretiyle mükâfatlandıracağını umar, onun saltanatına ve iktidarına ortak olmaya hiçbir şekilde tamah etmez. Zira onun asabiyetine teslim olmuştur, onun ve kavminin dünyanın her tarafında muhkem galebesine ve üstünlük rengine boyun eğmişlerdir, izanlarda ve zihinlerde onlar lehine imanî bir akide yerleşmiştir, (hâkimiyetlerini ve iktidarlarını kabul ve temin için çalışmanın dinî bir vazife olduğuna inanılmıştır). Onunla birlikte veya onsuz devlete hâkim olmaya kastetseler, yer yerinden oynar (Zilzal, 99/1) diye inanmışlardır.(37) Haldûnun tasvîr etmiş olduğu bu devlet ve toplum tipinin, daha karmaşık düzenlenmiş, daha mütekâmi bir organizasyon demek olduğu aşikârdır. Vâkıa, her devlet gibi mutlaka onun da bir Sebeb Asabiyesi ile temellendirilmiş olması ve öyle korunması iktizâ edecektir; zira, mülk ve büyük hanedanlık sadece kabile ve asabiyetle hasıl olur(38), ama belirli bir seviyenin üstünde büyümüş Mülkün bekaasında göz önünde tutulacak olan şey, sâdece kurucu soya bağlanıp tebaanın diğer kısmını dışlamak olmamalıdır, aksi takdirde, kendisinin devlet tarafından kucaklanıp temsil edilmediğine inanmaya başlayacak olan diğer soybağlıları devlete karşı âsî olabileceklerdir. Öyleyse, Nesebî Asabiyede toplumu birbirine bağlayan, devleti kuran ve ayakta tutan irâde, aynı soya bağlı ve/veya âit olmaktan, daha sahîh bir ifâde ile, aynı dil ve/veya kan kökünden olmaktan ve/ya öyle hissetmekten kaynaklanırken Sebebî Asabiyede devleti kuran değil ama ayakta tutan irâde daha karmaşıkbir fonksiyonellik kazanmakta ve esas itibariyle neseb, kan veya soy bağı duygusu yerine, daha ziyâde gelişmiş ve daha ziyâde karmaşıklaşmış sosyal münâsebetler örgüsünün icâbatından olan ilişkilerden ileri gelen daha yüksek seviyede bir toplumsal irâde olmaktadır ki buna rahatlıkla Toplumsal Mukavele diyebiliriz. Neseb Asabiyesinde aynı nesebden, soydan gelmek, soydaş ve hatta kandaş olmak kaçınılmaz bir şart olduğu halde, Sebep Asabiyesinde böyle bir şart yoktur; hattâ bu asabiye zaten bu şartın nâmevcûdiyetinin bir ürünüdür. Neseb ve Sebeb Asabiyeleri arasında yaratıcılık ve harekete geçiricilik bakımından fark yoktur. Önemli olan, bu bağdaki sıkılık ve hayatiyettir. Haldun felsefesinde dinin de bir kurucu unsur olarak toplum ve devlet hayatında önemli bir yeri vardır: Sahası geniş ve hâkimiyeti büyük olan hanedanlıklar din esasına dayanır(39) ve kezâ, Dinî dâvet yeterli sayıya sahip olan asabiyet kuvvetine ek olarak devletin aslındaki kuvvetini daha da artırır(40). Fakat, din tek başına bir asabiye temin etmeye muktedir değildir: Dinî dâvet asabiyeye dayanmadan tamamlanmaz(41). Yâni; realist bir filozof olan Haldûn, bir toplumda Din Birliğini önemli bir şart olarak görmektedir; ancak, bunun toplumsal mutabakat için tek başına yeterli olmadığını; daha açıkçası, bâzılarınca sanılanın aksine, Dinin bir toplumda tek başına bir konsensus sağlamaya muktedir olmadığını, oldukça erken bir dönemde farketmeye muvaffak olmuştur. Asabiye - Devlet - Din ilişkilerinde, İbn Haldûn asabiyeye, diğer ikisine göre çok daha fazla bir öncelik, ağırlık tanımaktadır. Ona göre, gerek devlet, gerek din, gerçekleşmek için asabiyeye muhtaçtırlar. Öte yandan devletin kurulması için de yalnız başına asabiye yeterlidir; bu konuda, dinin asabiyeye yardımı ancak bir katkı niteliğindedir. Yâni, bir dinî ilkenin yardımı olmaksızın, Mülk (siyasî organizasyon) gerçekleştirilebilir; Haldûna göre, en azından sahası büyük olmayanlar için bu böyledir. O halde, buradan, dinin mutabakat rolünün istisnâî durumlar hâricinde, tâlî olduğu neticesi hâsıl olmaktadır: O halde..., dinin mülke ve devlete götürmekte asabiye üzerinde olumlu ve önemli bir katkısı söz konusudur. Ancak gene de asabiye-devlet-din ilişkilerini göz önüne alırsak, İbn-i Haldûnun burada, asabiyeye, diğer ikisine göre çok daha fazla bir öncelik, ağırlık tanıdığını görüyoruz. Çünkü ona göre gerek devlet, gerek din, gerçekleşmek için asabiyeye muhtaçtırlar. Öte yandan devletin kurulması için de yalnız başına asabiye yeterlidir. İbn-i Haldunun kendi sözlerine göre, bu konuda, dinin asabiyeye yardımı ancak bir katkı niteliğindedir. Yani, ..., devletin kurulmasında onsuz olunabilir. Herhangi bir dinî ilkenin yardımı olmaksızın mülk gerçekleştirilebilir. O halde siyasî sorunla ilgili olarak dinin rolü ikinci derecedendir. Labicanın haklı deyimi ile o, asabiyeye göre ikinci dereceden bir aktördür.(42) Burada Haldûnun bugün dahi değerini muhafaza eden ihtişamlı felsefesinden konumuzla ilgili şu hususları istihraç etmekte olduğumuzu söyleyebiliriz: 1: Her devletin mutlaka bir soya, bir nesebe bağlı olmaktan ileri gelen bir aslî kurucu unsuru, bir aslî dayanağı olmalıdır. Ben buna Omurga adını vermekteyim. Devleti kuran olduğu gibi, en son ve kritik durumda her şeyini fedâ ederek ayakta tutacak olan da, işte bu, Soy-Temelli Asabiyenin kaynağı olan omurgadır. 2: Buna mukabil, devlet büyüyüp genişledikçe, işbu omurga ile aynı nesebe bağlı olmayan, başka neseblerden tebaaları da olmak durumunda olacaktır. Bu vaziyet tahtında, devlet ile tebaa arasındaki münâsebetler örgüsünün aslî kriteri, yâni yeni Asabiye, devlete bağlılık, bir anlamda bir tür Toplumsal Mukavele, bir Vatandaşlık Bağı olmalıdır. Burada bir tür vatandaşlık bağı ibâresi ile, vatandaşlık olgusunun bir modernite ürünü olması hasebiyle kullanılmıştır. 3: Şu halde, homojen toplumlarda, meselâ tek-milletli (ya da tekil, singüler) küçük krallıklarda, ya da cumhuriyetlerde, devlet ile tebaa arasındaki aslî bağ unsuru, yani asabiye, soy asabiyesi olduğu halde, heterojen toplumlarda, yani çok milletli (ya da çoğul, plüral) imparatorluklarda, devlet ile tebaa arasındaki aslî bağ unsuru, yani asabiye, soy asabiyesi değil sebeb asabiyesi olmalıdır. 4: Din, mülkün tesisinde olduğu gibi, yayılmasında, kuvvetinin ve saltanatının idâmesinde önemli bir unsur olmakla beraber, mülk için tek başına yeterli bir faktör olmadığından, bir asabiye olarak kabul edilemez. Yâni: Bir mülk, sadece din motivasyonu ile tesis edilemeyeceği gibi, muhtelif soylara, soy kökenlerine mensup tebaayı aynı siyasî organizasyonun çatısı altında bir arada tutabilmek için, din birliği tek başına kifâyettâr olabilmekte değildir. Dinin, mülkü, yâni siyasî organizasyonu sağlamaktaki önemli rolüne karşılık, tek başına yeterli olmayışının en temelli sâiklerinden birisi, hatta birçok bakımdan birincisi olarak, şahsî tezim olarak, şunu ileri sürmekteyim: Dinler, hassaten ökümenik dinler, çok büyük totalitelerdir; bundan dolayı, birden fazla ve birbiriyle çelişkin ve çatışkın siyasî organizasyonların hepsi için de aynı derecede meşrûiyet kaynağı olabilirler. Öyle sanıyorum ki, aynen bu ifadeleri kullanmamakla beraber, İbn Haldûnun söylemek istediği de bu olsa gerektir. 5: Haldûnun felsefesinden konumuz açısından istihsal edilebilecek en mühim, en çarpıcı sonuç, Milliyetçiliktir. Bundan altı asır önce vefat etmiş olan Mağripli bu büyük İslâm mütefekkiri, bize milliyetçiliki işâret etmektedir. Bu netice, belki de onun doğrudan kastetmiş olduğu bir şey değildir; ama, bu noktada Haldûnun Haldûnu aşmış olduğunu düşünebiliriz. Sanayi-öncesi dönemdeki millî üsabiye ile sanayi-dönemindekinin arasındaki en temel fark, özü itibariyle, Devlet ile toplumun arasındaki bağlılığın sıkılığının kazanmış olduğu yeni şekildir. Bu bağın iki vechesinin bulunduğunu söyleyebiliriz: Bir yandan yönetim mekanizması ile ilgili olan, siyasetin süjelerinin ve objelerinin arasındaki bağın sıkılığı, organikliği olarak tercüme edilebilecek olan demokrasi vechesi, diğer yanda, devlet ile o devleti kuran ve yaşatan iradenin birbiriyle irtibatlarının sıkılığı, organikliği olarak tercüme edilebilecek olan millî asabiye vechesi bulunmaktadır. İmdi, devlet ile toplum arasında daha sıkı bir bağ, daha homojen, daha monoblok bir toplum gerektirmektedir. Bu homojenlik ve monoblokluk, Devlet ile toplum arasındaki bağlılığın sıkılığı şeklinde ifade ettiğimiz husustur ki bu bağ, günümüzde, en sıkı şekline, toplumun bir ulus (millet) halini alması halinde ulaşmaktadır. O halde, bu ilkeyi, Devlet ile ulus (millet) arasındaki bağlılığın sıkılığı şekline ircâ edebiliriz. Bu husus, aynı zamanda ulus-devlet kavramının da tanımı olmaktadır. Yani, modern millî asabiye, ulus-devleti bir yandan istilzam ve bir yandan da intac etmektedir; ikisinin arasında, bu şekilde bir korelasyon bulunmaktadır. Ulus-devlet ise, modern zamanlara ait olan bir devlet yapısıdır. İmdi, ulus-devletin en temelli, en bâriz karakteristik niteliği, ulus (millet) üzerine bina edilmiş olmasıdır. Bu ise, devleti kuran ve yaşatan iradenin Neseb asabiyesi olması anlamına gelmektedir. Ne var ki, burada küçük ve fakat bir o kadar da önemli bir hatırlatmayı yapmak icap etmektedir: İbn Haldûnun dahi oldukça modern bir ileri görüşlülükle belirtmiş olduğu gibi, nesebe bağlılık demek olan Neseb asabiyesi, en dar anlamıyla yetinilip genetik olarak belirli bir soy karabeti ve hele hele asla bir ırk karabeti olarak anlaşılmamalıdır. Neseb asabiyesi, en geniş anlamıyla, kendisini organik olarak belirli bir soya, bir nesebe bağlı addetmek anlamındadır. Buradaki organik kelimesi biyo-genetik bir içerikle doldurulduğu takdirde, bu düpe-düz basit ve en aşağı türden bir ırk asabiyesi olacaktır ki bunun da bir dünya görüşüne dönüşmüş şekli ırkçılıktan başkası değildir.
Posted on: Tue, 19 Nov 2013 18:28:25 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015