On Yedinci Bölüm Birkaç gün sonra ajanslar, dünya basınında yankı uyandıran haberler geçiyordu. Düzenlenen bir şahadet eylemiyle tarumar olmuş bir binanın görüntüleri yansıdı ekranlara. Yıkılmış ve harabeye dönmüş binadan çıkarılan Yahudi cesetleri sıra sıra dizilmiş, ambulanslarca taşınıyordu. Aynı anda İsrailin göbeği Tel - Avivde patlayıcı yüklü bir otomobil patlamış, birkaç İsraillinin ölümüne 35-40 civarında yaralının hastanelere kaldırılmasına sebep olmuştu. Gazeteler son gelişmeler ışığında şimdiye kadar İsrailin iç bölgelerine yansımayan savaşın artık Yahudi halkın arasında paniğe sebep olduğunu yorumluyordu. Turist sayısındaki düşüş, ekonominin bütçeye yük olması, güvenlik olgusunun İsrailin her tarafında işlememesi birçok olumsuz tabloyu beraberinde getiriyordu. Normalde her yıl gittikçe artan bir dış göç dalgasına maruz kalan İsrail, şahadet eylemleri ve 2. İntifadanın aktivitesi karşısında hemen hemen hiç dış göç alamaz oldu. Zira güvenliğin olmadığı bir ülkede kimse yaşamak istemiyordu. Dışardan yıllardır alman göçlerin kesintiye uğraması yetmiyormuşçasma İsrail tarihinde ilk defa dışarıya göç vermeye başlamıştı. Hem de azımsanmayacak ölçüde akın akın Avrupa ve Amerikaya, tersine bir yahudi göçü oluyordu. Hayat felsefesi, rahatlık üzere kurulu çıkarcı anlayışın kulları, güvenli olmadıkları İsrailden şimdilerde kafile kafile kaçıyordu. Ekonomide alarm veren bütçe açıkları gazetelerde sayfa sayfa gündemdeydi. Fabrikalar ve sanayi kolları işçi çıkarmaya başlamış, ekonomik tasarruflara yönelmişti. Hükümet sürekli büyüyen ekonomik .açıkları kapatmaya güç yetiremiyordu. Artan askeri harcamalar halkm sırtında bir kamburdu. Her gün iktidara eleştiriler diziyordu basın- yayın. Kamuoyunun baskıları iktidarı düşündürüyordu. Artan tepkiler bir şekilde pasivize edilmeliydi. Başbakanlık konutunda Şaron başkanlığında yine bir toplantı yapılıyordu. Uzun bir birifing veren içişleri Bakanı sözlerini toparladı: - Efendim! Kısacası saldırılar artık yanı başımıza kadar uzandı. Gelişmeler endişe veren boyutlara ulaştı. İş merkezlerinde, alışveriş mekânlarında, çarşılarda, caddelerde halk kendini güvende hissetmiyor. Terör burnumuzun dibinde. Özellikle HAMASm intihar eylemleri artarak devam ediyor. Özerk Yönetim; HAMAS, İslami Cihad, Filistin Halk Cephesi, İzzeddin Kassam ve Aksa Tugayları gibi örgütleri kontrol altına almada çekingen davranıyor. Halktan tepki almaktan korkuyor. Zaten Filistinlilerin çoğu HA-MAStan ve eylemlerinden yana tavır sergiliyor. Zira HA-MASın eğitim, sağlık, sosyal, siyasal, kültürel ve askeri alanlarda halkla bütünleşen köklü faaliyetleri var. Halktan destek görmeleri bu yüzdendir. Ayrıca İsrail kamuoyunun dur - Romun tepkisini de her gün basm-yaymdan okuyor, izliyorsunuz. Olmayan şeyler de ilk defa olmaya başladı. - Nasıl yani? Biraz açıklık getirir misin? - Açıklayayım efendim: işçi çıkarmaları arttığı için protestolar sokaklara, terörün gittikçe tırmanan korkusu ve etkisi de kamuoyuna yansıyor... Şaron, Savunma Bakanı Şaul Mofaza döndü: - Şimdi dedi. Söyleyeceklerimi iyi dinle: Madem Arafat HAMASı kontrol altına alamıyor, iş başa düştü demektir. Ya o bu işi yapacak ya da biz yaptıracağız. Birden durdu. Bir şey hatırlamış gibi: - Diğer faaliyetler ne durumda? dedi. Bir an şaşırdı Mofaz. - Hangisi efendim? Anlamadım, dedi. - Şu güvenlik için yapılmasını istediğimiz duvar... - Ha! Evet efendim. İlgili tüm ayrıntılar, geçeceği yerler tespit edildi. Haziranda inşasına başlayabiliriz. - Güzel, dedi Şaron sevinçli bir yüz ifadesiyle. Bakalım bu duvarı da yaptıktan sonra eylemler devam edecek mi? - Efendim! izninizle bir şey sormak istiyorum. İşkillenmiş gözlerle Savunma Bakamna baktı: - Dinliyorum, dedi. - Biliyorsunuz ki efendim; güvenlik duvarı inşa edildiğinde Berlia duvarına benzetilecek. Bu yüzden çok tepki alabiliriz. Umursamaz gibiydi Şaron: - Hiç önemli değil Mofaz. Amerika hem arkamızda ve hem de finansmanımız. Ayrıca mesele sadece intihar eylemlerini durdurmakla alakalı değil. Biliyorsun ki bu duvar bir- çok açıdan milli çıkarlarımızla doğrudan ilgili olacak. Hatta yeni pazarlıklar için elimizde bir koz da olabilir. Son sözlerinden sonra pis bir tebessüm belirdi yüzünde. 29 Mart 2002 sabahı! Bir hafta sonraydı, Güneş bir başka doğmuştu bu sabah. Sanki hüzün saçıyordu tepelerden. Kızıl kızıldı, aheste aheste... O gün olacaklardan dolayı kırmızı bir bandaj sarmış gibiydi başına, siyah yerine al al renklere bürünmüştü matem diye... Batı Şeria; fırtına öncesi bir sessizliği yaşıyordu. Nab-lus, Cenin, Beytullahim, Tulkarim, Ramallah... Kurbanlık kentler olacaktı birazdan. Ceninin Haredüt-Demec Camiinin gölgesinde bir ihtiyar oturmuştu. Elleriyle romatizmalı dizlerini ovmayı bırakıp bastonunu eline aldı. Önündeki toprağı bilinçsizce eşerken, oynayan çocuklara baktı. On dört bin nüfuslu bu kentte ömür ağacının sonlarına doğru yaklaştığını düşünüyordu. O anda yüreğini ağzına getiren bir patlama sesi duyuldu. Ardından alçak irtifada ile uçan bir F-16 savaş uçağının sesi, binaların ve caminin camlarını patlatmaya yetti. Sindiği caminin duvarı dibinden etrafını korkulu gözlerle süzdü. Az önce oynayan çocuklardan eser yoktu. Adeta çil yavrusu gibi dağılmış, ortalıktan kaybolmuşlardı. Karşıdaki binaların ötesinde siyah dumanların yükseldiğini gördü. Sokağın diğer ucundan koşarak gelen birini fark edince Dtın ♦ Romun bir umutla önüne atılırcasına durdurdu. - Dur hele evlat, dedi. Neler oluyor, biliyor musun? Nefes nefese kalan genç bir an durdu: - Dede, dedi kesik kesik soluyarak. İsrail askerleri saldırıyor. Karınca sürüleri gibiler. Yüzlerce tank, zırhlı araç ve binlerce askerle Cenini sardılar. Çabuk evine git! Birazdan ortalık karışacak. Aynı hızla koşan gencin ardından bakan yaşlı adam geçen bir F-16 m fırlattığı füzeyle kendine yerde buldu. Yanındaki binadan dumanlar yükseliyordu. Aî önce ovduğu romatizmalı dizleri birden iyileşmiş gibi bir maraton koşucusunun çevikliğiyle soluğu sokağın sonundaki evinde aldı. F-16ların yanı sıra Apaçi helikopterleri de durmadan Cenini roketle füze yağmuruna tuttu. Bir kilometrekarelik mülteci kampı binlerce füzeyle yakılıp yıkıldı. Yıkılan evler, enkaz enkaz binalar, feryatlar,figanlar... Cenin yerle bir edilmişti. Ramallafttaki Arafatın başkanlık bürosunda kargaşa son halindeydi. Giren çıkanlar, sağa sola koşuşturanlar peşi sıraydı. Yüzüne üzüntünün son haddi resmolmuştu Arafatın. Bir şok, bir çaresizlik içinde sıkıntıyla sandalyesine yığıhr-casına çöktü. Nefes nefese içeri giren özel koruma subayı; - Efendim, efendim! dedi telaşla. İsrail askerleri karşı sokağın girişini kanattılar. Her tarafımızı sardılar... Konuşması devam ederken aniden kurşun yağmuruna tutulan binanın camlan, avizeler şangur şungur aşağı indi. Özel koruma, Arafatı tuttuğu gibi oval masanın altına soktu. Duvarlar delik deşik olmuştu. Dışarıdaki özel koruma muhafızları ve askerler arasında kısa süreli bir çatışma yaşandı. Biraz sonra sükûnet sağlanınca kapıya çıkan Arafat, Özel korumalarından birkaçının cesediyle karşılaştı. Diğerlerinin de ellerinden silahları alınmıştı. Öfkeden kıpkırmızı olmuştu. Karşısındaki İsrailli komutana; - Buna hakkınız yok, diye bağırdı. Ben Filistin Devlet Başkanıyım. Birleşmiş Milletler beni tanırken, siz ne hakla büroma baskın yapıyorsunuz? Kıs kıs güldü içinden İsrailli subay. Ciddileşerek: - Arananlar var, dedi. Buraları arayacağız. Birden Arafatın yanındaki özel koruma subayını işaret ederek; - Hey, sen! dedi sert bir şekilde. Ellerini başının üzerine koyarak yavaşça yaklaş. Arafata mana yüklü gözlerle bakan özel koruma subayı, gayri ihtiyari ellerini başının üzerine koydu. Yavaşça ilerledi. Elleri kelepçelendiği gibi karşıdaki tankların arkasındaki askeri araçlara götürüldü. Az sonra geri çekilen askerler, büronun ilerisindeki sokağın başına kadar ilerleyip nöbet tutmaya başladılar. Dünya kamuoyu Şaronun bu katliam baskınını diline dolamış, haberlerin ilk sıralarına yerleştirmişti. İki-üç gün sonra ortalık biraz daha sakindi. Arafatın bürosu, bakanlarının akınına uğradı. Özerk yönetimin elektriksiz, susuz ve iletişimsiz başbakanlık bürosu bir toplantıya sahiplik yapıyordu. - Gelişmelerin ne boyutta olduğunu dinlemek istiyorum. Karşısında oturan Özerk Yönetimin Güvenlik Bakanı: - Efendim, dedi. Şu an Batı Şeria tamamıyla kuşatma altına alınmış. Sadece Cenin üç yüz tank, zırhlı araç ve binlerce askerle kuşatılmış. Tulkarim ve Beytullahimde hâlâ çatışmalar devam ediyor. F-16 uçakları, Apaçi helikopterleri ve tanklarla şehirlerimiz bombardımana tutulmuş. Yıkılan onca evler ve enkazlar altında kalan cesetler, kadın, çocuk dahil tutuklanan tüm insanlar toplama kamplarına götürüldü. Sokaklar cesetlerle dolu. Hastanelerin morglarında cesetleri koyacak yer bulunmuyor. İlaç ve giyecek yardımları engelleniyor. Ambulanslara dahi ateş açılıyor. Halkın, ölülerini gömmesine izin verilmiyor. Evlerin bahçeleri toplu mezarlara dönüşmüş. Kısacası, İsrail askerleri çini porselen pazarına giren ve her şeyi kırıp geçiren deli boğa gibiler. Kireç gibi bembeyaz yüzü ve ateş gibi kızarmış gözleriyle söylenenleri dinleyen Arafat, çaresizlik içinde çırpınıyordu. Söz alan her bakanı, felaket tellallığı yapıyordu. Günlerdir aç ve susuz bir şekilde biçare kaldığı bürosunun kırılmış penceresinden dışarı baktı. Karşıki sokağın ucunda nöbet bekleyen İsrail askerleri, içindeki öfkeyi daha da arttırdı. İçindeki kin aniden yanlış bir yöne kanalize oldu. Bunu yanına bırakmayacağım dedi kendi kendine. O felçli halinle bir türlü bizimle anlaşmaya yanaşmadın. Habire karşı cephe aldın ha! Sana ilk fırsatta bunun hesabını soracağım. Bunlar hep senin yüzünden. Derken kulağında Gazeteciler geldi! sözü yankılanınca gözleri parladı. Durumu dünya kamuoyuna en duygusal sözlerle anlatmalı ve bu fırsatı kullanmalıydı. Patlayan flaşlar ve kameraların cazibesi karşısında kırmızımsı gözlerinde alabildiğince bir mazlumiyet ve masumiyet haber ajanslarının ekranlarına yansıdı. İki ay sonraydı. Gazzedeki bürosunda önüne konan günlük basın Özetlerim okuyan Şeyh Yasin, yardımcısı Ebu Şenneble değerlendirmelerde bulunuyordu > - Cenin yaralan demek hâlâ sarılamadı ha? - Maalesef efendim, dedi Ebu Şenneb. Sadece Cenin de-1 ğil, tüm Batı Şeria şehirleri işgalci askerlerin katliamların-. dan nasibini aldı sayılır. Ramallah da buna dâhil... Gözleri önündeki haber kupürüne takıldı ^eyh Yasin. Bir enkazın yanında ağlayan beyaz yaşmaklı iki kadın vardı fotoğrafta. - Halka şefkatle muamele edilmeli, dedi. Merhametle yaklaşmak ve gerekirse ev ev ziyaret edip yardımlarda bulunmak gerek. Kardeşlerimiz bu konularda daha gayretli olmalıdır. Dar gününde halkın yanında olduğumuzu hissettirmeli, direniş gücünü ayakta, diri ve canlı tutmalıyız. Masanın üzerindeki haberlere bakarken bir yandan da soruyordu: - Az önce Ramallah dedin Ebu Şenneb. - Evet efendim! Ramallah da fazlasıyla bu kuşatma ve katliamdan nasibini aldı. -Yani Arafat da... - Evet, Arafat da... Ayrıca... Şeyh Yasin başını kaldırdı. Ebu Şennebe baktı: - Ayrıca ne Ebu Şenneb? - Efendim! Ayrıca geçenlerde Şaronun televizyonlarda yayınlanan bir demeci dikkat çekiciydi. Arafatın özellikle bizi, İslami Cihadi ve diğer direniş gruplarını dizginleye-memesinin bedelini ağır ödeyeceğini söylüyordu. Özerk yönetim direniş gruplarını ve eylemlerini kontrol etmeli, onları silahsızlandırmalıdır şeklinde ifadeler vardı demecinde. - Maalesef hakikat bu, dedi Şeyh Yasin. Siyonist rejim bizi birbirimize düşürmek, birlik ve beraberliğimizi bozmak istiyor. Fakat biz Özerk Yönetimle bozuşmayacağız. Ama eleştirilerimizi de söyleyeceğiz. Yeri geldiğinde de elbette onları ikaz edeceğiz. Ama yapıcı olacağız. Şeyh Yasin susmuştu. Gözleri uzaklara dalan bir sessizliğin heybetindeydi. Ebu Şenneb onu seyrederken gıpta ile baktı. Şu beyaz kefiyeli, gösterişsiz, mütevazı, sakat adam mıydı İsraili korkutan, ona kafa tutan? Allahtan çok, onun korkusu vardı Şaronun yüreğinde. Ama oydu işte, tek başına ve mefluç haliyle direnen. Her Davudî sapanın atılan taşı oydu. İşgalci askerlerin kalbinde patlayan, Tel- Avivi yerinden oynatan her bombanın, direnişin ve intifadanın adı, Şeyh Yasindi. % Aklına bir şey gelmişti Ebu Şennebin; - Geçenlerde Beyt Hanundaki endüstri bölgesinde Sallan Şahadeye misafirdim efendim, dedi. Yüzüne bir gülümseme yayıldı Şeyh Yasinin. Şeha-denin adını duyunca sevinmişti. Ebu Şenneb, Şeyh Yasinin Şehadeyi çok sevdiğini biliyordu. - Görmeyeli uzun zaman oldu. Nasılmış? - Size çok selamlan ve hürmetleri vardı efendim. Hususi dualarınızı diliyordu. - Allah yardımcısı olsun. Onu ve kardeşlerini korusun. Bu yolda cesaretlerini artırsın. Kahramanlıklarım bereketli kılsın. - Bir durumdan bahsetti efendim. İleride eylemlerimizi nispeten sekteye uğratabilecek bir durumdan... Ciddileşti Şeyh Yasin. Direnişe en ufak bir mani, onun her açıdan dikkatini çekerdi. - Anlamadım Ebu Şenneb, dedi. Nasıl bir durum? - Gerçi konu ile ilgili bir raporu önünüze koymuştum efendim. Fakat yine de belirtmem gerekirse kısaca Güvenlik duvarı demem yeterli gelir herhalde. Yani bir tür ayrım duvarını kastediyorum. Tamamen Amerika finansmanıyla tamamlanmak üzere 16 Haziran 2002de inşasına başlana-cakmış. Bu duvarın Örülmesiyle ilgili Şehade, bazı endişelerini dile getirdi. Benim kanaatime göre de duvarın ilan edilmemiş bir sınır olarak kalabileceğidir. - Konuyla ilgili raporunu henüz okumadım. - Önünüzdeki dosyada duruyor efendim. İsterseniz kısaca özetleyeyim. Olur manasında Şeyh Yasinden onay alan Ebu Şenneb, kısaca meseleyi anlatmaya başladı. - Efendim, dedi. Batı Yaka topraklarında inşa edilecek bu ayrım duvarı bir kere denildiği gibi güvenlik nedeniyle inşa edilmiyor. Çünkü bu duvar, Birleşmiş Milletlerin kararlarında İsrail sınırları olarak gösterilen Yeşil Hat üzerinde değil. Gaye; ilerde bu duvarı da bir pazarlık unsuru yapmak ve ilan edilmeyen bir sınır çizmektir. Hatta Filistini bölge bölge getto ve kantonlara ayırarak, kontrol altına almaktır. Diyebiliriz ki bu duvarla halkımız ekonomik ve sosyal açıdan parçalanacak, birliğimiz bozulacaktır. Öyle ki Filistin tamamen yarı açık bir cezaevi hüviyetine bürünecek. 730 kmlik Çin Seddinden sonra dünyanın en uzun duvarı olacak. Birçok insanımızın verimli arazisinin, tarlasının, bağının, bostanının hatta evlerinin dahi ellerinden alınmasına sebep olacak. Yanı sıra okulların bir kısmı duvarın bu tarafında diğerleri de öbür tarafında kalacak. Eğitimde böylelikle büyük felaketler yaşanacak. Yahudi yerleşimcilerin merkezleri korunurken, halkımızın aile yaşantısı ikiye bölünecek. Zorlaştırılan hayat, toplu göçlere sebep verecek. İşgal güçlerinin lehine nüfus dengesizliği ortaya çıkacak. Her ne kadar Lahey Adalet Divanına müracaat edilse de lehimize çıkacak bir gelişmenin işgal gücü üzerinde baskı unsuru olacağı da meçhul. Zira Lahey Adalet Divanınm kararları da Birleşmiş Milletler kararları gibi İsraili bağlayıcı nitelikte değildir. Ayrıca Kudüsün de bu duvarla tamamen İsrail tarafında kalacağını unutmamak gerekir. Zira Kudüsün dışında inşa edilecek olan duvar şehri ilhak etmek anlamındadır. .. Mescid- i Aksa dahi diğer tarafta kalacak. En önemlisi de bu, duvar Filistinin bağımsızlığına en büyük engel olarak sü-^ , rekli karşımıza dikilecek…. Şeyh Yasin Ebu Şennebin söylediklerini düşünüyordu. ; Daha sonra başını kaldırıp; ,ı. - HAMAS olarak, dedi. Bu utanç duvarı hakkındaki siyasi görüşümüzü tez elden dünya ajanslarına ilan etmemiz gerek. Ebu Şenneb kalemine sarıldı. Şeyh Yasinin söylediklerini not etti: Bu duvar İsraili koruyamayacak ve işgal devam ettiği müddetçe direniş de devam edecektir. Şayet işgal gücü güvenliğini sağlamak istiyorsa, bunun yolu gayet basit ve açıktır. İşgali durdursun ve halkımızın haklarını gasp etmekten vazgeçsin. O zaman sorun kendiliğinden halledilecektir. O günün akşamına doğru oğlu Abdinin nezaretinde eve dönen Şeyh Yasin, Sabramn fakir bir sokağında ilerliyordu. Haziranm sıcak havasında bu günün akşama yakın olan saatlerinde insanlar, evlerinin gölgelerine sığınmışlardı. Su serpilmiş gölgeliklerden yayılan toprak kokusu bir hoş ediyordu insanı. İlerdeki bir evin gölgesinde oturan ihtiyar bir kadın, Şeyh Yasine doğru yaklaştı. Abdi, babasının tekerlekli sandalyesini yakınlarındaki evin gölgesine çekti. Babasının işaretiyle biraz uzak durdu. İhtiyar kadın, alçak bir sesle Şeyh Yasinin yanı başında uzun uzadıya konuştu. Bir şehidin annesiydi. Hem de duldu. Vaktiyle eşini de Filistine adamıştı. Zaten Şeyh Yasinin en zayıf olduğu noktalardı bunlar. Şehid ve dul eşlerine, yetimlerine ayrı bir önem verirdi. Sorunlarını dinler, yiyeceğini dahi onlarla paylaşmaktan çekinmezdi. Komşuları sayılan bu ihtiyar kadın, dualarla Şeyh Yasini uğurlarken yüzünde mutluluk dolu ifadeler dolaşıyordu. Abdi bu manzaraya şahitti. Babasının tekerlekli sandalyesini sürerken bir yandan da ihtiyar kadının babasından ne isteyebileceğini düşünüyordu. Gözlerinde gördüğü se- vinç, ihtiyar kadının istediğini aldığının nişanesiydi. Kim bilir belki de bir duaydı istenilen, bir dertti söylenilen. Zira Şeyh Yasinin halkın arasında dilden dile, gönülden gönüle dolaşan manevi bir kimliği vardı. İçinde bir sıkıntıyla 24 Haziran 2002 sabahı uyanan Şeyh Yasin; sabah namazından sonra âdeti üzere bir miktar Kufan okumuş, daha sonra odasına istirahat etmek üzere çekilmişti. Kahvaltıdan sonraydı. Dışardan araba ve koşuşturma sesleri geldi. Birileri evin etrafında sağa sola koşuyordu. Siz şuraya, siz de şuraya! diye sesler duyuluyordu. İşgal gücünün baskınına mı uğramışlardı? Pencereye koşan Abdi ve Halime Hatunun gördüğü ilk şey bunların işgal askerleri olmadığıydı. Bıyıklı, bereli ve tek tip elbiseli olan bu adamlar da kimdi? Şeyh Yasin, telaş içinde kendisine çevrilen endişeli gözlerle karşılaştı. Kinle beraber adım adım büyük bir öfkeyle doluydu oğulları. - Özerk yönetimin adamları, dedi Abdi. Evin dört bir tarafını kuşatmışlar, vuruşalım! - Sakin oluni Sakin olun çocuklar! Birazdan ne istediklerini anlarız. Pencereden görüldüğü kadarıyla bu mütevazı gecekondunun her tarafı silahlı adamlarla sarılmıştı. Durum gayet ciddi görünüyordu. Az sonra Şeyh Yasinin tahmin ettiği gibi kapı çalındı. Kapı açıldığında; arkasında birkaç silahlı adam bulunan iri kıyım biri duruyordu. Abdi, arkasında kardeşleri Abdulhamid ve Abdulgani olduğu halde adamın konuşmasına fırsat vermeden: - Kimsiniz? dedi öfkeyle. Ne istiyorsunuz? Evimizi neden kuşattınız? Kurşun gibi peş peşe sıralanan sorular karşısında kapıdaki adam; - Sakin ol delikanlı! Babanızla görüşmek istiyorum, dedi. Kapıda tekerlekli sandalyesiyle görünen babalarına yer açan gençler, kenara çekildiler. Şeyh Yasini gören adam: - Efendim! dedi Şeyh Yasinin sormasına fırsat vermeden. Özerk Yönetim adına Başkan Yaser Arafatın özel emriyle sizi evinizde gözaltına aldığımızı bildirmek için buradayım. Şahsınızın ikinci bir emre kadar şu andan itibaren evden ayrılması yasak... Aile bireyleriniz ise kontrollü olarak girip çıkabilirler. Çocuklarının homurtuları yükselince Şeyh Yasin, müdahale ihtiyacı hissetti. - Tamam, çocuklar sakin olun! - Sizi anlıyorum, dedi adam. Yerinizde olsaydım aynı tepkiyi gösterirdim. Lakin emir kuluyuz. Elimizden bir şey gelmez. Lütfen bizi anlayın. - Pekâlâ, dedi Şeyh Yasin. Adam hemen geri çekildi ve aracına doğru yöneldi. Eve belirli mesafede duran eli silahlı Özerk Yönetimin muhafızları da anlaşılan bu durumdan pek memnun değildi. Çalışma odasına çekilen Şeyh Yasin, oğlu Abdiyle uzunca konuştu. Bir müddet sonra Abdi, her zamanki gibi evden çıktı. Dışarıda nöbet bekleyen Özerk Yönetimi muhafızlarına öfkeli bakışlar fırlatıp, aheste aheste uzaklaştı. Halime Hatun, Şeyh Yasinin odasına girdi. Kocasını düşünceli gördü. - Abdi çıktı, dedi. - Çıksın. Bir şey olmaz hatun. Ben yolladım. - Abdulhamid, Abdulgani çok öfkeliler. . Eşine baktı gülümsedi: - Ya sen! dedi. Sen de öfkeli değil misin Böyle bir soruyu beklemiyordu Halime Hatun. Birden, afalladı. - Şey, ben... Elbette öfkeliyim, dedi ciddileşerek. Kendi evimde, hem de kendi insanım tarafından hapsedilmem kadar izzet- i nefsime dokunan bir şey olmaz. Rantisiyi tutuklamakla başlayan Özerk Yönetimin gözdağlarının neticesinin bu olması, beni hiç şaşırtmadı, işgalcilere uşaklık etmenin kepazeliği ancak bu kadar olur. Şeyh Yasin hiç böyle görmemişti hanımını. Öfkeli, ama itidalliydi; - Arafat çok sıkışmış olmalı, dedi Şeyh Yasin. Ramallah baskınıyla bir şeyler yapmaya niyetlenmiş olabilir. Bu onun işgal rejimine karşı oldukça yumuşadığını ve taviz politikasının temposunu arttırdığını gösteriyor. Belli ki son şehadet eylemleriyle sıkışan Şaron ve yandaşları onu çok sıkıştırmış olmalılar ki böyle bir adıma tevessül etti. - Anlamıyorum, dedi. Halime Hatun. Neyi amaçlıyor böyle yapmakla? Bu, işgalcilerin ekmeğine yağ sürmekten başka bir şey değil ki! - Her işte bir hayır var hatun. Yüce Allah buyurmuyor mu? Olur ki bir şey, hoşunuza gitmediği halde sizin için daha hayırlıdır. Ve olur ki bir şey sevdiğiniz halde sizin için şer olur. Allah bilir, siz bilemezsiniz Hanımının anlamayan bakışlarıyla muhatap olan Şeyh Yasin: - Çocukları da çağır gelsinler, dedi. Abdulhamid, Abdulgani, kızları ve gelinleri çalışma odasına doluştular. Şeyh Yasin hepsini gözden geçirdi. Tane tane konuştu. - Sevgili çocuklarım! Annenize olur ki bu durumun hoşumuza gitmediği halde, hakkımızda hayırlı olabileceğini anlatıyordum. Nasıl diyen bakışlarına muhatap olunca düşüncelerimi sizlerle de paylaşmak istedim. Yaşadığımız bu durum karşısında sakın kendinizi sıkmayın. Dünya, bir imtihan meydanıdır. Bizler de bu meydanda Allaha karşı kulluk vazifemizi yaşamak ve yaşatmak için vaiz. Bu imtihanın en büyüğü şu andaki savaşımız, direniş ve mücadelemizdir. Vatan toprağımız, Kudüsümüz işgal altında iken elbette gönüllerimiz rahat ve huzurlu olmaz. Bu uğurda çile ve keder payımıza düşendir. Şimdi de şu kadarcık ufak bir baskıyla yapılan imtihanı ve yıllardır çektiğimizi mukayese ederseniz, ne derece rahatlık içinde olduğumuzu anlayacaksınız. Bu işin hakkımızda hayırlı olan yönüne gelince, düşünün: HAMAS, yıllardır mücadelesini halkın aklını ve kalbini aydınlatmakla, İslami şuur ve bilinç aşılamakla yürütürken; Arafatın bu ölçüsüz ve düşüncesiz tavrı haklılığımızı pekiştiren bir gelişme olmayacak mı? Halk bunu mukayese ile Özerk Yönetimin samimiyetini değerlendirmeyecek mi? Bu ilahi bir lütuftur bize. Biz ne kadar da uğraşsaydık hak- hlığımızı halka ve dünyaya bu derece ortaya koyamayacaktık. Bunu bir lütuf ve hayır olarak değerlendirmeyip de ne yapacağız? Odadakilerin gözleri ve gönülleri ışıldıyor, yüzleri gülüyordu. Olanları hiç de bu açıdan değerlendirmemiş, öfkeyle tepki vermişlerdi. Aynı sırada Abdi, evden çıktıktan sonra Gazzenin işlek olan El-Vahde caddesinde yürüyordu. HAMASm ofisi, kent merkezinin bulunduğu bu cadde üzerindeki bir binadaydı. Merdivenleri hızla çıktığı gibi soluğu ofiste aldı. Babasının söylediği gibi Ebu Şennebii ofiste buldu. Oturduğu yerden selam veren Abdinin yüzüne bakan Ebu Şenneb anormal bir şeylerin olduğunu hemen anladı. - Hayrola Abdi? dedi. Yüzün bir tuhaf. Ne oldu? - Daha ne olsun, dedi Abdi öfkeyle. Arafatın silahlı adamları evimizi sardı ve babamın evden dışarı çıkmasına izin vermediler. - Nasıl? dedi Ebu Şenneb şaşkın şaşkın, Arafatın adamları mı dedin? - Evet! Hem de Arafatın özel emriyle babamı evde gözaltına aldıklarım söylediler. - Allah Allah! Ya baban, baban nasıl? Ona bir $ey yaptılar mı? - Hayır! Sadece onun dışarıya çıkmasına izin vermedi- ler. Bu sebeple beni tembihleyip sizi ve Doktor Rantisiyi bulmamı durumu iletmemi istedi. Yoksa adamların başka bir zararları yok. Evin çevresinde nöbet tutuyorlar. - Anlıyorum, dedi dalgın dalgın. Başka bir şey demedi mi baban? - Durumu size anlatmamdan sonra sizin nasıl davranacağınızı bildiğini söyledi... Sahi ne yapacaksınız? Abdiyi süzdü Ebu Şenneb. Doğrusu ne yapacağını o da bilmiyordu: - Şu an bilmiyorum. Sen istersen eve dönebilirsin. - Doktor Rantisiyi de görmeliyim, - Gerek yok Abdi. Ben onunla görüşürüm. Yalnız eve uğramadan Mahmud Zahara ulaşmaya çalış. Uluslararası ajansları durumdan haberdar etsin. - Peki efendim. Abdi çıktıktan sonra Ebu Şenneb pencereden dışarıya baktı. Zihninde bin bir düşünce cirit atıyordu. Anlaşılan Arafat HAMASm eleştiri ve ikazlarından bunalmıştı. Bir saat sonra Gazze İslam Üniversitesinde beliren Ebu Şenneb, Doktor Rantisinin odasına girdi. Ebu Şennebi gören Rantisi şaşırmıştı. - Bu bir sürpriz, dedi Rantisi sevinçle. Yerinden kalktığı gibi dostuyla kucaklaştı ve ona yer gösterdi. Birbirlerini sorduktan sonra Ebu Şennebin üzüntülü olduğunu fark etti. - Ne oldu Ebu Şenneb? Seni üzüntülü görüyorum. - Bu sabah, dedi Ebu Şenneb. Arafatın adamları Şeyhi-mizin evini kuşatma altına almış. -Yaa! - Hiçbir yere bırakmayarak evinde göz hapsinde tuta-caklarmış. - Hangi cesaretle bunu yapabilmişler. Hayret doğrusu. Halk tepki verse çatışma çıkar, birliğimiz bozulur. - Düşünsene Rantisi! Salah Şahade bunu duyarsa... - Zaten işgalci rejimin de isteği bu. Birbirimize düşüp birliğimizi bozmamız... Sen nasıl öğrendin? - Bir saat önce Abdi hem haberi, hem de şeyhimizin bir mesajını getirdi. - Mesaj mı? - Evet mesaj! Şeyhimiz nasıl davranacağımızı bildiğimizi söylemiş. - Yani? - Sana gelirken yolda düşünüyordum. En kısa zamanda Özerk Yönetimle bir görüşme ayarlayıp Arafata bu yaptığının yanlışlığını göstermeliyiz. Aslında bu bizim için yani HAMAS için pozitif bir gelişme. Zira halk Arafatın bu tutumuyla hem Özerk Yönetimin gerçek yüzünü görmüş olacak, hem de Şeyhimize ve HAMASa olan sevgileri daha da artacak. - Filistin, özgürlük mücadelesinde kimin haklı ve gerçek bir mücadele verdiğini de görecek. Gülümsedi Ebu Şenneb: - Haklısın dostum, dedi. Fakat bu kuşatmayı da en kısa zamanda kaldırtmalıyız. Halkı ne zamana kadar tutabiliriz ki? Bu sebeple sen Şahadeye ve Muhammed Deif e haber verebilirsen iyi olur, itidal ve sükûnet için. Ben de Özerk Yönetimden bazılarıyla irtibata geçeceğim. En kısa zamanda seninle beraber gidip bu durumun kaldırılması için Özerk Yönetimle, gerekirse Arafat ile görüşelim. - İyi düşünmüşsün. Ben Şehadeye ulaşırım. Gerekenleri konuşurum. - Tekrar görüşürüz o halde. Ofise nerede olduğuma dair haber bırakırım. Ebu Şenneb çıktıktan sonra, Rantisi de çıkmak için hazırlıklarını görüyordu. İki gün sonra Filistin Özerk Yönetimind en bir yetkilinin açıklaması televizyonlarda yayınlanıyordu. HAMASa bağlı El- Ceel Medya Merkezinden de yayınlanan açıklamada Şeyh Yasinin evinin kuşatılmasının gerekçesi açıklanıyordu: - .:. Şeyh Yasinin Filistin halkının ulusal çıkarlarını korumak için önceki günden başlayarak evinde göz hapsine alınmasına karar verildi. Açıklamayı duyan ve seyreden her Filistinlinin yüzünde şaşkınlık, dudaklarında beddualar vardı. Arafatın bu tutumu ona kendini küçük düşürmekten başka bir kazanç sağlamamıştı. Bu hareketiyle halkın nefret ve öfkesini kazanmıştı. Ebu Şenneb ve Rantisinin özerk Yönetimle yaptığı görüşmeler sonucu bir müddet sonra kuşatma kaldırıldı. Kal-dırılmasmdaki sebeplerden biri de halkın giderek artan tepkisi ve Şeyh Yasinin evinin bulunduğu sokağın sevenlerinin akınına uğramasıydı. Her an bir çatışma olabilir, her an önlenemeyen bir gelişme yaşanabilirdi. Fakat HAMASm itidal çağrılan istenmeyen bir durumun yaşanmasını engelledi. Olayın sükûnetle halledilmesinin ertesi sabahı Halime Hatun sabah erken pencereden bakınca gözleri şaşkınlıktan büyüdü. - Aman Allahim! dedi, yine gelmişler. Pencereye doğru bakan Şeyh Yasin, dışarıda siyah kar maskeli ve elleri silahlı adamlar gördü. Biraz daha dikkatli bakınca, hanımına bakıp gülümsedi, - Korkma, dedi. Bunlar bizimkiler... - Bizimkiler mi? - Evet! Dikkatlice baksana! O anda kapı açıldı. Abdi içeri girdi. Selam verdi. Neşeli görünüyordu. - Anne- baba! Dışarıda gece boyu nöbet tutan kardeşlerimiz var, dedi. Haberiniz var mı? - Şeyh Yasin tam cevap verecekti ki dışarıdan gelen bir araba sesiyle herkes pencereye döndü. Rantisi ve Ebu Şen-nebdi gelenler. Az sonra küçük misafir odasına alman misafirleriyle Şeyh Yasin konuşuyordu. - Ebu Şenneb! Rantisi! Nasılsınız? - Sizi sormalı efendim, dedi Rantisi. Hamd olsun biz iyiyiz. - Doğru efendim, dedi Ebu Şenneb. Önemli olan sizin sağlığınız. Siz nasılsınız? - Allaha hamd-u senalar olsun. Onun takdiri üzerinde bir şey tanımıyoruz. İyi ve afiyetteyim. Yalnız geceden beri dışarıda nöbet bekleyen kardeşlerin benim yüzümden daha fazla rahatsız olmalarım istemem. Zannedersem bir daha Özerk Yönetim böyle bir şeye tevessül etmez. O sebeple adamlarımız çekilebilirler. Rantisi, Ebu Şennebe baktı. Anlamlı anlamlı gülümsediler: - Efendim, dedi Rantisi. Salah Şahadeyi ikna edemedik. İlla da birkaç gün nöbet tutulması gerekliymiş dedi. Şeyh Yasin, Şehadenin adını duyunca gelişmelerin se- bebini anlamıştı. Bu konuda daha fazla ısrar etmedi. Ebu Şenneb ve Rantisiyle ayrıntılı bir şekilde konuştu. Yaptıkları görüşmeler ve Özerk Yönetimin tavrının sebebini anlattılar. - Efendim, dedi Ebu Şenneb. Kanaatime güre işgalci yönetimin sizi takip etmesi yahut sizi ortadan kaldırmaya yönelik tavırları, çıkarcı bir politikaya dönüşmüş. Bu durum Arafatın da işine geliyor. - Bu, dedi Rantisi. Açık bir olgu. Zira önderlik sadece onda olursa daha rahat hareket edecektir. Gülümsedi Şeyh Yasin: - Hâlâ Ramallahtaki bürosunda mı? - Evet, dedi Ebu Şenneb. Kendisini yıllardır ödüllendiren Amerika ve İsrail tarafından artık istenmeyen adam olarak ilan edildi. Zira bizi ve diğer direnişçi grupları kontrol edemediği için devre dışı bırakılmak isteniyor. Bürosundan da ayrılmasına izin verilmiyor. Uluslararası destekten de mahrum kalması için Amerika diğer ülkelere baskı yapıyor. Yani zor durumda... - Bu onun basiretsizliğinin sonucu, dedi Şeyh Yasin. Ancak biz direnişi elden bırakmayacak, intifada meşalesini sonuna kadar koruyacağız. Gerek sizler gerek Mahmud Za-har olsun -İsmail Haniyyeye de haber verin- Özerk Yönetimin işgalci rejime verdiği her tavizin her yumuşama politikasının olumsuz yönlerini dile getirmekten uzak durmayın. Arafatın hatalarını ve yanlış politikalarını hatırlatmalıyız. Daha fazla taviz vermeden İsrailin oyunlarına karşı direnme kararı almalıdır. Zira her tavizle beraber kandırılıyor ve büyük oyunlarla yüz yüze geliyor. - Haklısınız efendim, dedi Rantisi. Biri ona İzzetli bir duruş sergilemesini hatırlatmalı. Şeyh Yasin Rantisinin gözlerine baktı. - Sahi, dedi gülümseyerek. Özerk Yönetimin sana yaptıkları ne zaman son bulacak? Kaç defadır seni haksızca tu-tukluyorlar. Rantisi de gülümsedi: - En son beni Filistin halkını harekete geçirecek bir açıklamada bulunmamak şartıyla serbest bırakmışlardı efen-Idim, dedi masum masum. Kalpleri Filistin ve Kudüs için atan bu üç adam, bu söz üzerine birbirlerine bakıp gülümsediler. Temmuzun tüm sıcaklığının hissedildiği bir gündü. Şeyh Yasin evine çekilmişti. O gece çalışma odasından hiç çıkmadı. Sürekli Kuran okuyor, dua ediyordu. Gözlerinden süzülen yaşlar, üzüntüsünün derinliğine şahitlik ediyordu. Salonda gecenin geç saatlerinde fısıldaşma şeklindeki sesler, onun hakkındaydı. - Anne! dedi Abdi, Babam hâlâ yatmadı mı? - Hayır oğlum. Şehadenin dün şehid edilmesinden bu yana, gözlerinden hâlâ yaşlar süzülüyor. - Nasıl üzülmesin anne? Siyonist devlet terörü F- 16 uçaklarıyla şehid Şehadenin evi üzerine bir tonluk bomba bıraktı. Ailesini, on bir ferdini ve onu şehid ettiler. Buna yürek mi dayanır. Biliyor musun anne! Babam rahmetli Şeha-deyi çok severdi. Nasıl desem? Ona karşı ayrı bir sevgi beslerdi. - Allah Şarona ve askerlerine lanet etsin. Salah Şehadenin şehadeti çok ağır geldi babana. Üzüntüsünden perişan olacak... Sen Şehadenin cenaze törenine katıldın, değil mi? - Evet anne! -Nasıldı? - Müthiş bir kalabalık vardı. Kendinden geçenler, bayılanlar... Cenazeleri defnedene kadar saatler geçti. İntikam yeminleri edildi. İzzeddin Kassam Tugayları geçit töreni yaptılar. Kanını yerde bırakmayacağız diye haykırıyor, sloganlarla ortalığı çınlatıyorlardı. Tüm Gazze; bir vücut, bir ağızdı. - Allah ona ve ailesine rahmet etsin. Bu dava onun gibi nice yiğitlerin kanları üzerinde yükselecektir. Kanları meşale meşale tutuşacak, bu karanlık günlerimizi aydınlatacaktır oğlum. Filistinin özgürlüğü, Kudüsün azatlığı o kahramanların sayesinde gerçekleşecektir.
Posted on: Thu, 31 Oct 2013 09:36:26 +0000
Trending Topics
Recently Viewed Topics
© 2015