Polonya Tatar Türkleri Tercüme: Osman Fırat Baş Doktora - TopicsExpress



          

Polonya Tatar Türkleri Tercüme: Osman Fırat Baş Doktora öğrencisi A.Ü - D.T.C.F Polonya Tatar Türkleri, 14. yüzyılda Litvanya Prensine yardım için gelen Kıpçakların torunlarıdır. Kıpçaklar, kuzey-doğudan gelecek tehlikelere ve istilalara karşı bir set olmak üzere sınır boylarına yerleştirildiler. Altın Ordu Devletinde zaman zaman ortaya çıkan iç karışıklıklardan zarar gören bazı küçük grupların ve 15.-16. yüzyıllarda Kırım Hanlığı ile Litvanya arasında yapılan savaşlarda esir düşenlerin de katılmasıyla Litvanyada yaşayan Türklerin sayısı epeyce arttı. Litvanya Prensliği, Tatar Türklerine arazi vererek yerleşmelerini sağladı ve onlardan askeri hizmetlerde faydalandı. Ancak daha sonra Fazıl Ahmed Paşanın vezirliği sırasında gerçekleştirilen Lehistan Seferinde Osmanlı kuvvetlerine yardımcı oldular. Ayrıca Kırım Hanlığının Lehistan içindeki her türlü faaliyetine de kılavuzluk ettiler. 16. yüzyıldan itibaren Polonyadaki hayatlarına çeşitli kısıtlamalar getirilen Türkler, 17. yüzyılda Osmanlı-Lehistan savaşları da başlayınca bu ülkeyi terk ederek Osmanlı topraklarına yerleşmeye başladılar. Yazarı belli olmayan Risale-i Tatar-ı Leh adlı eserde belirtildiğine göre 16. yüzyılın ortalarında Lehistan Tatarlarının sayısı 200.000e ulaşmıştı. II. Dünya Savaşından sonra Polonya sınırlarının değişmesi üzerine Tatar Türklerinden bir kısmı Gorzow, Wielkopolski, Gdansk, Wroclaw, Olsztyn, Elblag, Szcein ve Varşovaya yerleştirildiler. Sünni Müslüman olan Polonya Tatar Türkleri Hanefi mezhebine bağlıdır. Oruç, cuma namazı en canlı ibadetleridir. İslamiyet, 26 Ağustos 1936da Polonyada resmen tanınmıştır. Polonyada yaşayan Tatar Türkleri, İslam inancını günümüze kadar sürdürmelerine rağmen, asırlardır yerlilerle iç içe yaşamaları ve evlenmeleri sebebiyle, ana dilleri Kıpçak Türkçesini unutmuşlardır. Kitap veya hamail adını verdikleri dua kitapları sayesinde Arap harfleriyle yazı geleneğini koruduklarından Arap harfli yazma eserler günümüze kadar gelebilmiştir. Bu yazma eserlerin dili, Polonyanın Osmanlı Devleti ile kurduğu yakın ilişkiler sebebiyle, 17. yüzyıldan itibaren Osmanlı Türkçesinin etkisi altında kalmıştır. Konuşma dili ise daha 16.-17. yüzyıllardan itibaren unutulmaya başlanmış. Tatar Türkçesinin yerini Slav dilleri almıştır. Bugünkü Tatar Türklerinin konuşma dilinde bayram, namaz, oruç gibi dini terimler ve bir, iki. üç gibi bazı sayı adları kalmıştır . Polonyada yaşayan Tatar Türklerinin nüfusu hakkında 2.000 den 7.000e kadar tahminler vardır. Kültür ve yayın faaliyetlerini sürdüren Polonya Tatar Türkleri 1929 yılında Vilnada Arma Belgesi adıyla bir kitap yayınladı ve 1930 yılında İslam Yarumu adlı dergiyi çıkardı. Ardından 1934te yine Vilnada Tautar Hauyat adlı dergiyi çıkarmaya başladı. Polonyalılar, tarihlerinde Tatarlarla ilk defa 13. yüzyılda karşılaşmışlardı. O zamanlarda, Çengiz Hanın ölümünden sonra doğudaki Moğol ulusları, Doğu ve Orta Avrupaya ve Anadoluya (Köse Dağ 1243) hareket etti. Rus Prensliğini fethettikten sonra Moğol orduları Macaristan ile müttefiki olan Polonyaya aynı zamanda hücum ettiler,. O zamanda Polonya prenslerinden en kuvvetlisi Henryk Pobo¿ny, Legnica meydan muharebesinde Moğollara karşı direnmeye çalışmış fakat büyük bozguna uğramıştı (1241). Fakat Moğol ordusunun hedefi Polonya değil, Macaristan idi, çünkü Moğol komutanları Polonya prensinin olabilecek yardımını engellemek istediler. Legnica meydan muharebesinden hemen sonra Moğol ordusu geri çekilerek Macaristana doğru yürüdü. Tatarlar, Çengiz Hanın ordusuna katılan kavimlerden biriydi, fakat Avrupada o zamanlarda bu ad Moğol İmparatorluğu, yâni Tatar sözcüğü Moğol anlamına gelirdi (Jan Pian di Carpini, Historia Mongo³ów (Moğollar Tarihi, Benedykt Polak, Sprawozdanie (Rapor), C. de Bridia, Historia Tatarów (Tatarlar Tarihi), Jerzy Strzelczyk (editör), Spotkanie dwóch œwiatów. Stolica Apostolska a œwiat mongolski w po³owie XIII wieku (İki Dünyanın Karşılaşması: 13. yüzyıldaki Vatikan ve Moğollar, Poznañ 1993). Tatar sözcüğü Ortaçağ Avrupasında olumsuz çağrışımlar doğuruyor, antik mitolojide geçen Tartar kelimesine (ölmüş insanların göçtükleri yeraltı dünya) benzetiliyordu. Yabancı, şaşırtıcı, yabancı dille konuşan, bilinmeyen yöntemlerle savaşan ve - işin en kötüsü - devamlı olarak galip çıkan ordunun bilinmeyen dünya ucundan ansızın gelmesi o zamanın insanları paniğe uğratıp korkutuyordu. Rus Prensliğinde olduğu gibi değil, Moğollar (Tatarlar) Polonya prenslerini kendilerine tabi kılmaya gayret etmediler. Siyasi (Polonyanın Macaristan ve Rus Prensliği ile akdettiği ittifak) ve ekonomik (bol ganimet ile esirler) nedenlerle yapılan akınları 13. yy. boyunca devam etti. Bu tür saldırıların ilk hücum kadar korkutucu olmamasına rağmen bir yandan Polonya, Lituanya ve Batı Rus Prensliğinin arazileri harabelere dönüştürerek bu ülkelerin ekonomisini yıkıyordu, öte yandan Polonya ile Lituanyanın gelecekte yakınlaşmasını etkileyen faktörlerden biriydi. Bu bölgeye, yâni Lituanyaya Tatarlar ilk olarak yerleştirilmişlerdi. Tatar kavimlerinin Lituanyaya yerleşmesi 14. yy.ın sonunda ve 15. yy.ın başında başladı. O zamanda, Polonya kralı W³adys³aw Jagie³³onun baba tarafından kuzeni olan Witold Lituanyanın prensiydi. 14. yy.ın yarısından itibaren, Coçi Ulusundan ayrılmış olan Altın Orduda iktidar savaşları başlamıştı. Han tahtına adaylar sık sık Lituanyadan destek istiyorlardı. Lituanya sınırlarına sığınanlar ile Altın Orduya karşı düzenlenen savaşlar sırasında esir düşenler ilk göçmen grubu oluşturuyordu. Ko³oczary (Koloçarı), Kazak³ary (Kazakları), Mareszlary (Mareşları), Prudziany (Prucanı) ve Vilnyus yakınlarında bulunan ve bugünlere kadar varolan Sorok Tatary (Kırk Tatarlar) adlı köyler Tatarların Lituanyadaki ilk yerleşimleriydi. Tatarlar 17. yy.a kadar Lituanyaya kesintisiz olarak yerleşirlerdi. Başlangıçta Tatar köyleri, büyük siyasal ve sanayi merkezlerinin etrafında bulundu, sonra da birçok küçük köy ile yerleşim yeri kurulmaya başlandı. Tatar köy ile kasabalarını, bugünkü Batı Beyaz Rusya, değişik dönemlerde Lituanya ve Polonyaya ait olan Beyaz Rusya, Batı Ukrayna ve bugünkü Lituanyada (Sorok Tatara) bulmak mümkün. İlk göçmen grupları (14. ve 15, yy.) üç kuşağın hayatı boyunca hemen hemen tamamen özümlenip yerli dili ile Hıristiyanlığı kabûl etmişti. Yerli kadınlarla evlendiklerinden yerli halkla kaynaştılar. 16. yy.dan itibaren, Büyük Moskova Prensliğinin yayılması nedeniyle Lituanyaya gelen veya Lituanya - Tatar savaşları sırasında esir düşenler göçmenlerin ikinci dalgasını teşkil ediyorlardı. 14. yy. sonundan itibaren Polonya ile Lituanya arasında yakınlaşma süreci kaydedilmektedir. Jagellon hanedanının temsilcileri: gerek kardeşler gerekse de aynı kişi Büyük Lituanya Prensinin kalpağını ve Polonya Kraliyetinin tacını giyerek iki ülkenin tahtlarına çıkardı. 1569 yılında, Lublin şehrinde, birlik anlaşması iki ülke arasında imzalandı. Bu anlaşmanın neticesinde İki Millet Cumhuriyeti kuruldu. Ülkenin başında aynı kişi tarafından temsil edilen Kral ve Büyük Prens bulunuyor, yasama organı müşterek parlamento, bütün makamlar ise ikiliydi. O dönemde de Jagellon hanedanından son Kral ve Büyük Prens Sigismundus Augustus Tatarların 17. yy.da yerleştirildikleri Ukraynanın bir kısmını Polonya Kraliyeti ile birleştirdi. Lipka Tatarları eski Polonyaya yerleşen Tatar göçmenlerinin son kalabalık grubudur. Lipka sözcüğünün kökeni bilinmemektedir. Lipka Tatarları çeşitli boy ile gruplardan olup Polonya ordusunda hizmet yapan askerlerdi. Savaşlarda elde ettikleri başarılar nedeniyle 1659 yılında güney doğu Polonyadaki topraklar (Podolya ile Wo³yñ bölgeleri) kendilerine tahsis edildi. Devlet Hazinesinin maaşlarını devamlı olarak geciktirdiğinden 1672de birkaç Lipka müfrezesi isyan edip Osmanlı sultanına hizmet vermeğe başladı. Jan Sobieskinin (1674 yılında Polonya Kralı seçildi) çabaları sayesinde başkaldıranların bir kısmı kral için yeniden hizmet vermeğe başlayıp 1679 yılında, halen Bia³ystok ilinde bulunan kral mülkiyeti olan Ma³aszewicze, Studzianka, Drahle, Bohoniki ve Kruszyniany köylerine yerleştirilmişlerdi. Polonya ile Lituanyaya göçen Tatarlar birkaç toplumsal kesimden oluşmaktaydı. Doğrudan doğruya prense bağlı olan Prens Tatarları ile Prens Tatarlarına tabi tutulan ve er olarak askerî hizmet yapan Kazak Tatarları adlı gruplar kolayca ayrılabilir. Ayrıca, esir düşen Tatarla, prensin emri üzerine şehirlere ve kalelerin yakınlarına yerleştirilirlerdi. Bu tür kesimler Tatarların geleneksel toplum yapısını kısmen yansıtıyor, Lituanyada ise bu toplumsal yapı arazi tahsisi ve arazi mülkiyetiyle ilgili olup tanınan ayrıcalıklarla pekiştiriliyordu. Geleneksel toplumsal yapı, kuşaktan kuşağa geçip yeni yere yerleşmiş olan kişiler tarafından kullanılan unvanlara yansımaktadır. Büyük Lituanya Prensliğinin ªurasında danışman olarak yeri olan ve Büyük Lituanya Prensliği Tatarlarının başında bulunan han oğluna So³tan veya Carewicz (tsareviç) (han oğlu) unvanı veriliyordu. Ulan Çengiz Hanın ahfadı anlamındaydı. KniaŸ (prens) unvanı U³an (Ulan) ve Murza unvanlarına koşut olarak kullanılır, ömrünün bir kısmını padişahın ordusunda geçirmiş seçkin adamlara ise bey veya ağa unvanı takılırdı. İmam veya mollaların Tatar gruplarında önemli rolü vardı. İmamlar müminler tarafından seçilerek cemaatin ruhanî liderleriydi. Aynı zamanda hakim, noter fonksiyonunu görüp vasiyetnâme ile senetler hazırlayarak imzalar, evlilik ölüm vs. olaylar gibi nüfûs işleriyle uğraşırlardı. Bugünlerde, Polonyada oturmakta olan Tatarların torunları eski Polonya Cumhuriyetinde asilzade unvanına sahip olan ailelerden çıktıklarını iddia etmektedir. Fakat asilzade kesimine üyesi olmak, aile kökenine, araziye sahip olma hakkına, tanınmış olan siyasî ayrıcalıklara ve bir kişinin Polonyanın savunmasına katılıp katılmamasına bağlı olup kanunların ilgili hükümlerinde tanımlanmıştır. Hükümdarın her çağrısı üzerine silaha sarılmaları kaydıyla Tatarların seçkinleri olan Prens Tatarlarına toprak verilirdi. Tahsis edilen toprak, üzerine bağlı görev ile yükümlülüklerle birlikte çocuklara intikal ettirilebilip de satılamadı. Başlangıçta Tatarlar, asilzadelere ait olan araziler satın alamadılar. Böylece Tatarlar, asker hizmeti yapmağa mecbur olan kiracı-sahip durumundaydılar. Asilzadeler ile Tatarların kendi mülkiyetlerini büyütmek eğiliminde olduklarından ve Tatarların, üzerine konulmuş olan askerî yükümlülüklerden kurtulmak istediklerinden ilgili kanunlar nihayet değiştirilmişti. 1699 yılında kral tarafından onaylanmış imtiyaza göre Tatarlar araziye mülkiyetine ve bunu tasarruf hakkına tamamen sahip oldular. Aynı zamanda asilzadeler için uygulanan ceza kanunu hükümlerinin Tatarlar için uygulanmasıyla ilgili süreç sona erdi. Asilzade veya ailesinin üyelerinden birinin öldürülmesi veya yaralanması nedeniyle ödenmesi gereken tazminatın 1528de Tatarlara tanındığı zaman bu süreç başladı. Tatar kökenli asilzade ile Hıristiyan asilzadeler arasındaki fark siyasal haklarla ilgiliydi. Tatarlar bu tür haklardan yoksundular. Tatarlar bölge parlamentolarına katılmıyor, kendi milletvekillerini seçmiyor, bölge kuruluşlarında görev yapmıyorlardı. Bu tür hakların tanınmasını engelleyen faktör mezhep idi (Ortodoks ile Doğu Katolikler de aynı haklardan mahrumdular). Din sorunu, 17. yy.da, Polonya ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki ilişkilerin gergin olduğu zaman, adı geçen hakların tanınmasına karşı çıkanların elinde siyasal bir koz oluyordu. Müslüman Tatarlar bu engeli aşma çabasında asla bulunmadılar. Tatarlar kendi din haklarını (örn. cami inşa hakkını) ve yaptıkları askerî hizmetlerden kaynaklanan haklarını savunmakta kararlıydılar. 15. yy.dan itibaren Tatar müfrezeleri Polonya-Lituanya devleti tarafından yapılan bütün savaşlara katıldı. Tatar müfrezeleri, 1409-1411 yılları arasında süren Tötön ªövalyeleriyle savaşa ilk defa iştirak etti. O zamandaki savaş Polonya ve Lituanya için ölüm kalım mücadelesiydi; Grunwald zaferi ise hâlen Tatar kökenli Polonyalılar dahil olmak üzere Polonya vatandaşlarının tarih bilincinin pekiştirilmesini etkileyen faktörlerden biridir. Kırımdan gelen yardımcı müfrezeler ve Büyük Lituanya Prensi Witoldun tebaası olan Tatarlar olmak üzere bu meydan muharebesine yaklaşık 1.000 Tatar askeri katılmış. Polonya-Lituanya ordusunun başkomutanı olan Polonya Kralı W³adys³aw Jagie³³o Tatarların savaş taktiğini uygulayarak düşmanın niyetlerini keşfedebildiğinden hücum inisiyatifini ele almayı başardı. Müteakip dönemlerde, Tatar müfrezeleri, Tötön ªövalyeleri (sonra laik Prusya Prensliği), Moskova Prensliği, Rusya, Macaristan, Avusturya, Kazaklar, İsveç, hatta da Kırım Hanlığı ile Osmanlı İmparatorluğuna karşı yapılan savaşlara katıldı. İsveç tufanı adını taşıyan İsveç istilâsı sırasında, Polonya ile Lituanyanın İsveç ordusu tarafından 1655 yılında tamamen işgal edildiği zaman Kırım Hanı Polonya Kralı 2. Jan Kasimir Vasaya yardım ederek Tatar süvarilerinden oluşan bir müfreze gönderdi. 1674 yılında Polonya Kralı ile Büyük Lituanya Prensi unvanıyla tahta çıkacak III. Jan Sobieski o zamanda Tatar süvarilerinin başkumandanıydı. Tatar alayı, Polonya Kraliyetine karşı vefasızca davranan Prusya Prensliğinin topraklarında çok etkileyici sabotaj taktiği uyguluyordu. Ancak bir defa Tatar kökenli Polonya vatandaşları Polonya Cumhuriyetine karşı başkaldırdılar. Yukarıda söz ettiğimiz gibi hakkettikleri maaşın Polonya tarafından geciktirildiği için Lipka Tatarları 1672de isyan ettiler. Tatar askerlerini çok takdir eden Jan Sobieskinin çabaları sayesinde Türk ordusunun safına geçmiş olan Lipkalar, Polonyaya geri dönüp Karlofça barış anlaşması imzalanıncaya kadar (1699) Viyana kuşatması olmak üzere Türkiye ile sürdürülen savaşa katılıyorlardı. Müteakip yüzyılda, Polonyanın çökmek üzere olduğu zaman, asilzadelerin Katolik mezhebini savunma sloganları attıkları Bar ve Brest Konfederasyonunda (1768-1772) olmak üzere Tatarlar, Polonya sınırları ile bağımsızlığını amaçlayan bütün savunma savaşlarına da iştirak ettiler. O dönemin siyasi durumunda, Ortodoks Rusyanın, ana düşman olarak algılandığında Katoliklik savunma sloganları Rusyaya yönelik olup bu tür sloganlar Polonyanın Müslüman ve Katolik vatandaşlarının, vatan savunması alanındaki birleşmesini engellemedi. Nowogródek kasabasının (bugünkü Batı Beyaz Rusya) yakınlarında doğmuş ve Lituanya ordusunda ilk Tatar kökenli general olan Jozef Bielak 1792 yılında, 3 Mayıs 1791 günü hem Avrupada hem de Polonyada ilk olarak onaylanmış anayasanın uğruna Rusyaya karşı yapılan savaşta mücadele verdi. İki yıl sonra, Tadeusz Koœciuszkonun isyanında şehit oldu. 1792 yılında, elde ettiği askerî başarılar nedeniyle bugüne kadar Polonyada tanınan ve en önemli askerî nişan olan Virtuti Militari hacıyla taltif edildi. 14. yy.ın sonundan itibaren Polonya ve Lituanya devletine göçüp yerleşegelen Tatarlar Sünni Müslüman olup Kıpçak Türkçesinin çeşitli diyalektleriyle konuşan değişik boy ile aşiretlerin üyeleridirler. Yerleşmeye başladıkları dönemde Polonya ve özellikle Lituanya, birkaç milletin yaşadığı ve birkaç dille konuşulduğu devletlerdi. Bu nedenle farklı kültür ve yüz çizgileri o zamanın insanlarında düşmanlık duyguları doğurmuyordu. İlk göçmen dalgası (14.-15. yy.lar) kısa süre içinde yerli halkla kaynaştı. Lituanyada oturan Tatarlar, Rus kadınlarıyla evlendiklerinden dinini koruyarak hızlı ruslaşıyorlardı. Polonyada ise savaş esirleri olarak yerleştirilen Tatarların din ve toplum liderleri olmadığı için Polonya halkıyla tamamen özümlenmişlerdi. Bu tür yerleşimin izi olarak ancak köy adları bugünlere kadar korunmuştur. Tatarların kendi dinini muhafaza etmesinde Türkiye ile Kırım Hanlığının rolü çok önemliydi. Diplomatik ve ticarî ilişkiler üç ülkeyi birbirine, Tatarları ise hac farizası ve üst merci Müslüman mahkemelerince verilen kararları gerektiren davalar kendi kültürüne bağlıyordu. Tatar halkının yoğun olduğu yerleşimlerde camiler inşa edilirdi. Hıristiyanlar arasında misyoner faaliyetleri hariç mezhep hoşgörüsü söz konusuydu. Kral Sigismundus Augustusun ölümünden sonra (1572) Polonya kralları seçilmeye başlandı. 1573 yılındaki parlamento oturumunda, ilk kralın seçildiğinde bütün Polonya Cumhuriyetinin vatandaşlarına din ve vicdan hürriyeti garanti eden Varşova Konfederasyonu Anlaşması imzalandı. Sonraki dönemlerde, seçilen kralın, iki tacı kabûl etmeden önce cumhuriyet düzeni konusundaki hakların yanı sıra adı geçen anlaşmayı imzalaması gerekiyordu. Gerçi Varşova Konfederasyonu Anlaşmasında Müslümanlardan söz edilmedi, fakat o dönemde siyasete etkisi olan toplum kesimi tarafından şekillendirilen, en üst yasama makamı tarafından onaylanan ve yürütme organlarınca garanti edilen anlaşma, tam din ve vicdan hürriyetinin çok mezhepli devlette gerekli olduğu görüşünün yaygın olduğunu açıkça kanıtlar. Polonya ile Lituanyanın birleştirilmesi konusundaki anlaşmanın hazırlandığı parlamento, camilerin inşa edilmesine ve imamların yurtiçinde eğitilmesine izin vermişti. Neticesinde din okulları açılmaya başlandı. 17. yy.da cereyan eden savaşlar bu süreci engelledi. O dönemde Polonya Cumhuriyetinde 40 Müslüman cemaati faaliyetlerde bulunuyordu. Aynı yüzyılda, etnik yapısı değişik, son kalabalık Müslüman göçmen dalgaları ülkemize yerleşti. Bu grupların dini aynı olduğundan onlar Tatar veya Lipka olarak adlandırıldı. 17. yy.da Tatar toplumunun üst kesimleri dil bakımından polonyalılaştırıldı, ayrıca evlilikler kendi toplumsal gruplar içinde yapılmaya, yâni ayrı dinlere inanan çiftlerin evlilikleri önceki dönemlere göre daha seyrek olmaya başladı. Öte yandan, Tatar komutan ile subaylarının Polonyalı çevrelerle daha sık temasları neticesinde, Polonya kültürü ile dilini benimsiyorlardı. Polonyalılaştırma süreci daha yoksul grupları tedricen kapsıyordu. Bu kesimlerin ruslaştırıldığı dönemden sonra polonyalılaştırma zamanı geldi. Bu sürecin, ne Polonya ne de Lituanyanın ilgili makamları tarafından baskı yapılmadan din hürriyeti havası içinde devam ettiğini vurgulamak gerek. Tatarların çoğu kendi inançlarını koruyor, din değiştirme olayları çok nadir oluyordu. 18. yy.da, ancak din ve gelenek ile görenekler, Polonyada oturan Tatarları diğer toplumsal gruplardan ayıran faktörlerdi. Dil, mimarlık, giyim kuşam, ev düzeni, dindışı adetler ile günlük yaşam kültürü, Hıristiyan kesimlerine göre Tatarları farklı kılmıyordu. Kırım ve Türk esnafları tarafından üretilen silah, kumaş, eyer ve kıymetli eşya merakı Polonyalı asilzadeler arasında da çok yaygındı. 18. yy.ın sonunda (1795), Polonya ve Lituanya Cumhuriyeti, Rusya, Avusturya ve Prusya tarafından parçalanarak bağımsızlığını yitirdi. Tatar süvarileri, Polonyanın can çekiştiği zaman ve Napolyon döneminde Polonya silahlı kuvvetleri içinde mücadele ediyorlardı. Polonyanın, Napolyon savaşlarının son olarak tamamlandığı Viyana Kongresinde (1815) kesin olarak parçalanmasından ve sınır düzeltmelerinden sonra Tatarların oturdukları Polonya ile Lituanya bölgelerinin tümü Rusyaya dahil edildi. Marzena Godziñska Polonya Müslümanları İslam dini cihanşûmul bir dindir ve dünya halklarının önemli bir kemsinin kalbinde yer edinmiştir. Bu din orta doğudan Afrika’nın kuzeyi, Avrupa’dan kara Afrika’nın derinliklerine, Rusya’dan güney doğu Asya’ya kadar geniş bir coğrafyayı içinde barındırmaktadır. İslam dini cihanşûmul bir dindir ve dünya halklarının önemli bir kemsinin kalbinde yer edinmiştir. Bu din orta doğudan Afrika’nın kuzeyi, Avrupa’dan kara Afrika’nın derinliklerine, Rusya’dan güney doğu Asya’ya kadar geniş bir coğrafyayı içinde barındırmaktadır. İslam dininin doğuşu dünyanın pek çok bölgesinde önemli bir değişim ve devrim niteliğini beraberinde getirmiştir ve aynı zamanda da tarihin dönüm noktalarından birini oluşturmaktadır. Bu yazımızda dünyanın muhtelif kesimlerindeki Müslüman toplulukları incelemeyi sürdüreceğiz. Polonya yer kürenin kuzeyinde ve yarım kürenin doğusunda bulunurken Avrupa kıtasının kuzey ve merkezi bölgelerinde yer almaktadır. Polonya’nın yüz ölçümü 312683 kilometre karedir ve Avrupa kıtasının doğusunda ve Batik denizinin güneyinde yer almaktadır. Bu ülke kuzey ve doğu kuzeyden Lituanya, Beyaz Rusya ve Ukrayna ve güneyden Çek cumhuriyeti, Slovakya ve batıdan Almanya ve kuzeyden Batik denizi ve Danzik körfeziyle kuşatılmıştır. İslam dininin Polonya’daki ilk ilgi çekici varlığı 4. yüz yılda yaşanırken bu gelişmenin Tatarlar vasıtasıyla yaşandığı belirtilmektedir ve onların önemli bir bölümü Polonya-Lituanya federalinde yerleştikleri ve kendi örf ve adetleri doğrultusunda yaşamaya başladıkları ve kendi dini inançlarını taşıdıkları belirtilmektedir. Tatar olmayan ilk Müslüman grubu 1970 yılında Polonya’ya giriş yaptılar. Polonya’nın 14. yüzyıla kadar İslam’la pek bir tanışıklığı bulunmuyordu ve ilk Tatar kabilelerinin bu topraklara giriş yapmalarıyla birlikte İslam diniyle ilk tanışma gerçekleştirildi. Gerçi 13. yüz yılda bu topraklara saldıran Moğolların bir bölümü Müslüman’dı ancak onların kişilikleri tamamen askeri bir yapı üzerinde kurluydu ve iskanlarına dair hiçbir iz bırakmadılar. Müslüman tacirler 14. yüz yılda Polonya’ya gelmeye başladılar ve bunun en belirgin göstergesi de Polonya’nın modern döneminde ele geçirilen çok sayıda Arapça sikkelerin arkeolojik mekanlarda bulunmasındadır. 14. yüz yılda ilk tatar kabileleri Lituanya’nın Dük himayesi altındaki topraklarda ikamet etmeye başladılar. Tatarlar çok usta savaşçılar ve önemli tacirler olduklarından dolayı bu bölgenin büyük Dük’ü onları kedi koruması altına aldı. Polonya-Lituanya federal hükümetinin Almanya aleyhinde 14. yüz yılda gerçekleştirdikleri savaşlarda ve akabinde 17. yüz yılda Polonya’yla Osmanlı arasındaki kanlı çatışmalar gerçekleşti ve bu savaşlarda Tatarlar Osmanlı imparatorluğun aleyhinde yer alarak çatışmalara katıldılar ve bu bölge halkının nezrinde kendilerinden olumlu bir etki bıraktılar. Lituanya’da yaşayan Tatarlar kendi ülkelerine hizmette bulunuyorlardı ve bu nedenle de kendi istedikleri biçimde ibadet etmek konusunda her hangi bir sorunla karşılaşmıyorlardı. Tatarların bu topraklardaki ikametleri genel itibarıyla geçici sayılırdı ve belirle bir zamandan sonra kendi ana topraklarına geri dönmeye başladılar. 16. ve 17. yüz yıllarda daha fazla sayıda Tatar Polonya-Lituanya federal bölgesine gelmeye başladılar ve böylece o zamandan 1980 senesine kadar bu topraklardaki İslam dini orada bulunan Tatarlar vasıtasıyla tanınıyordu. Tatarların 17. yüz yıldaki nüfuslarının 15 bin kişi olarak belirlendiği kaydedilmektedir. Polonya-Lituanya federal birliği kralı bu bölgenin özerkliğini ele geçirdiğinde hür bir şekilde dinlerine ibadet etme ve kendi örf ve adetleri doğrultusunda hareket etme serbestliği Tatarlara tanınan haklar arasındaki yerini aldı ve bir takım askeri alanlarda Krala yardımda bulunanlara bazı önemli makam ve mevkiler de verilmeye başlandı. Polonya’daki Müslümanlar 16. yüz yılda Haç menasiklerini yerine getirmek amacıyla İstanbul üzerinden Mekke’ye gittiler ve Osmanlı makamlarından kendilerine dini iblağcısı gönderilmesi isteğinde bulundular.17 ve 18. yüz yıllarda Müslüman Tatarlar Hıristiyan Katolik misyonerleri karşısında kendilerinden direniş göstermeye başladılar ve kendi dini kimliklerini korumaya özen gösterdiler. Birinci dünya savaşının sona ermesinin ardından Poloya cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte Müslüman Tatarlar dana aktif bir şekilde faaliyet gösterdiğinde hükümet de onların bu girişimine karşı çıkmadı, öyle ki Varşova’da bir caminin inşasına karar verildi. 20. yüz yılın başlarında Polonya’daki Müslüman nüfus 11 bini aştı ve bu kesimin büyük bir bölümü ülkenin uçsuz yerlerinde çok az imkanlarla yaşamlarını sürdürmektedirler. İkinci dünya savaşının .aşlamasıyla birlikte Nazi Almanya’sının saldırmasıyla birlikte Polonya’daki Müslüman nüfusun faaliyetlerinde belirgin bin azalma gözlendi. Geleneksel Tatar kavimlerin yanı sıra Polonya’da küçük ama büyümekte olan İslami bir göçmen topluluğu 1970 yıllarında şekillenmeye başladı. 1970 ila 1980 yılları arasında bazı sosyalist Arap üniversite öğrencileri orta doğu ve Afrika’dan Polonya’ya göç etmeye başladılar ve pek çokları da bu ülkede ikamet etmeye karar vererek yaşamlarını Polonya’da sürdürme kararı aldılar. 1980’li yılların sonlarına doğru söz konusu topluluk daha bir organize olarak faaliyetlerini sürdürdüler ve bir takım camileri ülkenin çeşitli şehirlerinde inşa etmeye başladılar. Komünizmin 1989 senesinde çökmesinden sonra Polonya’ya yeni göç dalgaları yapılmaya başlandı ki göç edenlerin arasından Türklere değinmek mümkün. Hali hazırda Polonya’da yaşayan Müslüman nüfusun tam oranı belli olmamakla beraber Müslümanların 30 bin kişi olduğu tahminleri yapılmaktadır. Bu ülkede yaşayan Müslüman nüfusun tam sayısının belli olmamasının nedeni 2002 senesinden beri Polonya’daki milli sayım merkezinin nüfus sayımı sırasında sayılanların din haneleriyle ilgili her hangi bir sorunun sorulmamasından kaynaklanmaktadır.
Posted on: Sat, 23 Nov 2013 14:48:25 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015