PİPETTEN HORTUMA YOLSUZLUK YAZARI: ABDULLAH ÇAVUŞ Bilindiği - TopicsExpress



          

PİPETTEN HORTUMA YOLSUZLUK YAZARI: ABDULLAH ÇAVUŞ Bilindiği üzere Yolsuzluk kavramı, son yıllarda ülkemizde kamu oyunun gündeminden hiç düşmemektedir. Özellikle son yıllarda ki, İSKİ, İLKSAN skandalları ile Bayındırlık ve İskan Bakanlığında yapılan “Vurgun Operasyonu”, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığında yapılan “Beyaz Enerji Operasyonu” , hayali ihracatla ilgili olarak yapılan “Örümcek Ağı” ve bankacılık alanında yapılan “Kasırga” gibi operasyonlarının, yazılı ve görsel basında ayrıntılı olarak yer alması sonucu, yolsuzluk kelimesi günlük yaşantımızda en çok karşılaşılan ve kullanılan kelime olmuştur. Üstelik bu operasyonların sonucunda ilgili bakanlar da 57. hükümet döneminde görevlerinden istifaen ayrılmak zorunda kalmıştır. Daha sonra da bu operasyonları yapan ekiplerin bağlı olduğu içişleri Bakanın da bu bakanlıktan alınarak başka bir bakanlığa ataması yapılmış ve görevinden istifa etmek zorunda kalmıştır. Bu olaylar sonucu, “tapınak şövalyeleri” , “nufuz casusları” , Kıravatlı Mafya ve son olarak Ali Dibo Şirketleri gibi yolsuzluk içerikli yeni kavramları da tanıma fırsatı bulduk. Son olarak 58. Hükümetin önerisi ile TBMM bünyesin de oluşturulan “Yolsuzlukları , Nedenlerini Araştırmak” amacıyla kurulan komisyonun sonuçlanan çalışmaları da dikkatleri Yolsuzluk kavramı üzerine çekmiştir. Bunlara rağmen, henüz yolsuzluk kavramı net olarak tanımlanabilmiş bir kavram değildir. Yolsuzluk, çoğunlukla rüşvet, hırsızlık, torpil, adam kayırma, kara para, kayıt dışı ekonomi,mafya ekonomisi kavramlarıyla karıştırılmaktadır. Bununla birlikte, bu çalışma esnasında yolsuzluk konusunun bilimsel olarak çok az irdelendiğini gördük. Genelde konu ile ilgili yazılan kitaplar , makaleler nesnel olaylar bazında kalmış, bilimsel verilerden hareket ile ülkemizin bize göre en önemli sorunu olan ,toplum vicdanın da derin yaralar açan ve toplumsal ahlakın dejenerasyonuna neden olan bu hastalığın teşhisi ve tedavisi konularında ise çok az sayıda çalışma yapılmıştır. Öte yandan, Yolsuzluk, yasalara aykırı bir durum olduğu için, sorununun irdelenmesinde de birtakım zorluklar yaşanmaktadır. İlgililer böyle bir konuda konuşmaktan ve bilgi vermekten kaçınmaktadır. Özellikle son yıllarda, ülkemiz gündeminden hiç düşmeyen, Bakanların ve Milletvekillerinin istifasına yol açan, Bakanların Yüce Divan’da yargılanmasına hatta Hükümetlerin değişmesine neden olan , her seçim öncesi tüm siyasi partilerin ilk sırada ki propaganda malzemesi olan yolsuzluk, hızla küreselleşen ve globalleşen dünyadan da aldığı uluslararası destek sonucu, ulaştığı devasa boyut ile artık, “Milli Birliğimizi ve Milli Bütünlüğümüzü” tehdit eder hale gelmiştir. Şimdiye kadar Türkiye’nin iç ve dış tehdit algılamalarında ilk sıraları bölücü terör, irticai hareketler ve komşu ülkelerle yaşanılan, kökleri tarihe dayanan olayların oluşturduğunu görmekteydik. Bugün ise üst üste yaşanan ekonomik krizlerle beraber yaşanan yoksulluk ve yolsuzluk milli birlik ve bütünlüğümüzü tehdit eden, önemli bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Şimdiye kadar, yolsuzluk ve rüşvet denildiğinde, akla sadece bir iki kurum ve kuruluş gelirken, bu gün için, Devlet Tiyatroları, Türk Dil Kurumu, Üniversiteler gibi; ilimin, sanatın, iyiliğin, güzelliğin, eğitiminin yapıldığı ve toplumsal kültürümüzün oluşmasına yol açan kurumlarda da yolsuzluklara rastlanır olması ,son olarak ta yapılan tüm anketlerde en güvenilir kurum olarak ortaya çıkan silahlı kuvvetlerimizdeki bazı yolsuzluklar, olayın ulaştığı boyutları göstermesi açısından oldukça düşündürücüdür. Bunların yanında bu günlerde Anayasa Mahkemesince Yüce Divan sıfatıyla görüşülmekte olan davalarda Başbakanlık yapmış bir siyasetçimiz ile birlikte yargılanmakta olan çok sayıda bakanın olması da tüm dikkatleri yolsuzluk kavramı üzerine çekmiş bulunmaktadır. Özellikle son günlerde basına yansımış bulunan Silahlı kuvvetlerdeki yolsuzluklar sonucunda, Genel Kurmay Başkanlığımız, en üst seviyede önlem alarak, bünyesinde Yolsuzlukla Mücadele Kurulu oluşturmuş, her ay mutad olarak toplanan bu kurulun önerisiyle kapsamlı bir çalışma başlatılmış ve silahlı kuvvetlerimiz gazete manşetlerine yansıdığına göre, “yolsuzluğa karşı cephe savaşı” açmak durumunda kalmıştır. Ülkemizin içinde yaşadığı ekonomik ve sosyal krizin nedenlerini inceleyenler, bu gün için krizin en önemli sebebini, devlet kaynaklarının hiç kural tanımadan, bürokrat, siyasetçi ve iş adamından oluşan çetelerce hortumlanmasına ve kamu harcamalarındaki savurganlığın en üst seviyelere ulaşmış olmasına bağlamaktadır. Gelinen noktada, yolsuzluk sorunu hukuk devletinin ve adaletin yara almasına sebep olduğu gibi, toplumdaki güven ve huzuru da yok etmektedir. Özellikle son yirmi yıldır ülkemizde uygulanan ekonomi politikalarında ki yanlışlık ve başarısızlık ve verimlilikten uzak siyasi kararlar, yoksulluğun artmasına yol açmış, bununla birlikte siyasi ve ahlaki yozlaşmanın da etkisiyle yolsuzluk gibi, “toplumsal kanser” olarak adlandırabileceğimiz büyük bir sorunun ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Bunun sonucu olarak; ülkemizde kayıt dışı ekonomi, kayıtlı ekonomiden büyük hale gelmiş ve vergi kaçırmak mükelleflerin ve gençlerin beyinlerinde mubah olarak görülmeye başlanmıştır. İnsanımız, özünde gizli bir vergileme olan, yüksek enflasyon ortamında, yüksek oranlarda ödenen vergilerin birilerine batık kredi olarak gittiği ve usulsüz ihalelerin finansmanı için toplandığı kanaatine varmıştır. Bu durum karşısında devletin devamlılığı için olmazsa olmaz koşullardan biri olan vergi konusunda bile, toplumsal bir direnç oluşmuştur. Dünya ekonomisinin globalleşmesi, gümrük duvarlarının kaldırılması, birçok kapalı ekonomiyi açık hale getirmiş, uluslararası piyasalar, teknoloji ve iletişimin gelişmesi neticesinde, ülke ekonomilerini doğrudan etkiler hale gelmiştir. Bunun sonucu ABD, Japonya veya Arjantin’de yaşanan bir ekonomik kriz ülkemizi de hemen etkileyebilmektedir. Hatta uluslararası para fonları, sermaye piyasalarımızda yaptıkları finans oyunları ile borsamıza ve ekonomiye olan güveni bile yok edebilmektedirler. Küreselleşme ile birlikte suç alanları da değişmiş, yeni suç ve suç grupları da ortaya çıkmıştır. Organize suç örgütleri ve çeteler, gayri meşru bir güç olarak ülke bürokrasisini, kolluk güçlerini, iş dünyasını, medya ve iletişim araçlarını kontrolleri altına alarak, ülke siyasetinde ve yönetiminde söz sahibi olmaya başlamışlardır. Ülke ekonomileri için asıl olan, kalkınmanın yasal kaynaklarla sağlanmasıdır. Son yıllarda ülke ekonomilerini ele geçirmeye başlayan bu tür örgütlü mali suçlar, uluslararası bir boyut kazanmıştır. Uluslararası uyuşturucu trafiği, mafyanın uluslararası bağlantıları ve uluslararası kara para fonları gibi kavramlar mali ve organize suçların da küreselleştiğini göstermektedir. Günümüzde genel anlamıyla yasalara aykırı her türlü faaliyetten elde edilen paraya uluslararası literatürde kara para denmektedir. Uluslararası kara para miktarı öyle büyük boyutlara ulaşmıştır ki; dünyaca Ünlü “The Economist” dergisinde çıkan bir yazıda önlem alınmaz ise 2020 yılında ABD Başkanını mafya seçtirecek dedirtmiştir. Walt Street Journal Gazatesinde çıkan bir makaleye göre “dünya üzerindeki karapara miktarı 700-800 milyar dolar” olarak tahmin edilmektedir. IMF’nin Uluslararası Mali İstatistikler Departmanı ise dünyadaki karapara miktarını 1 Trilyon dolar olarak bildirmektedir. Ülkemizin son 20 yıldır savaştığı ve çok büyük paralar harcadığı daha önemlisi binlerce insanını kaybettiği terör belası, 11 Eylül 2001 tarihinde çirkin ve acımazsız yüzünü ABD’de göstermiştir. Bugün için artık kesinleşmiştir ki; dünyada yükselen terör dalgasının gerisinde uyuşturucu trafiği ve her türlü yasadışı yollardan elde edilen karaparayı aklamak için oluşturulan ve uluslararası bağlantıları bulunan organize suç örgütleri bulunmaktadır. Uluslararası alandaki bu gelişmelerden ülkemizde fazlasıyla nasibini almaktadır. Özellikle Altın Hilal Üçgeni diye bilinen Afganistan ve Pakistan gibi ülkelerin üretip dünyaya sattıkları uyuşturucunun yol ağında bulunan ülkemiz, yapılan operasyonlarda yakalanan uyuşturucu miktarlarındaki büyüklük, hayali ihracatlar, bankerlik skandalları, son günlerdeki banka hortumlamaları ve ihale yolsuzluklarıyla, bu alanda dünyadaki gelişmelerden geri kalmamaktadır. Hatta ülkemizde yaşanan bu tür yolsuzluk olayları bizlerin, “Tapınak Şövalyeleri” ve “Nüfuz Casusları” kavramlarıyla, tanışmasına da yol açmıştır. Geçenlerde ise eski bir banka sahibi için açılan kamu davasında savcı “Kültürlü Hırsızlık” diye yeni bir tabir kullanmıştır. Bunların yanında Birol AYDIN tarafından yazılan “Kıravatlı Mafya” isimli kitap ile yolsuzluk yapanların adi hırsızlık olayında ki şahısların aksine tahsilli ve kültür düzeyi yüksek kimselerden oluştuğuna dikkat çekilmiştir. Kamuoyunun yeni tanıştığı kavramlardan Nüfuz Casusu ile anlatılmak istenen şey “işadamlarının kamu kurumları içindeki işbirlikçileridir”. Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan AYGÜN ise bu kişileri kamuda, çalışanların ayrıldıkları yerlerle iş yapan özel sektör kuruluşlarında iki yıl süreyle görev alamayacaklarına dair bir kanun olmasına rağmen, görevlerinden ayrılıp hemen bu kuruluşlara tepe yöneticisi olan kişiler olarak açıklamış ve üst seviyedeki bazı kişilerin tek tek isimlerini saymıştır. Eski İçişleri Bakanı Sadettin TANTAN, 4 Nisan 2001 tarihinde bir televizyon programında Tapınak Şövalyeleri ile “ekonomik gücü ele geçirmek için bürokraside, siyasette, iş dünyasında ve medyada oluşan gizli örgütlenmeyi” kast ettiğini söylemiştir. En üst seviyedeki bir yetkilinin ağzından duyduğumuz bu ifadeden anlaşılacağı gibi yolsuzlukla mücadele oldukça zor, ancak mutlaka başarılması gereken bir savaş olarak karşımıza çıkmaktadır. Bütün bu gelişmeler sonucu, bugün için ülkemizde kişisel çıkarları milli menfaatlerin önüne koymak, kapalı kapılar ardında ihale pazarlığı yaparak, iş takibi yapmak, rüşvet ve kayırmacılık, haksız zenginleşme ve köşeyi dönme, iş bilirlik olarak görülüp, toplum tarafından takdir edilirken, alın teriyle dürüst bir şekilde geçimini temin etmeye çalışmak ise ne yazık ki beceriksizlik olarak görülmeye başlanmıştır. Yıllarca “benim memurum işini bilir”, mantığının hakim olduğu “yapanın yanına kâr kalıyor”, şeklinde hazin ve düşündürücü tekerlemelere konu olan ve söylene, söylene çocukların ve gençlerimizin beyinlerine işleyen bu sözler sonucu ne yazık ki bu gün için yolsuzluk , neredeyse bir yaşam biçimi haline gelmiştir. Bu gün devlet dairelerinde rüşvete bahşiş denmekte ve bahşiş ödemeyenlerin işleri ise yapılamaz ya da geciktirilir hale gelmiş bulunmaktadır. En ufak bir selde müteahhit hatası ve malzemeden çalmaktan dolayı yıkılan köprüler, düşük şiddetli bir depremde yıkılan kamu binaları, hafif bir fırtınada yıkılıp çocuklarımızın ölümüne sebep olan okul çatıları ve yapıldıktan kısa bir süre sonra çöken yollarımız denetimsizlik ve "devletin malı deniz yemeyen domuz" sözüne verilebilecek çarpıcı ve somut örneklerdir. Nihayet, yolsuzluğun yüce meclisin çatısından içeri girerek milyarlık koltuklara bulaşması, toplumumuzun bu yüce kuruma olan saygısı ve güvenini derinden sarsmıştır. Yargı sistemimizdeki eksiklik ve yetersizlikler ile ülkemizi yönetenlerin vurdum duymazlıkları, toplumumuzda artık bu tür yolsuzlukların "yapanın yanına kar kalacağı" kanaatini oluşturmuştur. Ne yazık ki toplumumuzda bu durumun tepki yaratması ve infial oluşturması gerekirken bu oluşmamış, bunun aksine yaşanan suskunluk yolsuzluğu teşvik eder bir hal almıştır. Hatta televizyonlarda izlenen diziler arasında birinciliği suç ekonomisinin temsilcisi olan mafya dizileri almaktadır. Son günlerde televizyonlar da Deli Yürek, Kurtlar Vadisi, Yılan Hikayesi, Ana, Alacakaranlık Sağır Oda, Kod Adı gibi en çok izlenen dizilere konu olan Mafya, hayatımızın her alanına nüfuz ederek, neredeyse el atmadık sektör bırakmadı. Yanına üç -beş hemşehrisini alıp beline silah takan herkes mafya babası gibi davranmaya, mafya gibi yaşamaya başladı. Çocuklarımız ise günlük yaşamlarında bu dizilerde ki sözde kahramanlar gibi racon kesmeye, onların hareketlerini taklit etmeye başladı. Ankara Ticaret Odası tarafından hazırlanan hayatımız mafya isimli Rapora ilişkin ATO’dan yapılan yazılı açıklamada 1 trilyon dolar olduğu tahmin edilen dünya örgütlü suç ekonomisinden Türkiye’nin de payını aldığı belirtiliyor. Anılan rapora göre suç ekonomisinin miktarının 60 milyar dolar civarında olduğu ifade ediliyor. Rapora göre Türkiye organize suç örgütleri tarafından dört bir yandan sarılmış durumda. 1998-2002 yılları arasında yaklaşık 17 bin kişi çete üyesi olmaktan polis tarafından yakalandı, küçük bir ülkenin ordusunu donatacak kadar silah ele geçirildi. Polisin Türkiye genelinde yaptığı çalışmalarına göre, mafya toplam 3 bin 12 olaya karıştı. Yine 9 bin 53’ü İstanbul’da olmak üzere 17 bin 105 kişi gözaltına alındı, 4 bin 182 kişi tutuklandı, 118 Kalaşnikof ele geçirildi. Yaşanan bu süreç sonucu toplum, yolsuzluk içerikli , Mafya, Hortumculuk, Tapınak Şövalyeleri, Nufuz Casusları , Kültürlü Hırsızlar, Kıravatlı Mafya ve Son olarak Ai Dibo Şirketleri gibi bir takım yeni kavramlarla tanışmıştır. Bize göre asıl tehlike Hortumcular değil, yaşanan bu sürece olması gereken Sivil tepkiyi vermeyen hatta yapanları takdir eden toplumsal yapıda ki bozulmadır. İşte bu noktada bu çalışmamız da bizde yeni bir kavram ortaya atıyoruz” PİPETÇİLİK”. Yaşanan süreçler sonucunda, toplumsal tepkisizlik bir yana eline fırsat geçen herkes hırsızlık yapabilecek hale gelmektedir. Bu gün için çevremizi şöyle bir kontrol edersek, kapıcımız, trafik ışıklarında ki para isteyen çocuklar, şehirdeki otopark eşkıyaları, devlet dairelerinde ki çok küçük bedellere kadar inen rüşvetler, ilk öğretim okullarına kadar inen haraç çeteleri, Babasından kalan emekli maaşını almak için kocasından anlaşmalı boşanan kadınlar, yeşil kart başta olmak üzere sağlık sistemimizde ki küçük ölçekli ama çok sayıda ki yolsuzluklar vb. bütün olaylar sonucu, kendilerince küçük çaplı olduğu için mübah olarak görmek suretiyle haksız kazanç elde edenlere ise biz PİPETÇİ demekteyiz. Onlarca binlerce olan ve tek tek belirleyemeyeceğimiz bu PİPETÇİ’ lerin kazançları ise onlarca Hortumcuya bedel olacak rakamlara doğru hızla yol almaktadır. Kanımca asıl tehlike de buradadır. 02.01.2005 tarihinde yayınlanan gazetelerde yer aldığı üzere yalnızca Urfa İlimizde Yeşil Kart yolsuzlukları sonucunda yaklaşık 250.000 vatandaşımızın yeşil kartının usulsüz verildiği yada kullanıldığı için iptal edildiği belirtilmekte olup olayın ülke geneliyle kıyaslanması halinde vahametin yani Pipetçiliğin boyutları daha iyi anlaşılacaktır. Aynı şekilde Samsun ilinde de 200.000 civarında yeşil kart iptali olduğu ve ülke genelinde ise 5.500.000- adet yeşil kartın iptal edildiği belirtilmektedir. Yıllardır yüksek enflasyon ortamında yaşayan ülkemizde, son yıllarda üst üste yaşadığımız ekonomik krizler sonucu, önce ticari ahlak etkilenmiş, verilen sözlerin yerine getirilememesi ve borçlanma anlayışının değişmesi, beraberinde pek çok yüksek değerleri de aşındırmıştır. Bu durum, ahlaki yozlaşmanın ve bunun sonucu olan bozulma, çürüme ve aşınma olarak tanımlanan yolsuzluğun temel nedenlerinden belki de en önemlisidir. Sonuç olarak, toplumsal hayatımızın her alanında yaşanılan yolsuzluk, siyasal yaşam, milli kültür ve bürokratik yapılanmada ahlaki bir çöküntüye yol açmıştır. Ülkemizde bu gün yaşanan “ekonomik kriz”in bize göre en önemli sebebi de, bireylerde ve toplumda oluşan bu ahlaki çöküntü ve güven bunalımıdır. Devlete ve hükümete olan bu güvensizlik sonucu, vatandaşlar yatırımlarını dövize ve altına yönlendirerek, birikimlerini ekonomik sistem içindeki bankalara yatırmamış ve yastık altında muhafaza etmeye başlamışlardır. Alman Merkez Bankasının markın euroya dönüşmesi esnasında, ülkemizde yaptığı bir araştırmaya göre, Türkiye’deki yastık altındaki Alman Markı miktarının, Almanya’daki tedavüldeki paradan bile çok yüksek olduğunu göstermiştir. Yolsuzluk, kara para ve kayıt dışı ekonominin demokratik hukuk devleti üzerinde de olumsuz etkileri vardır. Zira bu tür faaliyetler ile yasalar hiçe sayılmakta, yozlaşma ve haksız rekabet sonucu toplumsal barış zedelenmektedir. Yolsuzluklar bir taraftan, hukuk devleti ilkesini temelden zedelemekte, diğer taraftan ise ‘bütün vatandaşlar kanun önünde eşittir’ şeklindeki, Anayasa ilkesini de ortadan kaldırmaktadır. Bunların yanı sıra yolsuzluklar, siyasi otoriteye duyulan saygıya büyük zarar vermektedir. Siyasi otoritenin halk desteğinden yoksun kalması ise devlet ve milletin yabancılaşmasına neden olmaktadır. Halbuki Türk Milleti’nin tarihinden itibaren gelen en büyük seciyesi, devlet kavramına olan bağlılığı ve saygısıdır. Yaşadığımız olaylar sonucu en önemli tehlike bize göre bu seciyenin sorgulanır hale gelmesidir. Yıllarca dış mihrakların yıkmak isteyip de yok edemediği bu kavram ne yazık ki yaşanılan yolsuzluklar nedeniyle, “artık tuzun da kokmaya başlaması”dan dolayı kendiliğinden sorgulanır hale gelmiştir. Bu nedenle geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızın eğitimlerinde; temel hak ve hürriyetleri, yasalar karşısındaki sorumlulukları, topluma zarar vermeyecek hal ve hareketleri, kamu malına en az kendi malı kadar önem vermeyi, insani ilişkiler gibi hususların müfredat programlarında açık ve çarpıcı bir biçimde yer almasını sağlayarak, kaybetmekte olduğumuz seciyelerin tekrar toplumda hakim olmasını biran önce temin etmek zorundayız. Kısaca derhal Pipetçi liğin önüne geçecek sosyolojik tedbirleri biran önce almalıyız. Devlete hakim olan zihniyet ve kadrolar, yolsuzlukla mücadeleyi milli bir mesele gibi görmedikçe, yolsuzluğun temel sebeplerini ortadan kaldıracak tedbirleri kararlılıkla almadıkça, yolsuzluk hastalığından tamamen kurtulmak da mümkün olamayacaktır. Bunun için ülkeyi yönetmeye aday olan siyasetçiler ile bürokratların, yolsuzlukla mücadelenin önemini anlayan, bu konuda uluslararası literatürü takip eden, hakkın hukukun kısacası adaletin milli birlik ve bütünlük açısından en önemli unsur olduğunu kavrayan, Misyon ve Vizyon sahibi kişilerden oluşması gerekmektedir. Yolsuzluklar ve usulsüzlüklerin kamuoyunu sürekli meşgul etmesine karşın, bu konularda somut bir şeylerin ortaya konulamaması, temiz siyaset - temiz yönetim beklentilerini boşa çıkarmakta, siyasetin yozlaşmasına ve toplumsal değerlerin aşınmasına sebep olmaktadır. Türkiye siyasetinde, Milletvekilliği ve belediye başkanlığı adaylık süreci, seçim sistemindeki anti demokratik düzenlemeler ve uygulamalar nedeniyle, adayları siyasi yarıştan ziyade, yüksek harcama yaparak seçilme yarışına sokmaktadır. Bu durum, adaylarının ilkeli ve projeci siyaset anlayışını önemsememesine yol açmaktadır. Bu da yolsuzluğa zemin hazırlamakta, Milletvekili ve Belediye başkan adaylarını, seçilmeleri döneminde kaynak temin ettikleri kişilere bağımlı hale getirmektedir. 1991 Genel seçimlerinin temel konusu yolsuzluklar olmuş, çok büyük yolsuzluk dosyalarından söz edilmiş ve bunun ardından kurulan 49. hükümette bir Devlet Bakanı “yolsuzluklarla mücadele”den sorumlu olarak görevlendirilmiştir. Ancak, bu bakanlık da daha sonraki hükümetler tarafından yolsuzlukla suçlanmıştır. Kurulan diğer hükümetlerinde yolsuzlukla mücadeleye gereken önemi vermemeleri nedeniyle, bu konuda herhangi bir düzenleme veya icraat yapılamamıştır. 57. Hükümet döneminde yapılan yolsuzluk operasyonlarından ise kamuoyu, yolsuzlukla mücadele edileceğine dair büyük beklentilere girmiş olmakla beraber, İçişleri Bakanının istifa etmek zorunda kalması ve bazı bürokratların görevden alınamaması ve siyasiler hakkında verilen Gensoru ve Meclis Soruşturmalarından sonuç alınamaması, hayal kırıklığına yol açmıştır. Anayasamızın 100. ve TBMM İç Tüzüğünün 107-113. maddelerinde “ceza önsoruşturması” niteliğinde denetimsel bir kurum olarak düzenlenen “Meclis Soruşturması”, bu hukuki niteliğinden çıkarılıp adeta siyaset arenasındaki düellolarda kullanılan bir silah haline getirilmiştir. Başbakanlar ve Bakanlar hakkında ağır ithamları içeren çok sayıdaki soruşturma önergeleri, siyasi partiler arasında bir “önergeler savaşı”na dönüşmüş ve rejimin teminatı olması gereken siyasi partiler, giderek bir “kan davası”na itilmiştir. Bu soruşturmalar, hükümetin ve TBMM’nin zamanının büyük bir kısmını işgal etmiş, siyasi istikrarın zaafa uğramasının nedenlerinden biri olmuş ve önemli yasaların çıkmasını da engellemiştir. TBMM Yolsuzlukları ve nadenlerini araştırma komisyonunun raporuna göre 1961-2002 yıllarında yani 12-21. dönemlerde TBMM bünyesinde toplam olarak 1536 adet yolsuzluk iddiası ile Meclis Araştırma Komisyonu kurulması için önerge verildiği tespit edilmiştir. Bunun yarıdan fazlası 19-20-21. dönemi kapsayan 1991-2002 yıllarında verilmiştir. 19.dönemde 247 adet, 21. dönemde 313 adet, 22. dönemde ise 294 adet önerge verildiği tespit edilmiştir. Ancak 12-21 .dönemlerde verilen 1536 önergeden sadece 162 adeti için komisyon kurulmasına karar verildiği, 217 adetinin ise yapılan görüşmeler sonucunda reddedildiği , geri kalan büyük kısmının ise zamanında görüşülmeyerek hükümsüz kaldığı tespit edilmiştir. Sonuç ta yolsuzluklarla mücadele etmek yerine, karşılıklı aklama anlaşmaları ile siyasi malzeme aracı olarak kullanılmaktan öteye gidilmemiştir. Kanımızca Yolsuzluk ile Mücadele de Siyasi Otorite yalnızca yasa koyucu yönüyle yer almalıdır. Yoksa ülkemizde sık sık yaşandığı üzere her seçim sonrası yeni Yolsuzluk Komisyonları kurulacak ve önceki dönem tekrar yolsuzluk ile suçlanacaktır. Bunun için Yolsuzlukla mücadele tarafsız ve özerk kurumlar vasıtasıyla yapılmalıdır. Yoksa siyaset kurumuna ve siyasetçiye olan güven zedelenmektedir. Şimdiye kadar, yolsuzluk ve rüşvet denildiğinde, akla sadece bir iki kurum ve kuruluş gelirken, bu gün için, Devlet Tiyatroları, Türk Dil Kurumu, Üniversiteler gibi; ilimin, sanatın, iyiliğin, güzelliğin, eğitiminin yapıldığı ve toplumsal kültürümüzün oluşmasına yol açan kurumlarda da yolsuzluklara rastlanır olması olayın boyutları açısından oldukça düşündürücüdür. Cumhuriyetimizin kurucusu yüce ATATÜRK “çalışmadan, yorulmadan,üretmeden, rahat yaşamak isteyen toplumlar, önce haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini, ve daha sonrada istiklal ve istikballerini kaybederler” diyerek yıllar öncesinden gelecekte milletimizi bekleyen en büyük tehlikenin bugün yaşamakta olduğumuz üretmeden , çalışmadan nasıl olursa olsun ,haram helal demeden, köşeyi dönme mantığına kapılmış olan toplum olduğuna dikkatleri çekmek istemiştir. Biz diyoruz ki; yolsuzluk artık “Milli Birliğimizi ve Bütünlüğümüzü” tehdit eder hale gelmiştir. Bu nedenle çok geç kalmadan yolsuzlukla mücadele için ne gerekiyorsa kararlılıkla yapılmalıdır. Bu mücadelede bizlerde “azda olsa çorbada tuzumuz bulunsun” düşüncesiyle hareket etmekteyiz. Bugün için yolsuzlukla mücadele tek başına hiçbir kuruma veya kuruluşa bırakılamayacak kadar önemli bir husustur. Başarıya ulaşmak için demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan, Yasama, Yürütme, Yargı erklerinin yanı sıra medya ve sivil toplum kuruluşlarının hep birlikte , milli bir mutabakat çerçevesinde mücadele etmesi gerekmektedir. Bu nedenle yolsuzlukla mücadeleye, milli birlik ve bütünlüğümüzün korunması açısından geç kalınmadan bir an önce başlanmalı, gerekli yasalar öncelikle çıkarılmalı, bürokratik sistem bir an önce yeniden yapılanmalı ve yolsuzlukla mücadele için şart olan toplumsal destek de biran önce sağlanmalıdır. Eski Cumhur başkanlarımızdan, İsmet İnönü’nün “bir ülkede namuslular, en az namussuzlar kadar cesur olmadıkça, o ülkede kurtuluş yoktur” sözünden hareketle vatansever namuslu insanların cesaretlendirmeleri ve namusluların da en az namussuzlar kadar cesur olmalarının sağlanması için, sorumluluk sahibi kişi ve kuruluşların elbirliğiyle çalışmaları gerekmektedir. Böylece milletin temel değerlerinin yozlaşması ve millet olma vasıflarının yok edilme sürecinde önemli ve tehlikeli boyutlara ulaşmakta olan yolsuzluk sorununun önlenme süreci hız kazanacak ve yolsuzluğun milli birlik ve bütünlüğümüzü bozması da engellenecektir
Posted on: Sat, 10 Aug 2013 16:47:15 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015