Rojava devrimi ve Türkiyeli devrimciler Rojava devrimini - TopicsExpress



          

Rojava devrimi ve Türkiyeli devrimciler Rojava devrimini gör(e)memeleri nedendir acaba? Yoksa bu Kürt devrimi diye mi görülmek istenmiyor diye de düşünmeden edemiyor insan! Oysa bir zamanlar Filistin mücadelesini ne kadar da yürekten alkışlıyorlardı! Ya şimdi? Kürtlerin Filistin’i olan Rojava’yı alkışlayacak elleri nerede? “Yaşasın halkların kardeşliği” sloganında, Kürtler kardeşten sayılmıyor mu? “Devrim yolu engebeli, sarp ve dolambaçlıdır.” Mahir ÇAYAN Vicdan insanı susmamaya teşvik ediyor. Evet devrim yolu tek düze değildir ve bir şablon gibi de uyarlanamaz. Devrimin yolunu ülkenin objektif ve subjektif koşulları belirler. Devrim teorisi ne kadar doğru olursa olsun, subjektif koşullar hazır değilse gerçekleşemez. Diğer yandan, objektif koşullar (yönetenlerin yönetemez olduğu; krizin derinleştiği, baskının arttığı, egemenlerin iç çelişkilerinin derinleştiği) ve yönetilenlerin de yönetilmek istemediği, iyi örgütlenmiş bir parti, siyasi ortamın elverişliliği, konjonktürel gelişme, doğru öncülük, taktik, strateji ve kitlelerin desteği yoksa, yani bu subjektif şartlar olgunlaşmamışsa devrim yine gerçekleştirilemez. Ve Kitleleri devrime çekmek isteyenler, “mükemmel” sandıkları devrim teorileriyle başbaşa kalır ve suçu dış koşullara bağlarlar. Dogmatikleşirler. Yani iyiye doğru ulaştıklarını düşünerek kendilerini ve koşulları sorgulamazlar. Aslında düşünsel olarak hantal ve tembeldirler. Mutlaklık, değişmezlik ve üretimsizlik de bunların diğer özellikleridir. Kendileri dışında herkesi yanlış bulur ve koşulların değişmiş olabileceğini ve de buna uygun pozisyon alınması gerektiğini hiç akıllarına getirmezler. Dogmatiklere göre tek doğru vardır. O doğruyu da sadece kendilerinin temsil ettiğine, geri kalanların ise ya oprtünist ya revizyonist veya devrim kaçkını olduklarına inanırlar. Yanı başındaki devrimi gör(e)mezler. Ama Latin Amerika, Asya veya daha uzaklardaki devrimi çok yakından takip eder ve ateşli değerlendirmeleri büyük bir heyecanla anlatır ve sayfalar dolusu yazarak, o uzaklardaki devrimin Türkiye devrimini nasıl olumlu etkileyeceğinden bahsederler. Ama adeta bir sokak ilerideki devrimsel gelişmeyi görmek istemezler. Rojava devrimini gör(e)memeleri nedendir acaba? Yoksa bu Kürt devrimi diye mi görülmek istenmiyor diye de düşünmeden edemiyor insan! Oysa bir zamanlar Filistin mücadelesini ne kadar da yürekten alkışlıyorlardı! Ya şimdi? Kürtlerin Filistin’i olan Rojava’yı alkışlayacak elleri nerede? “Yaşasın halkların kardeşliği” sloganında, Kürtler kardeşten sayılmıyor mu? Belki de bu yüzden Kürtler şu “kardeşlik” sözünden nefret etmeye başladı. Öyle ya kardeşin biri, diğerinin suskunluğu yüzünden sürekli baskı görüyor. Ama diğer kardeş uzakta oturmuş “yaşasın halkların kardeşliği” diye bağırıyor. Sonrada görevini yerine getirmenin rahatlığıyla evine gidiyor. Bu nasıl bir vicdan? Oysa Kürtlerin kardeşlikten anladığı mücadele birliği ve siper yoldaşlığıdır. Gerisi görevinin yapmama ve yalan oluyor. Hala aynı eleştiriler! Kürtlerin kaderlerini Kürtlerden başka herkes tayin etme hakkına sahipken, Kürtlerin nasıl yaşayacağına kendilerinin karar vermesi neden eleştiriliyor ve “hayır öyle değil, böyle yaşayacaksın” dayatmasında bulunuluyor? 1970’ler de de “sosyalizm geldiğinde isterseniz ayrılırsınız” deniyordu. Kürtlerin talepleri için klasiklere uyup uymadığı kontrol edilerek, “ama sizin devrim ve mücadele anlayışınız Marksist Leninist devrim anlayışına ters” denerek binbir türlü eleştiri getiriliyordu. Ama 12 Eylül sonrası ayakta kalanlar bugün devrimin eşiğine geldi. Fakat eleştirenler hala yorulmadan eleştirmeye devam ediyor. Kürt devrimci mücadelesinin kitaplara değil kendi topraklarına özgü olduğunu ve bu anlamıyla da Marx ve Lenin’i, Mao ve Giap’ı da zenginleştirdiğini neden anlamak istemiyorlar? Elbette ki burada kastedilen, Kürt Özgürlük Mücadelesinin yanında kardeşliğin ve devrimciliğin sorumluluğuyla hareket edenler değildir. Onlar Rojava siperlerinde yoldaşlığın ve kardeşliğin vicdanı ve Che Guavera’nın ruhuyla varlar zaten. Oysa Rojava Devrimi gören gözler için çok şeyler öğretiyor. Devrimci mücadeleye yeni taktik ve stratejiler kazandırıyor. Latin Amerikalı, Sri Lankalı, Almanı, Ortadoğulu devrimcilerin yakından takip ettiği Kürt devrimini, içiçe yaşanılan Türkiyeli devrimciler neden doğru temellerde ele al(a)mıyor? Neden, Kürdistan devriminin aynı zamanda bir Türkiye devrimi olacağı bilince çıkartıl(a)mıyor ve bu anlamda stratejik müttefik olmanın gereklerine uygun davranış sergilenemiyor? Türkiyeli devrimci-demokrasi güçleri, kendi cephesinden mücadeleyi yükselterek Kürt direnişiyle bütünleşmeyi neden gerçekleştir(e)miyor? Acaba bu körlüğün arka planında İttihat ve Terakki ve devamında Kemalizmin etkilerinden kopamamak mı var? Yoksa ezen ulus devrimcileri olarak, ezilen ulus olan ve bir zamanlar “kıro” denilen Kürtlerin özgürlük için ayağa kalkışı ve sömürgeciliğin zincirlerini kırması karşısında ki kıskançlık, eziklik ve yenilmiş ruh hali midir, Rojava’ya uzak duruşun sebebi? Rojava devrimi öğreticidir Halkların Demokratik Partisi (HDP) bütün bu soruların aşılmasına cevap olamaz ise Kürt Özgürlük Hareketi’nin (KÖH) önünde buna ilişkin görev, çok daha kapsamlı bir çalışmanın gereği olarak kendini dayatacaktır. Bu nedenle, yukarıdaki paradoks ve handikapları aşmak içinde HDP önemli bir şans. Aksi durumda sorunlara pratikte cevap olunmadan, Türkiyeli devrimci-demokrasi güçleriyle sağlam ittifakların ve mücadele birliklerinin kapısını kalıcı olarak açmakta oldukça zor olacak. Bu nedenle, Türkiyeli devrimcilerin (en azından bazıları) henüz farkında olmasalarda, Rojava Demokratik Halk Devrimi, Türkiye devrimini çok yakından etkileyecek özelliklere sahiptir ve de stratejik müttefiktir. İnsan müttefiklere ihtiyaç duymaz mı hiç? İşte bu nedenlerden dolayı, Rojava devriminin kimi özelliklerine ve öğrettiklerine değinmek gerekli olmaktadır. Olur ya, birileri belki bunun farkına varır da görev yerine gider. Kim bilir, belki de farkındalar ama, farkında olunduğunun ilanından çekiniyorlardır. Niye mi? Çünkü “Rojava halkının devrimini selamlıyoruz” demek büyük sorumluluk ister. O zaman da “madem ki selamlıyor ve haklı buluyorsun, haydi devrimci dayanışma için siperlere” derler. Tabi bu da Apê Musa’nın deyimiyle, “tüzük, büzük ister!” sözünü hatırlatıyor insana. Kimbilir, belki de asıl mesele budur. Ama Rojava Devrimi bu tür kaçak döğüşlere kafa yormayacak kadar kıran kırana geçiyor. Gerisi onlar için yürek ve zihniyet işi. Zaten bunlar kimde varsa onlar gelsin diyorlarmış. Neyse, en iyisi biz konumuzun diğer yanına değinerek devam edelim. Kürt Özgürlük Mücadelesi’nin her adımına Marksist-Leninist literatürde tanım bulmaya çalışanlar, bulamayınca da “siz Marksist-Leninist değilsiniz” diye eleştiriyorlar. Yani onlar Marksizm ve Leninizmi hiç değişmez ve ona katkıda bulunulamazmış gibi bir yanılgı içindeler. Onların anlayamadıkları, Marksist-Leninist klasiklerden yola çıkan Özgürlük Hareketi’nin (ÖH) o mirasın içinde sınırlı kalmayı değil, ona katkılarda bulunarak zenginleştirmeyi esas aldığıdır. Belki bunu birgün anladıklarında, Ö.H yine onların anlayamayacakları kadar ileride olacaktır. Çünkü bu hareket gelişimin diyalektiğini derinden kavramış ve Kuantumla bütünlük içinde almayı başarabilmiş bir harekettir. Yani hakikatin sırrına ermiştir. Devrime dogmatik yaklaşanlar Kürtlerin Filistini olan Rojava Devrimi, çok öemli bir ideolojik-politik durum yaratmıştır. Bunun anlamı şudur: Bu devrim, genel olarak devrim anlayışına, teori ve taktiğine önemli katkılar sunmuştur. Aynı zamanda bu savaşı yürütenlerin kendilerine yönelik bazı anlayışlarında da bir düzeltme rolü oynamıştır. Rojava Devrimi, devrime dogmatik yaklaşan eğilimleri de mahkum etmiştir. Bu da, Kürdistan genelindeki devrim anlayışında değişiklik anlamına gelmektedir. Zaten bu değişiklikleri Özgürlük Hareketi’nin pratik politikasından da izleyebilmekteyiz. Eskiden devrimin Kürdistan’ın büyük parçasında gelişerek diğer parçaları saracağı ve oralardaki devrimci mücadeleyi yükselteceği vb söylenirdi. Bu nedenle küçük parçaların büyük parçanın mücadelesine destek olması savunulurdu. Ama 19 Temmuz Rojava Devrimi bu yaklaşımın gerçeği tam olarak ifade etmediğini ortaya koydu. Ve koşullar elverişli hale geldiğinde küçük parçalardaki devrimci mücadelenin önüne geçebileceğini ve hatta öncü bir rol oynayabileceğini kanıtladı. Yani devrimci gelişmeleri belirleyen etkenin nüfusun çokluğu ve yüzölçümünün büyüklüğü değildir. Bu Rojava’da kanıtlandı. Rojava’da kanıtlanan diğer bir gerçeklikte, parçaların birbirlerini beklemeyip kendi özgün koşullarına dayanarak, siyasi krizleri ve konjönktürel durumu değerlendirerek, yani objektif ve subjektif koşulları doğru değerlendirip zamanında müdahale ederek, kendi devrimsel hamlesini gerçekleştirebileceğidir. Bu, devrimci bir durumun doğru değerlendirilmesi kadar, aynı zamanda zora dayalı devrim anlayışının da farklı bir anlama kavuşması demektir. Devrimi ne sadece zora dayandırmak ve ne de kendiliğindenci bir anlayışa dayandırmanın da geçersizleştiği anlamına gelmektedir. Dikkat edilsin, zora dayanarak iktidarı ele geçirmekten bahsetmiyorum. Aşağıdan yukarıya; halka dayanan ve bizzat halkın içinde yer aldığı, zora dayalı iktidar aygıtlarını savaş içinde yıkarken, aynı zamanda yerine aşağıdan yukarıya halkın öz örgütlenmeleri olan komün, meclis, vakıf, öz savunma vd kurumlaşmaların inşa edilmesinden ve devlete bulaşmamaktan; bu kirli aygıta sahip olarak kendine yabancılaşmamaktan bahsediyorum. Devrim buna deniyor. Diğerine ise iktidarı-devleti ele geçirmek deniyor. Ama devrim olmuyor. Bunların sonlarını “reel sosyalist” deneylerin kapitalist sisteme dahil oluşlarında yani geri dönüşlerinde gördük. İktidar hastalığının bir sonucudur bu. Elbette ki buna karşı çıkarken, kitlelerin devrime hazır hale gelmesini beklemekte doğru değildir. Rojava devrimi, öncülüğün belirleyiciliğini, örgütlü güç olmanın önemini, halkın ayağa kaldırılmasını, konjonktürel koşulların-fırsatların doğru ve zamanında değerlendirilmesinin olumlu sonuçlarını da göstermiştir. Hiç kuşkusuz bu devrimdeki siyasi ve askeri öncülüğün başarısını ideolojik öncülüğün başarısıyla birlikte ele almak gerekir. Aksi durumda Rojava Devrimi’ni sadece askeri açıdan değerlendirme hatasına düşülmüş olur. ‘Bugün tam zamanıdır’ “Devrimcinin görevi devrim yapmaktır” denilir fakat bu da halktan kopuk ele alınırdı. Nasıl olsa öncülerin vereceği savaşla halk devrime çekilecektir, diye düşünülürdü. Gerçi hala böyle düşünenler de var. Ama Rojava, bu yaklaşıma da pratikte verilmiş eleştirel ve dostane bir cevap oluyor. Esas olan, devrimi yapacak insanları eğitmek, örgütlü bir güç haline getirmek, her anı devrimsel hamlelerle kazanmak, her olasılığa hazırlanmak, koşulları iyi kollamak ve zamanında hamle yapabilecek öncülüğü geliştirebilmektir. Lenin’in devrim için, “dün erkendi, yarın geç ama bugün tam zamanıdır” diyerek, muazzam ve zekice öngörüsüyle devrimci ayaklanmasını başlatmış olduğunu hatırlayalım. Yani tek başına öncülerin devrime hazır olması yetmemektedir. Halkında hazır olması ve bu ikisinin birlikte ele alınması önemli sonuçlara yol açabilmektedir. Türkiye devrimci güçlerinin Rojava Devrimi’nden doğru sonuçlar çıkartması bu açıdan önemlidir. Yiğit devrimci Mahir Çayan’ı ele alırken, “Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi (PASS) bağlamında “Birleşik Devrimci Savaş ve Sürekli Devrim”i böyle kavramak önemlidir. Aslında hem Mahirlerin, hem Denizlerin ve hem de Kaypakkayaların ruhunun Rojava’da hayat bulmasıdır gerçekleşen Rojava Devrimi. Eğer bu devrimci önderler sağ olsaydı Rojava’da ki siperlerde olurlar, şehir ve ova gerillacılığının nasıl hayat bulduğunu görerek dört elle sarılırlardı. Ama ardılları bunu hala bilince çıkartabilmiş değil. Onlar (önemli bi kısmı), Esad’ın direnişini anti-emperyalist sanarak desteklerken, onun Kürtlere bir nüfus cüzdanını dahi çok gördüğünü unutarak, gerçekleşmekte olan bir Kürt halk devrimini de görmememye devam ediyorlar. Oysa Rojava, Türkiye devrimininde bir cephesidir. Rojava’ya devrim ekildi Kuşkusuz ki, Rojava Devrimi bir anda fırsatların değerlendirilmesiyle ortaya çıkmamıştır. Abdullah Öcalan’ın 1979’lardan itibaren ektiği tohumların ve sonrasındaki mücadelenin bugün çiçeklenmesidir. Rojava’daki “gül devrimi”nin arka planı göz ardı edilemez. Rojava Devrimi’ni kendi sınırları içinde gerçekleşen bir olgu olarak ele almanın yanlışlığı da diğer bir eleştiri konusudur. Çünkü Kürt Özgürlük Hareketi’nin gelişimini izlediğimizde, Kürdistan parçalarındaki mücadeleyi stratejik bir bütünlük içinde ele aldığını görürüz. Dolayısıyla bu devrimi genel planlama içinde ele almak daha doğrudur. Bu yaklaşım eleştirilecekse, aynı gelişmenin diğer parçalarda da geliştirilememesi noktasında eleştirilmelidir. Oysa bu devrimin olanaklarına dayanarak diğer parçalarda önemli gelişmeler yaratılabilirdi. Ama bu fırsat hala da kullanılmayı bekliyor. Eğer bu devrimci gelişme sağlanabilirse, Rojava Devrimi’ni sahiplenmedeki zayıflık da telafi edilerek dar ve milliyetçi yaklaşımlarda aşılabilir. Ve böylece “Üçüncü Yol”un zaferi de kesinleşmiş olarak, Ortadoğu’nun geleneksel erkek egemen kaderine vurulmuş bir darbe ve kadın devriminin de Kürt çığlığı olacaktır. Bu çığlığı boğmak isteyenler “Üçüncü Yol”un Suriye genelinde halkların demokratik cephesini oluşturmasını engellemeye çalışıyorlar. Bazı örgütleri dışında tutup onları selamlarken, hala bu görevin enternasyonalist ruhunu kavrayamayanların durumları çok ciddi eleştiriyi hak ediyor. Rojava Devrimi’ni kuşatmaya almak isteyen başta TC olmak üzere bölgesel ve küresel güçler ile onlara hizmetçilik yaparak kendi aşiretçi iktidarını koruyacağını sanan, fakat Özgürlük Hareketi’nin direnişine dayanarak ayakta kaldığının “farkında olmayan” işbirlikçi “Kürtler”in tüm çabalarının boşa çıkarılacağını halkın direnişi göstermektedir. Bu direnişin Türkiyeli devrimcilerin de gözünü açacağını hep birlikte yaşayarak göreceğiz. Rojava kazanırsa ezilen halklar kazanmış olacak ve köleleştirilmiş Ortadoğu halklarının özgürlük güneşi doğacaktır! Karanlığın zincirlerini kırmak için güneşi izleyelim! HÜSNÜ ÇAVUŞ
Posted on: Sun, 10 Nov 2013 00:55:11 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015