SEVRE DOĞRU ÜLKELERİN POLİTİKALARI ve OSMANLI DEVLETİNE SEVR - TopicsExpress



          

SEVRE DOĞRU ÜLKELERİN POLİTİKALARI ve OSMANLI DEVLETİNE SEVR NASIL KABUL ETTİRİLDİ 18 Ağustos 2013, 15:09 SEVRE DOĞRU ÜLKELERİN POLİTİKALARI–1 (İNGİLTERE) Ne hikmetse radikal dinci kesimlerin aleyhinde söz etmekten kaçındığı ama ulusalcı diye, Sevr paranoyası sahipleri yakıştırması ile dışlanan, bizim de başını çektiğimiz milliyetçi kanada göre tepeden tırnağa lanetlenen ve bir bakıma Osmanlı devletinin sonunu getiren uluslar arası dev bir anlaşma var. Sevr Anlaşması; hala Hıristiyan Batı Dünyası için o kadar ideal ki, kabulünün üzerinden 90 yılı aşkın bir süre geçmiş olmasına rağmen, günümüzde dahi, ülkemiz dâhil Ortadoğu’nun coğrafyasını bölge ülke yönetimlerinin beceriksizliğinden yararlanarak altüst etmeye devam ediyor. Biz bu yazı serisi içinde, Sevr Anlaşmasını çok değişik yönleri ile ele almak istiyoruz. Konuya ilgi duyan okurlarımızın 5–6 bölüm sürecek bu yazı dizimizi izlemelerini hararetle tavsiye ederiz. 10. Ağustos 1920 günü imzalanıp kabul edilen ve 600 yıllık Osmanlı Devletini paramparça eden antlaşma ve hükümlerini her Türk aydını çok iyi bilir. Esasen çok iyi bilinmeli ve asla unutulmamalıdır. Türk Halkı için önemine binaen, biz hem bu antlaşmanın nasıl hazırlandığını hem de antlaşmayı hazırlayan kişi ve ülkelerin genel görüşlerini ortaya çıkarmak istedik. Bu konu 10 Ağustos tarihine kadar yine bir yazı serisi halinde sunulacaktır. Barış görüşmelerinde baş aktör durumundaki ülke İngiltere olduğu için biz ilkyazımızı bu ülkeye ayırdık. Harold Nicolson, Lord Curzon’un hayatını anlattığı “Curzon: The Last Phase 1919- 1925” adlı kitabında İngilizler ve Müttefikleri açısından Mondros Mütarekesi sonrasında gelişen durumu Lord Curzon’un şu sözleri ile özetlemektedir: “Osmanlı İmparatorluğu ayaklarının dibinde aciz ve dağılmış yatıyor, Başkent’i ve Halifesi silahlarımızın merhametine terkedilmiş bir durumda, denizlerin hâkimiyeti kesin olarak bizim, Alman kolonileri işgal edilmiş, bütün hayati irtibatlar, bütün stratejik bölgeler bizim kontrolümüzde bulunuyor. Müttefiklerimizin insan ve mühimmat stokları sınırsız, mağlup olmuş düşmanlarımız karşısında yerleşmiş kuvvetlerimiz bir kaç hafta içinde on yedi milyon silahlı insan seviyesine ulaşmış. Rusya’daki Bolşevik denemesi çöküntü’nün arifesinde bulunuyor. Avrupa ve Afrika’daki zaferlerimiz Asya’nın anahtarını elimize geçirmemizi sağladı. Hiç bir zafer böylesine büyük, böylesine ezici ve kesin olmamıştır. Bizler, Büyük İskender döneminden beri görülmemiş bir fiziki üstünlüğe sahiptik ve dünyanın hâkimleri olarak görünüyorduk.”(1) Daha savaş bitmeden önce 1918 Ağustos ayında İngiltere Başbakanı Lloyd George Manchester şehri Ermeni topluluğuna ait bir heyetle yaptığı görüşmede onlara, “Britanya sizin zulüm edilmiş ırkınıza karşı olan sorumluluğunu asla unutmayacaktır.” (2) diye hitap ederken buna paralel olarak Dışişleri Bakan Yardımcısı Lord Robert Cecil, Ermenilerle ilgili propaganda çalışmalarını çok iyi bildiğimiz Mavi Kitap’ın yaratıcısı Viscount James Bryce’a yazdığı bir mektupta “Ermeni Haklarını savunma belgesinin” aşağıdaki esaslara dayandırılacağını belirtiyordu.(3) 1. 1914 Sonbaharında Erzurum’da toplanan Osmanlı Ermenileri Kongresinde resmi hükümet temsilcileri tarafından savaşta Türkiye’ye aktif bir şekilde yardımcı olmaları halinde “kendi kendilerini yönetme hakkı” verilmesi teklif edildiği halde Ermeniler Osmanlı Devleti ve müttefiklerine yardım eden bir ulus olmayacaklarını beyan etmişlerdir. 2. Osmanlı teklifini reddeden bu cesur hareketten sonra, 1915 yılında Osmanlı Ermenileri Türk Hükümeti tarafından sistemli bir şekilde katledildiler. Böylece en soğukkanlı ve canavarca metotlarla 700.000’den fazla insan yok edilmiştir. 3. Savaşın başından itibaren Ermeni milletinin Rus bölgesinde yaşayan yarısı, kahraman liderleri General Andranik önderliğinde gönüllü birlikler oluşturmuş ve Kafkas bölgesindeki muharebelerde en ağır muharebelere katılmışlardır. 4. Geçen yılın (1917) sonunda Rus Ordusu ateşkes’le savaşmayı bırakınca, Ermeni kuvvetleri Kafkas cephesinde Türk ilerleyişini beş ay kadar geciktirmiş, böylece İngiliz Ordusu’nun Mezopotamya’da başarılı olmasını sağlamıştır… Değişik rütbelerdeki Ermeni askerleri halen Suriye’de savaşmaktadırlar. Onlar İngiliz, Fransız ve Amerikan ordularında başarılı hizmetler ifa etmişler ve General Allenby’nin Filistin’deki büyük başarısında pay sahibi olmuşlardır.” Böyle bir atmosfer içinde 30 Ekim 1918 günü imzalanan Mondros Ateşkes Anlaşması İngiliz parlamentosunda kararsızlıkla karşılandı. Kasım ayı ortalarında her iki Meclis üyesi Parlamenterler Mondros hükümlerinin gevşeklik gösterilmeden sıkı bir şekilde uygulanması gerektiğini belirtirken, Türklerin Ermeni illerini süratle boşaltmasını ve eğer lüzumlu görülürse bölgenin Antant ülkeleri kuvvetlerince işgal edilmesini istediler. Hükümetin politikasını açıklayan Lord Robert Cecil, resmi hükümet politikasının “Doğu ve Batı Ermenistan’ın birleştirilmesi” olduğunu belirtti.(4) Böylece bölgede dev bir Ermeni Devleti yaratılmış olacaktı. İngiltere Ortadoğu’nun yeniden çizilmesinde kilit ülke durumundaydı. Alınan ve alınacak bütün karaların arkasında bazen açık, bazen de gizli olarak İngiliz uzmanlar vardı. Savaş içinde Osmanlı topraklarının paylaşılması için yapılan gizli anlaşmaların hepsi İngiltere ile müttefikleri arasında yapılmıştı. Bu anlaşmalar için İngiltere’ye en büyük destek Fransa ve Çarlık Rusya’sından gelmişti. Bu anlaşmalara göre Osmanlı topraklarının İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya arasında paylaşılması gerekiyordu. İngilizlerin Türkiye ve Türklerle ilgili temel görüşlerini Winston Churchill’in şu sözleri ile daha da netleştirmek mümkündür: “İngiltere, Fransa ve Rusya tarafından toprak bütünlüğü konusunda garanti teklif edilen (gerçekte böyle bir teklif asla yapılmadı) Türkiye, Almanya ile birleşmiş ve bir neden yokken Rusya’ya saldırmıştı. Hiç kimse Türk İmparatorluğunun parçalanması veya Hıristiyan ve Arap Irkları üzerindeki Türk egemenliğinin sona ermesi nedeni ile hüngür hüngür ağlamayacaktı.”(5) Churchill Türkiye ve çevresi ile ilgili kendi genel eğilimini de şu sözlerle özetliyor: “Türkiye’nin Türk olmayan kesimlerinin istekli ülkeler arasında paylaşılması müttefiklerin rahatlaması için bir ihtiyaç halini almıştı. İngiltere nesiller boyu devam ettirdiği genel politikayı değiştirerek, Rusya’nın İstanbul’a sahip olmasına rıza göstermiş ve kendi menfaatlerini Mezopotamya ve Pers Körfezi’nde aramaya başlamıştır. Fransa Suriye üzerinde tarihi hak iddiasında, İtalya’ya Antalya, Alpler ve Adriyatik’te istekleri konusunda hiç bir müttefikin sorun çıkarmayacağı vaat edilmiş durumdaydı.” (6) İngiltere politikasının savaş sonu mimarları olarak iki isim dikkati çekiyordu, Başbakan Lloyd George ve daha sonra Dış işleri Bakanı olacak olan “Lord Curzon” . Her ikisi de Türk dostu olmayan bir ekolün temsilcisi bir partiden geliyor, Hıristiyan ve “Elen Kültürü”nün savunucusu olarak Barış görüşmeleri masasına oturuyorlardı. (7) Başbakan Lloyd George, Konferansa katılan İngiltere delegasyonu’nun başkanlığını bizzat üstlenmişti. (8) Konferansa giderken Türkler ve Ermeniler için söylediği şu sözler onun nasıl bir temel görüşe sahip olduğunu yansıtacaktır. “Savaşın başladığı andan itibaren, herhangi bir partiye mensup hiç bir devlet adamı yoktur ki, bu insanlık dışı imparatorluğu mağlup ettiğimiz takdirde yapacağımız sulh anlaşmasının ana esaslarından birisinin Ermenistan vadilerini bu kötü şöhretli Türklerin kanlı yönetiminden kurtarmak olduğuna inanmasın.” (9) Harold Nicholson’a göre onun “önemli konularda politikası açık değildi, tahmin edilemeyecek kadar kapalı idi. Onun iki temel ilkesi (Rusya ile dostluk, Türkiye ile düşmanlık) hem müttefik Fransa hükümeti ve hem de koalisyon ortakları olan Toryler (Muhafazakâr Partisi üyeleri) tarafından lanetlenmiş ilkelerdi. Bu hedefleri açıkça, ifade etmekten kaçınmıyor ancak inkâr da etmiyordu. Fakat bu konularda ısrarlıydı ve tekrar tekrar gündeme getiriyordu. Zamanla Başbakanın bu konularda kişisel bir politika uygulamak istediği, onu ne itiraf etmek, nede tasfiye etmek niyetinde olmadığı anlaşıldı.” (10) İngiliz liderlerin temel görüşüne göre; “Türk sorunu bu sefer Avrupa diplomasisinden tamamen çıkarılmalı ve Hindistan’da ve diğer herhangi bir yerde Müslümanlar Türkiye’nin kesin bir yenilgiye uğradığını ve artık İslam’ın “muzaffer askerleri” pozisyonunda olmadığını anlamalılar. Bu amaç için kararlı ve kesin bir harekâtın derhal uygulamaya konması lâzımdır. Türkiye’nin Avrupa’daki toprakları tamamen elinden alınmalı, İstanbul ve boğazlar bir başka ele devredilmelidir. Yaklaşık beş asırdır, Türklerin Avrupa’da varlığı bir çılgınlık, entrika ve Avrupa politikasının bozulmasının nedeni olmuştur. Söz konusu milletler zulümlere maruz kalmışlar ve kötü yönetilmişler ve Müslüman dünyasında fazlasıyla üstün bir mevki sahibi olmuşlardır. Bu Türklerin kendilerini “Büyük güç” olduğuna inandırmış ve diğer ülkelerde bu sihir’e inanmıştır. Avrupa güçlerini birbirine düşürmüş ve onların kıskançlıkları ve uyguladığı entrikalarla varlığını korumaya muvaffak olmuştur. İşte bu nedenlerle Türkler Asya’ya kadar sürülmelidir. İstanbul ve Boğazlarda onun yerini alacak güç Büyük Britanya’dır.” (11) “Helenizm sevdası ateşi (o dönemde) İngiliz Başbakanının sinesinde yanmaya başlamıştı. Lloyd Geroge, Lord Guilford ve Bay Gladstone’un klasik işbirlikçisi ve Lord Byron romantizminin izlerini taşıyor ve bu seçkin insanlarla aynı duyguları paylaşıyordu. Onun Yunan sevgisi gerçekte bu entelektüel şımarıklığı taşıyor gibiydi. Onun Türk düşmanlığı ise temelde şu düşüncelere dayanıyordu. Onun inancına göre Türkler bir “insanlık kanseri” idi. Bu yağmacılar sürüsü, ellerinde asırlar boyu fırsat olduğu halde insanlığın gelişmesine hiç bir katkı sağlamamış yegâne ırktı. Bu nedenle ister Britanyalı, ister yabancı olsun, Türk taraftarı görünen biri onun için güvenilmezdi. Görüşleri temelde biraz da haçlı düşüncesine dayanıyordu. Haç ve Hilal çatışması konusunu yaşatıyordu. Düşmanlığın temelinde yakın dostu Venizelos’a duyduğu büyük güven de vardı. Aralarındaki ilişkiler, müşterek dostları sir John Stavridi (1903- 1916 arasında Yunanistan’ın Londra Başkonsolosu) vasıtasıyla canlı tutuluyordu.” (12) İşte Barış Konferansına katılan Türkiye’nin düşmanlarından en önemlisi kabul edilen İngiltere’yi yöneten isimlerin temel görüşleri böyleydi. Dikkat edilirse hemen hemen hepsi küçük yaşlarda okullarda aldıkları dinsel ve milli terbiye’nin etkisi ile “Türk ve Müslüman düşmanı; Yunan ve Hıristiyanların dostu” olarak yetişmişlerdi. Özet olarak belirtmek gerekirse; görüşmelere başlarken, bu defa bölgedeki Türk hâkimiyetini bir daha canlanmasına imkan vermeden yok etmek, İstanbul ve Anadolu topraklarını mümkün olabildiğince yeniden Hıristiyan Dünyasının kontrolü altına almak arzu ve kararlılığındaydılar. DİPNOTLAR: (1). Harold NİCOLSON, Curzon: The last phase 1919-1925, A Study in Post –War Diplomacy, S.3-4 (Constable & Co Ltd. London –1934). (2). Richard G. Hovannisian, Armenia on the Road to İndependence 1918, P. 249 (University California, Press, Ltd. 1967-USA). (3). Aynı Eser, s.249. (4). Aynı Eser, s.249 (5). The Rt.Hon.Winston S.Churchill,C.H.M.P.: The Aftermath Being a sequelto The World Crisis,P.130 (London-1944) (6). Aynı Eser S.130. (7). Sevres Andlaşmasına Doğru, S.XL. (8). A.Mandate, S.68. (9). Aynı Eser, S.74. (10). Curzon, S.56-57. (11).Aynı Eser, S.76-77 (12). Robert Rhodes James, British Politics 1880 – 1839, P.423 (Mehnuen & co Ltd. London –1977); Curzon, S.95-96. LOZAN’DA ERMENİ MESELESİ NASIL ELE ALINDI–1 90 ncı yıldönümünde Lozan Konferansının değişik bir yönünü ele almak ve İsmet Paşa ve ekibinin ne zorluklarla karşılaştığını, bu saygın insanların uluslar arası ne büyük engelleri, nasıl aşmayı başardıklarını göstermek istedik. Okurları sıkmamak için iki bölüm halinde yayınlayacağımız bu yazıda uluslar arası politik manevralar açısından alınacak çok büyük dersler vardır. Ermeni meselesi, konferansta öncelikli konular arasında değildi, fakat “Türkiye’deki azınlıklar”sorunu içine dâhil edilerek getirilmek istendi. Ermeni Delegasyonu dört kişiden müteşekkildi. Aharonyan ve Hadisyan Ermenistan Sosyalist Cumhuriyetini, Norodunkyan ve Leon Paşalıyan da Türk Ermenilerini temsil ediyorlardı. Hadisyan 18 Kasım 1922’de konferansa katılan ülkelere bir mektup göndererek Sevre’e sunulan taleplerinin benzerlerini sıralamıştı. Hadisyan “Ermeniler için bir toprak ayrılmasını, Ermenistan Cumhuriyeti’nin hudutlarının Ermeniler lehine genişletilmesini ve Sevr’e göre ayrılan Kilikya’nın bir bölümünün de Ermenilere verilmesini talep etmişti. Ayrıca; 2.250.000 kişilik Türkiye Ermenilerinin 1.250.000 inin soykırımla yok edildiğini, 700.000 ‘inin İran, Yunanistan, Suriye ve Balkan devletlerine göç ettiğini ve halen Türkiye’de köylerde 13.000, İstanbul’da 150.000 kadar Ermeni’nin kaldığını” belirterek soykırım iddialarını tekrarlamışlardı. (1) Lord Curzon 12 Aralık 1922 tarihli oturum sırasında bütün ağırlığını Hıristiyanlar ve Ermeniler tarafına koyarak Ermeni sorununu gündeme getirmiş ve İsmet Paşa ile aralarında sert tartışmalar geçmiş, ancak İsmet Paşa Ermeniler için bir toprak ayrılması konusunda yine taviz vermemiştir. Lord Curzon’un konuşması şöyledir. “Türkiye’de azınlık meselesiyle bütün dünya ilgileniyor. Onun için bütün dünya’nın gözleri bu meselede verilecek kararın merakı içinde Lozan Konferansına çevrilmiştir. Müttefikler Türkiye ile harbe giriştikleri zaman gayelerinden biri de Anadolu’daki Hıristiyan azınlıkları himaye etmek ve mümkün ise kurtarmaktı. Hele Ermeniler Berlin Antlaşmasından beri temin edilmişlerdir.”(2) Lord Curzon bilhassa Ermenilerin korunması konusunda ısrar ediyor ve Türk gazete Muhabiri Ali Naci Karacan’a göre: “Hıristiyan azınlıklar” dediği zaman öyle bir heyecan gösteriyordu ki, İngiltere Dışişleri Bakanı mı konuşuyor, yoksa Papa’nın vekili mi vaaz veriyor anlamak oldukça zordu. (3) Lord Curzon kimlerin himaye görmesi gerektiğini de Rumlar, Yahudiler, Asuriler, Gıldaniler ve Nasturiler olarak saydı ve üç esas’ın temin edilmesini istedi. 1. Çok geniş bir genel af 2. Askerlikten makul bir bedel karşılığı kurtulma imkânı, 3. Serbest gidip gelme. Bunlardan daha önemlisi Milletler Cemiyeti’nin daimi bir denetiminin olması ve bunun için de bir temsilcinin devamlı Türkiye’de bulunması. (152) İsmet Paşa yaptığı üç saatlik uzun konuşması sırasında Tarihi bilgilerle Osmanlı Devletindeki azınlıklara verilen haklardan bahseder. Ertesi günkü toplantıda İsmet Paşa yeniden söz alır ve azınlıklar konusundaki genel Türk görüşünü açıklar: “Sekiz senedir Türkiye’de yalnız şu veya bu azınlık değil, bütün halk ızdırap çekmiştir. Son dört sene zarfında silahı elinden alınan Türkler her taraftan tecavüze uğramışlardır. Türk ahali kendi vatandaşları aleyhine ve bütün kara kuvvetler, münevverler aleyhine tahrik edilmiştir. Yunanlıların Anadolu’da 27 Şehir, 1400 köy, 98.000 ev yıktıkları sabit olmuştur. Harbin uzamasıdır ki bu ıstıraplara sebep olmuştur. Sulhu yapınız bu ızdıraplar diner. Türk milleti azınlıklara medeni âlemin kabul ettiği hakları tanır. Fakat kendi istiklâlini kayıt altına alacak hiçbir yeni teklifi kabul edemez. Azınlıkları kurtarmanın en iyi yolu onları hariçte lekeleyecek münasebetlere tahrik etmemek, bu münasebetlerden korumaktır. Bunlar hariçten gelecek bir şefkate dayanmamalıdır! O zaman hepsi sulhtan sonra Türk vatandaşları arasında yaşarlar. Ermeni meselesini maişet vasıtası (geçim aracı) veya silah diye alarak hariçte çalışan komiteler ortadan kalkarsa iki taraf da yaralarını sararlar. Türkiye’de kalmak isteyen Ermeniler Türk vatandaşlarıyla kardeşçe yaşayabilirler. Ancak Türk toprakları herhangi bir Ermeni yurdu için parçalanamaz. Ne şark vilayetlerinde, ne Kilikya’da anavatandan ayrılması mümkün yer yoktur. Zaten Türkiye bugün mevcut müstakil Ermeni Cumhuriyetiyle muahedeler akdetmiştir. Diğer bir Ermenistan’ın vücut bulabileceğini Türkiye hayalinden bile geçirmez. Azınlıkların gidip gelmeleri ve malları meselesi ise Türk kanunlarının halledeceği bir iştir. Azınlıklar için kontrol ve mümessil gönderilmesi, Türkiye’nin dâhili işlerine müdahale teşkil edeceği için asla kabul edilemez. Azınlıkların himayesini Türk bütünlüğüne ve istiklâline halel verici bir bahane diye kullandırtamayız.” (5) İsmet Paşa’dan sonra söz alan Lord Curzon sert bir konuşma yaptı ve Ermenilerle ilgili şu sözleri söyledi: “….İsmet Paşa Ermenilerin eskiden Türk idaresinden memnun olduklarını, iki millet arasında daima kardeşlik duygularının mevcut olduğunu, Ermenilerin son zamanlarda uğradıkları felaketlerin sebeplerinin yine kendileri, kendi delice hareketleri ve dışarının tahrikleri olduğunu söylüyorlar. Sanırım bu iddia doğru mudur? Üç milyon Ermeni’den 130.000 kişi kaldı. Ötekiler nerede? Kilikya boşaltıldığı zaman 300.000 Ermeni niçin kaçtı? Niçin yüz binlerce Ermeni dünyanın her tarafına yayıldı? Niçin Ermeni meselesi dünya için bir skandal oldu? Türklerin Ermeniler hakkında dostluk hisleri göstermelerinden memnunum. Bütün dünyanın gözleri Türklere ve Ermenilere çevrilmiştir. Zannetmem ki efkârı umumiye, bu zavallı insanlara, Türk hükümetinin istediği şekilde muamele edilmesine razı olsun… Bu koca memlekette Ermeniler için bir parça yer yok mu? Türkler Cemiyet-i Akvam’ın kendi dâhili işlerine müdahalesinden korkuyorlar. Mösyö Barere ve ben burada iki milleti temsil ediyoruz ki bu milletlerin tabası arasında milyonlarca azınlıklar vardır. Biz Cemiyet-i Akvam’ın müdahalesinden korkmuyoruz. Çünkü ellerimiz temizdir!” (6) Curzon’un ithamlarına ertesi gün İsmet Paşa’nın verdiği cevap, konferansın o zamana kadar dinlediği nutukların en kuvvetlisi oldu. Özellikle Curzon’un “Biz Cemiyet-i Akvam’a girmekten korkmuyoruz. Çünkü ellerimiz temizdir” sözüne “Bizim ellerimiz bilhassa temizdir” şeklindeki karşılığı büyük etki yarattı. “Cemiyeti Akvam’a girmeyi hiç bir zaman reddetmedik, barış yapıldıktan sonra gireriz” diyordu. Ermenilere gelince İsmet Paşa şu sözleri söylüyordu.: “Lord Cenapları Türkiye gibi büyük bir memlekette Ermeniler için bir parça yer yok mu? Diye sordular. Memleketleri Türkiye’den çok büyük olan devletler vardır. Hem de bizden yeni ayrılan bölgelerde çok geniş yerler vardır. Türk olarak geriye kalan ülke hiçbir parçalanma kabul edemez. Şark vilayetlerinde ahali toprakları kimseye veremezler. Lord Curzon mühim azınlıkların yaşadığı birçok memleketleri bulunduğundan, Milletler Cemiyetinden korkmadığından ve ellerinin temiz olduğundan bahsetti. Burada bir yanlış anlama olduğunu kaydetmek isterim. Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’nden korkusu olduğu ileri sürülemez. Ecnebi istilası yüzünden yakılıp yıkılan memleketlerinde çalışan Türk elleri bilhassa temizdir. Bu eller hiçbir memlekete ne tecavüz, ne onu istila, ne de tahrip etmemişlerdir. Korkmaksınız, diğer herhangi ellerle mukayese olunmaya layıktırlar ve bu iddiada bulunmaya da haklıdırlar!” (7) DİPNOTLAR: (1) Kamuran Gürün, Ermeni Dosyası, S.298-299. (2) A.N. Karacan, a.g.e., S.127. (3) Aynı Eser, S.127. (4) M. Cemil Bilsel, Lozan, İkinci Cilt, S.272-273 (Sosyal Yayınlar, İstanbul) (5) Aynı Eser, S.276; A.N. Karacan, a.g.e., S.130. (6) A.N. Karacan, a.g.e, S. 131; M.C. Bilsel a.g.e., S.277; Harold Nicolson, Curzon; The Last Phase, 1919-1925 P. 315 Constable & Co Ltd. London –1934). (7) A.N.Karacan a.g.e., S.131-134; M.C.Bilsel a.g.e., S.277-280 LOZANDA ERMENİ MESELESİ NASIL ELE ALINDI–2 Lozan’da, Ermeniler konusuna ilk teşebbüslerdeki başarısız hamlelerden sonra, Azınlıklar Alt Komitesinin 15 Aralık toplantısında temas edilmiştir. Komisyon Başkanı İtalyan Montagna, alt komisyonun Ermeni yurdu sorununu ele alabileceğini söylemiş, fakat Türk temsilcisi Rıza Nur Bey böyle bir sorunu görüşmeyi reddettiğini bildirmiştir. Bu komitenin 22 Aralık toplantısında M.Montagna azınlıklar temsilci heyetlerinin dinlenmesi konusunu ortaya atmış, Rıza Nur böyle heyetlerin dinleneceği oturumların alt komitelerin resmi oturumları sayılmayacağını ve Türk Delegasyonunun bu toplantılara katılamayacağını söylemiştir. (8) Bu gelişmelere rağmen alt komite 26 Aralık 1922 günü dinlemeyi gündeme aldı, Türk temsilciliği bir saat önce haberdar edildi. Rıza Nur alt komite başkanlığına bir memorandum yazarken, İsmet Paşa da komisyon başkanına bir memorandum vererek, Ermeni delegesinin Ermeni Hükümetini temsil etmediğini ve eğer bu delegeler Türkiye’deki Ermenileri temsil ediyorlarsa durumu protesto ettiklerini belirttiler. Ayrıca bu delegelerin ancak Romanya, Sırbistan ve Yunanistan’daki azınlıklar, bütün Müslüman ülkeler ve İrlanda temsilcileri ile birlikte dinlenebileceği belirtildi. (9) O gün yapılan toplantıda Ermeni temsilcileri, o güne kadar, Ermenilerin Anavatanlarına ihanetini ve düşmanla nasıl işbirliğinin adeta bir itirafı kabul edilecek bir konuşma ile Ermeni isteklerini sıraladılar. Delegeler İtilaf Devletlerinin kendilerini bağımsızlık vaad ederek nasıl kışkırttıklarını, Ermenilerin Fransız Doğu Ordusunun önemli bir bölümünü oluşturduklarını, bu askerlerin General Allenby’nin kuvvetlerinin ön saflarında Türklere karşı savaştığını beyan ederek konuşmasını kendilerine söz verildiği gibi bir Ermeni Yurdu isteğiyle tamamlamıştır. (10) Ermenilerle ilgili Lozan’da görüşmeler yapılırken, Türkiye dışında yaşayan Ermeniler mümkün olan her şeyi kullanarak propaganda yapmaya ağırlık vermişlerdi. 10 Aralık günü Norodunkyan Efendi, yanında Ermeni ihtilalcilerinden birisi ile birlikte İsmet Paşa’yı ziyaret ederek, Türkiye’nin herhangi bir kesiminde bir Ermeni Vatanı ayrılmasını talep ettiler. (11) 8 Aralık’ta bir İsviçre temsilci ve 27 Aralık günü de “Ermeni sempatizanları” adı ile Amerikalı, Fransız ve İsviçrelilerden oluşmuş bir grubun temsilcileri gelerek bir Ermeni vatanı oluşturulması ile ilgili arzularını ilettiler. İngiliz ve Amerikan gazeteleri bir Ermeni anavatanı için kampanya başlattılar. 16 Aralık tarihinde önemli Fransız isimlerinin yer aldığı imzalı bir istek Türklerin kaldığı otel’e bırakıldı. ABD’de Ermeni isteklerini desteklemek için beş milyon’dan fazla imza toplandı. (12) Rıza Nur anılarında Ermenilerin Türk heyetini tehdit edecek kadar ileri gittiklerini şu sözlerle anlatır: “Hûlasa Ermenilere Kilikya’da yer vermeliymiş. Dedim ki bu olmaz bir şeydir. Türk milleti buna izin vermez deyince Amerikalı adam kızdı, terbiyeyi bir tarafa bırakarak sertçe ‘Siz eğer Ermenilere yurt vermezseniz sizi vuracaklar’ dedi. Ben sakin sakin ‘bizim kabahatimiz mi vermeyen Türk Hükümeti, biz olmasak başkasını memur ederler’ deyince de ’Hayır sizinde kabahatiniz vardır, sizi vurunca başka şahıs yurt vermemeğe cesaret edemez’ diye cevap verdi. Söylediği sözler çok vahimdi. Bizi Ermeniler namına ölümle tehdit ediyordu.” (13) İkinci bölüm görüşmeler sırasında Ermeniler Delegasyonu başkanı A.Aharonian; Lord Curzon’a bir mektup göndererek yapılacak ikinci tur görüşmelerde Ermeni isteklerinin dikkate alınmasını talep etti. Lord Curzon, 4 Nisan tarihinde verdiği cevapta: “görüşmeler sırasında Ermeni isteklerinin görüşülme şansı olmadığını ancak fırsatlardan yararlanmaya çalışabileceklerini” belirtti. 25 Nisan tarihinde yapılan yeni teşebbüsler de olumlu sonuç vermedi. (14) Ermeniler iyice sertleşmeye başladılar. 10 Mayıs 1923 günü Rus delegesi Verevski bir suikastle öldürüldü. (15) Türk Heyeti de tehdit altındaydı, Yunan ve Fransızlar tarafından bazı Ermeni teröristlerin yıkıcı faaliyetlerde bulunmak üzere teşvik edilerek Türkiye’ye gönderildiği bilgilerinin alınması üzerine; Lozan’daki Türk Delegasyonu Konferans Sekreterliğine, 12 Mayıs’ta bir not gönderdi. Birkaç gün sonra Almanya’da teşkilatlanmış Hınçak ve Taşnak örgütlerinin Türk Delegasyonunu öldürmek için Almanya’ya iki grup gönderdiği öğrenildi. 16 Mayıs’da İsmet Paşa Lozan’daki İngiliz, Fransız ve İtalyan Delegasyonuna durum hakkında bilgi veren ve protesto eden birer mesaj gönderdi. İstanbul’daki Ermeni Patriği de kaderlerinin Türklerle birlikte olacağı anlamına gelen bir telgraf gönderdi. (16) Lozan’dan sonra Ermeni meselesinin ağırlık merkezi ABD’ye kaydı. Orada Ermeni Lobisi tamamen “tek kale”ye oynuyordu. Ermeni görüşleri dışında bir tek ses, bir tek yazı bulmak hemen hemen imkânsızdı. Türkiye ile ilgili olumlu gelişmeler havada buhar edilip uçuruluyor, Türkler aleyhindeki düşünceler, görüşler, yakıştırmalar, yazılar büyük teşvik ve destek görüyordu. Meselâ Lozan’da Türkiye ile ABD arasında 6 Ağustos 1923’te bir Dostluk ve Ticaret anlaşması imza edilmişti. Bu anlaşmanın Kongre’de tasdik edilmemesi için Ermeniler büyük bir Lobi faaliyetine giriştiler. Demokrat Parti bu konuyu seçim kampanyasına bile dâhil etti. Neticede anlaşma ABD Senatosunda 19 Ocak 1927’de yapılan oylamada 2/3 ekseriyetten 6 oy eksiği ile reddedildi. (17) Barış antlaşması bütün zorluklara rağmen 24 Temmuz 1923 günü imzalandı, böylece Ermenileri son 50 yıl içinde en fazla harekete geçiren “Büyük Ermenistan” hayali tarihin sayfalarına gömülmüş oldu. Ancak Türk heyeti Lozan’da çok büyük sıkıntılarla karşılaştı, hemen hemen tüm batı dünyası ile mücadele etme mecburiyetinde kaldılar. Tarafsız bir yazar G.L. Ellison, orada da olayları yakından izlemişti. Anılarından kısa bir bölüm sunarak Lozan konusunu kapamak istiyoruz. “Kuşkusuz ilk elden bilgi edinmenin güçlüğünden dolayı, pek çok insan Türklerin aleyhinde olmuştur. Meselâ Rıza Nur, ‘Ermenilerin ulusal yurdu’ saçmasını saatlerce sabırla dinledikten sonra, gerçeği söylemesine izin verilmeden büyük bir ruh kırıklığı içinde konferans odasını terk etmişti. Gerçek, önemli konular üzerinde bilgi veremedikleri zaman gazeteler ‘nefret alevlerini’ Türkler aleyhine körüklemek ya da suçlama parmağını onlara çevirmek için hesaplı ve birkaç gereksiz ayrıntıyı büyütmeye hazırdırlar. Gazeteler belki de hiç yapılmamış küçük hatalar için sütunlar doldururken, hayati önemdeki sorular basında hemen hemen bütünüyle ihmal edilmektedir ve atak Asyalıların içi acı bir nefretle dolmaktadır.” (18) “Milletler Cemiyeti’nin kendi basının şerefli ve tarafsız başkanı şunu bildirmektedir. ‘Biz Yunan ve Ermeni propagandasının gerçek değerini yakaladık, sonuçta Türklere sempati duyduk’ Böyle bir pişmanlık çok geç ama belki yine de akıllı bir politika güdülmesine yol açabilir.” (19) Bayan Ellison İsmet Paşa’nın şikâyetlerini de şu sözlerle naklediyor: “Biz barış için elimizden geleni yapıyoruz. Fakat bir ulusun, diğer bütün devletlere karşı koyması çok zordur. İsteyerek ya da istemeyerek bizim ulusal amaçlarımızın, bizim için ne anlama geldiğini göremiyorlar. Onların Yunanlılara ve Bulgarlara teklif etmeyi akıllarından geçiremeyecekleri şartları, gururlu bir ulus olarak bize nasıl kabul ettirebilirler.” (20) DİPNOTLAR: (8) Ermeni Sorunu, S.56 (Hizmete Özel, Önsöz Kâmuran Gürün, 29 Nisan 1981). (9) Dr. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, İstanbul –1968; Dr. Rıza Nur’un Lozan Hatıraları, S.115-116 (Boğaziçi Yayınları, İstanbul-1992); Ömer Turan, The Armenian Question At The Lousanne Peace Talks, s.222 (The Armenians in The Late Ottoman Period, Edited BY Türkkaya Ataöv, Ankara –2001). (10) Ömer Turan, a.g.e., S.222. (11) Bilâl Şimşir, Lozan Telgrafları Vol. 1.p.192 (Türk Tarih Kurumu, Ankara – 1998). (12) Aynı Eser, Vol. 1. S.229-230. (13) Dr. Rıza Nur’un, Lozan Hatiraları, s.102-106, İstanbul, 1991. (14) Ömer Turan, a.g.e. S.234. (15) A.N. Karacan a.g.e., S.285. (16) Aynı Eser, S.234-235. (17) Ermeni Sorunu, S.59-49. (18) G.M. Ellison, An English Women S.302. (19) Aynı Eser, S.322. (20) Aynı Eser, S.315. SEVRE DOĞRU ÜLKELERİN POLİTİKALARI-3 ERMENİ TALEPLERİ Bu gün 5 Ağustos. Türk Halkı için en önemli davalarından biri bu gün karara bağlanacak ve çok ilginçtir sanki içindeymişiz gibi dava sonucunu biliyor gibiyiz. Çünkü davanın normal bir dava, mahkemenin normal bir mahkeme olmadığı kainatın malumu.Yargılamanın gidişatı ve yöneticilerin intikamcı tutumları göz önüne alınırsa yine verilecek siyasi kararlarla yüzlerce masum insan bir siyasi gösteri uğruna aileleri ile birlikte acı çekecekler.Bu davanın başlangıcından itibaren kimse İrticanın Türk Halkı için en büyük tehdit olduğuna ve Türk Ordusunun, Türk milletini irtica tehdidinden korumak için tedbirler alma mecburiyetinde olduğunu dikkate almadı. İrticanın odak noktası haline geldiği Anayasa Mahkemesince kabul edilip kapanmanın eşiğinden dönen iktidar partisi bütün gücü ile İrticanın arkasında durunca, askerlerin almayı düşündüğü bütün tedbirler seçilmiş hükümete karşı darbe anlayışına dönüştü. İrticanın bu muhteşem illuzyonuna kapılan özel olarak seçilmiş savcı ve hakimlerle dava karmakarışık bir hale dönüştürüldü. Türk kamuoyu tıpkı Balyoz diye tanımlanan bir önceki davada olduğu gibi yine 10-15 ve 20 yıllık cezaları duymaya hazır olmalıdır.Gelin biz bu günü bir kenara koyarak Türk Tarihinin sonunu getirmeyi amaçlayan bir diğer tehdide, sevre dönelim ve kaldığımız yerden devam edelim. Ermeni istekleri de kendilerince verilen büyük desteğe göre gittikçe artarak değişiyordu. Barış görüşmelerine iki Ermeni delegasyonu katılıyordu. İtilaf devletlerince resmen tanınan, başlarında eski bir Osmanlı devlet adamı Bogos Nurbar Paşa’nın bulunduğu “Ermeni Ulusal Delegasyonu”ydu. Bu delegasyon Türk Ermenileri ile Dünyanın değişik yerlerinde yaşayan Ermenileri temsil ediyordu. Diğer delegasyon Ermeni Cumhuriyetini temsil ediyordu ve başlarında Avetis Aharonyan bulunuyordu. Birbirinden hoşlanmayan bu iki grup ancak Ermeni Kilisesi’nin müdahalesiyle birlikte çalışmayı kabul etmişti. Bu iki guruba ilaveten muhtelif uluslara mensup kırk kadar bağımsız Ermeni delegasyonu da faaliyet halindeydi. Paul C. Helmreich durumu şu sözlerle özetliyor: “Yüzlerce gazeteci, yazar, şarkıcı, profesör, senatör ve eski bakanın Ermeni davası lehinde uzun konuşmalar yaptığı konferanslar düzenliyorlardı. Wilson, Lloyd George ve Clemeceau’nun peşinden bir dakika bile ayrılmayan Ermeni delegeler, devamlı olarak Ermenistan’a borçlu olunduğunu hatırlatıyordu. Arsızlıkları herkezi kızdıracak bir noktaya varmış ve dostları etraflarından kaybolmaya başlamıştı… Loris –Melikov – Paris’te konferansın başladığı sıralarda Ermenistan’a herkesin yürekten bir sempatiyle baktığını yazmaktadır. (ama).. bir türlü bitmek bilmeyen talepleri ve bunları ifade ediş tarzları en sonunda insanları kendilerinden nefret ettirmişti… Bu gidişle, kazanmaları gereken kişileri kendilerine düşman edeceklerdi.” (1) Onlar Konseyi’ne sunulan Ermeni isteği, Akdeniz Karadeniz ve Hazar Denizi arasında uzanan dev bir Ermenistan devletinin kurulmasıydı. Ermenistan Cumhuriyeti toprakları ile Fırat’ın güneyinde, Ordu –Sivas hattının batısında kalan topraklar hariç Van, Bitlis, Diyarbakır, Harput, Sivas, ve Erzurum bu devletin sınırları içinde kalacaktı. İskenderun dahil bütün Kilikya’da talep edilen topraklar arasındaydı. Ermeni nüfusunun bu bölgelerde çoğunluk olmadıklarını Ermeni Delegasyonu da biliyordu. Ancak kabahati tamamen savaş öncesi ve savaş sırasında Türkler’in uyguladıkları zalimane davranışlarda buluyorlardı. Delegasyon’a göre Ermeni toplumu geçen savaşta diğer ülkelere nazaran çok daha ağır insan kaybına uğramıştı. Dünya’da 4.500.000 kişi olan ulusların kaybının 1.000.000 ‘dan fazlası Ermenilere aitti. Böylece delegasyon namına konuşmayı yapan Bogos Nubar Paşa; savaş öncesinde bölgede Ermenilerin daha çok olduğunu beyan ediyor, ayrıca devlet kurulunca Rusya ve Amerika’daki Ermenilerin de bir kaç yıl içinde geri dönmesiyle Ermeni nüfusunun çoğunluk haline gelebileceğini iddia ediyordu. (2) Görüldüğü gibi Ermeni görüşleri Amerikan görüşleriyle tamamen örtüşüyordu. Kilikya (Çukurova’ya) gelince; bu bölge ile ilgili talep: bölgenin “Ermeni Platosu”nda yer aldığı gibi anlaşılması zor bir Coğrafi tez’e dayandırılıyordu. Ayrıca Ermenistan’ın Akdeniz’e bir çıkış kapısına ihtiyacı vardı. Bütün bu toprakların Türklerden alınacağına inanmış olan Ermeniler, müttefikler için sadece 300-400 Suriyeli savaşmışken, Filistin’de 5000 civarında, Rusya’da 150.000 Ermeni’nin itilaf orduları ile birlikte savaştığının unutulmamasını istiyorlardı. (3) Amerikan delegasyonu’nun istihbarat bölümü 21 Ocak 1919’da Türk karşıtı bazı tavsiyelerde bulundu. Tavsiye edilen konuların başında, Boğazlar’da Milletler Cemiyeti’nin nezaretinde bir uluslararası devlet kurulmasının gerekli olduğu geliyordu. İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile Marmara Denizi’nin bütün kıyıları ve Asya Kıtası’nda Bandırma ve Bursa kurulacak devletin sınırları içinde kalacaktı.(4) Bu arada konferans iddia sahipleri’nin tezlerini savunma amacıyla düzenlenmiş bir “belgeler bataklığına” gömülmüştü. kaç delege veya uzmanın bunları okuyup incelediğini tahmin etmek oldukça zordur. Bowman adında bir gözlemci uygulanan Lobi tekniklerini ve belge enflasyonuna şu sözlerle özetliyor. “Ulusal delegasyonların yanlarında, çantalar dolusu istatistik ve şematik hileler vardı. İstatistiklerin işe yaramadığı yerde renkli haritalar giriyordu devreye. Bu harita hokkabazlığı, aslında başlı başına bir inceleme konusu olmalı. Adına harita dili denilen yeni bir araç icat edilmişti. Bütün haritalar, parlak cilalı afişler kadar gösterişliydi ve harita olması itibar gösterilmesine yetiyordu. Bir görüşün savunulması için, üzerinde oynanmış bir harita hayati önem taşıyordu.” (5) Konferansın Ermeni dosyasında Trabzon’u da içine alacak şekilde yukarıda sınırlarını çizdiğimiz toprak isteğinin dışında, şu isteklere de yer verilmişti. 1- Belirtilen hudutlar içinde oluşacak devletin statüsü, üye olması da istenen Milletler Cemiyeti üyelerinin garantisi altında olmalıdır. 2- Manda yönetimi yirmi yılı geçmemeli ve mandater ülke savaşın başından beri Paris’te bulunan Ermeni Milli Konferansının onayı ile seçilmeli. 3- Soykırımlar, yağma ve tahribat nedeni ile sulh konferansı tarafından tespit edilecek bir tazminat Türkler’den alınmalı ve buna karşılık Ermenistan Osmanlı borçlarından payına düşeni ödemelidir. 4- Mandater ülke şu hususlardan sorumlu olmalıdır; a- Bölgedeki bütün Türk ve Tatar görevlilerin kovulması, b- Halkın silahsızlaştırılması, c- Soykırım, şiddet ve yağma yapanların veya kendisine bu yolla çıkar sağlamış olanların cezalandırılması ve kovulması d- Hükümetin kontrolü altına alınamayacak göçebe ve zorba kavimlerin bu topraklardan çıkarılması, e- Bölgeden zorla göçmüş olanların geri dönmesi, Sultan Hamid ve Jön Türkler döneminde bölgeye yerleştirilen Müslümanların geri gönderilmesi, f- Haremlere dahil edilmiş Hıristiyan kadınların kurtarılması, Türklerin okullar, kiliseler ve manastırda yaptıkları tahribatın kendilerine ödetilmesinin sağlanması. Bunun dışında hudutlar tespit edildikten sonra, Ermeni dini otoritelerin Türkiye’de kalan malları satmasına izin verilmeli ve bu satışlardan elde edilecek gelir Ermeni cemaatının olmalıdır. Herhangi bir ülkede yaşayan Ermeni kökenli bir kişi’ye kendisine ve aile fertlerine yeni milliyetlerini seçmeleri için beş yıllık bir süre tanınmalıdır. Dosya Kilikya’daki bütün Suriye ve Fransız iddialarını da reddederek sonuçlanıyordu. (6) DİPNOTLAR: (1). Paul C. Hemreich, Sevr Entrikaları, S.35 (Çeviren Şerif Erol, Sabah Kitapları, İstanbul –1996) (2). Aynı Eser S.35-36. (3). Aynı Eser S.36. (4). Aynı Eser S.15. (5). Sevr Entrikaları, S.27. (6).James B. GİDNEY: A Mandate For Armenia, P.81-82 (The Kent State University Press Ohio – 1967) SEVRE DOĞRU ÜLKELERİN POLİTİKALARI-4 YUNANİSTAN Barış konferansında en aktif unsurlar Ermeniler değildi. Türkiye’yi tehdit eden en büyük tehlike batı’dan Dünya Savaşında aralarında hiç bir çatışma olmadığı halde bütün galiplerin arkasından ittiği ve Türk topraklarını işgal için inanılmaz ölçüde büyük destek verdiği Venizelos ve onun ülkesi Yunanistan’dı. Konumuz gereği fazla detaya kaçmadan, çok kısa olarak temas etmek istediğimiz Yunan faaliyetleri; barış görüşmeleri süresince Osmanlı topraklarının paylaşılması ile yan yana ilerleyecektir. Bir Yunanlı yazar Alexander Anastasius Pallis’e göre Yunanistan’ın hedef’i “Helen ırkının yaşadığı topraklar”ın kurtarılmasıydı. Bu topraklar şöyle sıralanmıştı. (1) 1- Kuzey Epir (Arnavutluk idaresinde) 2- Batı Trakya (Bulgarların idaresinde) 3- Doğu Trakya (Türklerin İdaresinde) 4-İstanbul ve Boğazlar (Türklerin idaresinde) 5- Batı Anadolu (Türklerin idaresinde) 6- Pontus ve Karadeniz bölgesi (Türklerin idaresinde) 7- Rodos ve On iki Ada (İtalyanların idaresinde) 8- Kıbrıs Adası (İngilizlerin idaresinde) Yine Yunanlı bir bilim adamı Dimitri Kitzikis “Yunan propagandası” adlı kitabında Venizelos’un 30 Aralık 1918 günü Barış Konferansına verdiği, aynı anda İngilizce ve Fransızca olarak yayınlanan muhtırasında aynı istekleri yaptığını detaylı bir şekilde açıklamaktadır. Venizelos’un muhtırasına göre Yunan istekleri şöyle sıralanıyordu. (2) 1-Yunanistan’ın Kuzey –Batısında: Kuzey Epir (veya Güney Arnavutluk): Yunanistan Arnavutluk’tan hemen hemen bütün Epir’i yani tamamı 230.000 olan nüfusun, 200.000 inin yaşadığı bölgeyi istiyordu. Venizelos’un iddiasına göre birbirine ayrılmaz şekilde karışmış olan bir halkın 120.000’i Yunanlı, 80.000’i Arnavut’tu. Venizelos “Evet, bu halk karışıktır, ama mutlaka Yunanistan’a bağlanmalıdır. Zira medeniyetçe büyük bir çoğunluğu, geri bir azınlığın idaresine terk etmek eşitlik düşüncesiyle asla bağdaşamaz. Arnavutluğun, yabancı bir devlet himayesi olmadan bağımsız bir devlet olarak yaşaması imkânsızdır. Sözü geçen halkın, şimdiye kadar asla hür bir hükümet kuramamış olan Arnavutluğa değil, hür bir siyasi hayata sahip bulunan Yunanistan’a bağlanması tabiidir… “ 2- Trakya: Yunanlıların Bulgar ve Türklerden, Doğu ve Batı Trakya topraklarını istemekte ve bölgede yaşayan topluluklarla ilgili Fener Patrikhanesi kaynaklı bilgileri şöyle sıralanmaktaydı. (İstanbul ili dahil) 730-822.000 Rum, 957.425. Türk, 112.174 Bulgar, 183.253 Ermeni, 65.821 Musevi ve 151.151 diğer milletler. Böylece tezine göre toplam 2.200.642. olan Trakya’da hiç bir millet hele Bulgarlar mutlak çoğunluğu teşkil etmiyordu. Venizelos İstanbul için, “tabii çözüm İstanbul’u vilayet çevresiyle birlikte Yunanistan’a bağlamaktır.” diyorsa da İstanbul’un Uluslararası bir yönetime bağlanmasına da itiraz etmeyeceğine işaret ediyordu. 3-Batı Anadolu: Venizelos’un “Batı Anadolu”dan maksadı İzmir ve Bursa vilayetleri ile Çanakkale ve İzmit sancaklarıdır. Talep edilen bu bölgede 818.221 Rum, 1.017.398 Türk, 80.000 Musevi ve yabancı, 23.500 Ermeni ve 2000 Bulgar yaşamaktadır. Venizelos raporunda bir ilave yapıyor; “Coğrafi ve iktisadi bakımdan Anadolu’nun devamı sayılması gereken imroz, Bozcaada, Midilli, Sakız, Sisam, Nikarya, Rodos, On iki Adalar ve Meis Adaları’nın tamamı Rum olan nüfusu yukarıdaki rakamlara ilave edildiği taktirde o zaman bölgede 1.188.359 Rum ve 1.042.050 Müslüman bulunacak” ayrıca 100.000 kadar Musevi, Ermeni, Bulgar ve diğer yabancılarla birlikte Yunanlılar çok az farkla da olsa nüfus bakımından üstün duruma geçmiş olacaklardı. 4. Pontus: Venizelos raporunda Pontus değimini kullanmıyor, sadece Trabzon vilayetinden bahsediyordu. Pontus olarak yorumlanan bölge: Rus hududundan başlayarak Trabzon ve Sivas vilayetlerin tamamını ve Kastamonu vilayetinin bir kısmını içine alarak, Karadeniz kıyısı boyunca Sinop ötesine kadar uzanır. Venizelos Pontus’a dair şu rakamları vermiştir: Trabzon vilâyeti: 353.533 Rum Sivas vilâyeti : 99. 376 Rum Kastamonu vilâyeti : 24.919 Rum ————– 477.828 Rum. Ayni bölgede yaşayan Türkler’in sayısı 2.735.815’tir. 5- Rodos ve Oniki ada, Kıbrıs, İmroz, Bozcaada ve Meis: Venizelos bu topraklarda yaşayan çoğunluğun Yunanlı olması nedeni ile Osmanlı hâkimiyetinden kurtarılmış olan bütün bu toprakların Yunanistan’a bağlanmasını talep etmektedir. Venizelos Barış Konferansı’na sunduğu muhtırada Ermenistan Devleti’nin kurulması ile ilgili olarak da yanıltıcı rakamlar, bilgiler vermekten geri kalmamıştı. Rakamların Ermeni kaynaklarına yakın olmasının en önemli nedeni, daha önce belirttiğimiz oyunlardan biri’nin en tipik örneklerinden biri olmasıdır. Çünkü bu rakamlar kendisine Paris’teki Ermeni delegasyonu tarafından verilmiştir. (3) Barış konferansına verilen Ermeni nüfusu şöyleydi: Mevcut nüfusun sadece 120.000’i Doğu vilâyetlerinde var olup Gerisi’nin Rusya ve Suriye’ye kaçtığı belirtiliyordu. Venizelos Barış Konferansına verdiği 30 Aralık 1918 tarihli muhtırasında biraz daha ileri giderek, Adana vilâyetinin tamamının da Ermenistan’a katılmasını teklif etti ki, buna göre Ermeniler Doğu Anadolu’dan Akdeniz kıyılarına kadar genişlemiş oluyordu. (4) Barış Konferansında doğrudan Türklerin anayurdu olan Anadolu ve Trakya’yı hedef alan bu iki devleşen tehdit’in dışında Osmanlı toprakları üzerindeki diğer, Yahudi, Arap, Kürt, devletleri kuruluşu, İtalyan, Fransız ve İngiliz nüfuz bölgeleri hakkındaki istekleri hatırlatmakla yetiniyoruz. Bu amacı gerçekleştirmek için Osmanlı Devleti üzerine yapılan baskılar ve anlaşmanın nasıl kabul ettirildiği gelecek yazılarımızda işleyeceğimiz konular olacak. DİPNOTLAR: (1). Alexandre Anastasius Pallis, Yunanlıların Anadolu Macerası (1915- 1922): S.38-39 (Greece’s Anatolian Venture –and After (1915- 1922) Çev. Orhan Azizoğlu, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul –1995). (2). Dimitri Kitzikis, Yunan Propagandası, S.27-36 (Meydan Neşriyat, İstanbul). (3). A.A. Pallis, a.g.e., S.46. (4). Aynı Eser S.46. OSMANLI DEVLETİNE SEVR NASIL KABUL ETTİRİLDİ Son 5 bölümlük yazı serimizde Sevr Barış Anlaşması‘nın içini, dışını inceledik, özellikle son bölümde büyük dostumuz! Lloyd George’un muhteşem atraksiyonunu izledik. Bu baskıların sonunda İstanbul’un Sultan ve Hükümetinin, ülkeleri için hazırlanan bu idam fermanını, (günümüzün siyasi olaylarını andırıcasına) nasıl kabul ettiklerine ve halka nasıl kabul ettirdiklerine bir göz atalım. İstanbul Hükümeti sözde halkın onayını alıyormuş görüntüsü vermek için değişik görevlileri içine alan bir Şura toplamaya karar verdi ve bu toplantıya Saltanat Şurası adı verildi. İstanbul’da Saltanat Şurası toplanırken İtilaf Devletleri Yunan Ordusunu Trakya’da ileri sürdüler. Padişah’ın da katıldığı Saltanat şurası toplantısında İstanbul’un ünlü devlet adamları, aydınları, ulemaları bir araya geldiler. Sunulan barış teklifini, “Tamamen yok olmaktansa, zayıfta olsa bir varlık olarak yaşamak daha iyidir” gerekçesi ile sadece bir kişi (Topçu generali Rıza Bey) haricinde herkes oybirliği ile kabul etti.(1) Aslında bu oylama dahi tek başına, Osmanlı Yönetimi ve Türk Tarihi için yüzkarası olarak kabul edilecek bir olay olup, mutlak monarşinin keyfi ve kişisel zihniyetini açığa çıkaran önemli bir örnektir. Osmanlı Devletinin sonunu getiren bu oylama işini Padişah’ın damadı İsmail Hakkı (Okday)’ın kaleminden izleyelim: “Memleketin kalburüstü gelen vezir, paşa, eski nazır, ayan ve eşrafı adına İstanbul’da bulunan kim varsa davet edilmişlerdi. Sadrazam Damad Ferid Paşa ilk sözü alıp kürsüye çıktı. Siyasi durumu dramatik bir şekilde izahla söze başladı ve galip devletler tarafından hazırlanmış olan Sevres Sulh Antlaşmasının olduğu gibi ve herhangi bir tadile ( değişikliğe) uğratılmaksızın Murahhas Heyetimize sunulmuş olduğunu anlattı. Bu muahede taslağı ya aynen kabul edilecek yahut da reddedilecekti. Binaenaleyh toplantıda bulunanlardan istenen şey, ya bir evet yahut bir hayır’dan ibaretti. Herhangi bir maddenin tadili bahis mevzuu olamazdı. Çünkü galip devletler bu noktada karar birliğine varmışlardı. Nihayet muahedeyi kabul edenler ayağa kalksınlar denildi. Damad Ferid Paşa bu sırada Padişah’ın salonu terk etmesi için işaret verdi. Kayınpederim Vahdettin dışarı çıktı, yandaki odaya geçti. Padişah ayağa kalkınca da hazır olanlar saygı eseri olarak ayağa kalktılar. Kendisini bu suretle selamladılar. Öyle ki: bu ayağa kalkış muahedenin kabulü manasına mı geldiği, yoksa Padişah’ı selamlamak için mi olduğu anlaşılmadan oylama bir oldu biti ile tamamlandı.”(2) İşte Osmanlı Devleti’nin sonunu getiren belge böyle oylanmış ve 10 Ağustos’ta Korgeneral Hadi ve Rıza Tevfik (Bölükbaşı) Beyler tarafından Paris’te imzalanmıştır.”(3) Tarihin bu döneminde bütün dikkatler Ankara’da kurulan yeni Türk Milli Meclis’i üzerinde yoğunlaştığından Osmanlı Devletinin bu acı dönemi biraz ihmale uğramış gibidir. Konumuzla ilgisi açısından bu acı son üzerinde ısrarla durmamızın nedeni ise, günümüzde dahi bazı kaynakların kasıtlı olarak Osmanlı Devletinin o günlerde tükendiğini görmek istememeleri, bütün tarihsel gerçeklere rağmen, batışın nedeni olarak Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının gösterilmek istenmesidir. Oysa Osmanlı Hanedanının sonunu görüldüğü gibi güvendikleri işgal güçleri, devlet adamları ile işgal güçlerine karşı uygulanan kişiliksiz, pasif politikalar hazırlamıştır. İşgalciler Türk Devletini bitirmek için herkesin isteklerine kulak vermiş fakat bütün ümidini işgalcilerin merhametlerine bağlamış olan Osmanlı Sultan ve yöneticilerine hiçbir destek vermemişlerdir. Hatta savaş döneminden sonra da İngiltere’ye bağlılığını devam ettirmek isteyen“Osmanlı Ailesi mensupları”, bu hatalarının cevabını İngiliz hükümetinden ağır bir şekilde alacaklar, büyük maddi ve manevi sıkıntılara düşeceklerdir. Bu nedenle denilebilir ki Osmanlı ailesinin düşmanı Mustafa Kemal ve arkadaşları değil, ancak dostluğunu aradığı yabancı güçler olmuştur. İngiltere’nin ibret alınacak tutumunu Fransız yazar Berthe G. Gaulis şöyle özetlemektedir: “İngiltere’nin hatası her yerde aynıdır. Bu Türkiye’de her yerdekinden daha açık görülür. 1920 Temmuzundaki büyük ölçülü Yunan taarruzuna kadar, Türk milliyetçileri, devamlı olarak İngiltere ile çalışmaya bakmışlar, hatta Anadolu’nun işgalinden sonra bile, onu inandırmaya çalışmışlar, fakat her defasında onun, Türkiye’yi yok etme yolundaki arzusuna çarpmışlar, bu da, kendilerine, daha iyi bir savunma sağlama yolunu seçme zaruretini doğurmuştur. Böylece hareket planlarını geliştirerek, kendilerine yeni kaynaklar bulacaklardır.”(4) “Temmuz 1920’de o bir dizi başarısızlıkların etkisi altında, ayrıca Hindistan’daki Müslümanların devamlı şikâyetinden endişe duyan(5) İngiltere, bu işin sonunu getirmek ister ve Yunanlıları Anadolu üzerine sevk eder. Vaat edilen armağanlar çok büyüktür; İstanbul, bütünü ile Trakya, İzmir, Batı Anadolu yani Küçük Asya’nın en zengin toprakları, Hellada’nın yani Yunan rüyaları içinde en ölçüsüz olanların bile gerçekleşmesi. Yunan ordusu, bolluk içinde harp malzemesi ile devamlı donatılacak, İngiliz altını hep konuşacak, İngiliz subayları operasyonlar yöneteceklerdir.”(6) “Sevr antlaşması, son hayalleri de dağıtmıştır. Bu defa ihtiyar Türkiye bile anlamıştı ki, İngiltere onu avlamış, ona Britanya mandası altında, aşağı yukarı eski imparatorluk kadar geniş bir Türkiye’nin, bir iyilikseverlik sonucu elde kalacağını açıkça söylemese bile ima etmişti.”(7) Orduya karşı saldırılar 22 Haziran tarihinde başlayan Yunan ilerlemesi sonucunda (günümüzdeki saldırılara benzer şekilde) inanılmaz boyutlara ulaştı. Bu haksız tecavüz karşısında, İstanbul hükümetinin bir bakanı ile yapılan bir röportaj ihanetin boyutlarını açıklamak için yeterlidir: Damat Ferit Hükümetinin Adliye Nazırı’nın bir yabancı gazeteci ile yaptığı konuşma şöyledir: “Soru : Hükümet Yunan Ordusu tarafından yapılan hareketi protesto etmek niyetinde midir? Nazırın cevabı: Hükümetimiz Mustafa Kemal taraftarlarını resmen mahkûm etmiş ve hilafet ve vatan haini olduklarını ilan etmiştir. Binaenaleyh vazifesi asilere layık oldukları cezayı vermektir. O halde kendi programımıza dâhil olan bir hareketi niye protesto edelim. Soru : Bu hareket mühim güçlüklerle karşılaşacak mıdır? Cevap : Hayır, bunun sebebi şudur ki, Mustafa Kemal ordusu öteden beriden toplanmış haydutlardan, sabıkalılardan ve sırf yağma hırsıyla hareket eden bir takım şahıslardan mürekkep, teşkilatsız, inzibatsız ve mümaresiz bir ordudur. Soru : Fikrinizce hareket uzun sürecek midir? Cevap : Asker değilim fakat intibaım şu merkezde ki; General Paraskevopulos’un ordusu şimdi süratle ve şiddetle harekete devam eyleyecek olursa, birkaç hafta da Ankara sınırları önünde bulunacaktır.”(8) Türk askeri üstün düşman kuvvetleri karşısında çekilirken özellikle Bursa yöresinde mürteciler de harekete geçirilecektir. “Milli kuvvetlerin dağılması ve Yunan ordusunun ilerlemesi tabii olarak mürteci ruhun mukavemet ve müdafaa taraftarlarına (ordu mensupları ve onları destekleyen sivillere) karşı olan hiddetini kamçıladı. Çekilen askerimize ve bilhassa subaylara karşı bazı kasaba ve köylerde çok kötü muameleler yapıldı. Bunlara yiyecek, hatta su verilmedi ve içlerinden bazıları öldürüldü. Bazı subaylar, köylülerin tecavüzlerinden korunmak için üzerlerindeki askeri elbiseleri atıp, köylü kıyafetine girmekle kendilerini kurtardılar.”(9) (Yani mürtecilerin asker karşıtlığı yeni bir şey değildir ve askerler bunu çok iyi bilmektedirler. Aslında, Cumhuriyet dönemi askeri müdahalelerinin dikkatle incelenmesi sonunda ana nedenlerinin ülkenin irticai güçlerin eline geçmesini önlemek olduğu açıkça görülecektir.) Bu durum karşısında Bursa’da yapılacak bir savunmadan komutanlar ve hatta TBMM Başkanı Mustafa Kemal umutlu değildir. Bu nedenle TBMM Hükümetince bir bildiriyle halkın uyarılması kararlaştırıldı. Batı Cephesi komutanı Bursa halkının bu olumsuz tutumunu iyi bir değerlendirmeden geçirerek verdiği savunma emri şöyledir: “… Erleri Bursalı olan 56’ncı tümen muharebesiz çekilse bile, bütün personelin tümeni bırakarak Bursa bölgesinde kalması, bu sırada çekilenleri gören Milli kuvvetlerin de dağılması göz önünde tutulmalıdır” Bu emir üzerine Albay Bekir Sami de Bursa batısındaki savunmayı benimsemiş ve geride, seçilen savunma mevziinde hazırlık yapılması emrini vermiştir.(10) Yunan saldırısı üzerine 24/25 Haziran 1920’de Garp Cephesi Kumandanlığı kurularak bu göreve seferde Ordu Komutanı yetkisi ve sorumluluğu ile Ali Fuat Paşa atanmış ve cephe bir düzene sokulmuştur.(11) Mustafa Kemal düşünce ve amaç birliğinin önemini şu sözlerle belirtmektedir: “Asıl olan iç cephedir. Bu cephe bütün memleketin, bütün milletin vücuda getirdiği cephedir. Zahiri cephe, doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki silahlı cephesidir. Bu cephe sarsılabilir, değişebilir, yenilebilir fakat bu hal hiçbir vakit memleketi mahvedemez. Mümkün olan, memleketi temelinden yıkan, milleti esir ettiren iç cephenin düşmesidir. Bu hakikati bizden iyi bilen düşmanlar, bu cephemizi yıkmak için asırlarca çalışmışlar ve çalışmaktadırlar.”(12) Dış güçlerin baskısı ile son Osmanlı Padişahı ve hükümetince kabul edilen Sevr Antlaşması Ankara’da Meclisçe reddedilip lanetlendikten sonra, faaliyetler ülke içinde milli birliğin sağlanması ve muntazam ordunun oluşturulması istikametinde yoğunlaştırıldı. DİPNOTLAR: (1) Komutan, Devrimci, Devlet Adamı Yöneriyle Atatürk, s.299 ( Genkur, İstanbul-1973) (2) İsmail Hakkı Okday: Yanya’dan Ankara’ya, s.414, 415 ( İstanbul-1975) (3) Atatürk, Komutan, Devrimci, s.299 (4) Berthe G. Gaulis, Çankaya Akşamları, s.59 (Türkçesi Firuzan Tekil, İstanbul-1983) (5) Hindistan’ın durumu için bknz. R.K. Sinha, Mustafa Kemal ve Mahatma Gandi, s.112-124, 131-144 (Milliyet Yayınları); Bknz. Atatürk Yolu, s.20 (Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara-1987) (6) Çankaya Akşamları, s.52 (7) Aynı eser, s.54, 55 (8) İhsan Güneş, İkinci Askeri Tarih Semineri, s.149, 150 ( Genkur. Ankara-1987) (9) Rahmi Apak: Yetmişlik Bir Subayın Anıları, s.198(TTK Ankara-1983) (10) Şükrü Erkal, İkinci Asker Tarih Semineri, s.165 (11) ATASE Başkanlığı Yayınları, Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, Vesika No. 1189; İhsan Güneş, İkinci Harp Tarihi Semineri, s. 145-146 (12) Suat İlhan, Harp Yönetimi ve Atatürk, s.29 ( TTK, Ankara-1987) Dr. M. Galip Baysan
Posted on: Sun, 18 Aug 2013 19:54:55 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015