TÜRK TARİHİNİN BAŞLANGICI PROF. DR. YECİHE - TopicsExpress



          

TÜRK TARİHİNİN BAŞLANGICI PROF. DR. YECİHE HATİBOĞLU Son araştırmalara göre, tarihimizin başlangıcı, Sümer tarihine kadar gitmektedir. Sümercenin aslı konusu çok yazılmış, çok işlenmiştir. Hemen her ulustan dilciler, Sümerce ile kendi dillerini karşılaştırmışlar, çıkar yol aramışlar, bulamamışlardır. Temeldeki gerçekler, Türkçe dışında, bütün dillere ters düşmüştür. Sümer uygarlığında, bugünkü dünya uygarlığının başlangıcı, temeli vardır: Din, Tanrı, rahip, tapmak, şiir, destan, öykü, atasözü, düşünce düzeni; hükümdar, ulus, yönetim, kanun; okul, öğretmen, öğrenci; madencilik; tarım, ticaret, matematik, astronomi; her türlü sanat: müzik, resim, heykel ve mimari gibi. İsadan önce 3300 (üç bin üç yüz) yıllarında başlayan, 3200 (üç bin iki yüz) yıllarında da yazının bulunmasıyle perçinleşen böyle bir uygarlığa, hiç kuşkusuz, her ulus sahip çıkmak istemiştir. Ne var ki, bütün zorlamalara karşın, Sümerce araştırılan, karşılaştırılan pek çok dile ters düşmüştür, çünkü gerçek bir başka yöndediir. Son incelemeler göstermiştir ki, Sümer uygarlığı, en eski bir uygarlık olmakla birlikte tek başına bir halka değildir. Bu uygarlık, sonradan, yine Mezopotamyada, aynı soydan gelen insanlarca, iki kez daha, iki büyük halka halinde yüceltilmiş, ayakta tutulmuştur. Güney Mezopotamyadaki Sümer uygarlık halkasını, daha yukarılarda, Kuzey Mezopotamyaya doğru yayılarak, sürdüren, yaşatan, Gudlar, daha sonra da Kaşlardır. Günümüzden, Türk tarihinin başlangıcına doğru, gidilmesi gereken oldukça karanlık yolda, en önemli, en ışıklı kilometre taşı, Kaşlardan kalan çiviyazılı tabletlerdir. Kıvançla belirtmek gerekir ki, Gudların, özellikle Kaşların dillerinin Türkçe oluşunun açıklanmasıyle, Sümerce sorunu da, bütünüyle aydınbğa kavuşmuştur. Son incelemelere göre, hiç kuşkusuz kesinlikle, Sümerce, Türkçedir demek doğru olur. 3 0 V E C İ H E H A İ B O Ğ LU Sümercenin Türkçe olduğunu ilk kez yirminci yüzyılın başlarında Prof. Fritz Hommel açıklamıştı!. Atatürk bu çok önemli açıklamayı eşsiz görüşüyle hemen benimsemiş, bu konunun ve buna benzer başka konuların gerçekçi bilim yöntemleriyle incelenmesi için, 1936da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesini kurmuş ve bu fakülteye batının ünlü Sümerologu Prof.B.Landsbergeri öğretim üyesi olarak yerleştirmişti. Prof.B.Landsberger, Atatürkün, özellikle Sümerce konusunda önemle durduğunu yakından bildiği için, 1937de toplanan Tarih Kurultayına, Sümerce üzerinde olmasa da, î . ö . 2500 yıllarında Mezopotamyada hükümran olmuş Gut ya da Kut kavminin Türk asıllı olabileceği hakkındaki düşüncelerini şöyle açıklamıştı: Bu Gutium yahut Kutiun milletinin adının Akatça nisbet eki olan kısmını çizecek olursak Kut kalır. Eğer çok mühim olan alâmetler bizi aldatmıyorsa, tarihimizde Türklerle en yakın bir surette münasebettar olan, hatta belki de ayniyet gösteren kabile budur (bkz. 1937 yıb Tarih Kongresi Zabıtları, TTK yayım, s.105). Prof.B.Landsberger, Atatürkün hazır bulunduğu bu Kurultayda, Gut(Kut) kavmi kral adlarının çok olduğunu, ancak yazıtların bir kısmının kırıldığını, okunan beş kral adının açıklanabildiğim söylüyordu. Bu önemli adlar şunlardı: * 1. Yarlagan 2. Tirigan. 3. Şarlak, Çarlak 4. El-ulumuş 5. înim-bakaş. Prof.B.Landsberger, aynı bildiride; Kutlar, 2500den sonra, Akadm Samî krallarını düşürdüler ve 125 yıl Mezopotamyaya hükmettiler diyordu, (bkz. aynı Zabıtlar, s.106.) Atatürkün huzurunda, 1937 yılı Tarih Kurultayında açıklanan bu çok önemli bildirinin konusu, ne yazık ki araya Atatürkün hastalığının girmesi, olayların hızı dolayısiyle, gereken önemle ele alınamamış, bir kenara itilmiş, tam kırk yıl unutulmuştur. 1 Fritz Hommel; Etnologıe und Geographie des Alten Orients, Münehen 1925-26 ve Zweihundert Sümerotürkisehe Wörtverglcichungen als grundlage zu einem neuen Kapital der Sprachvvissenchaft, Münehen 1915. T Ü R K T A R İ H İ N İ N B A Ş L A N G I CI 3 1 Kırk yıl sonra, Oğuz sözcüğünün incelenmesi sırasında, Farsların, Arapların eski çağlardan beri, düzenli bir biçimde, Oğuzlara Guz demelerine dikkat edilmiş ve bu olayın nedenleri araştırılmış, Oğuz adının aslında Guz olabileceği düşünülmüş, geriye gide gide isadan önce 1700 (bin yedi yüz) yıllarında Mezopotamyada beş yüz altmış (560) yıl hükmetmiş olan Kaşlara ulaşılmıştır. Bu çok önemli konu, 1978 yılı 11 Martında Cumhuriyet Gazetesinde ve 26 Eylülde de Milliyet Gazetesinde ayrıntılı yayınlanmış, Kaşların Guzlar olduğu, Oğuz Türkleri sayılmaları gerektiği, Oğuz sözcüğünün Guz biçiminden geldiği tarafımdan açıklanmıştı. Kas dilinin çözülmesiyle, birçok tarihçi ve dilcinin sıraladığı soruları yanıtlamak kolaylaşmış, ayrıca Kaşlardan, Gudlardan da eskiye gidilerek yıllardan beri ortada çözüm bekleyen Sümerce sorunu da aydınlığa kavuşmuştur. Son duruma göre, birçok dilci ve tarihçinin yöneltebileceği çok önemli soruları şöyle yamtlayabiliriz: Türk tarihi, î . ö . üç bin beş yüz (3500) yıllarında yaşamış olan Sümerlerin tarihiyle başlatılmalıdır. Kuzey Asyada, Subarlar (Sabirler, Subirler) adı2 altında yaşayan Türk boyları, dondurucu soğuk, buz ve geçim zorluklarıyle, Sibiryadan çeşitli yollarla, özellikle Hazer Gölü yörelerinden, Kuzey irandan sıcak ülkelere, Güney Mezopotamyaya göç etmişler, burada adları da Türkçe olan Ur ve Uruk kentlerini kurmuşlardır. Dil ve lehçe özellikleri dikkate alınınca, Sümerlerin bugünkü en yakın temsilcileri Kuzey Asyada yaşayan Suvar, Yakut, Karagas, Çuvaş Türkleridir. Hiç kuşkusuz bu diller, uzun yüzyıllar boyunca, başka Türk lehçelerinin, başka dillerin yeni yeni aşılamalarıyle eski Sümer dilinden oldukça uzaktadırlar. Ne var ki, Türk dili ve lehçeleri, sözcüklerinin aslını, dil kurallarım, inanılmayacak biçimde koruyarak yüzyılları aşmıştır. Bu bakımdan Türk dili koruyucudur denir. Gerçekten de Kas sözcüklerindeki Türkçe, çok uzaklardan, yirmi yedi yüzyıl önceden, pırdtılı kök ve ekleriyle günümüze kadar ışık vermekte, bugünkü Türkçeyi de aydınlatmaktadır. Kasçamn ve Sümercenin Türkçe olduğu hakkındaki kanıtları sıralamadan önce, bu iki ünlü dilin arasındaki zaman bölümünde, aynı alan- 2 Kaşgarh Mahmud, Divanında, bu sözcüğü Suvar olarak göstermektedir. 3 2 VECİHE H A İ B O Ğ LU lardaki, aynı yapıdaki Gud dilini açıklamak gerekmektedir. Bilinenden bilinmeyene doğru bir yöntem izlemekle sonuca daha sağlam gidilecektir. Prof. Lansdbergerin 1937deki Kurultayda Atatürkün huzurunda açıkladığı Gutlar (Kutlar) daha doğrusu Gudlar, yine aynı etkenlerle Kuzey Asyadan göçmüş olan, ancak Subarlardan başka bir adla anılan başka bir Türk boyu, Guzlardır. Bunlar çok yakın soydaşları olan Sümer tabanına kolaylıkla yerleşmişler, yoğun Samî toplulukları içinde ve üstünde, ancak 125 yıl hükümran olabilmişlerdir. î . ö . 2285 yılında ya da Prof.M.Landsbergerin belirttiği gibi 2500 yıllarında Mezepotamyaya hükümran olan bu kavmin Gut ya da Kut biçimlerinde kullanılan adının, kendilerinden 500-700 (beş yüz-yedi yüz) yıl sonra, yörede yaşayan Guz ya da Kas kavmiyle bağlantısı, birliği kolaylıkla açıklanabilir. Ancak Prof.Landsberger Gud kavmi ile uygarlık alanında çok parlak amtlar bırakmış olan Kas kavmi arasında bir bağlantı kurmaktan çok uzaktır ve aynı Kurultayda şöyle demektedir: Demek ki ben Elamlardan, Subarlardan, Sulubarlardan, Kaslardan bahsedecek değilim (bkz. aynı Kurultay bildirisi, s. 104). Halbuki bugünkü koşullarda, yeni yeni incelemelerle Prof.Landsbergerin o gün için bir yana ittiği Elamb- larin, Subarların, Kaşların, Sümerlerin Türk olduğu bilim alanında saptanabilmekte, gerçekler tümüyle ortaya çıkmaktadır. Nitekim Gud(Kut) adı ile Guz(Kas) adı arasındaki büyük benzerlik, yakınlık, birlik ortadadır. Sözcük yapıları da aynıdır. Aynı yörede yaşayan bu iki kavmin adım Akad kaynakları aktardığına göre, Akadca ile bu iki kavmin dilleri arasında ses karşılanması = substition phonetique sorunu vardır. Bu bir yaygın dil olayıdır. Türkçede hizmet, fazıl biçiminde kullanılan Arapça sözcükler, Arapçada hıdmet, fadıl biçimlerinde kullanılır. Uluslar, yabancı dillerdeki sesleri kendi dillerine göre değiştirirler. Ayrıca, Türkçede zye dönen bir d sorunu da vardır. Türkiye Türkçesindeki ayak bazı lehçelerde adak, bazılarında da azaktır. Bütün kaynaklar, Gud dili ile Guz(Kas) dili arasındaki yapı benzerliğinde birleşiyorlar. Her iki dil de Samî dil yapısında değildir ve her iki dil de bitişken (agglutinante) diller özelliğindedir. Kaldı ki köken bakımından aynı olan bu iki sözeük, eski ve yeni biçimiyle birlikte yaşayabilmiştir. Bu iki topluluk arasındaki boşluk ve oldukça büyük zaman farkına karşın Samîlere yabancı olarak aynı yörelerde, aynı özelliklerle T Ü R K T A R İ H İ N İ N B A Ş L A N G I CI 3 3 yaşamlarını aralıksız sürdürmüşler, ancak, tarilı kaynaklarında açık görünen bu sürenin belgeleri bulunamamıştır. Görülüyor ki, Prof.Lendsbergerin bildirisinde söz ettiği Gudlar kavmi Mezopotamyada tek başına hükümran olmuş, tek bir halka değildir. Gudlar bu yörelerde yaşamlarını aralıksız sürdürmekteydi; kendilerinden yaklaşık beş yüzyıl sonra gelen Guzlarla (Kaşlarla) yakından ilgiliydiler, kısaca aynı kavimdiler demek doğru olur. Türkler bugün olduğu gibi, eski çağlarda da ayrı ayrı boy adlanyle tanınıyorlardı. Bugünkü, Kırgızlar, Özbekler, Yakutlar, Çuvaşlar gibi, eski çağlarda da Subarlar (Subariler, Subirler), Gudlar ya da Guzlar (Kaşlar) vardı. Kısaca t.ö.3500 yıllarında yaşamış olan Sümerler de, İ.Ö.2500 yıllarında hükümran olan Gudlar (Kutlar) ve yine 1.Ö.1700 yıllarında hâkimiyet kuran Kaşlar (Guzlar) arasındaki zaman farkı hükümranlık zamanlarının farkıdır. Yoksa Türkler bu yörelerde aralıksız, uzun yüzyıllar yaşamışlardır, t.ö. Süryedeki Kaşlardan tarihçi Strabon Kos adiyle söz ettiği gibi Hazreti Muhammed zamanında da Türklerin bu yörelerdeki varlığından ve güçlerinden hadislerde de önemli kayıtlar vardır3. Kaldı ki, Hazret-i Muhammedden önce, Mekkenin anahtarının muhafızı olan Huzaa kabilesinin Türk asıllı olduğu Emir Kuzay gibi adlardan esinlenerek söylenebilir (bkz. islam Ansiklopedisi Huzaa). Türkler, Mezopotamyada, Sümer ülkesinden başlayarak, yüzydlar boyunca yaşamışlar, fırsat buldukça Samî kavimlere hükmetmişler, önce, Sümer Gudea krallığını, sonra Gud(Kut) krallığını, daha sonra da Guz (Kas) krallığını kurmuşlardır. Son iki krallığın hakimiyeti toplam yedi yüzyıl sürmüştür. Böylece, Türkler, bu alanlarda, Mezopotamyada, Süryede, Sürye Selçuklu devletini kuracak kadar yeni yeni akınlarla varlıklarını sürdürmüş samilere uyum göstererek yan yana yaşamışlardır. Bu durumun en iyi kanıtı, Batı iranda, Mezopotamyada, Süryede arabksız varlıklarını sürdüren yine Kaşlardır. 3 Huzistan (Huz=Kuz=Guz) ve Kirman yörelerinde oturan Türkler, Araplara Topraklarımızdan çıkın diye haber gönderiyorlardı (bkz.Türkiyat Mecmuası, 1969, cilt: XV, s.22). Yine hadislerde Oğuz Türklerinin=Guz Türklerinin, saltanatlının uzun süreceğinin belirtilmesi, bir keramet olmakla birlikte, köklü Türk-Samî ilişkilerine, eski Guzlara dayanır. Ayrıca, Islamiyetin yayılışında adlan geçen Huzaa, Kuzaa kabilelerinin Huzlarla, Kaşlarla ilgisi olabilir. Huzaalann Arap ordularında savaşçı olarak bulunmaları, gittikleri ülkelerden geri dönmeyip, ispanya gibi ülkelerde topluca kahp yerleşmeleri de anlamlıdır. Daha sonraları Abbasi- ler de aynı geleneği sürdürerek ordularında savaşçı olarak Türkleri bulundurmuşlardır. 3 4 V E C İ H E H A İ B O Ğ LU KAŞLAR Kaşlar, Babil hükümdarı Hammurabinin ölümünden hemen sonra, Babile hücum etmişler, ancak başarılı olamamışlardı. Hammurabi- nin oğlu bu durumu bıraktığı tablette öğünerek açıklar ve Kaşları nasıl püskürttüğünü anlatır. Kaşlar, bu başarısızlıklarından sonra, dağılmamışlar, toplanma yerleri olan Kuzey Süryede, Fırat kyıyılanndaki Ana (H-ana) kentine dönmüşler, fırsat kollamağa başlamışlardır. Bu olaydan yüz elli yıl sonra amaçlarına ulaşmışlar, Babile hakim olmuşlar, III. Babil hanedanım kurmuşlardır. Kas hanedanı pek çok krab tahta geçirerek beş yüz altmış yıl sürmüştür. Bu durum gösteriyor ki, Mezopotamyada savaşımı, hakimiyeti yitirenler, çekip gitmemektedirler. Bunlar gibi Sümerler de, Er hanedanı olarak gelen soydaşlarıyle yeniden güçlendikleri gibi, eski Gudlar da Kaşlarla yeniden güçlenmişlerdir. Kaşlardan kalan bazı sözcüklerle birlikte, Kas kral adlarının çoğunun yayınlanmasında yarar vardır. İkinci Babil hanedanından sonra, l . ö . 1700 (bin yedi yüz) ydlarında Üçüncü Babil hanedanım Kas hükümdarı Gandaş kurmuştur. Daha sonra gelen Kas krallarının bazıları şunlardır: Kas Hanedam Kral Adlan: GANDAŞ Gandaş (Gan-daş = Kan- daş = Kandaş aynı kandan olan) AGUM Agum I, II, III. (Ag-u-m = agam, Sayın büyüğüm4) KAŞTlLlAŞ Kaştiliaş, I, II, III (Kaş-til-i-aş — Kas-dil-li Oğuzlardaki Beg-dil-li = Beydilli gibi soy gösteren ad) 4 Sayın, saygı değer anlamını veren Agum sözcüğünün Aga biçimi de olduğu belirtilmektedir ki bu sözcük Aga/ağa sözcüğünün askdır. (bkz.Fritz Hommel, Altirac-litirche Über lieferung München 1897 s.169). T Ü R K T A R İ H İ N İ N B A Ş L A N G I C I 35 ABtRATTAŞ Abirattaş (Abirat-taş Yurt-taş gibi) TAZZÎ&URUMAŞ Tazzigurumaş (Tazzig-ur-u-maş = Düşman vurmuş) BURNABURlAŞ Burnaburiaş I, II (Burna-buri-aş — Börü burnu - Kurt burnu veya Eski kurt). ULAMBURlAŞ Ulamburiaş (Ulam-buri-aş = Ala börü = Alaca, Kızıl Kurt) KARAÎNDAŞ Kara-indaş (Kara-in-daş Kara-in mağarasından olan)5 KADAŞMAN Kadaşman-Enlil (Tanrı Ehlilin akrabası, o soydan gelen) Kadaş, Uygurcada, Akraba, arkadaş demektir. Kadaşman- Harbe (Ka-daş-man - Harbe), gibi. Kadaşman- Turgu veya Durgu (Ka-daş-man - Tur-gu Akraba, kardeş Tur-sun veya Dur - sun).- gu eki Türkçede füturum ekidir. KARAHARDAŞ Karahardaş (Kara -har-daş) = Kara- Kardaş KUDUR Kudur -Enlil (Kud-ur Enlil = güçlü Enlil) (Enlil gücü, Enlil gazabı) Kadir, uygurcada, güç, gazap demektir, Kadir Han gibi (Bkz. Kşg.) AD AD Adad-şum-iddin (Adad-şum-iddi-n = Adad sahip sun, koru) 5 Antalyada Kara-in mağarasının bulunuşu bu tür özel adların varlığını gösterir. 3 6 V E C İ H E H A İ B O Ğ LU MARDUK Marduk-apla-iddin (Marduk abla veya ana sabip ol, koru) ZABABA Zababa-şum-iddin (Za-baba-şum-iddi-n = Z a baba koru sahip ol) Naz-i bug-aş Bug soyundan gelen naz, nazlı Kurigalzu (Kur-i -galzu = Kur-i-guz-lu Guzlu kurucusu, koruyucusu, kurtarıcısı4). Nazibugaş (Naz-i-bug-aş) adı, dil bakımından olduğu gibi tarih ba kımmdan da çok önemlidir. Naz sözcüğü eski Farsçadan akndığı gibi, Bug soyu ya da boyunun Oğuzların yanında büyük önemi vardı. Oğuzlar evlenmek için hep Bug boyundan kız almak istemişlerdir ve almışlardır. Bugaş sözcüğü, Bug boyuyle ilgili olabilir, Kaşların kullandığı bu sözcüğe çok yakın bir sözcüğü de, Gud kral adlarında Inim- Bagaş > Bug-aş biçiminde görüyoruz. Kas dilinde kral adlarından başka pek çok sözcük de bugünkü Türkçeyle doğrudan doğruya bağlanabilir: iranlı, Fars anlamı da veren Tacik sözcüğüne rastlandığı gibi, kadın esir anlamını veren Kukla sözcüğüne de rastlanır ki bugünkü anlamlariyle en güzel biçimde bağdaştığı görülür. Karaduniaş (Kara-dun-i-aş) sözcüğü ise kara donlu, kara elbiseli olarak açıklanır ki rahip, din adamı sınıfını gösterebilir7. Bugün de Güney Anadoluda kullanılan Şıh sözü Kas dilinde de vardır: şimdi Şıh=sundu Şıh = Şıh verdi biçiminde tümcelere de rastlanır, şum, şim, sun-mak demektir. Sümercede olduğu gibi Kas dilinde de Tanrı adlarının, kral adlarının ve hayvan adlarının çizdiği küçük, resim sözcükler ve anlamları önemle ele abnmalıdır. Bir atm adı uşan-kuş = uçan kuş biçimindedir. Tanrı adlarında, genellikle özel adlarda yalvarma, dua anlamı daha çok geçerlidir. Çoğu da bugün olduğu gibi eylem köklerinden türetilmiştir. Erol, 6 Aynı metatez olayı Kızıl Denizin o zamanlardan kalma Kulzum biçimindeki adında da görülebilir. Türkçede -r sesi bulunan sözcüklerde olduğu gibi, -1 sesi bulunan sözcüklerde de metatez olayı vardır, özellikle ek alan sözcüklerde görülen abn, aln-ı Anadolu ağızlarında anU, yalın, yalnız /yanhz, yanıbş /yanlış /yalmş gibi. 7 Ahlatta şehit düşen Abdurrahman Gazinin mezarına Karadonlar denilmesi dikkati çekmelidir. Karadonlar bir kabile adı da olabilir, Kafkasyada, Zonguldakda böyle yer adı vardır. T Ü R K T A R İ H İ N İ N B A Ş L A N G I CI 3 7 Dursun, Döne, Serpil, Savaş gibi. Tanrı Enlil korusun, Enlil-gücü ya da Tanrı Enlilin soyundan gelen kral gibi. Ayrıca Kaşların inandıkları yer, gök, dağ, deniz tanrılarının Oğuz geleneğinde, İslamlıktan sonra Gök-Han-Oğulları, Deniz-Han-Oğulları biçimlerini alışları da, gelenek, görenek, kültür birliğinin kanıtıdır. Bu geleneklere, bu tür özel adlardaki Türkçeye dikkat edilecek olursa, Kaşların ve onların kullandığı, dilin çok daha eskilere, çok parlak uygarlıklara dayanması gerekir. Bu bakımdan Kaşlar, Türk tarihi; Türk dili hatta dünya dilleri ve tarihleri yönünden çok önemli bir hazinedir. SÜMERLER Yazının başlarında açıklandığı gibi, Sümer uygarhğma sahip çıkmak, Sümercenin en eski Türk dili olduğunu gösteren kanıtları sıralamak, hem çok güç, hem de çok kolaydır. Güçlüklerin başında aradaki altmış asırlık zaman gelir. Kolaylığın nedeni ise, Türkçenin, sözcük asıllarım, kurallarını koruma özelliğidir. Sümer ülkesinde bir tanrıça adı olan Ubil-tştar sözcükleri, Türkçenin çok önemli bir özelliğinin ashm hemen açıklamaktadır. İş-tar, emek-tar gibi iş sözcüğüyle kurulmuş bir Tanrıça adıdır. Ubil ise kudretli demektir. Bugünkü yeterlik, iktidar eyleminin aslı da -u-bil-dir. Yap-a-bil-mek, eskiden yap-u-bil-mek biçimindeydi ve u sesi iktidar anlamını veriyordu, bil- kökü de bugün de kullanılan bil-mektir. Ubil-Iştar, muktedir îştar anlamıyle Tanrıça adı olarak Sümercede, görevine uygun ne güzel kullanılmıştır. Buna benzer, Sümercedeki pek çok örnekten birkaçını sıralamakta yarar vardır: Sümerce: Dingir, öteki Türk lehçelerinde, Tengri, Türkiye Türkçesinde Tanrı, Yakutçada: Tangara; Sümercede: E-dingir-ra = Tanrı evi, ka-dingir-ra8 = tanrı kapısı demektir. Sümerce: ka, ağız, kapı, menşe demektir. Ka-pirig = ka berg = kuvvetli ağız = sihirbaz demektir. Ka sözcüğü, anlam gelişmesiyle, Kas dilinde olduğu gibi, Uygurcada da akraba anlamı da vermektedir: Kadaş = Ka-daş sözcüğünde olduğu gibi. Sümercede: ab, e = Türkçede: ab, eb - ev 8 Sümercenin ka-dingir-ra deyimi, kendilerinden sonra gelen Akatlar tarafından olduğu gibi Akatçaya çevrilmiş Babilu = Tanrı kapısı denilmiştir ki, Merkezleri Babilin adı bu tamamlamadan gelmektedir. Ancak Asurların merkezi Ninuvamn adının daha önce gelen Türkler tarafından konulmuş olması ihtimali vardır, ova sözcüğü ile biten yer adları Türkçenin uba>oba sözcüğüyle kurulmuştur, Kosova (Kos-ova) gibi. Nine-fube. 3 8 VECİHE HATRİBOĞLU demektir. Sümercede: a su anlamı vermektedir, su için ayrıca sıv sözcüğü de vardır. Yakutçada da ü, su demektir. Bütün bu su kavramına bağlanabilen sözcükler (göz yaşı, ağlamak ve yuğ töreni gibi) Orhun Yazıtlarmdaki ı ve Uygurcadaki ıg köküyle açıklanır, aslı: ıd; ödle /öğle gibi. Sümerde: ama, Çuvaş ve Yakutçada ama, Türkiye Türkçesinde ana, eme sözcükleri anne demektir. Sümercede: baba, Kas dilinde: baba, Uygurcada: baba, Türkiye Türkçesindeki gibi büyük şeyh, dede anlamlarıyle de kullanılır. Sümercedeki Ur-baba, za-baba gibi. Sümercede: ad, bütün Türk lehçelerinde, ata demektir. Uygurcada ada biçimiyle geçer. Sümercede: diş, Türk lehçelerinde = dişi, Sümercede: kiş, Türk lehçelerinde kişi sözcüklerinde, ikinci heceyi oluşturan -ilerin kökeni açıkça görülmektedir. Sümercede: igi = göz, sag=kafa (Lugal saggisi=sag-giş-i, = kafalı kişi, akıllı kişi: Türkçede de sak-al, sak-la-mak, sak-m-mak, sak-ak, sak-ağı aynı sözcükten türemiştir. Ayrıca sak kişi = zeyrek, zeki kişi anlamında Anadoluda kullanılmaktadır. Sümercede: dag, Türkçede: dağ, ancak sözcük Sümercede taş anlamım verirken zamanla Türk lehçelerinde taşlardan oluşan anlamıyle dağ kavramına kaymıştır. Sümercede dağ kavramım ise kur sözcüğü vermektedir ki, ashnda şişkin anlamıyle karın demektir, kar-m sözcüğünün aslı da kurdur. kur-sak, kursak, iç-kur, kur-daş = kar-daş sözcüklerinde bu kök bulunduğu gibi kur-mak, kur-ul-mak eylemi de aynı köktendir. Sümercede bu kökten kur-sak sözcüğü de vardır. Sümerce: din, can demektir. Bu kök Türkçede din-len-mek = canlanmak sözcüğünde görülür. Uygurda tın-lı-lar, canlılar demektir. Sümerce: gim, Türk lehçelerindeki kimi = kimin=gibi anlamları verir. Sümerce: ay, gökteki aydır, il ise Türkçedeki ildir Meslek adlarından bazıları bugünkü Türkçe ile kolay açıklanır: uşan-du — kümes hayvanları yetiştiren demektir, uşan = uçan, kuş demektir, du = tutan, dutan yetiştiren anlamını verir: i-şur = yağ çıkarıcı, i = su anlamından, yağ; anlamına kaymıştır, şur: sormak, sorup çıkarmak, ezmek demektir, Çuvaşea Şur-, sıkmak, sormak demektir, dup - sar: kâtip, dup = tablet, dip; sar = yaz-mak demektir. Yakutçada da sar yazmak anlamım verir. Üstelik Türkçedeki yaz kökü de s- /y-, -r /-z değişimiyle aynı köktür. Sümerce aş-kap, ayaklabı demektir ki ayak sözcüğünün Sümercedeki kökü (as /az) olmalıdır, çünkü ayak sözcüğü türemiş bir sözcüktür ve başka Türk lehçelerinde (az-ak, ad-ak, ur-a) biçimleri de vardır. Kap sözcüğü de bilinen kapdır ve aynı anlam, aynı düşünceyle, aynı uygulama düT Ü R K T A R İ H İ N İ N B A Ş L A N G I CI 3 9 zeniyle bugünkü Türkçede de ayağın kabı olarak ayakkabı biçiminde yaşamaktadır. Sümercedeki önemli sözcüklerden biri de tarımda kullanılan apin = sapan sözcüğüdür. Yakutçada süt sözcüğünün üt oluşu gibi, öteki Türk lehçelerinde sapan olan sözcük, Sümercede, Yakutçada olduğu gibi önsesi s-yi kullanmayarak apin olmuştur. Sümercede apşin ise sapan izi demektir. Bugün Reyhanlıdaki Afşin ırmağı sapan izi anlamına bağlanabilir. Sümerce: id nehir anlamı verir, bu kök, td-igle = Dicle, îd-buranın=Fırat, îd-il gibi nehir adlarında görülür. Sümercede giş, agaç anlamım verir ki, Türk lehçelerindeki ıgaç = ağaç sözcüğüne bağlamr. Ötüken Yış = Ötüken Ormanı da aynı sözcükle bağlantılıdır. Sümerce: şe-giş = ağaç suyu = ağaç yağı demektir ve susam yağı anlamında kullanılmıştır. Sümerce: di, söz, hüküm demektir, di-mek sözcüğü ile ilgilidir, di-kut = söz kesen, hakim anlamım verir aynı zamanda kesin, kutlu, mukaddes söz demektir. Görülüyor ki Sümerce ile Türkçe arasında yapılabilecek karşılaştırmalar böyle bir yazıya sığmayacak kadar uzayıp gidebilecektir. Sümer atasözleri de Türk atasözlerinin hemen hemen aynıdır9 Sümerlerden, Gudlardan, Kaşlardan kalan metinlere, bütün dünya dilci ve tarihçilerinin önemle eğilmeleri gerekir. Çünkü, Türkler, Kuzey Asyadan Güney Mezopotamyaya inerken çeşitli uluslarla ilişki kura kura göç etmişlerdir. Bu ilişkilerin izleri eski Mezopotamya metinlerinde, özellikle Türk metinlerinde saklıdır. Bu ilişkilere göre tarihin başlangıcından beri, Sümerlerle aynı çağlarda kendi özelliklerine göre Iran, Hint-Avrupa, Anadolu ve Çin uygarlıkları da vardı. Sümer dilinin bu kadar mükemmel olması, bu kadar mükemmel kavramları anlatabilmesi için, yazı olmadan da, en az İ.Ö. beş bin yıllarında da Sümercenin var olması gerekir. Sümer, Gud, Guz metinlerindeki izlere göre, öteki uluslrın tarihi de bu kadar eskilere gider. Ayrıca Anadoluda özellikle Doğu, Orta Anadoluda Mezopotamyaya inen Türklerin bir kısmının yerleşmiş olabileceğini de dikkate al- 9 Türk dilciliğine pek çok emeği geçmiş olan Sayın Ömer Asım Aksoyun yapıtları (Bkz. Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü III. Dizin, 1977 Ankara) ile Sümer Atasözleri karşılaştırılınca aradaki ilgiler Açıkça görülür. (Bkz. M. Çığ, Dünyanın En Eski Atasözleri, Tarih, Coğrafya Dünyası, Sayı: 2, sayfa: 148). 4 0 V E C İ H E H A İ B O Ğ LU mak gerekir. Sümerlerin Ku-baba tanrısına Anadoluda da (Sardda = Salihlide) rastlamak anlamlıdır. Etilerden önceki Proto Hattilerin dilinin de bitişken =agglutinant olması önemlidir. Ayrıca bugünki Kütahya kentinin adının eskiden Kutiun=Kut oluşu da dikkatle izlenmelidir. Çankırının eski adı da Kengirdir. Aynı ad Doğu Anadolu- da, Kafkasyada da vardır ve Sümer Ülkesi de aynı adı taşıyoıdu. Dil verileri, tarihin saklı gerçekleri için sağlam kanıtlardır. Çünkü hiç bir sözcük kökü, eskilere daya:imadan yaratılamaz. Nitekim bugün Hazar denizi denen büyük gölün Latince adı- :an Caspium oluşu bile, Kaşların yaşama alanlarını ve göç yerlerini göstermektedir. Caspium sözcüğünde epenthese olayı vardır,-psesi sözcüğün aslından gelmemektedir. Kaspium denizinin bir adı da Kasar (Kas-ar)dır. Kafkasya adınında da Kas sözcüğü ile ilgili olduğu şöylenebilir. Dil verilerinin yol göstericiliğiyle, başlangıçtan günümüze doğru, Sümer (Subar), Gud(kut), Guz(Kas) uygarlıklarının halka halka gelişmesi, eski Mezopotamyadaki Türk varlığının büyük önemini göstermekte ve Türk tarihinin başlangıcı sorununu aydınlatmaktadır. isadan önceki çağların tarih ve dil verilerinin ışığında, bazı boy, soy adlarım açıklamak oldukça kolaylaşmıştır. Bu tür özel adların başında Oğuz sözcüğü gelir. OĞUZLAR İki heceli bir sözcük olan Oğuz adı, Türkçedir. Türkçenin özellikrine göre, kök ve ek bakımından bu iki hece açıklanabilir10. Orhun Yazıtlarından önce olduğu sanılan (Î.S.V.-VI. yüzyd) Yenisey Yazıtlarında Oğuz sözcüğü şu anlatımda geçmektedir: Altı Oğuz budunta = Altı Oğuz boyunda, ulusunda (Bkz.Hüseyin N.Orkun, cilt: III, s.61). Orhun Yazıtlarında, Bilge Kağan, Türk ve Oğuz boylarına, beylerine hitap ederken Tokuz Oğuz budun kentü budunum erti der. (Bkz.H.N.Orkun, cilt: I, s.48). Bilge Kağan, Dokuz Oğuzlar için, kendi ulusum derken, Oğuzların da Türk olduğu bilincindeydi. Ancak, aradaki, gelenek, birikim, 10 Ayııı konunun bir bölümü Türk Dili Dergisinin Mart 978 sayısında yayınlanmıştı. T Ü R K T A R İ H İ N İ N B A Ş L A N G I CI 4 1 boy, lehçe farklarını da sessizce belirtmekteydi. Nitekim az sonraki savaşlarla sorun daha belirgin olarak ortaya çıkar. Bu sıralarda Oğuzların bir bölümü Selenga ırmağı kıyılarında oturuyorlardı ve başlarında Baz Kağan vardı. Dokuz Oğuzlar, Bilge Kaganm bu politik çağrısına karşın, kendi gelenekleri, kendi güçleri açısından, herhangi bir baskıya uğramamak için, gizlice Çinlilerle anlaşmaya çalışırlar. Bu durumu sezen, Kck-Türk devletinin başarılı veziri Tonyukuk (elbisesi yıkanmış, temiz) anlamında kullanılmış olabilir, Dokuz Oğuzlar üzerine sefer düzenler. Sonunda, Baz Kağan savaşta ölür, Oğuzlar da böylece yenilgiye uğrarlar. Daha sonraları, Dokuz Oğuzlar, Uygurlarla birleşirler. M.S.745 yıhnda, Uygur, Basmil ve Karlukların savaşlarıyla Kök-Türk devleti sarsılır, yıkıhr. Uygur Kağanı Moyunçur, devletinin dayandığı başlıca topluluk olarak On Uygur ve Tokuz Oğuz budun adlarını açıklar. Demek ki bu sıralarda Uygurların büyük bir çoğunluğu Oğuz boylarıydı. Aynı yüzyılda Müslüman Arap coğrafyacıların, Beş Bahk bölgesinde yaşayan Uygurları, Tokuz Guz = Dokuz Oğuz olarak göstermeleri boşuna değildir. Bu dönemde, Sabran (Savran), Karaçuk (Farab), Karmak, Suğnak ve Sitgun gibi kentler, Oğuz kentleriydi. Bu kısa tarihçe de gösteriyor ki Oğuz adı, çeşitli kaynaklara, t.S.VI. ve VII. yüzyıldan beri, geç de olsa geçmiş bulunmaktadır. Oğuzlar, Türk tarihinin başlangıcından beri durmadan yayılıyorlar, özellikle Batıya, Sirideryaya, iranın kuzeyine, Azerbaycana, Kafkasya, Kırım, Romanya ve Balkanlara yerleşmeye çalışıyorlardı. Daha öncede, sonra da Suriyeye, Mısıra kadar inmişlerdi11. Oğuzlar bu akınları, sanıldığı gibi göçebe oldukları için yapmıyorlar, yerleşmek için, devlet kurmak için uygun, elverişli yer arıyorlardı. Yerleşir yerleşmez de yapılar, anıtlar dikmeğe başlıyorlardı. Kaşlarda, Selçuklularda olduğu gibi, Kaşların Zigguratları gibi: VIII.-IX.uncu yüzyıldan beri, Araplar kendi kaynaklarında bu ünlü Türk ulusuna Oğuz veya Uğuz diyebilirlerdi; dillerinde bu sesleri karşılayacak harfler vardı. Ancak, Araplar kendi kaynaklarında Oğuz boylarına düzenli bir biçimde, her dönemde Guz j j i demekte- 11 On dördüncü yüzyılda Abu-Hayyanın El-Idrakinde belirtildiği gibi, Mısırda, Suriye- de pek çok Oğuz vardı ve Oğuzca sözcükler, öteki Türkçe sözcüklerden kolayca ayrılıyordu. 4 2 V E C İ H E H A İ B O ĞL dirler. Bizanslılar da, durmadan sınırlarını zorlayan Oğuzlara kaynaklarında önemli yer verirler ve daha önce de belirtildiği gibi Oğuzları Uz diye adlandırırlar. Yalnız, Kök-Türkler, Oğuzları, Uguz veya Oğuz biçimiyle gösteriyorlardı12. Çünkü Kök-Türkler Oğuzlara, Araplar gibi Guz diyemezlerdi, onların lehçesinde önseste ğ- yoktu, Kuz demeleri gerekirdi. Halbuki Oğuzlar kendi adlarını sürekli (Fr. consonne senore, îng. voiced consannant, Alm. stimhaft) bir ses olan ğ-/ğ- önsesiyle söylüyorlardı. Başlıca bu önses ve buna benzer başka önses sorunlarından olacak ki, Kaşgarlı, Divanmda kendi lehçesine Türkçe, Oğuzların lehçesine Oğuzca ya da Türkmence der. Kaşgarlınm Divanında13 Oğuzca ile Türkmence, daha doğrusu Oğuzlarla Türkmenler eşanlamlı olarak kullandır ki bir bakıma doğrudur ama daha o yüzyıllarda bile, Türkmenler bütün Oğuzları kapsamazdı. Nitekim Kaşgarb, Divanında, gezdiği yerlerin topluluklarını ayrı ayrı sırakyor: Türk, Türkmen, Oğuz, Çiğil vb. (Bkz.cilt: I, s.4) Kaşgarlınm Divanında Oğuz adı Uguz biçimiyle de geçer. Oğuz sözcüğünün dört biçimiyle kaynaklarda kullanılması dikkatle izlenmelidir: Guz, Uguz, Oğuz, Uz. Dil verilerine, gramere ve tarih kaynaklarının kanıtlarına göre bu biçimlerin aslına en uygun olanı Araplrın belirttiği Guz sözcüğüdür. Bu sorun, bütünüyle önses, öntüreme (Prothese) sorunudur. Oğuzlar bu önseslerinin özellikleriyle, kısaca, konuşmalarındaki değişik önsesleriyle, Kök-Türk lehçesine ters düşmüşlerdir. Kök-Türk lehçesine göre önseste g - sesi bulunamaz ve Orhun Yazıtlarında g- ile başlayan Türkçe sözcük gösterilemez. XI. Yüzyılda Kaşgarb Mahmud da bu durumu büyük bir yetkiyle anlatmakta ve Türkçede, yani kendi Türkçesi olan Orhun-Karahanlı Türkçesinde, önseste g- olmadığını belirtmektedir. Bu yüzden Guz sözcüğü Kök-Türk lehçesinde, u- veya o- öntüreme sesle (Prothese) birlikte kullanılabilirdi. Böylece sözcük Uguz veya O-guz biçimlerinde kullanılır oldu. Arapçada ise, önseste g-, kolaylıkla kullanılabilir olduğundan sözcük, gaym = ile, 12 Orhun Yazıtlannda belki de sözcük Oğuz değil, Uguz diye okunuyordu. Ancak Kaşgarlının Divanından sonra iki türlü Uguz /Oğuz biçimlerine rastlıyoruz. 13 XI. yüzyılda Kaşgarlı Mahmut da Divanında Oğuzlar hakkında önemli bilgiler vermekte, yirmi iki Oğuz boyunu adlarıyle belirtmekte, sözcüklerini ve özelliklerini yetkiyle açıklamaktadır ve (Bkz. Faruk Sümer, Oğuzlar, 1972 Ankara). T Ü R K T A R İ H İ N İ N B A Ş L A N G I CI 4 3 Guz biçiminde gösterilmiştir. Bizanslılar ise bu adı Uz biçiminde yazmak zorunda kalmışlardı. Ancak bu biçim, IX-XI. yüzyıllarda sözcüğün başındaki öntüremenin henüz o- olmadığını, Bizanskların bu önsesi, U- diye duyduklarını kesin olarak bize anlatmaktadır. Sözeüğün içindeki g- sesinin de o dönemde yumuşadığı, hatta eridiği söylenebilir. Uguz biçimindeki sözcüğü, BizanslılarUz biçiminde duymuş olacaklar ki öyle yazmışlardır14. Eğer o dönemde, Oğuzlar, kendilerine Oğuz demiş olsalardı, Bizanslıların da, Alp-Arslanla savaşırken ordularına bile aldıkları bu ulusa, Uz yerine Oz demeleri gerekirdi. Kısaca Türklerde Uğuz sözcüğünün, Oğuz oluşu, en az XI. yüzyddan sonradır denebilir ve U- sesinin O- sesine geçişi yanındaki damak ünsüzü g-nin etkisiyle açıklanabilir. Aslında sözcükteki öntüreme, U- biçimiyle kalsaydı, Urum (Rum), Urmiye, Urus(Rus) sözcüklerinde olduğu gibi, öntüremeli bir sözcük olduğu, çoktan inceleyicilerin dikkatini çeker, kök ve ek bakımlarından başka başka açıklamalara gidilmezdi (Bkz. islâm Ansiklopedisi, Oğuz ve Türk maddeleri.). Arapların Oğuz sözcüğünü Guz= j j i biçiminde yazmış olmaları ise, tarih bakımından çok önemlidir. Niçin Araplar VIII-X. yüzyıllar boyunca sözcüğü, Uguz veya Oğuz sözcüğünü duydukları halde, bu sözcüğü öntüremeli yazmayıp Guz jy- biçiminde yazmışlardır? Hatta Kaşgarlı bile, Türkçeden söz ederken Uguz veya Oğuz biçiminde yazdığı halde, Arapça yazdığı Divanımn önsözünde, sözcüğü, Guz biçimiyle kullanmaktadır. (Bkz. Kaşgarlı Divanü Lûgat-it-Türk Tıpkıbasımı, sayfa: 3, satır: 1). Demek ki Oğuz sözcüğü, Araplarda ve Arapçada Guz biçimiyle yerleşmiştir ki bu biçimin Arapçada geleneği vardır, başka türlü bu ulusun adı yazılamaz. Bu durum çok önemlidir. Demek Araplar, Oğuzları Guz denildiği zamandan beri tanımaktadırlar ve eski biçim Araplarda kalmış, yeni biçim yaydmıştır. Arapçada Oğuz lar eski biçimle Guzlar diye yerleşmiş ve her çağda Oğuz yerine daima Guz demişlerdir. Bu durumda, Uguz veya Oğuz sözcüğünü VII.-VIII. yüzyddan beri belgelerde bulduğumuza göre Araplarda yerleşmiş olan, geleneği 14 Buna göre sözcük, Orhun ve Uygur dönemlerinde Uguz diye konuşulmuş, yazılmış olmalıdır. Nitekim Kaşgarhda da hem Uguz hem de Oğuz biçimi vardır. Sözcük Arap harfleriyle de o dönemde, çok defa vav sız, üzerine ötre konmuş elif ile yazılıyordu: gibi. Üstelik sözcüğün sonundaki -z sesini kesinlikle belirtmek için Jjil = Uguzz biçiminde = şedde de konuyordu. 4 4 V E C İ H E I I A T İ B O G LU kurulmuş bulunan eski Guz biçimi hangi yüzyıldan beri kullanılmıştır ve Araplar, Oğuzlardan önce, Guzları ne zaman, nerede tanımışlardır? Bu soruya verilecek yanıtlar, tarihin pek çok karanlık sorunlarını aydınlatacak, çözülmeyen pek çok düğümü çözecektir. Kısaca, tarih kaynaklarında görülen dört türlü Oğuz sözcüğünün gelişimi ancak şöyle açıklanabilir: Aynı olay15 oruç sözcüğünde de görülmektedir: Müslümanlığı Araplardan çok, komşuları iranlılardan alan Türkler, islamlığın başlıca terimlerini de iranlılardan almışlardır: Namaz, abdest gibi sözcükler Farsça olduğu gibi, Oruç sözcüğü de Farsça asılhdır. Daha önceki Türk dili kaynaklarında perhiz anlamına gelen bu biçime yakın bir sözcük bulunmamaktadır15. Farsçada oruç sözcüğünün karşılığı ise ruzedir Türkçede, r- sesiyle başlayan sözcük bulunmadığı için, yabancı dillerden gelen bu tür sözcükler, öntüreme seslerle karşdanmış, bu nedenle de çok defa biçim değiştirmişlerdir. Lehçelerde Urmiye gölü, Urum (Rum)17, Urus (Rus) ve yazı dilinde de kullanılan Urfa (Ruha) bu 15 Aynı olayın türlü görünüşleri, eski kaynaklarda belirtilmiştir: Ugan/Ogan, Ugur/Ogur (uğur), uğramak/ogramak (uğramak); ur-gak > or-gak > orak (Kşg. C.1,9.14), üküş /öküş çok, ürgi/örgi yüksek vb. Ayrıca nehir, ırmak anlamında kullanılan ügüz sözcüğünün durumu da dikkate değer: Orhun Yazıtlarında ügüz biçimiyle geçen sözcük, Kaşgarhnın Divanmda ise öküz biçimini almıştır ve Kaşgarlı, Kaş öküz (Hotan şehrinin iki yanında akan iki derenin adı, Tavuşgan öküz (Uç şehrinde akan bir derenin adı), Öküz (Benegit ırmağı, Oğuzlarca) demektedir. Ügüz sözcüğünün aslı da şu biçimde açıklanabilir: ıg-ız > iğiz > ügüz > öküz. Kısaca hayvan anlamındaki öküzden başka, bu lehçelerde kullanılan nehir anlamındaki öküz sözcüğü, su anlamındaki ıg sözcüğüne çoğul kavramı veren -ı-z ekinin getirilmesiyle oluşmuş ve öküz ya da ügüz, sular kavramını vererek nehir, ırmak karşılığında kullanılmıştır. Aynı kökten kurulmuş görünen öğen sözcüğü de Uygurcada dere, çay demekti. Aslında öğen sözcüğü, küçük su demektir ki kökü ıg > -ig ve eki -en, anlamına, yerine uygun olarak kullanılmıştır. Bir tür hayvan adı olan öküz sözcüğü ise Yunanca oks sözcüğü ile ilgili , olabilir. 16 Uygurcada baçag/paçag, perhiz, oruç demektir. 17 Uygurcada Doğu Romalılara Purum denilmesi ayrıca dikkati çeker, önsesler bakımından Fin-Ugur terimindeki Uğur sözcüğü de U-gur biçiminde bir öntüreme (prothese) ile açıklanabilir. Hatta, daha ileri gidilerek, yaygın -r/-z değişimiyle, Gur, Guz aynıdır, denebilir. Aynı biçimde bir öntüreme Uygur sözcüğü için de geçerlidir. Uguz -> Oğuz Oğuz (Türkiye Türklerinde) Uguz -> Uğuz Uz (Bizanslılarda) T Ü R K T A R İ H İ N İ N B A Ş L A N G I CI 4 5 tür sözcüklerdendir. Bu duruma göre oruç sözcüğü şu biçimde oluşmuştur: Farsça ruze > o-ruç olmuştur.18 Farsça rüzgâr sözcüğü de Anadolu ağızlarında ü-rüzgâr, ö-rüzgâr olmuştur. Türkçede, yer ve ulus adlarında, bu olayın i- /ı- ve ü- öntüremeleriyle kurulmuş yığınlarca örneği vardır: î-sveç, I-skandinavya, t-skoç, t-sviçre, I-slav, I-stanbul, î-zmir (Smyrne), Üsküp (Skopi) gibi. Özellikle, eski çağlardaki îskitler de bu tür sözcüklerle açıklanabilir ve Saka sözcüğü ile ilgisi kurulabir. Türkçedeki önseslerin özellikleri ve öntüreme olayı ile, Oğuz sözcüğü üzerinde uygulanan bu açıklama, tarihin karanlık, sorulu bir yönünü, Oğuz adının türlü kaynaklarda dört ayrı biçimde değişik yazılışım çözümlemektedir. Ancak bu açıklama ile, Oğuz sözcüğünün asb, Guz sözcüğü olarak belirince, Arapların Guzları ne zaman nerede tanıdıkları sorunu ortaya çıkar. Bu sorunu tarih elbet bir gün kesildikle açıklayacaktır. Yalmz bilinen şudur ki, Oğuz sözcüğünün Guz sözcüğü olarak açıklanması, Oğuzların, dünya tarihindeki yerini, Orhun yazıtlarından çok eskilere, özellikle, başka uluslarla ilgileri, ilişkileri bakımından çok gerilere götürmektedir. Yukarıdaki açıklamalarda görüldüğü üzere, tarih olayları, dil verileriyle desteklenirse, Oğuz boylarının ortaya çıkışı sorunu gibi, gerçekler, biraz daha belirir, sorunlar biraz daha aydınlığa kavuşmuş olur. Açıklanması gereken boy, soy adlarından biri de I. S. VI. VII. yüzyıldan, beri bıraktıkları metinlerle tanıdığımız Uygur Türkleridir Kaynaklarda geçen bazı sözcüklerde Uygurların gerçek durumlarım gösteren izler vardır. UYGUR VE YUGUR Bugün Kuzey Asyada Yugur adı altında yaşayan topluluk, eski Uygurların son temsilcileridir ve adları da tarihin tanıdığı Uygurların aslını göstermektedir.19 1& Yine aynı olayın pek çok örneğini Anadolu ağızlarında görmekteyiz: rüya/ürüya, rahat/irahat, rıza/irıza, razı/irazı, renk/irenk, ramazan /ıramazan gibi. Bu tür sözcüklerle kurulan tümceler de her gün yörelerimizde kullanılmaktadır: irahatım kaçtı, irizası yoktu, irazı değilim, irengi sapsarı oldu, irazamanda oruç tutar mısın?, ürüya görmüş vb. 19 Kaşgarlı Divanında verdiği haritada Yugurları göstermiştir. Ancak metinde bu sözcüğün kullanılmaması dikkate değer. Harita bir başka kaynaktan alınmış olabilir. 4 6 VECİHE H A İ B O Ğ LU Yugur sözcüğünün varlığından, Uygur sözcüğünde de bir metatez olayı bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu duruma göre, Uygur sözcüğünün aslı Oğuz /guz sözcüklerinde olduğu gibi Gur dur. Sözcüğün önündeki sesler, Türkçede çok yaygın olan öntüreme seslerdir. Buna göre y-ı-lan /yılan / ilan /lan sözcüklerinde olduğu gibi (bkz.V.Hatiboğlu, Türkçede Bazı Hayvan Adları, Bilimsel Bildiriler 1968) Yugur sözcüğünde de y-u-gur biçiminde bir öntüreme olayı (Prothese) vardır, u-y-gur biçimi ise y-u-gur biçiminin metathâsele meydana gelmesiyle açıklanır. Sözcüğün aslı, Fin-Ugur teriminde de kullanıldığı gibi Uğur değil Gur dur, tıpkı Uguz olmayıp Guz olduğu gibi. Aynı Gur sözcüğünü Macarların bir başka adı olan Hungar da da görüyoruz. Hungar sözcüğü H-un-gar biçimiyle açıklanabilir, önsesteki H- Balkan lehçelerinde çok görülen öntüremeh dir. un-gar ise On-Gur demektir. Bulgar sözcüğü de Bel-gur/ Bul-gar olabilir. Beş-Gur demektir. Beş Huz, Dokuz Oğuz, On Uygur gibi sayı adlarıyla kurulmuş pek çok topluluk adı vardır. Hurri sözcüğüde Guz/Huz değişimi gibi Gurdan gelmiş olabilir. Oğuzca ve Uygurca için en önemli kaynakların başında, Kâşgarlı- mn Divanı gelir. Kâşgarb Divanında, sözcük başındaki t- /d- değişiminden başka Oğuzcamn çok önemli özelliklerini belirtmektedir. Kâşgarlı, h- ile başlayan sözcükler için şöyle demektedir: Kitabın sahibi Mahmud der ki bunun içindir ki bizim atalarımız olan Beylere Hamir derler çünkü Oğuzlar Emir diyemezler elif harfini h- ya çevirerek söylerler (Bkz. Divan, Cilt: I, s.112). Kâşgarlı h sesinin kendi Türkçesinde bulunmadığım, sözcüklerin başında bu sesi kullananları yabancı saydığını açıkça belirtir: Hotanlılarla Kençekler kelimenin önünde bulunan elifleri, hye çevirirler. Türk dilinde bulunmayan bir harfi kattıkları için biz onları Türk saymıyoruz. Türkler babaya ata, Hotanhlarla, Kençekliler hata, Türkler anaya ana, onlar ise hana derler. Bkz. Kaşgarb Divanı, cilt: I, s. 32), Kasarm Ana (Hana) kenti gibi. Kâşgarb ayrıca, kden dönen hler için de örnekler verir: handa= nerede, hayu=hangi, hız=kız sözcüklerinin karşısına da, bunların Oğuzca ve Kıpçakça olduğunu yazar. Yukarıdaki örneklerde görüldüğü üzere, Kâşgarbnin Türkçesinde, yani Orhun Türkçesinin devamı sayılan Karahanlı Türkçesinde, sözcüklerin önsesinde h- sesi kullanılmamaktadır. Kaşgarlı yalmz Oğuzcada T Ü R K T A R İ H İ N İ N B A Ş L A N G I C I 47 / h- sesinin bazı sözcüklerin başında bulunduğunu yadırgayarak belirtir. Bu durum, dil tariki yönünden olduğu gibi tarih olaylarım açıklamada da boylar bakımından çok önemli, çok yönlü sonuçlar verir. Uygurcada da h- sesiyle başlayan sözcükler vardır. Oysa uygarca, Orhun Türkçesi ile Karahanlı Türkçesi arasında bağlantı halkası saydır. Uygurcada h- sesiyle başlayan sözcüklerden birkaçı şunlardır: haç (kaç: ne kadar, kaç) haçan (kaçan: ne zaman?) halın (kalın: ince olmayan, kalın) haltı (kaltı: kaldı, kaldı ki, ne zaman ki) han (kan, hükümdar, baba) hangsız (kangsız, babasız) hanyu (kayu, ne zaman, ne gibi, hangi) hara (kara: kara, siyah) hara kuş (kara kuş: kartal, kara kuş) harın (karın: karın) harga (karga: karga) harı (karı: ihtiyar) hanmak (karımak: ihtiyarlamak) hat (kat: kat, tabaka) hata (kata, defa, kez) hatıg (katig: katı, sert) hatun (katun: hatun, kraliçe) hıl (kd: kıl) hdınç (kılınç: kılınç, iş, hareket, fiil, amel) hılmak (kılmak: kılmak, yapmak) hul (kul: kul, köle) huş (kuş: kuş) (Bkz. A. Caferoğlu; Uygur Türkçesi Sözlüğü, istanbul 1968). Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü üzere, Orhun ve Karahanlı Türkçesinde bulunmayan sözcük başındaki h- sesi Uygurcaya nereden gelmiştir, bu sorunu önemle ele almak gerekir. Uygurcada, sözcük önseslerinde h- den başka g-, p - sesleriyle başlayan sözcükler de vardır: gatıg (katı, sert, sağlam) gılınç (kılınç: iş) 4 8 V E C İ H E H A İ B O Ğ LU gılmak (kılmak: kılmak) giz (kız: kız, genç) ganag (konak: konak, köşk) gorgunçsuz (korkunç olmayan) vb. Uygurcadaki, p- ile başlayan sözcüklerin birkaçı da şunlardır: pakır (bakır) par (bar: var) parça (barça: bütün, hepsi) park (bark, ev bark) pek (berk: sağlam) pışmak (bişmek, pişmek, yetişmek, olgunlaşmak) Uygurcadaki bu örneklerle birlikte, iki türlü önsesle de kullanılabilen bazı sözcüklerin varlığı, sonuçları bakımından önemlidir. Uygurcada hem bakır hem de pakır, bar/par, barça/parça,pütün/bütün, bütürroek /pütürmek gibi sözcüklerin bulunuşu dikkatle incelenmelidir. Bu durum, yazı dilinde, b - ile başlayan sözcüklerin, ağızların etkisiyle p- biçiminde de kullanıldığını açıkça göstermektedir, önceki örneklerde görülen k- /g- /h- önsesleri için de durum aynıdır. Uygurcada, yazı dilinde k- önsesiyle kullanılan sözcükler, Uygur konuşma dilinde g- ve h- sesiyle konuşulmaktaydı. Kısaca, Uygurcada yazı dilinde, bazı sözcüklerin önsesinde k- yerine g- ve h-nin kullanılması, Uygur topraklarındaki ağızların yazı diline yansımasıdır denebilir. Ancak biraz sonra açıklanacağı üzere Kaşgarlı, bize başka ip uçları da vermekte, Uygur şehir halkının başka türlü konuştuğunu da belirtmektedir. Uygurcamn, Kök-Türk lehçesinden ayrdan bu tür önseslerle kurulmuş Türkçe sözcükleri, Uygurcayı Oğuzcaya yaklaştırır, daha doğrusu Uygurcada pek çok Oğuz özelliği görülür. Bu özelliklerin başlıcaları şunlardır: 1) önseslerdeki süreklileşme (sonorisation): kız yerine giz, hız denilebilmesi. Anadolu ağızlarında olduğu gibi. 2) îçseslerde yaygın olmayan bir süreklileşme vardır: Tarkan yerine Tarhan, Orkun yerine Orhun, yılkı yerine yılfeı gibi. T Ü R K T A R İ H İ N İ N B A Ş L A N G I CI 4 9 3) Sözcük hazinesi, özellikle yabancı sözcüklerin, Kök-Türk lehçesinden çok fazla oluşu da Uygurcayı Oğuzcaya yaklaştırır. Oğuzların sözcük hazinesi incelenecek olursa, Gotlar, Germenler ve Latinlerle orortak sözcükler kullanıldığı görülür. Anlaşılan, Oğuzlar bu uluslarla zaman zaman komşu yaşamışlardı ve kültür abş verişinde bulunmuşlardı. Ayrıca akraba adları Uygurcayı Oğuzcaya yaklaştıran önemli etkenlerdendir. Orhun Türkçesinde kullanılmayan, Uygurcada kullanılabilen akraba adlarından baba sözcüğü, ashnda Oğuzcadır. Kaşgarb, Oğuzların ana yerine aba sözcüğünü de kullandıklarım yazar ki, bu gelenek bu gün de Anadolu ağızlarında sürmektedir Kaşgarlı bir de dede sözcüğünün Oğuzca olduğunu açıklar. Bilindiği üzere baba, dede, aga gibi çok önemli akraba adlan Oğuzlarda kullandmış ve kullanılmaktadır. Bunlardan, Orhun Türkçesinde bulunmayan baba, aga= ağabey, büyük kardeş sözcüklerinin Uygurcada geçmesi, ancak Oğuzların etkisi olarak açıklanabilir. Çünkü Uygurcada baba sözcüğüne gereksinme yoktu bu anlamda Uygureada Orhun Türkçesi gibi ata, kang sözcükleri de kullanıhyodu. Uygurları Oğuzlara yaklaştıran bu kamtlar dışında Uygurların yazı dillerinin başka, konuşma dillerinin başka oluşu dikkatle izlenmelidir. Kaşgarlı, Uygurları biraz yabancı tutar2 ve dilleri için şöyle der: Uygurların öz Türkçe bir düleri olduğu gibi, kendi aralarında konuştukları zaman ayrı bir ağız dahi kullanırlar (Bkz. Kaşgarlı, C.I, s.29). Demek Uygurlar, yazı dillerinden ayrı, Kaşgarlınm bile kolayca fark edemediği bir lehçe ile konuşuyorlardı ki asıl dilleri de buydu, yani eski Oğuzcaydı. Yalnız yazı dilleri Kök-Türk lehçesinin büyük etkisinde idi, çünkü Kök-Türk yazı dilinin geleneği vardı, Uygurlar da bu geleneğe uymuşlardı21, hatta Uygurlar, Çinlilerle yaptıkları abş verişler için kendi 20 Kaşgarlı Beş Balık halkı Uygurlar için şöyle der: Bu vilâyette beş şehir vardır. Vilâyetin halkı en katı kâfirlerdir (Bkz. C.I, s.113) Bu durum, Uygurların bir bölümünün Müslüman olmayışı ve Sanskrit sözcükleriyle dolu bir dil kullanışları biçiminde yorumlanabilirse de aslında Uygurlar, konuşma lehçeleri ve gelenek tutum bakımlarından Kaşgarhya, kaşgarlının Türkçesine ters düşmüşlerdir, Oğuzlar gibi. 21 Büyük Selçuk imparatorluğu ve Anadolu Selçuk Devleti (XI-XIII. yüzyıl) Oğuz boylarına dayandığına göre, bu devlet büyüklerinin de lehçesi Oğuzca idi, ancak, Oğuzcayı, geleneği olmadığı için, yazı dili olarak kabul edemiyorlardı. Uygurca ve onun devamı olan Karahanh lehçesi de bütün zorlamalara karşın Selçukluların kendi lehçelerine, Oğuzcaya aykırı düşüyordu. Bu zorluklarla, daha başka kültür etkenleriyle, Selçuklular, yazı dili, resmi dil olarak Farsçayı kabul etmek zorunda kalmışlardı. 5 0 VECİHE H A İ B O Ğ LU Uygur harflerinden başka Orhun harflerini de kullanıyorlardı ki, bu yazıları ancak Müslüman olmayan Uygarlarla Çinlilerin okuyabileceklerini yine Kaşgarlı açıklamaktadır (Bkz. Kşg.C.I, s.29). Böylece, Uygurların yazı dili bakımından Kök-Türk yazı dilinin etkisinde olduğu gibi alfabe bakımından da, kendi alfabaleri olmasına karşın, Orhun alfabesinin etkisinde kalmaları da dikkate değer. Aslında Uygurlar, büyük ölçüde Oğuzlardı ve aralarında Oğuzca konuşuyorlardı.Bu durumu Uygur hükümdarı Moyunçur, anıtında açıklar ve başkanlık ettiği ulusun On Uygurlarla, Tokuz Oğuzların olduğunu söyler. Araplar ise Uygurları doğrudan doğruya Tokuz Guzlar olarak yazarlar. Bütün bu araştırmalara göre açıklanan sonuçlan özetle şöyle sıralayabiliriz: 1) Oğuz sözcüğünün aslı Guzdur. Oğuz sözcüğü önceleri Uğua biçiminde idi Araf harfleriyle yazılmış metin aktarılırken bile Uguz yazmak gereği düşünülmüştür (Bkz. Kşg.C.I, s.38 ve Dizin) daha sonra Oğuz biçimini aldı. 2) Uygur sözcüğünün ash da Gurdur. Bu sözcük de önce Uğur biçimine sonraları da Yugur, Uygur biçimlerine dönüştü. 3) Aslında, Uguz ve Uğur sözcükleri aynı Gur /Guz sözcüğünden başka bir şey değildir, denebilir. Sözcüklerin sonundaki -r /-z değişimi,23 çok eski yüzyıllardan beri sürüp gelen Türkçenin yaygın bir kuralıdır ve bu kural yardımıyla Gur, Guz arasında ilgi kurulur: Köz/ kor tuz /çor, ikiz /ikir sözcüklerinde olduğu gibi. Bu duruma göre Guz sözcüğü ile Gur sözçüğü, hatta (Hur) Hurri sözcüğü ile Uygur sözcüğü arasında da bir yakınlık aranmalıdır. Ural-Altay topluluğundan sayılan Fin-Ugurlarla Oğuzlar arasındaki yakınlık öteden beri ileri sürülmüştür. (Bkz. Ancyklopedie des islam, Türk maddesi). Bu tür örnekleri yinelemek konunun önemi bakımından yararlı olacaktır. Uğur sözcüğünde U-gur biçimindeki bir öntüreme ile sözcüğün ash Gur denümişti. Bu tür öntüremeli açıklama Uygur sözcüğü 22 Ancak eski Anadolu Türkçesi olan Oğuzca, Anadoluda 13. yüzyıldan sonra resmi yazı dili olabildi ve yavaş yavaş geleneği kuruldu. Bununla birlikte Osmanlı şairleri, Çağatay şairlerine nazireler yazmaktan kendilerini alamadılar. Ayrıca 19. yüzyılda Kırım Türkleri de konuşma dilleri ayrı olduğu halde, geleneği çoktan kurulmuş İstanbul lehçesini yazı dili olarak kabul etmek istemişler, bazı girişimlerde de bulunmuşlardı. 23 Çoğul eki-ar/-er de, Hint-Arapça dillerde/ s, zye dönüşmüş olabilir. T Ü R K T A R İ H İ N İ N B A Ş L A N G I CI 5 1 için de geçerlidir: Uy-gur gibi. Ancak, Türk dil tarihinde uy- gibi bir öntüremeye rastlanmamıştır. Olsa olsa bu öntüreme yu- > y-u- biçiminde olabilir. Türkçede yılan > y-ı-lan sözcüğünde olduğu gibi iki öntüremeli biçim de oluşabilmektedir. Bu tür yinelemelerle, metatezle, seslerin yer değiştirmesiyle, Gur > U-gur > Y-u-gur > Uygur biçiminde bir gelişme düşünülmüş ve Uygur sözcüğünün asb böylece Yugur olur denilmişti. Özellikle Uygur lehçesinde pek çok sözcüğün metatezli biçiminin kullanıldığı görülür ki, içinde -r- sesi bulunan sözcükler, metateze daha yatkın olur. Nitekim Uygurcada yağmur yerine yamgur, yoğurt yerine yorgut, erdem yerine edrem, arpa yerine abra, orta yerine odra da denmiştir. özetle, açıklamalar yardımıyle Uygurlar, eski Gurlardı, Oğuzlar da eski Guzlardı, denildiği gibi -r /-z değişimiyle Gur /Guz sözcüklerinde, eski çağlardan gelme kök birliği olduğu ileri sürülebilir. Bu duruma göre, Kuzey Asyadan Güney Mezopotamyaya doğru göç eden ve bir kısmı da göç yolları boyunca yerleşen Türk asıllı kavimleri şöyle sıralayabüiriz: 1. Sabirler, Subarlar, Subirler, Sibirler ve Sümerler. 2. Gudlar, Guzlar (Kuslar, Kaşlar, Koslar; Kuzlar Huzlar Hazerler vb24.) 3. Karagaslar (Kara-Kaslar), Gagavuzlar25, Kazı Kumuklar (Gumuklar vb26.) Mezopotamyaya ilk gelenler Sümerlerdir (Î-Ö. 3500-4000). 24 Guzlar kendilerine Guzarda diyorlardı. Sondaki -r eki, çoğul kavramı veren bir ek görünümündedir.: Tatar (Tat-ar), Avar>Ap-ar, Hazer (Haz-ar/Huz-ar/Kas-ar) biçimlerinde aynı ek kullanılmıştır. Harezmya da Harzem sözcüklerinde de yine -r- sesi dolayısiyle bir metatez olayı olabilir. Çünkü aynı yörelerde aynı özellikler sürüp gitmiştir. Huz sözcüğü, ayrıca, Arapça Ahvaz çoğul biçiminde de kullanılmaktadır. Aynı -ar çoğul eki Urartu, Gurer gibi sözcüklerde de söz konusu olabilir. 25 Gagavuz adının sonundaki bölümün oğuz sözcüğünden gelebileceği önceleri belirtilmiştir. Ancak bu parça Oğuz sözcüğünden değil de Guz sözcüğünden gelmiş olabilir: yağız/ yavuz sözcüklerinde olduğu gibi. Sözcüğün başındaki bölüm ise Kara /gara olabilir, bu durumda sözcük Gara-guz olur ki -r- dolayısiyle yine bir metatez olayı düşünülebilir. Türklerde soy, boy adlarında Kara sözcüğü çok kullanılmıştır: Kara-Han — Kara Kagank, Kara-gaslar (Kara-gas veya Kara-Kas) gibi, 26 Kumuklarm adında çok defa Kazı sözcüğünün bulunması, bunların Kaşlarla ilgili olabileceğini gösterir. Kumuk sözcüğU de (Kuz-muk) biçiminde düşünülebilir. Kumuklarm gelenek ve göreneklerinin, halk edebiyatı ve kültürünün zenginliği yıllarca inceleyecilerin dikkatini çekmiştir ki, bu durum ancak böyle bir Kas soyu geçmişiyle açıklanabilir. 5 2 V E C İ H E H A İ B O Ğ LU Sümerler yıpranmağa, zayıflamağa başladıkları sırada, yine ayni topluluğun kalıntdarı üzerinde Gudların hükümranlık kurduklarım ve bu hükümranlığın 125 (yüz yirmi beş) yıl sürdüğünü görüyoruz (î.ö. 2500). Gudlardan sonra hükümranlık Samilere geçmiştir. Ancak Sümer ve Gud topluluklarının kalıntıları bu yörelerde yaşamlarım sürdürüyorlardı ki aynı soydan Guzlar tarih alanına çıkabildiler. Sami kavimleri arasında ve üstünde hükümran olabilmek için Türk asıllı kavimlerin uzun yıllar beklemeleri ve hazırlanmaları gerekmiştir. Nihayet Isa,dan önce yaklaşık 1700 (bin yedi yüz) yıllarında Guzların Akadları devirerek, Babilde III. Babil hanedanını kurduklarını görüyoruz. Akadlar Guzlara Kaşlar ya da Kaşular diyorlardı. Bu bakımdan Guz sözcüğünden çok Kas sözcüğü yerleşmişti. Ancak Araplar ve Farslar daha sonra Guz sözcüğünü Oğuz sözcüğü karşıbğı olarak günümüze kadar kullandılar. Bütün bu açıklamaları şöyle özetleyebiliriz: cs Oğuz l \ t Uguz (öntüreme ile) +- G U Z - + Kuz -»• Huz -> ( - r ekiyle) Huzar ->Hazar ->-Hazer / / (Bizans çağında) Uz Görülüyor ki, eskilere dayanmadan yeni bir sözcük kökü yaratılamadığı gibi, yine eskilere dayanmadan yeni bij ulus da yarrtılamaz. Bugünkü ulusların hemen hepsi, eski ulusların türlü etkenlerle değişe değişe oluşmuş yeni biçimleridir- Dil verileri ise, her çağ için hiç kuşkusuz en sağlam kanıtlardır. Dil verilerinin öncü, yol gösterici olmalarıyle başlangıçtan günümüze doğru Sümer (Subar), Gud (Kut), Guz (Kas, Kus, Huz) uygarlıklarının halka halka gelişmesi, eski Mezopotamyadaki Türk varlığını göstermekte, Oğuzların, Gurların, Uygurların kökenini açıklamaya yardım etmekte ve Türk Tarihinin başlangıcım aydınhğa kavuşturmaktadır.
Posted on: Thu, 14 Nov 2013 18:58:42 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015