Türk Tarih ve Kültüründe Bozkurt Türk kültüründe - TopicsExpress



          

Türk Tarih ve Kültüründe Bozkurt Türk kültüründe bozkurt‘un manasını açıklayabilmek için kültürün tanımlanması gerekir. Özellikle kültürde sembolün öneminden bahsettikten sonra Türk kültüründe bozkurt‘un manasını daha rahat açıklayabiliriz. Çünkü bir milletin kültürü ile mitolojisi birbirinden farklı kavramlar değildir. Her ikisi de aynı hayat felsefesinden beslenmektedir. Kültür; bir milletin, dilini, sanatını, dinini, hukuk ve ahlakını, duygularını, inançlarını, hükümlerini aksettirir. Çünkü bir milletin folklorunu, edebiyatını, mitolojisini, dini idrak tarzını belirleyen, mensupların idrak alemini oluşturan değerlerin özünde o milletin kültürü vardır. Kültürün özelliği, ait olduğu fertlere kazandırmış olduğu idraktır. Bir kültürün sınırı, onun zihniyet ve imanı ilf çevrelenmiştir. Kültürleri birbirinden ayıran, zihniyet ve iman farklandır. Aynı farklara sahip olan cemiyetlerin birbiri ile çarpışmasına sebep olur. Kültür çevreleri benzer olan veya benzer kaynaklardan beslenen kültürler olur ama bunlar birbirine tamamen benzemez. Her kültür, diğerlerinden farklı görünmek durumundadır, Farklılık şuuru olarak isimlendireceğimiz bu durum, toplumun bütün hayat şekillerini başka kültürlerden ayrı olmaya, değişik bir üslüp kurmaya yönlendirmektedir. Milli kimlik yahut, kişilik dediğimiz bu farklı oluş, düşünce biçiminden, kılık kıyafet, tavır ve davranış biçiminden, eğitime ve eğlenceye kadar hayatın her saha ve safhasında görüpür. Mesela, aynı dine mensup olan milletlerin dinî anlayış şekilleri birbirinden farklıdır. Çünkü idrak alemini şekillendiren değer yargıları farklıdır. Bu farkı onaya çıkaran ise o inilletin kültürüdür. Bu farklılıklar o milletin mimarî abidelerine, edebî eserlerine, musikî eserlerine, felsefî sistemlerine v.s yansır ve kültürün devamlılığını sağlar. Böylece gelecek nesillere yol gösterici olur, kaynaklık yapar. Her toplumun kültür değişmelerinin bir geçmişi vardır. kaynağını ise o toplumun tarihî derinliklerinden alır. Bir kültür varsa, onun ait olduğu millet vardir. Millet özelliğine layık bir topluluk varsa, muhakkak bir kültürü vardır. Kültürler ve dil, din, tarih, edebiyat, sanat, örf ve adetler gibi unsurları şüphesiz ait oldukları, cemiyetler kadar eski ve onlarla yaşıt sayılmalıdırlar. Bu kültür unsurları nesilden nesle intikal ederler. Bunun neticesi olarak da yeni nesiller bunları hazır bulurlar. Kültürü kalıcı kılan ve gelecek nesillere aktaran. kültürün değer yargılarıdır. Bu değer yargıları da kendini sembollerle yaşatır. İşte bu semboller kültürün en sert kısrnını oluşturur. Kültürün genel manada anlamını açıkladıktan sonra üzerinde durmamız gereken önemli bir kavram da “Türk Kültürü” kavramıdır. “Ilk Türkler, yani bizim en eski atalarımız bugünkü Orta Asya diye bilinen yerde, Tanrı Dağları ile Altay Dağları arasında yaşıyorlardı. Tarih öncesi insanlar ve kültürlerle uğraşan bilim adamlarının o bölgelerde yaptıkları kazılardan edilen bilgilere göre; Türkler beyaz ırktan, geniş kafalı ve orta boylu insanlardı. Burası Çin ile sınırdaş olan bir ülkeydi. Bu yüzden Türklerin eski tarihlerine ait bilgilerin pek çoğunu Çin tarihlerinden öğreniyoruz. Çin tarihleri M.Ö. 20001000 yılları arasında ilk Türk hükümdarlarından bahsediyorlar. Böylece Türklerin bilinen tarihi 4000 yıllık bir tarihtir” Eski Türklerin kültürü “bozkır” kültürü olarak ifade edilmektedir. Bozkır kültürünü ise Türklerin siyasî ve sosyal yapısı oluşturmaktadır. Bu kültür, göç ve fetihler esnasında orada terk edilip gelinmiş değildir. Esasında, sosyolojik kaideler de göstermektedir ki kültür bir elbise gibi eskiyip atılmaz veya değiştirilemez. Nitekim îslamiyeti kabul eden Türklerde Şamanizmin en önemli izleri ilk dervişlerin istedikleri zaman bir hayvan veya kuş şekline girebilmeleridir. Mesela “Geyikli Baba: Bu dervişler geyiğe binerler, tepelerinde geyik boynuzları bulunan şapkalar taşırlardı. Bu dervişler yalnızca rahip veya sihirbaz mahiyetindeki insanlar değil; arkalarına taktıkları on binlerce Türk‘ü iskan ettirip. yerleştiren liderler idiler. Anadolu’nun fethi ile Orta Asya’dan gelen nüfus akımının başında bu dervişler bulunuyordu. Fakat şimdiki şaman elbislerinin hususiyeti bozulmuştur. Bu konu üzerinde çalışan araştırmacılara göre en eski ve orijinal şaman elbiseleri kuş veya hayvan şekillerini taklit etme suretiyle yapılan elbiselerdi. Bunu giyen şaman hem kendi atasının hem de istediği zaman o kuşun şekline girebileceğini göstermek istiyordu. Bu şekil değiştirmeye, mitoloji araştırmalannda “Metamorphose”” denir. Türkler, bu deyimi “Donuna g’irmek” şeklinde ifade etmektedirler. Bektaşiler bu eski şamanist inancı tasavvufa uydurup “mana aleminden velaetle” diye bir sebep bulmuşlarsa da bu bahane kuş donuna girmeyi mazur göstermeye kafi değildir. Kuş sembolleri daha ziyade ileri toplumlarda görülüyordu. Yirmi dört Oğuz boyunun sembol kuşları bunun en güzel örneğidir. İlk Müslüman Türk dervişleri de zaman zaman kuş donuna girerlerdi. Bunun örneklerini Anadolu’nun Türkleşmesi zamanında Anadolu’ya gelen dervişlerde görmekteviz. Ahmet Yesevî turna donuna; Hacı Bektaş Velî güvercin donuna girmiş olarak kabul edilmektedir. Nitekim Abdal Musa, Hacı Bektaş Velî’nin Anadolu’ya gelişini şöyle anlatıyor: Güvercin donuyla Uruma uçan, İmamlar evinin kapısın açan… Bizim üzerinde durmaya çalışacağımız husus Türk kültüründe önemli bir yeri olanBozkurt‘un ilkel kabilelerde olduğu gibi bir totem mi, yoksa onlardan farklı olarak büyük bir ülkünün mitolojide ve kültürde “Bozkurt” sembolü ile yüzyıllardan beri yaşamasını sağlayan bir kültür unsuru mu olduğudur. Bu soruların cevabmı bulduğumuz zaman makalemizin amacı hasıl olacaktır. Kurt ile ilgili Türk mitolojisini incelediğimizde kurt’un önemli bir yer işgal ettiğini görüyoruz. Oğuzlar diğer kavimlerden daha fazla gelişmişlerdi. Oğuzların diğer kavimlerden daha fazla geliştiğini gösteren bulgular mevcuttur. Bozkır kültürüne mensup olan Türk boylarını, gerek yaşadığı coğrafyada gerekse yaşamış oldukları zamanda diger boylardan ayıran ve farklılaştıran temel faktörler mevcuttu. Bu faktörlerin başında Türklerin atı evcilleştirmeleri gelmektedir. Atı evcilleştirmelerinin önemi, savaş aracı olarak kullanılmasıdır. Türklerin atı savaş aracı olarak kullanmaları diğer milletler karşısında müthiş bir üstünlük sağlamalarına sebep olmuştur. Türkler atı kullanarak hareket kabiliyetlerini artırmışlardır. Böylece düşmanlanna karşı üstünlük sağlamışlardır. Diğer önemli faktör ise Türklerin demiri işlemesidir. Özellikle, demirin savaş aracı olarak kullanılması, Türklerin savaşlarda başarılı olmasında etkili olmuştur. Türklerin gerek atı gerekse demiri savaş aracı olarak kullanması büyük bir coğrafyaya hakim olmalarına zemin hazırlamıştır. Özellikle Türk Cihan Hakimiyeti anlayışı, Türklerin dünyayı adil olarak yönetmesi ve gittiği her yere Türk‘ün adaletini götürme arzusu ile tarih boyunca Türk’ün kutlu sevdası olmuştur. Türk cihan hakimiyeti anlayışına göre Türk‘ün her gittiği yerde huzur ve adalet temin edilmiş olacaktı. İslamiyet’in Türkler tarafından kabul edilmesiyle birlikte Türk cihan hakimiyeti manevî bir kimlik bularak ilayı kelimetullahı yayma fonksiyonunu da üstlenmiştir. Bu kudsî amaç, Türklere büyük bir ülkü kazandırrrnştır Bu ülkü ise, cihan devleti olma ülküsüdür. Türk kültüründe bozkurt‘un manasını açıklamadan önce kısaca “tüz” kavramını da açıklamak faydalı olacaktır. Çünkü Orta Asya halklarının ve dolayısıyla Türklerin bazı hayvanları ve yırtıcı kuşları kutsal sayarak onları kendilerine sembol edinmelerinin sebepleri üzerinde şimdiye kadar çok durulmuştur(13). Tarih boyunca Türk‘ün hayat felsefesi ve bu felsefenin yön verdiği günlük yaşayışı,bozkurt‘la yakından ilgili olmuştur. Çünkü manevî birlik, moral, tesanüt fikrini ifade eden hemen bütün efsane ve destanlarımızda bozkurt merkezî bir rol oynamıştır. Nesillerden nesillere, asırlardan asırlara aktarıla aktarıla nihayet yazı ile tespit edilebilmiş olan Türk destan ve efsaneleri tarihî bakımdan büyük bir ehemmiyeti haizdir. Türklüğün büyük ve renkli hayat macerasını gereği gibi kavrayabilmek için önce destan ve efsanelerdeki çeşitli motiflerin iyi değerlendirilmesi gerekir. Türklerin kurttan türedikleri hakkındaki inançlara kaynak teşkil eden metinlerin büyük bir kısmı Çin kaynaklarında yazılıdır. Destanlarda kurt, Türklerin atası olan delikanlıyı hem iki defa ölümden kurtarmakta hem de onun soyunun devam etmesini sağlamaktadır. Böylece Türk soyunun ölmezliği temin edilmiş olmaktadır. Bir başka rivayette ise kuıttan türeme bir başbuğ Türkleri soğuktan kurtanp hayata kavuşturmaktadır. Türksoyunun imhadan kurtarılmasında ve devamında en büyük amil yine kurttur. Türklerin belli başlı bütün destanlannda bozkurt‘un merkezî bir rol oynadığı ve ata, rehber ve kurtancı fonksiyonları ifa ettiği görülüyor. Bu destanlar sözlü olarak Türkler arasında uzun zaman çok canlı olarak yaşadıktan sonra yazıya geçirilmiştir. Yazılı tarihin bulunmadığı zamanlarda destan ve efsanelerin birçok tarihî hakikatleri aksettirmek bakımından ne derece büyük önem taşıdığını belirtmeye gerek yoktur. Destanlarda bir milletin manevî hayatı, düşünüşü ve hayat felsefesi gizlidir. 16 Destanlardaki her motif bir gerçeğin, bir inanışın sembollerle ifadesidir. Bu çerçevede bakıldığında bozkurt‘un Türk destanlarındaki, dolayısıyla Türk Milletinin duyuş ve inanışındaki rolü şu ana fonksiyonlarda toplanmaktadır: 1) Ata olarak Bozkurt 2) Rehber olarak Bozkurt 3) Kurtarıcı olarak Bozkurt Bozkurt‘tan türemiş olmak inancı Türklere uzun zaman boyunca büyük bir gurur, kendine inanış emniyet ve geleceğe güvenle bakma duygusu vermiştir. Bazı Türk destanlarında ana, bazı Türk destanlarında baba olarak görülen bozkurt çok defa Türkneslinin yok olacağı zaman ortaya çıkmakta ve Türklerin neslinin devam etmesini sağlamaktadır. Böylece Türklerin soyunu kutsallaştırmaktadır. Türklerin müşkül zamanlarında millet hayatında büyük tesiri olacak geniş şümullü hareketlere girişecekleri zamanlarda bozkurt onlara yol göstermekte ve eşi bulunmaz şekilde rehberlik yapmaktadır. Ergenekon Destanı’nda ve Kut dağı efsanesinde bozkurt millî bir kılavuz rolünü oynamaktadır. Türk‘ün başı çok sıkıştığı zaman bozkurt‘un meydana çıkarak onu kurtarması, evladı üzerine eğilen bir ananın veya babanın şefkat duygusunu hatırlatacak derecede derin bir mana da taşımaktadır. Sanki bozkurt manevî hir alemden Türkmilletinin akıp giden hayatını devamlı takip etmekte ve onların başının sıkıştığı, çaresiz kaldıklan zaman ortaya çıkmakta ve yol göstermektedir. Türk mitolojisine baktığımızdabozkurt‘un Ergenekon, Kut Dağı, Oğuz Kağan destanlarında yol gösterme fonksiyonu da tamamen semboliktir. Milletin büyüme, yayılma ve güçlenmesi için takip edilmesi gereken metotların işaretini destan maddî unsurlarla ifade etmektedir. Bozkurt‘un kurtarıcı olarak destanlarda oynadığı rol bize bazı gerçekleri hatırlatmaktadır. Dişi bozkurt‘un düşmanların baskınından canlı olarak kurtulmuş olan son Türk‘ü kolları arasına alarak büyük denizin üzerinden aşırması ve böylelikle yeniden taarruza geçen düşmanın onu öldürmesini önlemesi de bir semboldür. Bozkurt‘ta sembolize edilen fikir Türk birliğini sağlayan, onlann büyüyüp, gelişmesini temin eden bir fikirdir. Türkler bu fikre inanıp riayet ettikçe hakimiyetlerini ve üstünlüklerini korumakta, bu fîkirden aynldıkları zaman felakete uğramaktadırlar. Onları felaketlerden kurtaran da yine bozkurt olmaktadır. Burada bozkurt, Zelenin’in belirtmiş olduğu bir totem değil; bir fikir veya ideolojinin yani sosyal bir hayat nizamının yansımasından başka bir şey değildir. Çünkü totem olan hayvan veya eşyanın fonksiyonu ile Türk mitolojisindeki bozkurt‘un fonksiyonu birbirinden çok farklıdır. Totem olan hayvan veya eşya işlerliğini yitirdiği halde bozkurt‘un taşıdığı mana ve fikir telakkisi günümüze kadar gelmiştir. Bu hususları göz önüne aldıgımızda bozkurt‘u bir totem olarak değerlendiremeyiz. Bu düşünce yalnızca destanlarla sınırlı kalmayıp günümüze kadar gelmiştir. Türklüğü büyük tehlikelerden kurtaracak olan, destanlardaki bu bozkuri’tur. Çünkü biliyoruz kiTürklüğün baçının darda kaldığı, neslinin yok edilmeye çalışıldığı zaman, onu kurtaran daima bozkurt olmuştur. Büyük hükümdarların doğumu daima olağanüstü olmuştur. Hükümdar anneleri doğumla alakalı olağanüstü rüyalar görmüşlerdir. Mesela Manas Han’ın karısı Kanıkey Hatun da bir gece çok güzel bir rüya görmüştü; rüyasında hemen yakınında bulunan çelik bir eğe görmüş, eğeyi alarak saklamış. Sabah rüyasını ülkenin tecrübe görmüşlerine anlatınca, herkes sevinmiş ve Kanıkey Hatuna şöyle demişlerdi: “(Bu çocuk), gök yeleli korkunç bir kurt gibi olacak.” Buna benzer olaylar bize kurdun totem değil, halkın örf ve adetlerinde, inançlarında ve rüyalarının yorumunda etkili olan bir sembol olduğunu gösteriyor. Kırgızlarda cins ve güzel atlara da KökBörü (Gök kurt) adları verilirdi. Bunlar yiğitliğin ve mükemmelliğin sembolü olmuşlardı. Özellikle gök kurt ismi Türk atasözlerine de yerleşmiştir. Kurt, Türklerde kudret ve güçlülüğün bir timsali olmuştur. Bu husus bütünTürk boylarında atasözleri haline gelmiştir. Mesela Azerî atasözünde; “Kurt ile koyun, kıhç ile oyun olmaz” deyimi varken, Anadolu’daki Türkler ise “Kurtla koyun olmaz, ciğerle oyun olmaz” denmektedir. Kurt‘un, belki de çok eski çağlarda Türklerin totemi olabileceği Bahaeddin Ögel’e göre bir ihtimaldir. GökTürk (Türük Bil) çağında kurt, bir totemden ziyade kutsal bir sembol haline gelmişti. Gök Türklerin (Türük Bil) kendi bayraklarının başına bir kurt heykeli koymalarının sebebi de bu idi. Kurt başlı sancaklar Gök Türk (Türük Bil) Devleti’nin yıkılışından sonra da unutulmamıştı. Kağanlık verileceği zaman kurt başlı bir bayrakla bir davul vermeyi de unutmamışlardır. Bu husus, Türklerin Anadolu’ya gelişinden sonra da devam etmiştir. Türk kültüründe mana bulan bozkurt kavramıyla anlatılmak istenen, bir fikir birliği ve bir mana etrafında bütünleşmedir. Zira ilmî bilgiden veya Türk kültürünün gelişme çizgisinden yoksun olan kimseler, bu sembole gönül verenleri ise puta tapanlar olarak tanımlamakladırlar. Kendilerini çağdaş aydın olarak gören bu meyhane filezoflarına verilecek en güzel cevap kanımızca şudur: Başka milletlerin veya kültürlerin uşaklığını ve misyonerliğini yapacağınıza kendi kültürünüzün değer yargılarını öğrenin ve öğretin. Bunu yapmaya ilmî cesaretiniz de yoksa, yapanlara engel olmayınız. Ama unutmayınız ki başınız sıkıştığı zaman, sizi yılanlardan, akreplerden ve de ayılardan kurtaracak olan yine bozkurt‘tur. Kurttan Türeyiş Kurt ile ilgili olarak halk arasında birçok rivayet de yaşamıştır. Bununla birlikte bilgili kimseler Türk insanının doğrudan insan, “kişi-oğlu” olarak dünyaya geldiğine inanmışlardır. Göktürk Devri’nden kalan yazıt=kitabelerde Kurt ile ilgili efsaneler bulunmaz; orada Türk Bilge Kağan, kendisini doğrudan kişi-oğlu olarak dünyaya gelmiş kabul eder. Göktürklerin çıkışı sırasında Çin kaynakları, onların geçmişi ile ilgili olarak hemen aynı esaslı efsaneler naklederler. Pei-shih (386-618), Kuzey Sülalesi yıllıklarındaki Tu-küe kısmında şöyle yazılıdır (Tang Chi çevirisi): T’u-chieh evvelce Hsi-hai (Batı Denizi) sağ kısmına yerleşip kendisi tek başına bir kabile kurmuş Hsiung-nuların başka bir soyudur. Onun soy adı A-shi-na’dır. Sonradan komşu ulus tarafından mağlup edilip soydaşları da yok edilmiştir. Ancak on yaşlarında bir erkek çocuk arda kalmıştır. Askerler çocuğun yaşını küçük gördüklerinden öldürmeyip sadece onun el ve ayaklarını kestikten sonra otluk bir yere bırakmışlardı. Orada dişi bir kurt tarafından bulunup et ile beslenmiştir. Çocuk büyüdükten sonra: dişi kurt ile münasebette bulunur ve kurt hamile kalır. Zamanın hükümdarı, çocuğun hala hayatta bulunduğunu haber alınca bir elçi gönderip bu çocuğu öldürmek ister. Elçi çocuğun kurtla beraber olduğunu görür ve ikisini birlikte öldüreceği sırada bir mucize olur. Dişi kurt çocukla birlikte Batı Denizi’nin doğu tarafından bulunan Kao-chang/Koço ülkesinin kuzeybatı yönündeki dağa kaçıp kurtularlar. Kurt Başlı Tuğ Burası geniş ve bol otlu bir ovanın çukurluk bir kesimidir ve dört bir yanı dağlarla çevrilidir. Kurt işte bu ovada saklanmıştır. Daha sonra on erkek çocuğu olmuştur. On erkek çocuk büyüdükten sonra, ova dışındaki kadınlarla evlenmişler ve böylece nesilleri çoğalmıştır. Bundan sonra on kişinin her birisi bir boy olmuştur ki A-shi-na onlardan birisidir. Onların arasında en iyi ve değerli olan adam başbuğ olmuştu. Kendilerinin kökenlerini unutmamak için ordugâh kapısında kurt başlı bir tuğ dikmişlerdi. Bayrak, Türkler’de devletin ve Türklüğün her şeyidir. Bağımsızlık, özgürlük bayrakla belirir. Uğur ve başarı ancak onun dalgalanışındadır. Atalarımız ve atalarımızın egemenliği, bayraklarının tepesinde oturan Bozkurt simgesi ile hatırlanırdı. Eski Türkler’in hem tuğları, hem bayrakları vardı. Tuğ ile bayrak ayrı şeylerdir. Tuğ dört bölümden oluşur: Süslenmiş tuğ direği; direğin başına bağlanmış at kuyrukları; tuğ başı (direğin başına konulur ve kuyrukların bağ yerini gizlerdi); tuğ başının üzerine konulan kurt başı. Tuğ, devletin ve bağımsızlığın simgesidir ve daha çok resmidir. Bayrak ise köklerini dinden alır. Eskiden bayraklar şimdiki gibi birer simge değil idiler. Türkler savaşta, barışta ve törenlerde değişik renklerde bayraklar kullanırlardı. Bu renklerin de ayrı anlamları vardı. Eski Türkler’in bayraklarında ve tuğ başlarında bir Bozkurt bulunurdu. Çinliler’in de dediği gibi Türkler, Bozkurt‘tan türediklerine inanırlardı. İlk ve kutsal atalarını unutmadıklarının göstermek için de, devlet sembollerinin başlarına, Türk özgürlük ve bağımsızlığının belirtisi olarak, bir kurt başı koyarlardı. Çin kaynaklarında, GökTürk bayraklarının başında alem olarak bir kurt başı olduğu kayıtlıdır. Baykal Gölü’nün batısında, GökTürk çağından kalma kaya resimlerinde, ellerinde uzun sırıklar üzerine asılmış bayraklar taşıyan atlılar tasvir edilmiştir. Kurt, güçlü ve dayanıklı bir hayvandır. Bundan ötürü de Türk boyları arasında kudretin simgesi olmuştur. Hatta Türkler, Gök Börü Sultanım diyerek, kendi hükümdarlarının gücünü ve kudretini dile getirirlerdi. Benzer bir biçimde, büyük bahadırların gözleri kurda benzetilirdi. En keskin oklar için Kurt Dili deyimi kullanılırdı. Eski Türkler’de tuğ, bayrak ve davul bağımsızlığın simgesi idi. Kağan tuğları dokuz tane olurdu. Kağanlar, atadıkları han, beğ ve yabgulara da rütbelerine göre belli sayıda tuğ verirlerdi; ama 9 tuğ ancak kağana özgüydü. Bu gelenek Hunlar’dan Osmanlılar’a değin aynen devam etmiştir. Altın kurt başlı sancak egemenliğin ve hükümdarlığın simgesi olduğu için, bir kağan ya da hanın altın kurt başlı sancağının olması, onun bağımsızlığının belirtisi idi. Bugünde Bozkurt, aynı şekilde Türk bağımsızlık ve özgürlüğünün simgesidir. Mesela Çin hükümdarları, Türkler’i bölmek ve iç savaşa sürüklemek istediklerinde, devlete başkaldırmasını istedikleri yöneticilere altın kurt başlı sancak gönderirlerdi. Örnek olarak, 582 yılında Çin imparatoru Wen-ti, yabgu Tardu’ya kurt başlı sancak göndererek onu kağan olarak tanıdığını belirtmiş ve böylece devlete başkaldırmasını sağlayacağını düşünmüştü. Türkler’in kutlu devlet merkezi Ötüken’de bulunan Kök Türk orduları başkomutanı ve Kök Türk kağanı Bilge Kağan’ın kardeşi olan Köl Tigin’e ait Köl Tigin Anıtı’nda da Bozkurt‘u bir devlet simgesi olarak görürüz. Son yapılan kazılarda, Köl Tigin Anıtı’nda Bozkurt başlı motiflere rastlanmıştır. Üstelik bu Bozkurt başlı motifler bir değil iki tanedir. Köl Tigin Yazıtı’nın doğu bölümünde, yazıların üstünde, kubbeyi andıran ayakları tepede birleşmiş durumda, kurt biçimindeki başları ile kenarlardan aşağıya sarkan tasvirler vardır. Bu motifler, araştırmacılarca Kurt Başlı Ejderler olarak adlandırılmaktadır. Her iki kenardan aşağı sarkan kurt başlarının ağzında yuvarlak kabartmalı birer şekil vardır. Bu yuvarlak şekillerin, Ay ile Güneş’i temsil ettikleri kabul edilmektedir. Bu iki kurt başlı tasvirin ortasına da Kök Türk Kağanlığı’nın damgası işlenmiştir. Aynı damga, Bilge Kağan‘ın anıtında da vardır. Bilge Kağan ile Köl Tigin‘in mezarlarındaki bu damga, Bozkurt soyundan gelen kağanların geleneksel damgasıdır. Bu damga ve kurt başlı motifleri yazıtlara, Yollug Tigin işlemiştir. Bilge Kağan ve Köl Tigin yazıtlarında yer alan ve bilginlerce kurt başlı ejder olarak tanımlanan bu motifler, Yrd.Doç.Dr. Cengiz Alyılmaz tarafından incelenmiş ve bu motiflerin, kurttan süt emen çocukların tasviri olduğu belirlenmiştir ki tasvir bu konusu ile açıkça Bozkurt Destanı’nı resmetmektedir (tıpkı Bugut Anıtı’nda olduğu gibi). Kızılda-Naga-Ragah adlı yerde bulunan Kök Türk ya da Uygur döneminden kalma duvar resminde, kağan bayrağını taşıyan alpın elinde kurt başlı bir sancak vardır. Ayrıca bu resimdeki alpın börkünde, yukarıda değinilen Köl Tigin Anıtı’ndaki kurt başlı motiflerin bir benzeri bulunmaktadır. Bu duvar resmindeki kurt başlı bayraklara başka yerlerde de rastlanmaktadır. Köl Tigin Yazıtı’nda bulunan ve devlet arması niteliğindeki kurt başlı tasvirler, Uygurlar’ın Bilge Kağan’ı adına dikilen ve Alp Baga Inançu Tarkan’ın eseri olan yazıtın üzerinde de bulunmaktadır. Tabgaç Türkleri’nin mezarlarında da görülen bu kurt başlı motifler, 6-8.yy.lar arasında yapılmış olan bir Kırgız kurganında, taş levha üstüne işlenmiş olarak yer almaktadır ki, Kırgız kurganındaki motif, Köl Tigin Anıtı’ndaki kurt başlı motife çok benzemektedir. Bu motiflerde görülen kurt başı tasviri, Türk kağanlığını kuran Aşına (Bozkurt) soyunun ilk atası olan ve Bozkurt Destanı’nda yer alan kurdun anısıdır. Bu yüzden Bozkurt Destanı, Türk destanları arasında önemli bir yer tutmaktadır. Eski Türk devletlerinin bayrak, sancak, tuğ ve anıtlarında görülen kurt tasvirleri, yine Eski Türkler’den kalma resimler ve Bozkurt Destanı ile birlikte düşünüldüğünde, devlet simgesi olarak Bozkurt‘un kullanılmasının nedenleri ortaya çıkmaktadır. Çünkü Bozkurt, Türk milletinin özgürlüğünün simgesi olduğu gibi, Türk devletinin de bağımsızlık ve egemenliğinin simgesidir. Ergenekon’da Diriliş En eski Türk rivayetlerinde de, vaktiyle sadece bir kurtun geçtiği dar yoldan girilen vadideki hayat ve sonrasında dağın eritilerek çıkılması, bu zamanı yansıtsa gerekir. Kurt bir totem midir? Uzak Asya’daki savaşcılık ile hayvancılık-çobanlık dönemlerinde Türklerin toplum ile savaşma düzenleri, ongunları (Fr totème) olan kurdun sürü yaşayışı ile avlanışını andırması dikkat ve ilgi çekici bir vakıadır. Nesiller boyu kurtla yakın temâsta yaşamış Türk oymaklarından kimi bilge ermişler, bu hayvanın davranışlarını dikkatlice izlemiş olmalılar. Tesbîtleri ile çıkardıkları sonuçları, aldıkları ibretleri kendi toplumlarının hayatına uyarlayıp uygulamışlardır. Öylesine zorlu tabîî ve coğrafî şartlar muvacehesinde kalkıp geyikler ile ceylanları kendilerine örnek alacak değillerdi ya; yahut gül ile bülbül muhabetleri üstüne şiir düzecek hâlleri de yoktu! Bütün mesele yaşayakalmaktı. Buysa, gücün kudretin yüceltilmesini zorunlu kılmıştır. Gücün kudretin yüceltildiği ortamda vurgulanan ‘erkeklik’tir. Totemizmin aslında, eski Türk kültürünün unsurları arasında olmayıp, diğer kültür çevrelerinden alınmış olduğu sanılmaktadır. Onun için Türklük bakımından fazla önem taşımaz. Oğuz oymaklarının köklerine, ayrılışlarına ait efsane en göze çarpanıdır. Muhtemel totem adlarına misal: Bozkurt, Kök böri, Uku (baykuş), Turul (tuğrul), Yılan, Ayu, Esperik, Kartal, Omurtag, Turuntay Tugan (doğan), Akkuş (turul dahil son altısı yırtıcı kuştur), Çurtan (turna balığı), Bogday (buğday), Arpa vb. Oğuz Türkleri’nin destani hikayeleri olan ve özgün adı ”KİTÂB-I DEDE KORKUT AL LİSÂN-I TÂİFE-İ OĞUZAN” olan Dede Korkut Kitabı’nda (Türkler’in hemen hemen tüm destanlarında olduğu gibi) kurt yer almaktadır. Dede Korkut Kİtabı‘ndan kurt ile ilgili bölümlerin bazıları aşağıya alınmıştır: Dede Korkut’ta Bozkurt KURT KÖKENİNDEN OLMA: ”… Azvay (azman ?) kurt enüği erkeğinden köküm var ! Ağca yünlü tümen (on bin) koyunun gezdürmeye !…” BAYIRIN KURDUNA BENZEME: ”… Yengi (yeni) bayırın kurduna benzer idi yiğitlerim ! Yedi kişi ile kurulurdu, benim yayım !…” ISSIZ YERİN KURDU GİBİ ULUMA: ”… Babası ile Yigenek, … İki hasret birbirine buluştular ! Issız yerin kurdu gibi uluştular !…” KURT YÜZÜNÜN MÜBAREK OLMASI: ”… Kazan … Kurd yüzü mubarekdür ! Kurd ilen bir haberleşeyim dedi. Görelim Hânım, ne haberleşti: Karangu (karanlık) akşam olanda, günü doğan ! Kar ile yağmur yağanda, er gibi duran ! Kara koç atlar görende, kişneşdüren ! Kızıl deve gördüğünde, bozlaşduran ! Ağca koyun gördüğünde, kuyruk çarpıp kamçılayan ! Arkasını vurup, berk ağılın kapısını söken ! Karma ögeç (2 yaşında koyun) semizin alıp tutan ! Kanlı kuyruk üzüp, çap çap yutan ! Avazı, kaba köpeklere kavga salan ! Çakmaklıca çobanları, dünle (gece) koyturan (yürüten) ! Ordumun haberin bilir misin, degil (de) manga (bana) ! Kara başım kurban olsun, kurdum sana !” KURT İLE KOYUN: ”… Semiz koyun, aruk (zayıf) toklu bayırda kalsa, kurt gelip yemez idi ! Karaça Çoban’ın sapanının korkusundan !…” Türk Kültüründe Bozkurt / Yaşar Kalafat Kurdun Türk destanlarındaki yeri Bahaeddin Ögel’in çalışmalarında ayrıntılı yer almış iken; Bozkurt, Gök kuyruklu kurt, Gök Kurt, Gök yeleli kurt (Uygur Oğuz namesinde, Boz yeleli tecrübeli korkunç kurtlar), Böri-Tigin/Bor Çıgın (Cengiz hanın oğlu),Kurt/börü, (Belki de çok eski zamanlarda Türklerde bir Totemdi, Hunlar çağında bir töz’dü. Göktürk çağında daha ziyade bir semboldü.) Başkurt/Başkırt, (Oğuz Han’a düşman halklar arasında gelmektedir.) Al börü/Al pörü, Altay mitolojisinde, insanüstü cesarete sahip olan kutsal kahramanlarla, insanlara iyilik getirmeyen kötü ruhlara verilen bir ad veya sıfattır. Al-pörü ‘Korkunç kurt’, alyış ‘Korkunç ve sihirli orman’ gibi) Al Kurt (Kitanlardan Çin’e gelen tavus, tavus, kaplumbağa gibi kurt da ak idi) Kurt Ana (Kurt Ana ile ilgili efsaneler, Kurt Ata ile ilgili efsanelerden daha yeni idiler.), Kurt ata (Kurt Ataya sahip şamanlar pek makbul sayılmıyordu) , Kurttan hamile, (Alan Kava gece evinde yatarken odasına parlak bir ışık girer ve o bu ışıktan gebe kalır. Ay çadırdan girerken aslan veya kurt gibi bir şey de görür.) Kurt hizmetçi, (Göktürk Hakanlarının muhafız erlerine börü, kurt denirdi.) Tanrının habercisi, (Altay Türkleri ağaçkakan kuşuna Tanrı ile aralarındaki elçi olduğuna inanıyorlardı Şamanları bazıları kartal veya herkes kuşu olabiliyorlardı her bir hayvanın kılığına girdiği bir hayvanı vardı ve buna hubilgan deniyordu. Yakut Türkleri bazen kurt veya tilkiden medet umar bu iki hayvanın bol bol resimlerini yaparlardı. Kurt şekline girme ‘Methamorphose’ Altay ve Sibirya Türk destanlarında da sık sık rastlanıyordu. Bir destanda 13 kız 13 kurt oluveriyordu.) Kurt Totem “Sibirya’da ongon sayılan hayvanların derileri soyulup içleri dolduruluyordu Hâlbuki Hun çağına ait kurtların derileri soyulmuş fakat içleri doldurulmamıştır. Öyle anlaşılıyor ki, Kurt, M.Ö. II. Asırda bile iptidai totem mahiyetini tamamen kaybetmişti. Kurt Türk halkalarında kutsal bir tılsım veya arma haline gelmiştir. Nitekim Moğol halklarındaki Ongon sözü de Çağatay Türklerinde ‘Tamga’ veya ‘arma’ anlamında kullanılmaya başlamıştır. Oğuz boylarını temsil eden av kuşlarından mürekkep ongonlar Sibirya Şamanizmindeki iptidai manalarını çoktan kaybetmiş olmalıydılar) Kurt yiğit, Kurt alp/Kaskır Alp, ayrıca Kurt Dağı, Kurt Derisi, Kurt Dili, Dişi Kurt, Kurt gözlü (Kırgız edebiyatında Manas gök gözlü, kır bıyıklı olarak tasvir edilmiştir.) Erkek Kurt, Kurt kılından yüzük, Kurt Derisi (Ürgel yıldızının gökyüzünde açtığı deliği kapatmak için bir bahadır 30 çift kurt derisinden bir eldiven yaptırır.) Kurtlu arma, Kazıkurt/Kazıgurt, (Oğuz İlinin gün doğusundaki dağlardan biri) kurt-koyun, kurt-tilki gibi kurtla ilişkili isim ve isim tamlamaları vardır ki bir kısmı doğrudan inanç içeriklidirler. Bunlardan; Kurt dili,(Manas’ın okları kurt dilli kır oklardı) Kurt gözlü, Kurt kılından yüzük(Atilla’nın karısının yüzüğü kurt kılları ile kaplıdır.),Kurt Mağarası, Kurt Yiğit, Kurt Alp’in, tespiti bizim için yeni olmuştur. “Aşemirem bu derenin kurdu var, Her yiğidin gûna gûna derdi var, Balam küsmüş ne virane yurdu var, Benim derdim hiçbir derde benzemez.” Erzurum türküsünde geçen ‘derenin kurdu’ tanımlaması ile kastedilmiş olan bize göre derede yaşayan ve insanları parçalayabileceğinden çekinilen kurt değildi. Bu zahiri belirlemenin yanı sıra, dere sahipli idi ve o sahip bir kurttu. Zira Türk halk inançlarında sahiplenileni ve sahipleri arasında kurdun da bulunduğunu, “derenin kurdu” gibi “dağın kurdu”, “kalenin kurdu” “ormanın kurdu”, “kalenin kurdu” tanımlamaları ile özel bir kurttan bahsedildiğini diğer bulgular arasında da görüyoruz. Mesela, tamamen yanan bir ormandan veya köyden en son ayrılan “köyün kurdu” olur. Umulmadık bir hareketin beklenilmeyen bir kimse tarafından yapılması “hangi dağın kurdu öldü” deyimi anlatılırken bize göre burada geçen anılan kurttur. Altay dağlarında, Kurt Dağı adını taşıyan birçok tepenin bulunması, Kurt Dağı Eyaleti’nden bahsedilmiş olması üzerinde durulan anlamda bir mana ifade eder mi? Belirli uluslardan beherinin; bir kutsal dağı, bir kutsal bitkisi ve bir kutsal hayvanının olduğu inancı bu noktada bir anlam ifade edebilir. Kurt – Totem ve Kurt-Töz konusunda Celal Beydili de açıklama yapmaktadır. Arkaik dönemlere ait kendisine has bir tapınma şekli olan ve kabile ve klanlarda görülen totemizmine ait çok sayıda kuram vardır. Etnik coğrafi anlamda daha ziyade Avusturya, Afrika ve Amerika kabileleri arsında görülmüştür. Her klanın ayrı bir totemi vardı ve o klandan gelenler o totemi kutsal sayıp onun soyundan geldiklerine inanırlardı. Türklerdeki ‘Kurt ata’ inanı ise herhangi bir kılan veya kabilenin değil tüm Türk soyluların atası idi. Eski Türklerde kurt hiçbir zaman totem olmamıştı. Oğuz boylarının çadırlarındaki tözler totem değildiler ve Selçukluların çift başlı kartı ise totemizmle ilgisi olmayan uğur getireceğine inanılan bir takım semboller veya tılsımlardı. Totemist toplumlarda her klanın cet saydığı bir totem var iken Türklerde sadece bozkurt vardır. Tös-Töz, Sibirya Türk halk inançlarında ataların göstergesi olan bir varlık. Moğolların “ongon” Tuva ve Uryanhay Türklerinin “eren” Yakut Türklerinin “tangara” ve “emeget” dedikleri putlara Yenisey ve Altay Türkleri “tös” yahut “töz” diyorlardı. Altaylarda her oymağın bir “aru töz”ü vardı. Buryatlarda Tavşan’ın koşucu, Kuğu’nun şekline girinilen/hubilgan, Kartal’ın elçi ve kurt’un da habercileri olduğuna inanılır. Çorum’un Alevi inançlı Müslüman halkın dedelerinden Kurt Baba ile Seyit Sultan savaş zamanında Kandil Baba’ya haber taşıyarak muhabereyi sağlıyorlardı. Kurdun üst seviyedeki haberleşmede görev üstlendiği inancında bir devamlılık vardır. Kutsala habercilik yapma, haber yapanın kılığına girebilme ve kılığına girilebilenin resmini yapma konusunda yaşayan bir inanç ve uygulama da Kafkasya’daki Türk kültürlü halklarda yaşadığını görebiliyoruz. Karaçaylar tahta karyolalarına kurt resmi çiziyor mahkemede davalı olmaları halinde duruşmaya gitmeden evvel bu kurt resmine bakıyor veya ellerini sürüyorlardı. Ülger Yıldızı ile ilgili anlatıda olduğu gibi Kurt derisinin hikmetine Anadolu Türk kültür coğrafyasında da inanılır. Büyü yapıldığı için zifafta başarılı olamayan gençler, Hakkâri yöresinde kurt derisinde murat alırlar. Kurt kafasının esnetilmiş derisinden geçirilmiş hasta bebeklerin şifa bulacaklarına inanılır. Kurt derisinde olağan üstülük arama inancın da da bir sürekliliğin olduğu söylenebilecektir. Anadolu’da Kars ve çevresinde çocuk kırklanacağı zaman kırk suyuna fasulye tanesi gibi sayılabilir şeylerden 40 adet konur. Bunlardan en makbulü bir çift kurutulmuş kurban veya kurt gözüdür. Kurt gözü kurban gözü ile eş değerde algılanmış olup, Al Karısı ve benzeri gibi görünmeyen tehditlere karşı koruyucu olduğuna inanılmıştır. Kurt gözünün mistik gücü de mitolojik dönemden günümüze kadar gelebilmiştir. Kurt kılı, Atilla’nın eşinin yüzüğünde olduğu gibi, Anadolu bilhassa Doğu Anadolu halk inançlarında da itibarlı bir yere sahiptir. Erkek çocuk daha bebekken burnu delinerek deliğinden kurt kılı geçirilir ise, o çocuğun cesur olacağına inanılır. Bizim kurt adı ile ilgili çalışmalarımızda kurdun; Börü, Canavar, Asina, Gök börü gibi çeşitli kullanım şekilleri ve Kurtalan, Kara kurt, Kurt kale, Kurt Dere gibi yer adı, Börü can, Börü bek, Hacı kurt, Kurt veli, Kurt seyit, Kurtçepe gibi insan ismi, Kurt Oyunu, Kurt Ebe Oyunu gibi oyun isimlerinde yer aldığına, kurtpençesi gibi ilaç isimlerinde de kurt ismine rastlandığına dair tespitlerimiz olmuştu. Bu arada Eski Türk İnançları, Eski Türk İnanç Sistemi, Tengricilik, Gök Tanrı İnanç Sistemi, Şamanizm veya Kamizm nedir veya ne değildir türünden hususları bir yana, aralarındaki ortaklıklar ve farklılıklar da keza bir tarafa Türklerin eski dinleri ile ilgili çalışma yapacak olanlar, Bahaeddin Ögel’in çalışmalarında sorularına cevap bulabilirler. Ayrıca bu inanç isimlendirmelerinin hepsinde de bildirimize konu olan kurt içerikli inançlar da vardır. Atasözlerinden hareketle biz kurt içerikli 12 ayrı atasözünü Türkiye, Kuzey ve Güney Azerbaycan, Osmanlı, Uygur, Gagavuz, Çuvaş Kırgız, Kazak Tatar Başkurt gibi farklı Türk lehçelerinden hareketle 240–250 özlü sözü irdelemeye çalışacağız. Türk lehçelerine göre atasözü seçimini Ö. Çobanoğlu’nun bir eserinden yapıp bizim sözlü kültür verilerimizdeki bilgilerle karşılaştırdık. Kurda konuk giden köpeğini yanında götürür. (Türkiye Türkçesi) Kurdun konaklığına get, köpeği de ardından apar. (Kazak Türkçesi) Börünen dost olsan, itin yanında olsun. (Kırım Türkçesi) İt ilen yoldaş ol ama çomağı elinden yere koma. (Kaşkay Türkçesi) Kurda mihman bolsan, köpünin yanında bolsun. (Türkmen Türkçesi) İt bilen yoldaş bolsan kolindin tayak çüşmisun. (Uygur Türkçesi) Kurdun adı kötü, arada tilki var, baş keserler. (Türkiye Türkçesi) Şagal bar başını iyer, gurdun adı yamandır. (Türkmen Türkçesi) Çakal var ki, baş keser, kurdun adı bedmandır. (Kazak Türkçesi) Çakal var baş kopardı Türkün adı yamandı. (Kerkük Türkçesi) Tilki var baş koparır, kurdun adı pislige çihib. (Güney Azerbaycan Türkçesi) Kurdun ağzı yese de kan yemese de kandır. (Türkiye Türkçesi) Börinin avzı jese de kan, jemese de. (Kazak Türkçesi) Börinin yesa ham oğzi kan, yemese ham ağzi kan. (Özbek Türkçesi) Başkırdın avızı yesen de kan, yemesen de kan. (Nogay Türkçesi) Kurdun oğlu kuzu olmaz. (Türkiye Türkçesi) Börinin balası böri bolur. (Kıpçak Türkçesi) Kurt enügi yine kurt olur. (Oğuz Türkçesi) Kurt eniği köpek olmaz. (Bulgar Türkçesi) Böriden eçki pütpes. (Altay Türkçesi) Birönün bari kök. (Afgan Türkçesi) Kurt/İt ağzından kuzu/kemik alınır mı? (Türkiye Türkçesi) Kurt avın komaz. (Oğuz Türkçesi) Kaşkar savarençen surah kayalla tuhas suk. (Çuvaş Türkçesi) Canavar azından kuzu alınmaz. (Gagavuz Türkçesi) Suskici huçanan peerisçen me. (Hakas Türkçesi) Kurtağzından olmaz sumuk çıhardan. (Kaşkay Türkçesi) Kurt Zayıflığını ite bildirmez dişini gösterir. (Türkiye Türkçesi) Börü arıklığın bildirmes itke tişin ircaytır. (Altay Türkçesi) Börü kartlığın belletmez itke tişin akşaytır. Böri arığın bildirmez üçün itge tügün çüyre aylandıra erdi. (Karaçay Türkçesi) Prof. Dr. Yaşar Kalafat Göktürk – Bozkurt Destanı / Türk Destanları Gök Türk destanının da bugün birbirinden farklı üç şeklini birliyoruz. İlk ikisinde bize Çin tarihlerini bildiriyor. Üçüncü şekil ise Ergene Kon adını taşımaktadır ve Kun – Oğuz destanının son kısmı olarak 13′üncü asırda tesbit edilmiş bulunmaktadır. Bu üç şekil şunlardır: 1- Kunlarla aynı soydan olana Türkler Kun ülkesininin şimalindeki So ülkesinden çıkmışlardır. Başbuğları ‘Kapangu’nun on altı kardeşi vardı ki bunlardan birsinin anası bir kurttu. Kurttan doğmuş olan ‘I-uhe-ni-şuay-tu’ rüzgarlara ve yağmurlara hükmediyordu. Düşmanları kardeşlerini yok ettiler. Fakat o,harikuladelik sayesinde ölümden kurtuldu. İki zevcesi vardı. Biri yaz Tanrısının,biri Kış Tanrısının kızı idi. Bunlardan ikişer oğlu olmuştu. Millet bu çocukların en büyüğü olan ‘No-tu-lu-şe’yi hükümdar yaptı. O zaman ‘Türk’ adını aldı. Bunun on zevcesi vardı. Çocuklarından her biri analarının adını almıştı. ‘A-hien-şe’ bu çocuklardan biri olup anasının adı olan ‘Kurt=Asena’adını almıştı. 2- Türkler ilk önce batı denizinin (ihtimal ki Hazar denizinin) batı kıyılarında oturuyorlardı. Komşu bir millet bunların hepsini yok etti. Yalnız bir genç sağ kaldı. Onu öldürmeye kıyışamayarak ellerini ayaklarını kesip büyük bir bataklığa bıraktılar. Burada bir dişi kurt ona baktı. Yiyecek getirdi. Bu sırada dişi kurt ondan gebe kaldı. Komşu milletin hükümdarı bu son Göktürk Destanı kalan genci de öldürmek için bir asker yolladı. Asker gittiği zaman kurtu gencin yanında gördü. Kurt,bir Tanrı kendisine yardım ediyorum gibi,genci alarak denizin tarafına geçirip bir daha üstüne indi. Bu dağ Kau-çang ülkesinin şimal batısında idi. Dağın eteğinde bir mağara vardı. Kurt oraya girdi. Orada yeşilliklerle dolu ve iki yüzlü(1) genişliğinde bir yer buldu. Orada on oğlan doğurdu. Bunlardan biri aile adı olan A-se-na adını aldı. Öteki kardeşlerin en akıllısı olduğu için biraz biraz sonra hükümdar oldu. Milletini oradan çıkararak Cücenlerin(yani Arapların) tabiiyesine girdi. 3- Moğol eline ‘İl Han’ padişah olmuştu. Tatar ülkesinde de Tatar hanlarının dokuzuncusu olan Sevinç Han birçok hediyelerle Kırgız hanına adamlar gönderip türlü adaklar adayarak onu kendi tarafına çekti. O zaman oradaki uruklar arasınfa en kalabalığı Moğollar olduğundan her savaşta düşmanlarını yenerlerdi. Türk ellerinde Moğolun oku ötmeyen,kolu yetmeyen bir yer yoktu. Bundan dolayı bütün boylar Moğolu kötülerlerdi. Hepsi birlerşip Moğollardan öç almak için üzerlerine yürürdüler. Moğollar çadır ve sürülerini bir yere yığıp çevresine hendek kazdılar,beklediler. Sevinç Han geldi. Vuruş başladı. On gün savaş oldu. On günde de Moğollar üstün geldi. Bunun üzerine Sevinç Han bütün han ve beğleri toplayıp gizlice konuşup danıştı. ‘Biz bunlara hile yapmazsak işimiz bitiktir’ dedi. Ertesi gün tanla çadırlarını kaldırıp,kötü malların,bir takım ağırlıklarını bırakıp kaçtı. Moğollar bunları güçsüz kaldırlar da onun için kaçıyorlar sanarak arkalarına düştüler. Tatarlar dönüp çarpıştılar. Bu yol Moğollar yenildiler. Ordugâhları gelinceye kadar onları kestiler. Malları ile birlikte ordugâhı da zaptettiler. Moğolların çadırlarının hepsi orada olduğundan Moğollardan bir aile bile kurtulmadı. Büyüklerini kılıçtan geçirdiler. Küçüklerin her birini bir kişi tutsak olarak aldı. Sevinç Han, Moğolu yağma ettikten sonra ülkesine dönmüştü. İl Hanın oğulları bu savaşta ölmüşlerdi. Ancak en küçüğü olan Kayan=(Kıyan) kalmıştı. O yıl evlenmişti. Bunların ikisi aynı bölükten olan iki kişinin tutsağı olmuşlardı. Savaştan önce ordu kurdukları yere geldiler. Düşmandan kaçıp gelen deve,at,öküz ve koyunları buldular. Konuşup dediler ki:’ Burada kalsak ,bir gün olur,düşmanlarımız bizi bulur. Bir boy’a gitsek çevremiz hep düşman boylardır. En iyiysi dağlar arasındaki kimsenin daha yolu düşmemiş olan bir yere gidip oturalım’. Sürülerinin sürüp dağlara doğru yürüdüler. Yabani koyunların yürüdüğü bir yolu tutup tırmanarak yüksek bir dağın boğazına vardılar. Oradan tepeye çıkıp öte yanına indiler. Oraları iyice gizden geçirdiler. Gördüler ki geldikleri yoldan başka yol yoktur:o yolda öyle bir yol ki bir deve,bir keçi bin güçlükle yürüyebilir,ayağı biraz sürçse düşüp parçalanır. Vardıkları yer geniş bir ülke idi. İçinde akar sular,kaynaklar,türlü otlar,çayırlar,meyvalı ağaçlar,türlü türlü avlar vardı. Bunu göründe Tanrıya şükürler kıldılar. Kışın malların (at,koyun,deve,sığır) etini yer, derisini giyer; yazın sütünü içelerdi. Oraya Ergenekon adını verdiler. Burada Kayan ve Nüküz’ün oğulları çoğaldı. Dört yüz yıl sonra kendileri ve sürüleri o kadar çoğaldı ki artık oralara sığmadılar. Bunu üzerine konuştular. Dediler ki:’Atalarımızdan işitirdik ki Ergenekon dışında geniş ve güzeş bir ülke varmış. Atalarınız orada otururlarmış. Tatarlar baş olup başka boylar bizim uruğumuzu kırıp yurdumuzu almışlar. Artık Tanrıya şükür düşmandan korkup dağda kapanarak kalacak halde değiliz. Bir yol bularak bu dağdan göçüp çıkalım. Bize dost olanla görüşüdüşman olanla güreşiriz’. Herkes bu düşünceyi beğenip yollar aradılar. Bir türlü bir yol bulamadılar. Bir demiri:’Ben bir yer gördüm. Orada demir madeni var. Onu eriterek yol buluruz’dedi. Millete odun ve kömür vergisi saldılar. Herkes vergisini getirdi. Bir sıra odun,bir sıra kömür olmak üzere dağın böğüründeki çatlağa dizdiler. Dağın tepesine ve öteki yanlarına da odun,kömür yığdıktan sonra deriden yetmiş körük yapıp yetmiş yere kurdular. Ateşleyip hepsini birden körüklediler. Göktürk Destanı Tanrının gücü ile demir eriyip bir deve geçecek kadar bir yol açıldı. O ayı, o günü,o saati belleyip dışarı çıktılar. İşte o gün Moğollarca bayram sayıldı. Ergenekondan çıktıkları zaman Moğolların padişahı Kayan (Kıyan) neslinden Börte Çine idi. Bütün boylara elçiler göndererek Ergenekondan çıkıp geldiğini bildirdi. Boyların kimi sevindi,kimi yerindi. Hele Tatarlar bunların üzerine yürüdler. Saf bağlanıp savaşıldı. Moğollar yenip Tatarların büyüklerini kılıçtan geçirdiler. Küçükleri tutsak ettiler. Dört yüz yıl sonra böylece kanlarını aldılar. Mallarını zaptedip ana yurtlarında oturdular. O zamandan beri Ergenekondan çıktıkları kurtuluş gününü bayram yaptılar. O gün bir demiri ateşte kızdırdılar. Önce han bu demiri örsün üstüne koyarak çekiçle vurur. Sonra beğler de öyle yaparlar. Türk Destanları Gök Türk destanının üç rivayetinde göze çarpan müşterek motif ‘Kurt’ tur. Ergenekon rivayetinde kurt doğrudan gözükmüyorsa da hikimdarlarının adının Bört Çin’e yani Boz Kurt olması,kurt fikrinin islâmiyetten sonra bile unutulmadığını gösterir. Çünkü Ergenekon rivayeti islâmiyetteb yani 13′üncü asroda tesbit olunan Gök Türk destanıdır. ÇokBilgi.Com İkinci rivayette ise Ergenelon yani Kapalı Yurt açıkça gözükmektedir. Kurt,Gök Türklerde bir ongun sayılıyordu. Yani Gök Türkler kurt neslinden geldiklerine inanıyorlardı. Bu rivayetlerin tarihle olan ilgisini şöylece hulâsa edebiliriz: Kunlar Şimalî ve cenubî olarak ayrıldıktan sonra 93 yılında şimalî Kunlar,cenûp Kunların müttefikleri olan Çinlilerin başka boyların müşterek hücumu karşısında mahvoldular. Bir kısmı Cenup Kunlarına koşuldu. Bir bölümü batıya çekilerek sonradan Atilla’nın kumandasında Avrupayı zartetti. Bir bölümü de Altay dağların civarında saklandılar. İşte Gök Türkleri teşkil eden boylardan bazıları bu Altay dağlarında kalan Kunların neslindendir. Miladi 93′ten sonra Gök Türklerin kurtuluş tarihi olan 552′ye kadar 459 yıl geçmiştir. Ergenekonda geçtiği söylenen dört üz yıl bu 459 yılın destandaki aksinden başka şey değildir. Gök Türklerin bir kısmı doğrudan doğruya Sakaların neslinden geldiği için onlar Ergenekonda yaşamamışlardır. Nitekim Gök Türk destanının birinci rivayetinde kapalı Vatandan söz geçmiyor. Sonra demilerin erimesi,demir dağın yol vermesi ise Gök Türklerin,Aparlara silah yaptıkları zamanların bir hatırasıdır.
Posted on: Thu, 24 Oct 2013 16:02:23 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015