VAR ETMEK VE YOK ETMEK Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler - TopicsExpress



          

VAR ETMEK VE YOK ETMEK Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi 18 Haziran 2013 Salı Gezi parkının büyük bir müdahaleyle boşaltıldığı gün sonrasında Türkiye gündemi Erdoğan’ın şovuyla dolmuş durumdadır. Kürt Halkının direnişine karşı gösterilen üç maymunluk, iktidar yalakalığı tutumu devam ettiği gözleniyor. Öncelikle şunu söylemek gerekiyor ki ister yayınlansın, ister yayınlanmasın Gezi parkı direnişi oldu. Tüm Türkiye’nin hatta tüm dünyanın algılarını değiştirdi. Bundan dolayı şimdi ne durumda olursa olsun bu direnişin varlığı “düşünmezsen yoktur, yayınlamazsan yoktur” düşüncesini yerle bir etti. Hatta üzerine konulan yayın ambargosu ve buna karşı gerçekleştirilen “Sincan” ve İstanbul mitingleri Türkiye’deki basının gündemlerini değiştirmiş olsa da halkın gündemini değiştiremedi. Son süreç, Erdoğan hükümetinin ve Türk medyasının Kürt özgürlük mücadelesi konusunda şimdiye kadar sergilediği görmemezlik tutumu, yok sayma tutumunun sadece Kürtler için geçerli olmadığı, Türkiye halklarının talepleri karşısında da aynı tavrı sergilediğini göstermiştir. Geçtiğimiz günlerde Erdoğan’ın Gezi heyetiyle yaptığı görüşmede dile getirdiği “beni yok etmek istiyorlar” ifadesi üzerinde durulması gereken temel noktalardan biridir. Kürt özgürlük hareketi olarak biz bir birimizi eleştirirken yada farklı güçlerle mücadele ederken şahsi bir düşmanlık gütmeyiz. Hiçbir zaman sorunları kişiselleştirmemeyi esas alırız. PKK’nin 3. Kongresinde geçmiş pratik değerlendirilip, özeleştiri platformları yapılınca Önder Apo “Burada yargılanan an değil tarihtir, kişi değil toplumdur” belirlemesini yaparak mücadelemizin evrensel bir özgürlük hareketi olduğunu ortaya koydu. Sorunlara bakış açımız, çözüm yöntemimiz her zaman farklı oldu. Erdoğan’ın günlerdir bas bas bağırıp dile getirdiği hususlara ilişkin de aynı yöntemi kullanıyoruz. Türkiye demokrasi hareketinin, Gezi parkı direnişinin de özünde böyle bir yöntemi esas aldığını söyleyebiliriz. Bu konuda Erdoğan ve tüm yandaş medya takımı direnişin asıl amacını, yöntemini çarpıtmak için çok büyük bir uğraş içindeler. “Birkaç hipi”, “Camide bira içiyorlar”, “Faiz lobilerinin işidir” gibi ifadeler kullanıyorlar. Bunların hepsinin egemenlerin binlerce yıllık oyunları olduğunu bilmeyen yok. Ama herkese anlatmak konusunda Türkiye demokrasi hareketinin taksim direnişi gerçeğini, ruhunu tüm Türkiye’ye yaymak gibi bir sorumluluğu var. Bu, çatışmalarda, direnişte yaşamlarını yitirenlerin anısına sahip çıkmanın bir gereğidir. Bu direnişlerde yaşamını yitirenler kimdir? Ne için yaşamlarını yitirdiler? Bu iyi kavratılmalı ve Erdoğan hükümetinin bundan sonraki her türlü uygulamalarına da çok daha örgütlü cevaplar verebilmek için hazırlanılmalıdır. Erdoğan kimlerin tahrik ettiğini biliyoruz diyor. Bu, 1994’te cebimde PKK’ye yardım edenlerin listesi var diyen Tansu Çiller’i andırıyor. 1994 sürecine benzer uygulamaların olmaması için örgütlü olmak, buna karşı duyarlı olmak gerekiyor. Yukarıda örneklendirdiğimiz ve daha sayılabilecek pek çok konuda Erdoğan hükümetinin tutumu faşizmdir. Protestolarla, eylemlerle, örgütlenmeyle yok edilmesi gereken bu tutumdur. Yoksa Erdoğan’ın kendisi değil. Özal, zamanında Kürt hareketine ve Türkiye demokrasi güçlerine karşı büyük bir savaş vermiş ancak sonunda bu işin böyle olmayacağını anlamıştır. Kürt Halk Önderi Türkiye devletinin geçmişteki karakterine rağmen onu değiştirip bu karakteri yok etmek için mücadele etmiş, bundan rahatsız olan güçler Özal’ı katletmişlerdir. Katletmek, yok etmek, fiziki imha egemenlerin yöntemidir. Demokrasi güçlerinin, Özgürlük hareketinin hedefi devletçi siyaset mantığıdır. Yok edilmesi gereken bu anlayıştır. Türkiye’nin ihtiyacı olan Demokratik siyasetin yaratılmasıdır. Bu konuda başı sıkışan Erdoğan’ın ilk söylediği şeylerden biri referandum yapılsın, çoğunluk ne dediyse o olsundur. Sandığa gitmeyi demokrasi saymak demokrasiyi çarpıtmaktan başka bir şey değildir. Asıl siyasetin alanlarda, meydanlarda eylemle, örgütlenmeyle olduğu bilinmelidir. Erdoğan’ın temsil ettiği, dile getirdiği anlayış demokratik siyaset değil, devletçi yönetimdir. Özünde yaptığının siyasetle alakası yoktur. Yaptığı iktidarını sağlamlaştırmak için idare etmektir. Erdoğan hükümetinin geçen seçimler öncesinde olduğu gibi bu seçimler öncesinde de başlattığı zıtlaşma kampanyası dikkat çekicidir. Bu konuda Gezi parkı direnişini kullanıyor olması, bu yolla kendine Menderes ve Özal gibi bir tarihsel arka plan yaratarak puan kazanmaya çalıştığı görülmelidir. Geçen seçimler öncesinde düşman orduydu, Ergenekon’du. Kapatma davaları, darbe girişimleri, e-muhtıralar. Sonuç kitlelerin bilinçaltında yaratılan düşman algısı. Sahiplenilen Erdoğan. Düşman belirleme, bunun üzerinden etrafındaki kitleyi harekete geçirme bir faşizm taktiğidir. Bu taktik egemenlerin temel taktiklerindendir. Yapılacak siyasette Erdoğan’ın bu tarzı görülmeli, bu teşhir edilmelidir. İktidara gelmesi de dâhil her kritik süreçte bu politikanın usta uygulayıcısı olduğunun farkında olmak önemlidir. Duyarlı olunması gereken diğer bir nokta ise güya uzlaşıldığı hatta bir kazanım olarak görülen Erdoğan’ın mahkeme kararını bekleyeceğiz vaadidir. Mahkemelerin ne kadar bağımsız olup, olmadığını herkes biliyor. Bu konuda devletin, hukukun karakterini hatırlamak önemlidir. Hukuk kavramını Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan şöyle dile getiriyor; “Hak ve adaletle tüm bağlantılarına rağmen, hukukun esas işlevi devlet iktidarını daha da pekiştirip toplumsal alanı gittikçe daraltmaktır. Hukukun propagandası çok yapılır, ama esas işlevi bu nedenle çokça açıklığa kavuşturulmaz. Toplumun sürekliliğini, beslenmesini ve korunmasını sağlayan kurallı yaşamı yerine ikame edilen hukukla bu imkân elinden alınmakta, toplum özyönetimden ve politikadan yoksun kılınarak, iktidarın ve devletin üstten tek taraflı hazırlanmış hukuku ve idaresiyle kuşatılmakta, sınıfsal baskı ve sömürüye tabi kılınmaktadır. Bu nedenle hukuk kavramı da en az iktidar ve politika kavramı kadar muğlâk, çarpıtılmaya oldukça müsait, kafa karışıklığının en çok işlendiği bir alan konumundadır.” Bu gerçeği bilerek Erdoğan’ın açıklamalarına karşı tavır almak gerekiyor. Hem gezi parkı hem de tüm demokratik talepler için örgütlenmek, direnmek, direnişi her yere yaymak gerekir. Direnişin on altıncı gününde, 15-16 Haziran olaylarının yıldönümünde, Erdoğan’ın milli iradeye saygı diye tanımladığı, mitinglerdeki faşistçe söylemlere karşı örgütlenmek gerekir. Erdoğan 15-16 Haziran günlerinin tarihsel önemini bilerek bir karşı hamle yapıyorsa, buna karşı örgütlü durmak bu geleneğin asıl sahiplerinin görevidir. Bu görevler Ankara Konferansında ana hatlarıyla belirlenmişti. Amed konferansı da belirledi. Bundan sonra yapılması gereken belirlenen bu çizginin, alınan kararların uygulanmasıdır. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın başlattığı yeni süreçte 2. Aşamanın ilerleyebilmesi için büyük bir örgütsel, eylemsel, fikirsel çıkışlar gereklidir. Bu da Erdoğan’ın yukarıda da belirttiğimiz politikalarını görmekle başlar. Tüm söylemlerine rağmen başlatılan hamlenin ikinci adımının gereklerine zorlamak, yeni anayasanın yapımına zorlamalıdır. Bunun için kitlesel eylem ve kampanyalar acil gereklidir. Köye dönüş konusunu hamlenin başlangıcındaki süreçte Kürt halk Önderi dile getirmişti. Bu konuda çok acil örgütlenmeler gerekir. Savunmalarında dile getirdiği demokratik modernite inşasının politik, ahlaki ve entelektüel görevleri hepimizin önündedir. Çok nettir. Görev aşkla işe koyulmaktır. Gezi parkında kurulan komünleri daha da işlevselleştirip, kapsamlı hale getirerek halkların örgütlenmesinde, yaşamının özgür bir şekilde kurulmasında Türkiye ve Kürdistan’da devletsiz yaşamı kurmadaki görevler önümüzdedir. Tarihsel örnekleri olduğu kadar, dünyanın dört bir yanında demokratik, devlet dışı yaşamın örgütlenmesinde gezi parkı önemli bir nirengi noktası olarak alınabilir. İran, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kesin sonuçları halen açıklanmış olmasa bile, Ruhani ile birlikte eski çizgisinde devam edeceği ve Ortadoğu’daki alternatif modernite olma politikalarını sürdüreceğe benziyor. Hem Kürtler hem de Ortadoğu halkları için var olmak ve yok olmak ikilemindeki önemli bir mücadele alanı olan Suriye’deki çatışmalar hız kaybetmeden sürüyor. Özelde Halep ve Afrin’de Kürtlere dönük saldırıların yoğunlaştığı bu günlerde Kürt halkının direnişi, demokratik ve özgür bir yaşamdaki ısrarları tüm Kürdistan ve dünya halklarına ilham kaynağı olma gerçeğini koruyor. Yürütülen bu tarihi direnişte KDP çizgisinin tarihi ihanet gerçeğini sürdürmesi görülüp, teşhir edilmesi gereken temel noktadır. Sınır kapılarının halen kapalı tutulması, Afrin ve Halep’te Kürtlere saldıran çetelere el altından destek vermesi Rojava devriminde pay almak, rant elde etmek isteyen güçlerin maşalığı gerçeğinin bir sonucudur. Bir taraftan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü kampanyasına destek açıklaması yapıp diğer yandan Rojava devrimine karşı geliştirdiği politikalar çelişkilidir. KDP, çizgisini netleştirmelidir. Örgütlü Kürt halk çizgisi mi, uluslar arası güçlerin Ortadoğu’daki menfaatlerinin çizgisi mi? Hangi taraftandır? Şu iyi bilinmelidir; Ortadoğu ve dünyadaki içinden geçilen tarihi önemdeki süreçte Yok olmak iradesiz, örgütsüz olmakken, var olmak, özgür olmak, örgütlü olmaktır.
Posted on: Tue, 18 Jun 2013 08:07:59 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015