Vahdet Yılmaz Ağabeyin Bekir Abi ile ilgili - TopicsExpress



          

Vahdet Yılmaz Ağabeyin Bekir Abi ile ilgili hatıraları 1967’de yüksek teknikerliği okumak için Ankara’ya gittim. Cumhuriyet bayramında İstanbul’a geçtim. İttihad gazetesini ziyarete gittim. Efsane gazeteci Mustafa Polat o zaman gazetenin başında. Erzurumlu Hacı Musa Gülistan İstanbul’a mal almak için gelmiş onunla karşılaştık. Beni bir kenara çekti dedi ki, ”Bekir Abi yarın Konya’ya gidecekmiş yanında bir arkadaş lazım şu anda kimse yok sen o işi yapar mısın?” O güne kadar da Bekir Abi ile ikili bir araya geldiğimiz yok. Görüşmüşüz ama mesafeli. Ben de “hayhay olur” dedim. Ertesi gün İstanbul’dan yan yana 11-12 numaralı koltuklarda -onun tercih ettiği numaralardı- yola çıktık. Eskişehir’de otogarda öğlen namazını kıldık. Akşehir civarında ikindi namazının vakti oldu. “Şöföre namazı hatırlat” dedi. Birkaç kere söyledim, kabul etmedi. Ben ona cevap verdim, sonra bir baktık arabayı yana çekti ve durdu. Biz seccadeleri sardık namaza başladık sonra baktık ki arka teker patlamış, akşama Konya’ya gittik. Konya’da bir abinin evinde misafir ettiler. Yemek, ilgi yerinde. Ankara’dan bir grup üniversite talebesi tatili fırsat bularak gelmişler. Sofrada Bekir Abi ile gülerek konuşuyorlar. Bense müeddep bir halde duruyor pilavı bile edeple yiyorum. O kadar ki pilavın üzerinde tavuklar geri gitti. O gece Berat kandili idi. Konya’da bizi Said Gecegezen abi evinde misafir etti. Herkes yarın mahkeme olacağı için Kur’an ve Cevşen okudu. Ertesi gün mahkemeye gittik. Duruşma dava dosyasını tekmili için talik edildi . Konya Hizmetlerinde hizmeti sebkat eden Mustafa Demirci ağabeyimiz steyşin bir Opel araba almış. Bekir Abi’ye “ben seni Ankaraya götüreceğim” demiş. Ben önde Bekir abi arkada. Ağabeyimizde daha yeni şoför. Yolda arabanın kullanışına bakıyorum, derken Gölbaşı’na geldik. Bekir Ağabey size Gölbaşında çay içireceğim diye yol boyu devam ettik. Nihayet Gölbaşına geldiğimizde çayevi yolun solunda olduğu için ha burası ha şurası derken şöför farkında olmadan yolun sol şeridine geçmişiz. Birden karşı taraftan chevrole bir taksi son süratle üzerimize doğru gelirken aniden bizim sağımızdan kurşun gibi geçti. Bizde renk beniz kalmadı. Hemen camiinin sokağına girdik. Akşam namazı için abdest alıp camiye giderken Bekir Abi bana “arabayı sen kullan” dedi. Bu arada araba sahibi de arabayı sürebilir misin deyince namazdan sonra direksiyona geçtik. Ben de o güne kadar taksi kullanmamışım. Ankara’ya doğru gidiyoruz arkamdan yola yansıyan ışıklar uzaktan göründüğü için beni sürekli ikaz ediyor. Ankara’da İsrail evlerinde subayların bir dershanesi var. Oraya gittik, toplanmışlar zevat, sohbet ediyorlar. Feyzi Allahverdi bana “Dershanelerin işleri varken hazır araba ile o işleri görsek” dedi. Biz çıktık, o işleri görürken arabanın sahibi arabanın olmadığını farkedip araştırırken geldik ki adamın hey heyleri üstünde. Feyzi’ye dedim “sen muhatap ol.” O da “Abi Allah razı olsun dershanelerin işleri çoktu, onları yaptık” dedi. Ertesi gün Bekir Abi Ankara’dan uçakla gitti. Ankaraya gittiğimde beni Bayram Abi, Feyzi Allahverdi‘nin askerliğini Erzurum’da yaptığı için iyi tanıyorum beni yanına yerleştirdi. Ben her şeyin en iyisinden alıyorum. Daha önce de Mehmet Gündoğduyu Tıp tahsili yapmak için Erzurumdan oraya götürüp bırakmıştı. Babam iki ay sonra geldi Ankara’ya. “Gel işlere sahip çık” dedi. Bir sene okuyup yüksek tekniker olacaktım. Ben de dershanede kalmak için okumak istemiştim. O zamanlar yeni yeni davalar açılıyor. Göle, Ardahan, Iğdır, Hınıs, bizim Erzurum’daki mahkememiz, 69’lar davası hatırladıklarım. Göle, Halil Bedir’in davası, Ardahan’da Mürsel Yağmur diye bir radyocu onun mahkemesi. O zaman şehir gibi bir ilçe idi Ardahan. Hınıs’ta Abdülbaki kardeşin davası, Iğdır’da Abdülhamit Hoca, Trabzon’da Müslim Selçuk‘un davası. Iğdır’da Veli Turan’ın koca bir konağı var zengin adam beyzade. Bahçesine arabayı çektik ertesi gün Şiaların ileri gelenleri bir heyet halinde Bekir Abi’yi gelip ziyaret ettiler. Bekir Abi onlara ders okuyup Üstad’ın şahsiyyeti maneviyesi hakkında sohbet edip davamızı takdim etti. Şöhreti her sınıftan, her düşünceye müsbet anlamda tesir etmiş. Van’a birkaç defa gittik, birinde gidip oradan alıp Erzurum’a getirdim, bir de buradan oraya götürdüm. İlk defa Kuralkan’ların evinde havyar yedik, o zamanlar Van’daydılar sonra İstanbul’a geldiler. Van’a gittiğimizde bütün Van ayaklanıyordu, büyük ilgi duyuyordular ona, onun varlığı mahkemenin ötesinde bir davanın bayrağıydı. Dalgalandığı yerde insanlar etrafında yer alıyordu. Bediüzzaman adeta onun şahsında yaşıyordu. Iğdır’dan dönerken Erzurum’a geldik ki Göle’de tevkif olmuş. Kış vakti buzlu yollardan gece yarısı gittik Göle’ye. Ertesi sabah mesai saatinde mahkemeye gidince avukatlar ve hakimler şaşırdılar bir gün içinde bu avukat İstanbul’dan buraya nasıl geldi diye. İnayet-i Rabbani, her şey bir semavi koruma ve tesbitin altında. Yolda arabada beş-altı kişi var, mehter marşları söyleyerek gidiyoruz. Horasan, Kağızman, Tuzluca, Iğdır, Rusya sınırı boyunca kemal-i şevkle gidiyoruz. Dönüşte yine aynı minval üzerinde, şevk ve heyecanla Erivan’ın ışıkları altında yola devam ediyoruz. Mehter marşlarını çok sever, “artar cihatla şavkımız Fahri Rusül sultanımız.” Onu çok severdi ve lahuti bir sesle söylerdi. Bir sevdiği marş da “Yürekler kabarık gözlerde damla mehteri saygıyla dur da selamla “ yani Fetih Marşı. Ruhsal hali kahraman bir karakterdi, tip değildi, her şeyi olağan üstü ve fıtri, sıradanlık yoktu. Bitmeyen bir şevk, gayret, enerjisi vardı. Dava adamı kelimesinin donduğu bu günlerde o tam bir dava adamıydı. Hulusi Abi, Sungur Abi, Bayram Abi gibi seçilmiş bir insandı. Özel bir dava için özel bir terbiye görmüş ve özel bir gayretle koşan harika ötesi bir insandı. Bir büyük şair der ki, “Ve iza kanetin rüfuzsu kibaran/Taibet fi muradihel acsamü temin. Büyük insanları tatmin hususunda bedenler takat yetiremez, yorulurlar.” Erzurum’dan hava alanından onu yolcu ediyoruz, Muzaffer Arslan o zaman misafir. Vahdettin abi, Çayelili Süleyman Azmanoğlu, Ahmet Apay hepsi harika insanlar onu uğurlamadalar. Gümüşhane öğretmen okulunda talebe olan Horasanlı Muhammet Emin Yıldırım aramada kitap yakalatmış mahkemeye verilmiş, Bekir abi Erzurum’a geldi, Gümüşhane’ye mahkemesine gittik. Dönüşte Bayburt’a gittik. Mustafa Arı arabasını kendi kullanıyor. Bekir abi bana “sen arabayı kullan” diyor. Erzurum’un ilk arabası onundu, bu yüzden arabasına titriyordu. Bayburt’ta Himmet Uç okuma programına gelmiş onunla birlikte Çoruh nehrinin kenarında bir lokantada Bayburt cemaatiyle birlikte yirmi-otuz kişi Bayburt döneri yedik. Zeki Hoca orada o zaman imamdı sonradan Bursa müftüsü oldu. Müdafaalarını emsal kararlarla sunuyor ve davalar çok zaman böyle düşüyordu. Bir portföy oluşturmuştu, o yüzden birçok dava savunmadan düşüyordu. Heyeti hakime onu hayranlıkla dinliyordu. Klasik avukat kavramının dışında karizmatik bir avukattı ve işine göre hakim bir dille ve bedenle konuşan bir insandı. O zamanda böyle bir meşhur avukatın bir Anadolu şehrinde savunmada bulunması mahkeme heyetinin ve ora halkının dikkatlerini üzerine çekiyordu. Trabzon’da Müslüm Selçuk’un mahkemesi vardı. Ahmet Apay o zaman öğrenciydi. Rahmetli Müslüm Selçuk Abi ne özel adamdı. Uzun boylu, kara kaşlı, levent endamlı, kibar, zarif konuşan bir zattı. Matbaasında Risale basmıştı bu yüzden mahkemesi vardı. Emirdağ Lahikasını basmıştı. Murat 124 bir araba ile Trabzon’a gittik, Bekir abi oradan uçakla İstanbul’a gitti. Karsta Halay Beyin mahkemesi oldu. Kars kalesine çıktık fotoğraf çektirdik. Kalenin dibinde çorba içtik. Benim ekibim Hacı Nedim, Hacı Hasan, Hacı Yılmaz Yaşlak, gençlerden Taner Koçak, Selami Didin birlikte gidiyorduk. Karayazı’da Esat Hoca’nın davası vardı ona gitmiştik. Bekir Abi Karayazı’ya geldi, bahar mevsimi idi, çayırlarda fotoğraf çektirdik. “Arada Bekir Ağabey bana neden ehliyet almıyorsun” diye tarizde bulunurdu. Onların ehliyetleri vardı ama şoförlük formatları yoktu. 67’den 74’e kadar ehliyetsiz olarak Trabzondan Adanaya bir çizgi çekildiğini farzedersek bütün Doğuyu böylece defalarca dolaştık. Sonra 1973 yılında hizmet için Türkiye’de bir ilk olarak beyaz bir Reno Steyşin araba aldık. Hocamı İstanbul’a yol boyu hizmet mahallerini ziyaret etmek için mecburen ehliyet aldım. Erzurum’da bizim 69’ların mahkemesinden çıktık. Mart ayı, kar yağıyor, tipi. Yılmaz Yaşlak ile birlikte Muş’a gideceğiz. Arabayı Yılmaz Yaşlak kullanıyor. Köprüköy’den Muş yoluna döndük, Aras nehrinin kenarından yol devam ediyor, kar yağışı var, keskin bir viraja geldik araba kaydı. Tam Aras’ın kenarında bir kayanın üstünde durdu, indik aşağı nefeslenmeye, hemen Bekir Abi’den yumruğu yedik. Arabayı Yılmaz sürüyordu, “niye sen sürmüyorsun” diyordu. O daima beni tercih ederdi. Muş’a gittik, sabahleyin mahkeme dosyasının münderecatına baktı. Elazığ’a telefon etti, Hulusi Abi ile görüştü, ziyaret etmek istediğini söyledi. Oradan Malatya’ya kadar gittik. Adana’dan gelenler Bekir orada abiyi aldılar. Biz Malatyadan Erzurum’a doğru geliyoruz. Sabah namazı vakti Pülümür’e geldik, mescid yok, yoldan dışarı çıkamıyoruz, yollar dizboyu kar ile kaplanmış, namazı orada bir lokantanın mutfağında bir masanın üstüne seccadeleri sererek kıldık. Her an masa ile birlikte secdeye gideceksiniz diye ihtar alıyoruz. Oradan çıktık, arabanın benzini bitmiş, o zaman da benzin kıtlığı var. Pülümür’e indik oradaki petrollerden şehirde benzin bulamadık. Tercan’a kadar geldik, hayret ettik lamba yanıyor ama bizi oraya kadar getirdi, taaccüb ettik. Erzurum’a geldik. Bir başka vakit Erzurum’dan Elazığ üzeri Diyarbakır’a gidiyoruz.Mevsim Yaz, sıcak, gece saat birde Hazar kıyısından giderken yol yılan kavi. Arkadaşlarım Mehmet Ali Bağlıtaş, Hacı Mehmet Komşuoğlu ve Bekir ağabey uyuyorlar. Ben yola devam ediyorum. Pencereyi açıyorum sıcak, kapatıyorum sıcak derken uyku sıkıştırmaya başladı. Kendimi sıkıyorum bir türlü uykuyu yenemiyorum, aniden arabanın önüne top oynayan çocuklar çıktı arabayı sola kırdım çocuklara çarpmayım diye. Birde baktım ki sola kırmasam doğru göle gidiyormuşuz. Dehşete kapılıyorum, inip biraz kültür fizik yapıyorum uykum kaösın diye benim durup kalktığımdan arkadaşlarımın haberi yok, ama nafile yine uyku sıkıştırıyor yine çocukların topu arabanın önüne kaçtı direksiyonu kırdım. Üç kere böyle oldu göle uçmaktan inayetle kurtulduk ve o şekilde Diyarbakır’a geldik. Gece saat iki, Ali Köprücü abi Köprücü otelinde yer ayırtmış. Ali Köprücü abi bölgenin en has nurcularından, bizim oda ayrı, o sıcakta yine de uyuyamadım, yatağın çarşafını topladım, su ile ıslattım çarşafa sarılıp uzandım. Güneşin doğmasına 15-20 dakika kalmış çarşaf kup kuru. Oradan Viranşehir’e geldik. Bekir abi mahkemeye bir dilekçe yazıp verdi. Oradan Urfa’ya, Antep’e, Adana’ya kadar gittik. Cebrail Amca Adana’nın Nurcularından, bir ahşap evi var, evde misafir kaldık, her tarafından rüzgar üfürüyor, üşüyoruz Adana gibi bir yerde. Sıradanlığa karşıydı. Geniş meşrep değildi yolculuklarında hassas davranırdı, yanlışlara ve ihmallere tepki gösterirdi, biraz sonra bir şey yokmuş gibi davranırdı. Heyecanlı bir insandı. Kars’tan dönüyoruz, konuşuyoruz, “Senin yayınevine hesabın varmış, beytül maldır niye geciktiriyorsun” dedi. “Benim hesabım yok” dedim. “Besmelenin harfleri kadar borcun varmış, on dokuz bin lira” dedi. Erzurum’a gelince ödemele makbuzlarımın fotokopisini alıp kendine verdim. İstanbul’a varınca o zamanki neşriyat müdürünün odasında Bekir ağabey üç Mehmet Abileri topluyor. Onların önünde hesabı yokmuş hesabını göndermiş diye makbuzları ibraz ediyor. Neticede yanlışlık anlaşılıyor ki Müdür Hilal Apatmanında daire almak için bizim hesabı peşinat yapmış. Dolayısıyla biz borçlu görünüyoruz ve bu müdürün işine son verilmesine sebeb oluyor. Mahkemelerde ithamlarda bulunan savcılara veryansın eder hakimlere çok kibar hitap ederdi. Mesela Ardahan’da duruşma son safhasına gelmiş savcının mütalaa vermesi lazım,fakat vermiyor, mahkeme başkanı hiddetlendi, “Bekir Bey öğlenden sonra gelebilir misin saat onbeşe erteliyorum”, savcıya da “mütalaanı saat on beşe hazırla” diye emretti. Kars’ta duruşma var . Oraya gidip mahkeme var mahkemeye girip tekrar Ardahan’a döneceğiz. Dönüşte Yetmiş beş kilometre stablize yol önümüzde boş bir kamyon yol vermiyor. Yol dar, geçmek mümkün değil toza boğulduk. Sağa dönen bir viraja geldik, düz yoldan virajını ta en soldan almaya başlayınca ben onun sağından daldım tozun dumanın içinden, öne çıktım, şevke geldi birden hemen bana yumruğu indirdi hareketimi alkışlayarak, “Artar cihatla şavkımız, Fahir Rusul sultanımız” marşını söylemeye başladı. Ardahan’a varınca mahkemeye girdik neticede hakim berat verdi. Böylece Ardahan’daki işi de hallettik. Planlı, programlı ve çalışkan, hizmet için çok ciddi takipçiydi. Yolculuklar sırasındada çalışır, dosyaları hazırlardı. Dava bitince acelemiz yok derdi, zorluklarla gidiyorduk, yollar bozuk milli şefin döneminde rampalar eşeklerin rehberliğinde oluşmuş yılankavi stablize yollarda mahkemelere yetişiyorduk. Her anı engellerle dolu ama elde edilen zaferlerin ruhlarımıza verdiği inşirah ile yaşıyorduk. Mahkeme dönüşlerinde hele bir de berat alınmışsa içindeki canımız dışındaki malımız diye itidal tavsiye ederdi. Şehirlerin giriş çıkışlarının dışında asfalt yol yoktu. Bekir Ağabey bütünüyle orijinal bir insandı. Tesiri de bu orjinalliğinden ileri geliyordu. Mahkemelere gelişi, halk tarafından adeta efsane bir bakış ile karşılanması, mahkeme safahatları etkileyici, parmak ısırtıcı savunmaları, dinin ve davanın izzetini izzetli tavırlarla savunması Nur talebelerinin samimiyetini kamçılıyordu. Haklarının savunulduğunu ve göreceli adaletin elinde kurtulduklarını gören insanların dava ile bağları büyüyor, dava ile rabıtaları artıyor dava gelişiyor, güçleniyordu. Onun bu koşuşturması adeta Anadolu’nun Alparslan’dan sonra karış karış fethi gibi bir nitelik gösteriyordu. Karıştırıcılar ve komiteler davaların düştüğünü görünce aynı aykırı yollara tevessül edemiyordu. Hakkın bayrağı onun savunmaları ile gerekli yerini almış ve dava bugün evrensel boyutta yer edinmiştir. Bediüzzaman’ın yaktığı nebevi ve lahuti ışık onun sayesinde Anadolu’nun ve dünyanın semasında bir güneş gibi lemaen ederek hakettiği ulvi makamı almıştır. Nihayet 12 Mart 1971 Muhtırası ile yeniden çileli dönemler başlıyor. Takke, tesbih, seccade baskınlarda suç unsuru ve ayin delilleri arasında sayılıyordu. Bekir Ağabeyler Balıkesir’de böyle bir bahane ile tevkif edilip İzmir Sıkıyönetim Mahkemesine veriliyor. Fethullah Gülen Hocaefendi ve arkadaşları da aynı mahkemede davaları rüyet ediliyor, aynı hapishaneyi paylaşıyorlar. 1974’te beraat ve tahliyeden sonra barolar birliği Bekir Ağabeyin barodan kaydının silinmesi için koğuşturma başlatıyor. Binnetice Bekir Ağabey yurt dışına çıkma zaruriyeti ile karşı karşıya kalıyor. Bilahare Cidde Radyosunda programcı olarak çalışmaya başlıyor. Büyük bir saygı ve itibar görüyor. 1982’de Hacca gittik Kırkıncı hocamla. Kırkıncı Hoca’nın 12 Eylül cuntasını desteklediği yolunda ithamları Bekir Bey’e iletmişler, Medine’de Kenan Demirtaş’ın evinde bir araya geldik, hocam dinledi ve şöyle konuştu: “Bekir bey bana bak, burada oturup bize ahkam kesme,Türkiye’nin şartlarını biz daha iyi biliyoruz. 12 Eylülcüleri ben davet etmedim, bizim ihtiyarımızın haricinde geldiler. Şapkasını alıp giden, gitti biz ne yapacaktık. Biz davamızı korusak mı onlarla kavga mı yapsak? Sırtımızdaki dava küfesini yerlere mi çalsa idik? Onlarla kavga edenler ne sonuç aldılar? Hiç. Onlar ile müsbet hareket edip onlarla dalaşmamak mı bizim mesleğimize uygun olacak, yoksa dövüşmek mi?” Bekir Bey sustu hakikatı teslim etti, Kırkıncı Hoca yeniden bir şey olmamış gibi bahsi çevirdi. 1992’de Bekir Ağabey vefat ettiğinde yine biz Hacda idik gıyabi cenaze namazını kıldık. Üstadın varislerine karşı çok saygılı idi. Sungur abi ve Bayram abi huzurunda talebenin öğretmenin huzurunda durduğu gibi dururdu. Zübeyir Abi için gözlerini celalle bir noktaya diker ve eliyle karşıyı göstererek “Zübeyr Abi bir kumandandır” derdi. İttihat gazetesinde Mustafa Polat, Bekir Ağabeye “Papa Türkiye’ye geliyor aleyhine manşet atalım” deyince Bekir Abi “Zübeyir abiye danışalım” diyor. Zübeyir Abi “ben o tarafa geliyorum konuşuruz” der. Zübeyir abi gelince “olur mu kardeşim hoş amedi edeceğiz biz onu hoş amedi etmezsek Rum Ortodoks patriğine gider aleyhimize kararlar alırlar, ona karşı çıkmayalım, onlar milyonlarla ehli kitabın reisi ona tavır almak iyi olmaz” diyor. Bekir Ağabey Türkiye’deki mahkemelerde dolaştığı bir savunma ağı oluşturmuş, bunun beşeri bir el ile olmadığı doğru, ama kaderin bilmediğimiz cilveleri. Eserlerin Anadolu coğrafyasında doğmasını hazırlayan hazırlık dönemleri, telif dönemleri ve basılma dönemleri yanında bir de onların doğuş sürecinde doğumunu engellemeye çalışan güçlerin icad ettiği mahkemeler var. Eserlerin doğması neşri ve kamu oyuna çıkmasına rağmen düşmanlıklarını terk etmemişler ve bu seferde çeşitli şekillerde derslere eserlere müdahale etmek suretiyle başarılı olmak istemişlerdir. Bu sırada mahkemeler doğmuştur, Bekir Berk bu esnada ortaya çıkmış adeta bu iş için tarafı ilahiden hazırlanmış ve eserlerin mahkemelerini anadolunun birçok yerinde savunmuş ve eserlerin ondan sonraki tavrı artık bütünüyle kabullenilmiş eserler yerini almıştır. Bediüzzaman’ın mahkemeleri ile Bekir Berk’in mahkemeleri Türkiye’de Risale-i Nur hareketinin istiklalini ilan periyodunda önemli hizmetler görmüştür. Bediüzzaman’ın Barla’ya gönderilmesi ile başlayan süreçte, eserlerin telifi ile birlikte neşri söz konusudur. Afyon, Eskişehir, Denizli, Kastamonu hayatları eserlerin telifi ile birlikte neşir sıkıntıları ve mahkemelerdir. Bediüzzaman bu mahkemeleri davanın inşaa edilmesinde önemli bulur, çok parası olsa böyle bir ilanat yapamayacağını söyler. Bu dönemi eserlerin latin harfleri ile basım dönemleri takib eder. Bizzat Bediüzzamanın tensibiyle İstanbul’da Ahmed Aytimur, Ankara’da ise Said Özdemir ve Atıf Ural neşriyata başlarlar. Anadolu’nun büyük şehirlerinde davanın önemli temsilcileri hapislere girerler, davalar daha sonra Anadolu’ya yayılır. Ankara davası ve Mersin davası emsali gibi. Ankara davasında Bekir Berk ağabey sorar. “ Sizi mi savunayım davanızı mı” Mazlumların hepsi “ Davamızı savun bizi değil” diye mukabelede bulunurlar. Bekir Berk Anadolu haritasında koşmadık yer bırakmaz, küçük kasabalardan büyük şehirlere kadar gider, onun gittiği yerler aynen Üstadı gibi nurların neşrine ve ilanına hizmet eder, eserler toplum tarafından fark edilir.Mahiyet ve keyfiyet ile bir iki şehre inhisar eden önceki mahkemeler yerine Bekir Berk ülkenin her sathını müdafaa hattı olarak kabul eder ve mahkemelere koşar. Onlarla eserler yayılır müntesipler çoğalır. Kırk yıl Bediüzzaman’ın gayreti ve Bekir Bey’in on beş yıl mahkemeleri nurların ve davanın istiklalini ilan ettirir. İşte Vahdet abi gibi şahıslar bu ilanat olan ve Risale-i Nur’un kongresinde ki durumları olayları birbirine taşıyan ve davanın Bekir Bey ile birlikte çilesini çeken insanlardır. Mahkemeler davaların bulundukları bölgede mahkeme şehirlerine nur talebelerini ve diğer meraklıları celbeder, adeta hem mahkeme, hem savunma, hem Bekir Berk ve eserler Bediüzzaman ilgi odağı olur, hatta bazı mahkemelerde halk savunmaya katılır. Van’da bir mahkemede savunmayı beğenip ve heyecanlanan halk “Vur Bekir Bey vur arkandayız” diye tempo tutarlar. Bekir Bey bir büyük Avukattır. Peyami Safa’yı bir mahkemede savunmuş, ünlü romancı ve yazar, Nur talebelerine “bu adama iyi sahip çıkın böyle Avukat Avrupa’da dahi bulunmaz” der. Böyle büyük bir karizmanın zirvesinden davayı savunmaya soyunan bu büyük hatip ve dava adamı. Her yerde ilgi çeker onun büyüklüğü davanın büyüklüğüne bir delil olur, insanlar böyle bir büyük mazisi yine heyecanlı olaylarla geçmiş insanın gayreti ve savunması ile davası yeni müntesipler bulur. Kaderin çizdiği bir bağımsızlık programı elli yılı aşkın telif, sürgün, mahkemelerle devam eder ve eserler toplumda yerini alır ve bu sefer dünya arenasına yayılırlar. Bekir ağabey doğu Anadolu bölgesinde gittiği her yerde birinci sınıf bir alaka görür, cemaatin en varlıklı ve mümtaz kişileri ile münasebet kurar, karşılanır, ikram edilirdi. Erzurum’da Süleyman Arı ve oğulları, Van’da Kuralkan’lar gibi. On beş yıl Anadoluyu karış karış o günün güçlü olmayan imkanları ile dolaşıp, davanın tıkandığı yerlerde mahkemelere bir Hızır gibi yetişip hakkı yere düşmekten kemali samimiyet ve heyecanla kaldıran, bir şevk, gayret ve dava adamıydı. Akif‘in şiirinde portresi çizilmişti. Çiğnerim çiğnenirim hakkı tutar kaldırırım Adam aldırmada geç git diyemem aldırırım Biri ecdadıma saldırsa hatta boğarım Boğamazsın ki hiç olmasa yanımdan kovarım Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim Onu dindirmek için kamçı yerim çifte yerim Müntehap bir insandı, Bediüzzaman’dan sonra davanın ilanı ve intişarı onun bu ilahi koşusu ile mümkün olmuştu. Kefeni çantasında her an ölüme hazır bir şekilde yaşadı ülkeyi dolaştı, mazlumların avukatlığını yaptı. Bediüzzaman onun ahirette çok özel bir yerinin olduğunu söylemekle önemine işaret etmiştir. Ruhları için El-Fatiha Prof. Dr. Himmet Uç
Posted on: Sat, 23 Nov 2013 23:13:56 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015