Vahdettin Dosyası (9): Vahdettinin Kaçışı, Yurtdışındaki - TopicsExpress



          

Vahdettin Dosyası (9): Vahdettinin Kaçışı, Yurtdışındaki İhanetleri, ABD Başkanına Yazdığı Mektup İstanbul İşgal Kuvvetleri Komutanı General Harrington, Padişahın yaveri Fahri Enginle görüşerek Vahdettine şu mesajı göndermiştir: Vaziyet Türkiyede gittikçe fena bir şekil alıyor, Padişah isterse, kendisini Malaya gemimizle, Maltaya nakledebiliriz. Durum düzelince memleketine dönerler.. Fahri Engin, Harringtonun bu mesajını Vahdettine iletirken Fddişahı şöyle gözlemlemiştir: Padişah beni iç mabeyn dairesinde kabul etti. Arkasında ropdöşambr vardı, yüzü tıraşlı, üzgün. Teklifi dinledi. Sonunda hiçbir şey söylemedi, sadece gidebilirsiniz dedi. Benimle ikinci bir temas olmadı. Fakat Padişahın eşlerinden birinin erkek kardeşi olan Yarbay Zekinin, bu işler hakkında Harringtonla temasta olduğunu öğrendim. Tahtını ve tacını istemeyerek bırakmak zorunda kalan Vahdettin, 16 Kasım 1922de İstanbul İşgal Orduları Komutanı General Harringtona, İstanbulda hayatımı tehlikede gördüğümden İngiltere devletine sığınır ve bir an önce başka bir yere götürülmemi talep ederim efendim. Müslümanların Halifesi Mehmet Vahdettin. diye kısa bir mektup yazarak, İngilizlerden sığınma talep etmiştir. Vahdettin, 17 Kasım 1922 Cuma sabahı, oğlu Ertuğrul, beş eşi, doktoru, müzik hocası, baş mabeyincisi ve iki sekreteriyle birlikte Yıldız Sarayının yan kapısından gizlice çıkarılarak,bir ambulansla rıhtıma getirilmiş ve oradan İngiliz Malaya Savaş gemisine alınarak Maltaya götürülmüştür. Vahdettin Maltada Kraliyet Topçu Subay Mahfili lojmanlarında konuk edilmiştir. Bu konukluğun İngilizlere haftalık maliyeti 100 sterlindir. O günlerde İngiliz parlamentosunda bir milletvekili, eski sultanın ölene kadar İngilizler tarafından mı besleneceğini sormuştur. Vahdettinin Türkiyeden kaçarken, gerek Harringtona yazdığı mektubu Müslümanların halifesi Mehmet Vahdettin olarak imzalaması ve gerekse halifelik makamından istifa etmediğini açıklaması, onun halifeliği kullanmak istediğini göstermektedir. Kurnaz Padişah, İngilizlerin kendisini, halifelik sıfatı nedeniyle koruduklarını iyi bildiğinden bu sıfata sıkıca sarılmışa benzemektedir. Nitekim daha sonra Kral Hüseyinin kendisini davet ettiğini söyleyerek Maltadan Mekkeye gitmesi, oradan da yine Müslümanların yaşadığı Mısır, Ürdün veya Kıbrısa geçmek istemesi, onun halifeliğin gücünü kullanarak ayakta kalmaya çalıştığını göstermektedir. Turgut Özakmanın dediği gibi, Düşmana sığınan, yani resmi esareti kabul eden bir halifenin halifeliği devam eder mi? Tabii ki etmez! Ama Büyük vatan dostu Sultan Vahdettin Han (!) onursuzca vatanını terk ederken, Ben hâlâ halifeyim! diyerek, kendi canını koruma pahasına onu kullanmak isteyen İngilizlere büyük bir koz vermiştir. Vahdettin, halifelik zırhına sıkıca sarılırken devreye giren Atatürk ve TBMM, 18 Kasım 1922de Vahdettinin halifelik sıfatını kaldırıp onun yerine Abdülmecit Efendiyi halife olarak seçmiştir. Vahdettinin halifelikten uzaklaştırıldığına ilişkin fetvayı Seriye Vekili Vehbi Hoca yazmıştır: Müslümanların padişahı ve halifesi olan kişi, düşmanın bütün Müslümanlar aleyhinde mahva sebep olan ağır tekliflerini hiçbir mecburiyeti yokken kabul ile, Müslümanların haklarını müdafaadan aczini ortaya koyarak ve Müslümanların mücahitçe savaşlarında düşman tarafına muvafakat ederek Müslümanların çözülme ve mağlup olmasını hazırlayan hareketlere fiilen teşebbüs ve bu tür yıkıcı hareketlere devam ve ısrar ve daha sonra da ecnebi himayesine iltica ederek hilafet makamını terk ve hilafetten bilfiil feragat etmekle makamından şeren indirilmiş olur mu? Olur! Böylece halifelik zırhını da kaybeden Vahdettin savunmasız, çırılçıplak adeta ortada kalmıştır. Hainliğinin farkında olan Vahdettin, yaptıklarının hesabını veremeyeceğini düşünerek, ülkeden kaçmıştır. Müslümanların halifesi sıfatını taşıyan Vahdettin, İngilizlere sığınırken hain Mustafa Sabriye yazdırıp yayımladığı Beyannamesinde vatanını terk edip İngilizlere sığınmasını, bu onursuz davranışını, hiç utanıp sıkılmadan Hz. Muhammedin hicreti ile özdeşleştirebilmiştir: Müvekkil-i Zişan olduğum peygamberin hicret sünnetini izledim diyen Vahdettin beyannamesinin bir yerinde de, Beni haksız yere ihanetle suçlayanlar, saltanatla hilafeti ayırarak saltanatı Muhammediyeyi yıkmış, sadece vatanlarına değil, İslama da ihanet etmişlerdir! demiştir. Vahdettinin bu beyannamesini inceleyen İlahiyatçı Prof Yaşar Nuri Öztürk şu değerlendirmeyi yapmıştır: Dikkat edilirse Vahdettin, Hz. Peygamberin sıfatının başına bir Hz bile eklemezken, kendisinden zişan (şanlı, şerefli) diye söz ediyor. Hem de Cenab-ı Peygamberin isminin tam yanında. Halbuki İslam terbiye ve geleneği, o ifadede zişan sıfatının Hz. Peygambere verilmesini gerektirir. Gözleri kör olmuş, kalpleri mühürlenmiş Vahdettinci yazarlar da Vahdettinin Türkiyeden kaçıp İngilizlere sığınmasını, hiç utanmadan, hicret olarak yorumlama aymazlığını göstermişlerdir. Vahdettinin bu korkakça ve onursuzca davranışını Hz. Muhammedin hicretiyle bir tutmak, her şeyden önce Hz. Muhammede yapılmış büyük bir saygısızlıktır. Vahdettin Kaçarken Hazineyi Soymadı İddiası Vahdettinciler, Padişahı aklamak için sürekli olarak, Vahdettinin, Türkiyeden kaçarken hazineyi soymadığını dile getirmişlerdir. Öncelikle hainlikle, hırsızlığın aynı şeyler olmadığını hatırlatarak bu Cumhuriyet tarihi yalanını deşifre edelim. Vahdettinin hazineyi soymadığını iddia edenler, bu iddialarını kanıtlamak için padişahın paraya pula düşkün olmadığını ileri sürmüşlerdir. Ancak II. Abdülhamitin kızı Şadiye Osmanoğlu, babasından kalan içi mücevher dolu bir çantanın Vahdettinin çok ilgisini çektiğini ve Vahdettinin o çantayı vermemek için birtakım itirazlar icat ettiğini belirtmiştir. Lütfi Simavi de anılarında, Vahdettin Efendinin Paraya Karşı Olan Aşırı Sevgisi başlığı altında onun paraya çok düşkün olduğunu; ağabeyi Sultan Reşattan kalan paraları yasal mirasçılarına vermeyip kendi keyfince harcadığını, bu parayla bir takım saray eşyası ve sofra takımları yaptırdığını büyük bir şaşkınlık içinde öğrendim diyerek ifade etmiştir. Öncelikle, evet! Vahdettin isteseydi, hazinenin tümünü değil ama yükte hafifi pahada ağır bazı şeyleri pekala götürebilirdi. Ancak Özakmanın da belirttiği gibi, Vahdettin, anlaşılan aile içi para ilişkilerinde zayıf ama töreye karşı dikkatli olduğundan, tarihi öneme sahip değerli parçaları sarayda bırakmıştır. Örneğin Kaşıkçı elmasını cebine atmadan gitmişti. Eğer bunları çalsaydı Vahdettine hırsız[ dememiz gerekirdi. Ancak Vahdettinin hırsız olmaması, hain olmadığı anlamına gelmez; çünkü her hırsız hain olmadığı gibi, her hain de hırsız değildir! Nedim Çakmakın dediği gibi, Vahdettin haindi, ama hırsız değildi! Bu gerçeğin altını çizdikten sonra şimdi gelelim, Vahdettinin hazineyi soymadığı ve parasız pulsuz Türkiyeden kaçtığı iddiasına! Öncelikle, Osmanlıda iki tür hazine vardır. Bunlardan biri devlet hazinesi olan Hazine-i Birun, yani dış hazine, diğeri ise, Hazine-i Enderun, yani iç hazine. İç hazinedeki giriş çıkışlar Padişahın emriyle ve bilgisi dahilinde yapılmaktadır. Tarihçi Ubucini, Bu hazine kayıtsız şartsız milletin malıdır. Hüküm süren sultan bu hazinenin sadece koruyucusudur demiştir. İç hazinenin Ceyb-i Humayun denilen kısmı ise padişahın gündelik masrafları için kurulmuştur. Gelirleri arasında Mısır irsaliyesi, darphane faizleri, hediyeler, müsadereler vb bulunan bu hazineden padişaha her ay belli bir miktar maaş ödenmektedir. Tanzimattan sonra padişahların bütün hazineyi istedikleri gibi kullanmalarının önüne geçilmiş ve padişahlara belli bir miktar maaş ödenmesine başlanmıştır. Eğer Vahdettin, Tanzimattan önce yaşamış bir padişah olsaydı, Refi Cevat Ulunay, İsmail Hami Danişment, K. Mısıroğlu ve N. Fazıl Kısa-kürek gibi yazarların Vahdettin makbuz karşılığında isteseydi bütün hazineyi götürebilirdi iddiasına hak verilebilirdi, ancak 1922 yılında bir padişahın elini kolunu sallayarak hazineyi götürmesine imkan yoktur. Bu yüzden Vahdettin geçici olarak yanında bulunan ve Hazine-i Hümayuna ait olan altın çekmeceyi, Kıyametname adlı kitabı ve Kuran mahfazasını yanına almamış, geri vermiştir ki, bu durum Osmanlı töresinin bir gereğidir. Ayrıca, Büyük Taarruz kazanılıp İzmir kurtarıldıktan hemen sonra Refet Paşa TBMMyi temsilen İstanbula gelerek Tevfik Paşadan yönetimi devralmıştır. Padişah Vahdettinle de görüşen Refet Paşa, İstanbuldaki bütün yönetim merkezleriyle birlikte aralarında Yıldız ve Topkapı saraylarının da olduğu tarihi yerleri kontrol altına almıştır. Bu nedenle aslında Vahdettin, istese de Osmanlı hazinesini götürecek durumda değildir. Ayrıca Vahdettinin hazineyi soymasına da hiç gerek yoktu; çünkü zaten çok zengindi. Ağabeyi Sultan Reşatın ödeneği 20.000 altındı. Ayrıca saltanat mülklerinden gelen gelirleri de vardı. Ayrıca yıllık 50.000 lira ziyafet ve seyahat ödeneği almaktaydı. Vahdettinin aylık ödeneği (1995 itibariyle) 80 milyar lira tutmaktadır. 1918 temmuzundan 1922 Kasımına kadar 51 ay tahtta kaldığına göre devletten toplam 1.020.000 altın (yaklaşık 4 trilyon lira) ödenek almıştır. Peki, Vahdettin Türkiyeden ayrılırken yanına ne kadar para almıştır? Aslında bu konuda kesin bir belge yoktur. Değişik kaynaklarda bu para, 3000 lira ile, 50.000 lira ve 23.000 altın arasında değişmektedir. Vahdettin Avrupada kendi el yazısıyla, Önce İstanbuldaki Milli Bankada (National Bank) olup kısa bir süre sonra British Corparationa nakledilen 20.000 sterlin tutarındaki şahsi servetim ile on yaşındaki oğlum Ertuğrul Efendi adına Milli Bankaya yatırılan birkaç bin sterlin bu kurumlarda kalsın. İngiliz Dışişlerine bildirdiğim zaman hizmetime sunulsun demiştir. Tütüncübaşı Şükrü Beyin verdiği bilgiye göre Vahdettinin yanında ve hesabında 23.000 altın vardır. Bu (1995 itibariyle) 92 milyar lira etmektedir. Vahdettin, Avrupada elindeki bazı mücevherleri satmış ve çok kıymetli bir safir taşını da İngiltereye rehin vermiştir. 25 Kasım 1922 tarihli Chronicle Ajansının haberine göre, Sultan Vahdettin Osmanlı Bankasına 75.000 lira yatırmış, bankadaki mücevherlerine karşılık da 50.000 lira almış. Bu paralara Mediha Sultan İle Kral Hüseyinin bazı yardımları da eklenince Padişah Vahdettinin gurbet parası 140 milyarı geçmiştir. Kaçak Padişahın Sefaletine Üzülmek Şimdi gelin, Kaçak Padişahın sefaleti hikayesini şöyle bir inceleyelim: Vahdettin, Maltadan Avrupaya geçmiş ve İtalyada San Remoda orta boy bir villaya yerleşmiştir. Daha sonra, İstanbulda bıraktığı eşleri ve eşlerinin yardımcıları da gelince Magnoli (Manolya) villası adlı büyük bir köşkte yaşamaya başlamıştır. Köşkün yıllığı 600 İngiliz lirasıdır. Tarık Mümtaz Göztepe, Vahdettinin bu köşkteki yaşamını şöyle anlatmaktadır: Nefis bir saray yavrusu olan villa 40 odası, 15 dönümden geniş bir portakal, limon korusu ve bahçesi bulunan, beyaz renkli mükellef bir kasırdı... İstanbuldan gelen harem erkânı... kadınefendileriyle, hazinedar us-talarıyla mükellef bir harem hayatı meydana gelmiş, musahipler, yaverler ve esvapçıbaşından, ibriktarbaşına kadar bütün beyler kadrosu kuruluvermiş ve meşhur Mabeyni Hümayun tam tertip canlanmıştı... Osmanlı İmparatorluğunun bütün teşrifat ve merasim usulleri olanca titizliğiyle korunuyordu... Yaver Zeki bu küçük kasırda kalıyordu. Burası dominyonlarda görevli zengin ve hakim-i mutlak İngiliz sömürgecilerine parmak ısırtacak bir refah ve konfor bolluğu içinde yüzüyordu... Vahdettinin sefaletine bakar mısınız? Göztepeyi dinlemeye devam edelim: Sultan Vahdettin adamlarına, Padişahlığı esnasında aldıkları maaşları, gurbette de fazlasıyla ve düzenli olarak veriyordu. Bu bol maaşlı kapı yoldaşlarına gün doğmuştu. Hepsi de İstanbuldaki ikbal günlerinde aldıkları maaşlardan yüksek aylık alıyor. Ayrıca da Yıldız Sarayının meşhur mutfağını aratmayacak mükellef ve zengin bir mutfak, sofra sofra yemekler yetiştiriyordu. Öğle ve akşam yemeklerine, burada bir de mükellef sabah ve ikindi kahvaltıları ilave edilmişti. Yıldız Sarayının o zengin ve meşhur mutfağı, çeşit ve nefasetinden çok şey kaybetmeden San Remoda da devam ediyordu. Görüldüğü gibi Padişah Vahdettin, San Remoda adeta bir eli yağda bir eli balda zevk-ü sefa içinde yaşamaktadır. Buna karşın Cumhuriyet tarihini en çok çarpıtan yazarlardan Abdurrahman Dilipak, hiç çekinmeden, Vahdettin, aç yaşadı, ama onurlu öldü! diye yazabilmiştir. Hangi açlık ve hangi onur? Peki ama bu bolluk, bu şatafatlı yaşam nasıl sona ermiş de Vahdettin parasız pulsuz kalmıştır? Öncelikle Vahdettin, San Remoda kaldığı köşkte -eski alışkanlıkla- elindeki paranın bir gün biteceğini bilmeden ikincisi de yanında bulundurduğu bazı kişiler hovardaca, Vahdettinin servetini göz açıp kapayıncaya kadar eritmişlerdir. Yine Tarık Mümtaz Göztepeye kulak verelim: Yaver Zekiden başka, iki içki düşkünü ve keyif ehli daha vardı. Bunlardan biri İkinci Musahip Mazhar Ağa, diğeri de Tütüncübaşı Şükrü Bey. Bunlar sakızlı mastika ve düz rakının adeta küplüsü olmuşlardı. Şükrü, San Remoya gelince işi adamakıllı ayyaşlığa dökmüş ve postu San Remo meyhanelerine ve pavyonlarına kurmuştu. Mazhar Ağa da akşam olup da içki zamanı gelince kafayı iyice tütsüleyip körkütük oluyordu... Üçüncü Musahip Hayrettin Ağa da şehrin gezip tozma yerlerini zevk ve safa köşelerini karış karış biliyordu... Yaverler, mabeynciler, ağalar ve beyler, mirasyediler gibi bir tatil ve hava değişikliği hayatı sürüyorlardı. Özakmanın dediği gibi, Bu gereksiz, özenti, gösterişli hayata, bu hesapsızlığa ve savurganlığa para mı dayanır? Vahdettinin servetini tüketen başka bir etken de Padişahın, bazı maceracıların aklına uyarak Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürke karşı bazı projelere paraca destek olmasıdır. Bu maceracılar San Remoda kaldıkları sürece onların bütün masraflarını da Vahdettin karşılamıştır. San Ramoya gelerek Vahdettini ziyaret eden Vehip Paşa, Gümülcineli İsmail, eski İç İşleri Bakanlarından Mehmet Ali Bey Atatürkün hakkından gelmek için Vahdettinden para istemişler, Vahdettin de bu hainlere 2000 İngiliz lirası vermiştir. Ayrıca, bir Yunan albayıyla birlikte Vahdettini ziyaret etmeye gelen Atatürk düşmanı Mevlanzade Rıfat, Yunanistanla birlikte Ankaraya karşı bir anlaşma yapmak istediğini bildirerek Vahdettinden para sızdırmıştır. Hatta San Remoda Vahdettine bağlı Türkiye karşıtı Tarikat-ı Selahiye adlı bir örgüt kurulmuştur. Bu örgütün, Vahdettinle yurt dışına gitmekten pişman olan ve Türkiyeye dönmek isteyen Dr. Reşat Paşayı öldürdüğü iddia edilmiştir. Yılmaz Çetiner, Vahdettinin, oğlu Ertuğrul Efendinin öğrenimi için ayırdığı 5000 lirayı bile Türkiye Cumhuriyetine ve Atatürke karşı teşkilat yapmak için geldiklerini söyleyen bu kişilere verdiğini belirtmiştir. Atilla İlhan, Vahdettinin yurt dışındayken, Türkiye Cumhuriyetine karşı tertiplerin içinde yer aldığını şöyle ifade etmiştir. Sevr Antlaşmasını imzalayan Rıza Tevfik o kadarla kalsa iyi, Vahdettini Hilafet ve saltanat tahtına iade etmek amacıyla... faaliyet gösteren Hilafet-i Kübra Cemiyetinin de gözdesiydi. Bu cemiyetin icra komitesi Romanyada... bir toplantı yapıyor, aldığı karar, Başkan Mehmet Ali Beyin San Remoda bulunan Zat-ı Şahaneye müstakbel bir kabine önerilme-sidir ki, üyeler arasında adı geçen Dahiliye Nazırı olarak gösterilmiş, Vahdettinin onayı alınmıştı. Ne demek bu? Milli Mücadele başarılı olmuş, ülkede yeni bir düzen kurulmuş, onlar hala bir karşı inkılap tertibi içindedirler. Yani nehir Ankaraya ters akıyor. Şeyh Sait İsyanında bu kanadın, isyanın beyni sayılan Şeyh Seyit Abdülkadirle irtibatı meydana çıkıyor. İddiaya bakılırsa Şeyh Saitin iki oğlundan birisi, yurt dışında Zat-ı Şahane ile, öbürü yurt içinde Şeyh Abdülkadirle temas halindeymiş! İsyanın gerekçesine gelince, onu o sırada asilerin halka dağıttıkları bir beyannameden okuyalım: ...Halife sizi bekliyor. Halifesiz Müslümanlık olmaz. Hiçbir halife memleketten çıkartılamaz. Şeriatımız dindir. Şeriat isteyiniz. Şimdiki hükümet durmadan dinsizlik yaymaktadır. Kadınlar çıplaktır. Mekteplerde dinsizlik ilerliyor. Vahdettin, biraz da çevresini saran Türkiye ve Atatürk düşmanlarının etkisiyle, yurt dışındayken de ihanette sınır tanımamıştır. Öyle ki, Cumhuriyet Türkiyesini ABDye şikayet ederek ABDden bile yardım istemiştir. Vahdettinin ABD Başkanına Yazdığı Mektup Vahdettin, San-Remoda bulunduğu günlerde ABD Başkanına bir mektup yazmıştır. Bu mektup, Halis Reşat Bey tarafından Pariste bulunan Amerikan elçiliğine teslim edilmiştir. Elçilik de bu mektubun orijinalini ve İngilizce çevirisini I5 Nisan 1924 tarihli yazısıyla Washingtona göndermiştir. Vahdettinin mektubu Amerika Birleşik Devletleri Ulusal Arşivinde 86700/1788 numarada kayıtlıdır. İşte o ibretlik, tarihi mektup: Amerika Cemahir-i Müttefikiye Reisi Mösyo Coolidge Cenahlarına Siyasi olayların ve gelişmelerin tüm iç yüzünü, hangi nedenlerden dolayı Saltanat merkezimi geçici bir süre için terk etmek zorunda kaldığımı biliyorsunuz. Bu konuda ayrıntılı bilgi sunmayı gereksiz görüyorum. Bu süresiz uzaklaşmanın, bahadan kalma sahip olduğum Saltanat ve Hilafet makamından vazgeçtiğim anlamına gelmeyeceği açıktır. Ankara meclisi gibi bir isyancı fitnenin hu konuda alacağı tüm kararların geçersiz olacağını bildiririm. Şöyle ki; İslam Hilafetinin Osmanlı Saltanatından soyutlanması ve ayrılması ve Hilafetin tümüyle kaldırılması dini, kavmiyeti, vatanı belirsiz ve karışık askerlerden ve öteki sınıflardan oluşan küçük bir şer zümresinin kısmen zorla ve kısmen bilgisizlik ve gafletle yönlendirdiği beş-altı milyonluk Türk kavminin yetki alanı içinde değildir. Bu ancak tüm İslam dünyasınca atanan uzman kişilerden oluşan bir meclisin toplanması ve tüm din bilginlerinin ortak kararı ile çözümlenecek büyük bir evrensel sorundur. İslam bilginlerinin bildiği üzere şeriata aykırı kararlar herhangi makamdan olursa olsun sonuçsuz kalmaya mahkumdur. Bundan başka bu durumun, içinde bulunulan koşullarda İslam dünyasında sonuçları pek vahim olabilecek büyük bir heyecana yol açacaktır. Ayrıca gelişmiş ülkelerin iç güvenliklerine de büyük bir etki yapacaktır. Hanedanımın ileri gelenleri aleyhinde Ankara meclisi tarafından kabul edilen sürgün ve kovma, emlakine ve bireysel mallarına el koyma gibi haksız kararları hanedanım bireylerini, insan ve kişilik haklarından soyutlar mahiyettedir. Bu konuda yüce kişiliğiniz ve cumhuriyet hükümetiniz tarafından olanaklar ölçüsünde yapılabilecek yardımları pek değerli sayacağımı açıklamaya gerek yoktur. Bu vesile ile sağlıklı olmanızı yüce haktan niyaz eylerim. 13 Mart 1924. Mehmed Vahideddin Vahdettinin 1924 yılında ABD Başkanına yazdığı bu mektup, Vahdettini aklayıp Büyük vatan dostu! yapmaya çalışanların fena halde yanıldıklarını gözler önüne sermektedir. Bu belge, Vahdettinin Kurtuluş Savaşı sırasındaki hıyanetleri bir yana, asıl büyük hıyanetini San Remodaki sürgün günlerinde yaptığını göstermektedir. Vahdettinin ABD Başkanına yazdığı mektuptaki bazı ifadeleri hıyanetin yazıya dökülüş, belgelenmiş halidir. Bakın ne diyor Vahdettin: • Saltanat merkezini geçici bir süre terk etmek zorunda kaldım! • Saltanat ve Hilafet makamından vazgeçmiş değilim! • Ankara Meclisi, bir isyancı fitnedir ve alacağı bütün kararlar geçersizdir! • Türkiye Büyük Millet Meclisi dini, ırkı, vatanı belirsiz ve karışık askerlerden ve öteki sınıflardan oluşan küçük bir şer zümresidir. • Saltanatla Hilafetin birbirinden ayrılıp kaldırılması, bu şer zümresinin kısmen zorla ve kısmen bilgisizlik ve gafletle yönlendirdiği beş-altı milyonluk Türk milletinin yetki alanı içinde değildir. • Saltanatın ve Hilafetin kaldırılması şeriata aykırıdır! İslam bilginlerinin bildiği üzere şeriata aykırı kararlar herhangi makamdan olursa olsun sonuçsuz kalmaya mahkumdur. • Hilafetin kaldırılması gelişmiş ülkelerin iç güvenliklerine büyük etki yapacaktır! • Hanedanımın ileri gelenleri aleyhinde Ankara meclisi tarafından kabul edilen sürgün ve kovma, emlakine ve bireysel mallarına el koyma gibi haksız kararları insan haklarına aykırıdır. • Bu konuda ABD Başkanının yapacağı yardımları pek değerli sayarım! İşte, yurt dışında bulunduğu sırada Türkiye ve Atatürk aleyhine hiçbir olumsuz işe girişmediği söylenen Vahdettinin Türkiye karşıtı bazı marifetleri! Ayrıca İngiliz arşivlerinde ele geçirilen bazı belgeler, Vahdettinin Avrupadayken İngiliz yetkililerine yazdığı bazı mektuplarda Atatürk için, küfre varan derecede ağır ifadeler kullandığı görülmüştür. Vahdettin, Atatürke bir bakıma düşman, çünkü Atatürk onu tahtından indirdi, saltanatına son verdi... Vahdettinin paralarının suyunu çekmesini sağlayan son etken, yaveri Zekinin San Remodaki rezillikleridir. Ele geçirdiği serveti, vur patlasın çal oynasın, har vurup harman savurmuş, delice bir hırsla giyime ve içkiye harcamış, sonunda kumarda bitirmiştir. Memleketin Parası Vahdettine Verilemez Vahdettinin parasız kaldığı o günlerde bir Osmanlı generali Atatürkten yardım istemiştir. Hasan Rıza Soyaka göre Vahdettinin para sıkıntısını anlatan generalin mektubunu alan Atatürk, üzülmüş ve hatta gözleri yaşararak şunları söylemiştir: Gördün mü dünyanın halini çocuk? Nerde o görkem, nerede o ululuk, nerede o saltanat! Şimdi hepsinin yerinde yeller esiyor. Bu alemde hiçbir şeye güvenilmez! Nasıl yardım edilebilir? Benim kişisel servetim yok ki, devlet hazinesi ise fakir! Hem zengin bile olsa oradan yardıma hiç hakkımız yok. Memleketin en bayındır yerleri, özellikle son ölüm kalım mücadelemizde yıkıntıya uğradı. Söz konusu olan kişinin de yanılgıları yüzünden vatan hak ve savunması için boğuşma zorunda kalarak şehit olan memleket bireyleri, arkalarında yüz binlerce yetim ve kimsesiz insan bırakmış bulunuyor. Devlet gelirlerini ancak memleketin bayındırlığına ve bu zavallıları yaşatmaya harcayabiliriz. Onun için bu konuyu bırakalım çocuk. Yalnız mektubu bir belge olarak özellikle sakla. Vahdettin, 15/16 Mayıs 1926 gecesi, kalp krizinden ölmüştür. Ailesinin isteği üzerine otopsi yapılarak cenazesi Şama nakledilmek istenmiş, ancak 120.000 lira borcu olduğu için İtalyan alacaklıları tarafından cenazesine haciz konulmuş ve bu yüzden cenaze bir ay evde kalmıştır: Bir ay sonra kızı Sabiha Sultan para bularak cenazeyi Şama naklettirmiş ve Vahdettinin cenazesi burada Sultan Selim Camiinin bahçesine defnedilmiştir. Hainin Dibi: VAHDETTİN Vahdettinin Atatürkü Kurtuluş Savaşını başlatması için değil de, tam tersine başlamış olan yerel direnişleri sonlandırması, Mondros Ateşkes Antlaşmasına uygun olarak dağıtılmamış orduları dağıtması, silahları toplaması için Anadoluya göndermesi (Bunu Vahdettinden 21 Nisan 1919 tarihli bir notayla İngilizler istemiştir,o da İngilizlerin bu isteğini yerine getirmiştir.) Vahdettinin kurtuluştan anladığı İNGİLİZLERİN MERHAMETİNE SIĞINMAKTIR. Bu nedenle Samsuna hareket etmeden önce Atatürke Paşa Paşa devleti kuratarabilirsin derken aslındaİNGİLİZLERİN DEDİKLERİNİ YAPARSAN, ONLARI MEMNUN EDERSEN devleti kurtarısın demek istemiştir. Bunu sonraki gelişmeler doğrulamıştır. Atatürk, Anadoluya geçip Vahdettinin kendisine verdiği görevin tam tersine Kurtuluş Savaşını başlatır başlatmaz Vahdettinin Atatürkü İstanbula geri çağırması, Atatürk gelmeyince onu görevden alması (Bu yüzden Atatürk askerlikten istifa edip sine-i millete dönmüştür). Anadoludaki asker, sivil yöneticilere Atatürkün tutuklanması talimatını verenlere ses çıkarmaması. Kurtuluş Savaşı sırasında ülkenin bütün yönetimi fiili olarak İngilizlere bırakması, İngilizlerin işini kolaylaştırması, İngilizlerle yaptığı görüşmelerde Atatürke hakaretler ederek Atatürkün ortadan kaldırılmasını istemesi, Kurtuluş Savaşı yazışmalarını çaldırıp İngilizlere teslim etmesi, İngilizlerin isteği doğrultusunda Atatürkü TBMM içinde yapılacak bir darbeyle devirmek için Atatürkün Kazım Karabekir, Rauf Orbay gibi yakın silah arkadaşlarıyla temas kurup, onları Atatürke karşı kışkırtması, Büyük Taarruzdan bir hafta önce bile İngilizlerle görüşerek Anadoludaki milli harekete karşı, Atatürke karşı İngilizlerin desteğini istemesi, İngilizleri milliyetçilere saldırtmaya çalışması, İngiliz kuklası hain Damat Feriti beş defa sadrazam yapması, Türkiyeyi parçalayan SEVR ANTLAŞMASInı imzalatması, Anadoluda Haçlı emperyalizmine karşı mücadele eden Kuvayı Milliyeye karşı Haçlı emperyalizmine destek olmak için paralı KUVAYI İNZİBATİYE (HALİFELİK ORDUSU)nu kurması, ayrıca hain Damat Ferit Hükümeti ile birlikte Atatürkü ve silah arkadaşlarını dinsiz-zındık ilan eden fetvanın yayınlanmasına ses çıkarmamış olması, Atatürkün idam fermanını ımzalamış olması, Atatürkün rütbelerini-nişanlarını söktürmesi, Damat Feritle birlikte Anadolu halkını kışkırtıp Anadoluda İÇ SAVAŞ başlatması (isyanlar vs.), dahası Kurtuluş Savaşından sonra HALİFELİK sıfatıya İngilizlere sığınarak kaçması ve böylece İngilizlerin Halifeliği kullanmalarına olanak yaratması,ülke dışında olduğu zamanlarda sürekli Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk düşmanlarıyla temas kurarak Atatürke ve Türkiyeye yönelik haince planlar içinde olması, Vahdettinin HAİNİN DİBİ olduğunun işaretidir. Vahdettinin bu ihanetleri nedeniyle TBMM daha 1920 yılında yaptığı bir gizli oturumda Vahdettine HAİN damgasını yapıştırmıştır. Vahdettine çok sonraları Kemalistler hain dememiş, daha 1920de TBMM HAİN demiştir. Atatürk de 1920de TBMMde gizli oturumlardaki konuşmalarında HANİN VAHDETTİN ifadesini kullanmış, 1927de kaleme aldığı NUTUKta ise Vahdettine hem HAİN hem de SOYSUZLAŞMIŞ YARATIK demiştir. ABDnin BOPuna uygun olarak tarihi yeniden yazanların hainleri kahraman, kahramanları hain yapmasına şaşırmamak gerekir! (Bo konunun ayrıntıları için bkz. Sinan Meydan, Cumhuriyet Tarihi Yalanları, 1. Kitap, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2010.) Sinan Meydan, Bütün Dünya Dergisi
Posted on: Wed, 30 Oct 2013 19:29:19 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015