eşreften esfele devam: Artık Zülküf Doğan’a Cemaat içinde - TopicsExpress



          

eşreften esfele devam: Artık Zülküf Doğan’a Cemaat içinde yeni bir misyon yüklemek istiyordu polisler. Bunun için de kendisine Devlet Güvenlik Mahkemesinde bir iş ayarlanmıştı. Burada, yakalanan Cemaat üyelerinin dosyalarıyla ilgili polisin aktarmasını istediği bilgileri Cemaat’e iletecekti. Bununla, hem Zülküf Doğan’ın güvenirliliği pekişecek, hem giden bilgilerle örgütün tepkisi ölçülecek ve hem de cemaat’in Zülküf Doğan’dan ne tür bilgiler istediği tespit edilecekti. Böylece Cemaat’in sahip olduğu veya ihtiyaç duyduğu bilgiler bu sayede belirlenmiş olacaktı. Bu yolla polis, kısmi de olsa Cemaat’in sahip olduğu istihbarat bilgilerini öğrenecekti. Bununla birlikte yine Zülküf Doğan aracılığıyla yanıltıcı bilgilerle Cemaat’in hareket mekanizmasına darbe vuracaktı. “Bir an önce bu yeni işime girsem de rahat etsem” dedi kendi kendine. Giyindikten sonra son bir kez yatağına ve sakince uyumakta olan karısına baktı. İçinde çok garip duygular depreşiyordu. Nedense bugün evden çıkası gelmiyordu. Odadan çıktıktan sonra hiç adeti olmadığı halde, çocuklarının yattığı odanın kapısını açıp onlara baktı. Sonra tekrar kapattı. Yaptığı hareketlere ve sıra dışı duygularına kendisi de bir anlam veremiyordu. Bu duygular içinde ayakkabılıktan ayakkabılarını alıp giydi. Evden çıkmadan önce kapı dürbününden baktı. Karanlık merdivenlerde kimsecikler yoktu. Önce sürgüyü çekti, sonra anahtarı üç kez çevirip kapıyı açtı. Üst katın merdivenlerinin demir korkuluğuna elleriyle yaslanan uzun boylu genç, kapının sürgü ve anahtarından çıkan sesi işitmiş, görünmemek için dikkatle beklemeye başlamıştı. Az sonra merdiven ışığı yandı. Bunu Zülküf Doğan yakmıştı. Dışarıya çıktıktan sonra cebindeki anahtarı çıkarıp kapıyı arkadan kilitledi. Anahtarı tekrar cebine koyup yorgun adımlarla merdivenleri inmeye başladı. Daha bir kat inmemişti ki ışıklar söndü. Zülküf Doğan cebinden çakmağını çıkarıp yaktı ve oluşan hafif aydınlıktan faydalanarak anahtara dokunup ışığı açtı. Çakmağı çıkarması ona sigarayı hatırlatmıştı. Yürümesine ara vermeden bitmeye yüz tutmuş paketinden bir sigara çıkarıp dudaklarının arasına yerleştirdi. Çakmağına bir eliyle siper oluşturarak sigarasını yaktı. Derin bir nefes çekip bıraktı. Sabahın erken saatinde, aç bir karınla çektiği bu nefes, öksürmesine neden olmuştu. Ardı ardına üç kez öksürdü. Çıkan ses merdiven boşluğunda yankılanarak aşağıda kendisini bekleyenlerin kulağını doldurdu. Öksürüğün ardından kulak tırmalayıcı bir sesle boğazını temizleyip çıkan balgamı ağzından tazyikle tükürüp yere attı ve yürürken üzerine basıp dağıttı. Aşağıda bekleyenler bu seslerin kime ait olduğunu bilmiyorlardı. Gelen kişinin kendilerinden şüphelenmemesi için kıvırcık saçlı olan kapı önüne çıktı. Diğeri de binaya yeni giren birisi gibi davranacak ve eğer gelen kişi onların beklediği kişi değilse, çaktırmadan yukarıya doğru çıkacaktı. Uzun boylu ise aşağı inen kişinin Zülküf Doğan olduğunu bildiğinden onu sessizce takip ediyordu. Zülküf Doğan zemin kata inen son basamaklara gelmişti. İçerde kalmış olan güleç yüzlü genç, aralıktan bakınca onu tanıdı. Zülküf Doğan’ın üzerinde her zamanki mor renkli deri kabanı vardı. Genç adam onu tanıyınca, dışarı çıkmış olan arkadaşına hazır olmasını söyledi. Kendisi de inen kişinin zemin kata gelene kadar göremeyeceği bir yer olan, su deposunun da bulunduğu merdiven altına gizlendi. Zülküf Doğan son basamağı da inince sigarasından tekrar bir nefes aldı. Ciğerlerine doldurduğu dumanın hepsini bırakmadan sokak kapısından birisinin kendisine doğru geldiğini gördü. Onun da üzerinde kaban vardı ve elleri cebindeydi. Gelen kişiden dolayı içine bir ürperti girdi. Daha üzerine gelen kişi konusunda bir fikir edinemeden arkasından da ayak sesleri duydu. Arkasına dönmeye cesaret edemedi. Bir an hızla koşup binadan çıkmayı düşündü, ama ortada henüz bunu gerektirecek bir durum yoktu. Arkasından gelen ayak sesleri, pekâla kendisi gibi işine gitmek için evinden çıkan birisinin ayak sesleri de olabilirdi. Bu durumda kaçıp gitse insanlar ona ne demezlerdi ki?!.. İçindeki korkuya rağmen normal yürüyüşüne devam etti. Ne kadar da normal yürümeye çalışsa, duyduğu korku, endişe, heyecan, vücudunu saran ürperti ve her an bir şey olacakmış beklentisi ile dolu kötümser duygular yürüyüşüne ve yüzüne etki ediyordu. Ansızın arkadan koluna yapışan bir el ile korkusu mücessem bir hal aldı. Kalbi, neredeyse göğüs kafesinden fırlayacakmış gibi hızla çarpmaya başladı. Bedeninin tamamına hakim olan korku sebebiyle bacaklarına ani bir yorgunluk çöktü. Tüm vücudu hummaya tutulmuş gibi titriyordu. Bunu eliyle koluna sıkıca yapışan genç adam da fark etmişti. Zülküf Doğan kolunu tutan kişiyi görmek için başını çevirmeye cesaret edemiyordu. O esnada karşıdan gelen kişi de yanlarına varmıştı. Hiç beklemediği bir anda gelişen bu ani durum karşısında neye uğradığını şaşırmıştı Zülküf Doğan. Hiçbir şey düşünemiyordu. Kimdi bunlar, kendisinden ne istiyorlardı? Polis olamazlardı. Çünkü kendisi, polisin dahi şaşkınlığını gizleyemediği bir sadakatle çalışıyordu onlara. Cemaat fertleri de olamazlardı. Çünkü görünürde Cemaat’e karşı samimi, fedakâr ve itaatkâr bir portre çiziyordu. Öyleyse kimdi bunlar? Sol örgütler?!. Yoksa eskiden kendilerine zarar verdiği çete elemanları mı?.. Hepsi de olabilirdi aslında, ama o hiç birisinde karar kılamıyordu. Çünkü duyduğu heyecan ve korku onun bilincinin sınırlarını zorluyordu. O kısa an içinde aklından geçen, ama cevap bulamadığı bütün bu soruların cevabını koluna yapışan elin sahibi verecekti. Genç adam Zülküf Doğan’ın kolunu tuttuktan sonra ona ismiyle hitap etti. “Zülküf Doğan!” “E-evet benim. Siz kimsiniz?” “Kim olduğumuz önemli değil. Bizimle geleceksin. Biri seninle konuşacak.” “Biri mi benimle konuşacak? Ama... Ama siz kimsiniz? Kimin adına geldiniz? Ben... Ben sizi tanımıyorum. Nasıl geleyim sizinle?..” “Bizi tanıman gerekmez. Bizi Cemaat gönderdi. Bu senin için yeterli mi?” Zülküf Doğan Cemaat kelimesini duyunca, korkusu bir kat daha arttı. Artık işin sonuna yaklaştığını iyice anlamıştı. Ama bozuntuya vermemek için rahat görünmeye çalıştı. “Niye başta söylemedin gözüm? Cemaat’in emri başım üstüne! Benim de aklımdan neler geçiyordu... Kendi kendime -haşa sizden- ‘Bunlar olsa olsa ya polis, ya da mürted örgüt elemanlarıdır. Beni götürür bir köşede kafama sıkıp şehid edecekler.’ dedim. Neredeyse şehadetin kokusunu duymaya başlamıştım.” “Evet, gidelim mi?” “Gidelim, gidelim de gözüm, ben bir şey unuttum. Müsaadenizle bir koşup yukarı çıkıp alayım.” Zülküf Doğan bunu der demez cevap beklemeden hızla dönüp gitmek istedi. Daha bir adım bile atmadan üçüncü bir şahsın engeline takıldı. Bu, ardı sıra yavaşça inen ve konuşmalar boyunca orada sessizce bekleyen uzun boylu gençti. Zülküf Doğan’ın böylesine riyakâr ve pişkin pişkin konuşması, onu en az o çirkin fiilleri kadar iğrendirmişti. Şimdi de evine gitmekle polise telefon açmak, ya da silahını alıp karşı koymayı düşünüyor olabilirdi. Uzun boylu onu eliyle durdurup gitmesine müsaade etmedi. Zülküf Doğan, nereden çıktığını bilmediği bu üçüncü şahsı görünce umutlarını tamamıyla yitirdi. Uzun boylu adam: “Bunun için zamanımız yok. Acele etmemiz lazım” dedi. Bunu söylerken Zülküf Doğan’ın silahlı olabileceği ihtimali aklına yerleşti. Kıvırcık saçlıya hitaben: “Üzerini ara da silahı varsa emaneten yanına al. Gideceğimiz yere silahsız gelmesi lazım” diye ilavede bulundu. Kıvırcık saçlı denileni yaptı. Uzun boylu adam tahmininde yanılmamıştı. Adamın kabanının sağ cebinde ateşlemeye hazır bir adet çek-16 tabanca ile buna ait bir yedek şarjör çıkmıştı. Zülküf Doğan birdenbire karşılaştığı bu durumdan dolayı o kadar korkmuştu ki, silahı aklına bile gelmemişti. Zaten aklına gelse de yapabileceği pek bir şey de olamazdı ya!.. Çünkü gençler bu ihtimale karşı da hazırlıklı gelmiştiler. Silahı alınan Zülküf Doğan yine sakin görünmeye çalışarak kendinden emin bir şekilde konuştu: “O silaha çok para saydım gözüm. Ona iyi bak, çok değerlidir.” Konuşurken sesini yükseltmeye çalışıyordu Zülküf Doğan. Artık son kozlarını oynuyordu ve birilerinin kendisini görmesi için böyle yapıyordu. Ama sabahın bu saatinde sesini duyuracak kimsecikler yoktu etrafta. Yani oynayacak bir koz kalmamıştı. Kaçmayı aklından bile geçirmiyordu. Çünkü böylesi bir girişimin hayatına mal olacağını adı gibi biliyordu. Aklına başka da bir şey gelmiyordu. Çaresiz bir şekilde onlara itaat edecekti. Böyle bir anda dik kafalılık yapmanın akıl kârı olmadığını gayet iyi biliyordu. Dik kafalılık ona fayda yerine daha çok zarar verecekti. Bu gidişin bir daha dönüşü olmadığına emindi, ama bir ihtimal belki de dedikleri gibi birisi kendisiyle konuşacak ve bırakılacaktı. Muhbirliğinin ve diğer ahlak dışı fiillerinin ortaya çıkmış olabileceği ihtimalini aklından bile geçirmek istemiyordu. Böylesi bir durumda kendisini neyin beklediğini gayet iyi biliyordu. Ona saatler kadar uzayan o birkaç saniyelik zaman içinde İslam’a, Cemaat’e ve Müslümanlara zarar veren, İslami bir ahlakla bağdaşmayan, şeref ve haysiyet sahibi insanların tiksindiği bütün faaliyet ve fiilleri gözlerinin önünden geçti. “Eğer bunlar tespit edilmişse, af edilecek hiçbir yönüm yok demektir. Onların yerine ben olsam, ben de af etmezdim. Acaba benim hakkımda ne kadar şey biliyorlar?” diye geçirdi içinden. Kendisi hakkındaki bilginin mahiyetini bilmek için neler vermezdi ki... Ya da niçin çağrıldığını bilmek için... Ama bilmiyordu ve bu bilinmezlik ona içinde bulunduğu durumu daha da korkunçlaştırıyordu. Karanlık, dipsiz bir kuyuya düşüyormuş gibiydi sanki. Her an bir yerlere çarpabilir, ya da karanlık içinden çıkan bir canavar onu parçalayabilirdi. Bu düşünceler içinde sendeler gibi oldu. Onu bu düşüncelerinden uzun boylunun sesi sıyırdı. “Daha fazla oyalanmanın zamanı değil. Arama işi bittiyse gidelim artık.” Bu uyarı üzerine kıvırcık saçlı dışarıya çıkıp taksideki arkadaşına işaret verdi. Sabırsızlık içinde bu işareti bekleyen genç adam sevinerek arabayı hareket ettirdi. Güleç yüzlü genç ile uzun boylu da aynı anda koluna girip dışarı çıkardılar Zülküf Doğan’ı. Araba birkaç saniye içerisinde binanın kapısı önüne gelmişti. Kıvırcık saçlı arka kapıyı açıp içeri girdi. Ardından Zülküf Doğan ve güleç yüzlü de aynı kapıdan arka koltuğa oturdular. Uzun boylu yine şoförün yanına geçmişti. Birkaç saniye içinde herkes arabaya binmiş, araba hızla hareket etmişti. Uzun boylu adam, takan kişinin etrafını göremeyeceği özellikte imal edilmiş, siyah bir gözlüğü eline alıp arka koltukta, iki gencin arasında korkuyla büzülmüş Zülküf Doğan’a uzattı. “Gideceğimiz yer biraz gizli olduğu için bu gözlüğü takman lazım. Cemaat’in tedbirlere ne kadar riayet ettiğini biliyorsun.” “Tabii gözüm, tabii. Cemaat’in tedbirlerine canım feda.” Zülküf Doğan’ın, yolu ve gideceği yeri öğrenme hayalleri de bu gözlükle yıkılmıştı. Gözlüğü gözüne takarken saf bir üslûp takınarak sordu: “Gideceğimiz yer fazla uzak mı gözüm?” “Orasını düşünme ve rahatına bak. Gittiğimizde görürsün.” “Bugün geri döner miyim acaba? Maksat ailem merak etmesin.” “İşinin ne olduğuna bağlı. Ayrıca bize soru sorma artık. Çünkü soracağın şeylerin cevabını biz de bilmiyoruz.” Zülküf Doğan bu uyarıyla susmak zorunda kaldı. Arabadakileri konuşturarak küçük ipuçları elde etme girişimleri de böylece sonuçsuz kalmıştı. Önünü ve çevresini göremiyordu. Bilinmeyen akıbetine doğru yol alırken şimdiden karanlığa gömülmüştü. Onu götürenler ne kendi aralarında, ne de onunla konuşuyorlardı. Kalbi mengenede sıkılıyor gibiydi. Bir bilinmeze doğru gidiyordu, ama bu bilinmezin sonunda ölümün kaçınılmaz bir gerçek olarak önünde durduğunu biliyordu. Böyle bir gidişin salt bir konuşma için olamayacağını bilmeyecek kadar saf değildi. Nazikçe davet edilmişti, ama düpedüz kaçırılmıştı. Davete icabet etmezlik yapsa zorla götürülmesi, ya da mukavemet göstermesi halinde hemen oracıkta öldürülmesi uzak bir ihtimal değildi. Öyleyse bu davetin ismi “nazikçe kaçırma” olmalıydı. Bundan bir kurtuluş ümidi olabilir miydi acaba? Eğer faaliyetleri tam tespit edilmemişse, belki... “Neyi tespit ettiler acaba? Polise muhbirlik yaptığımı öğrenmiş olamazlar. Bunca tedbir ve dikkatime rağmen deşifre olmam mümkün değil. Böyle bir şey için Cemaat’in emniyet içinde kulağının olması lazım. Aksini düşünemiyorum. Peki böyle bir şey olabilir mi?!. Olmamasını dilerim, ama Cemaat’in müthiş bir istihbarat ağının olduğu şu götürmez bir gerçek. Eğer Cemaat’in emniyet içinde kulağı varsa, elveda dünya!.. Zevk, sefa, eğlence elveda!.. Merhaba, dünya karşılığında sattığım ahiret!.. Korkaklık, şehvete düşkünlük ve para hırsı yüzünden ölüme adım adım gidiyorum. Her şey Teoman’ın yüzünden oldu. O olmasa bunların hiç biri olmayacaktı. Ahh!.. Ah!..” Zülküf Doğan Teoman’ı hatırlayınca, bir yandan bu hale düşmesine sebep olduğu için ona öfkelenirken, diğer yandan da içine bir umut ışığı doğdu. “Teoman!.. Evet ya... Teoman’ı neredeyse unutacaktım. Ulan namussuz! Beni bu hale sen düşürdün, kurtaracak olan da ancak sensin. Yokluğum kısa süre içinde fark edilecek... Markettekiler bir eşeklik yapmazlarsa, dükkânı açmadığımı gördüklerinde hemen bildirmeleri lazım. Teoman yokluğumdan ne kadar erken haberdar olsa, o kadar iyi olacak. Gerçi akşam randevumuz vardı Teoman’la, ama o zamana kadar çok geç olabilir. Sanki ben de fazla umuda kapılıp kendimi avutuyorum. Teoman yokluğumdan haberdar olsa, hatta kaçırıldığımı şimdi öğrense ne halt karıştıracak ki? Şimdiye kadar hangi muhbir ve ajanlarını kurtarabildiler sanki?!. Zülküf oğlum, her şey bitti. Bu kadar insanın boş yere işkencelerden geçmesine sebep olan sen; onlarca insanın boş yere cezaevlerine girmesine sebebiyet verip çoluk-çocuklarının perişan olmalarına sebebiyet veren sen; insanların kafalarını bulandırıp fitne tohumları serperek bunca insanın Cemaat’ten soğuyup dökülmelerine, onlara şeytani düşünceler aşılayarak İslam’dan uzaklaşmalarına sebep olan sen; küçük çocukların ırzlarına geçen sen ve kendinin muhbir olması yetmiyormuş gibi başkalarını da muhbirleştiren yine sen!.. Evet, bütün bunları yapan sen, bunların karşılıksız kalacağını mı sanıyordun?!. Ne ahmakmışsın sen Zülküf!.. Ne eşekmişsin sen!.” diye düşündü ve kendi vicdanıyla hesaplaşmasında, kendi cezasını yine kendisi verdi.
Posted on: Mon, 09 Sep 2013 15:33:18 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015