Çin Medeniyeti ile Türk medeniyeti İlişkileri Türk - TopicsExpress



          

Çin Medeniyeti ile Türk medeniyeti İlişkileri Türk tarihinin ne zaman başladığı hakkında çeşitli yorumlar vardır. Bazı araştırıcılar kazı buluntularına dayanarak, bazısı yaşanmış olan geniş coğrafyadaki kültürlere bakarak, bazısı Türk dilini konusunu araştırarak, bazısı da İslam kaynaklarına ve mitolojilere dayandırarak, hemen hemen tarihin başlangıcından itibaren Türklerin yaşadığını iddia etmektedir. Bu yorumlar daha çok bir takım teoriler üzerine kurulduğundan, Türk toplulukları hakkında somut belgelere dayanan araştırmalar ne yazık ki yeterli değildir. Bu Proto Türk kavimleri hakkında kendi kaynakları olmadığı için diğer kaynaklara başvurmak zorunluluğu vardır. Bu dönemin iki önemli kaynağından Eski Yunan kaynaklarında hemen hemen hiçbir bilgi yoktur. Diğer bir kaynak olan Çin kaynaklarında da kabileler ve kavimler birbirinin içine girmiş ve karışmış görünüyor. Bu yüzden kabilelerin bilhassa yer ve isim değişikliklerini tespit etmek bir hayli zorlaşmaktadır. Bu dönemlere ait Çinlilerin de siyasi tarihlerini ve hareketlilikleri takip etmek zordur. Kendi kaynaklarında ki bu karışıklıklar, yazılı kaynakların azlığı ve yetrsiz eksik olmasındandır. Bilindiği gibi, net olarak Çin yazısının dahi ortaya çıkmadığı bu dönemdeki bilgiler, bambular, kaplumbağa kabukları üzerine yazılan yazılar ile, tunçtan yapılmış basit aletler üzerine yazılmıştır. Tunçtan yapılmış olan nesnelerin üzerine yazılan yazıların silinmesi mümkün olmadığından en sağlıklı olanları bunlardır. Ancak, bunların sayılarının az olması, bilgi eksikliğini beraberinde getirmektedir. Çin tarihinin de aynı Türk tarihinin olduğu gibi ilk dönemleri çok karışıktır. Han Sülalesi’ne (M.Ö. 206-M. S. 23) kadar olan dönem yani Hsia (M.Ö. 21-17. yy.) Shang (M.Ö. 17-11. yy.) ve Chou (M.Ö. 1027-256) dönemleri bir hayli yorum isteyen Çin tarihinin bir bölümünü oluşturur. Kabilelerin iç içe girmişliğinin yanı sıra, bu dönemlere ait bilgileri içeren şiir kitapları, fal ve felsefe kitapları, siyasi ve ahlak kitapları ile tıp kitabı M.Ö. 3. yüzyılda Ch’in imparatoru tarafından yakılmıştır. En eski dönemlere ait bilgileri içen bu çok önemli eserler, Han Dönemi’nde yapılan kazılardan ve bazı şahısların evlerinde bulunan eserlerin tekrar bir araya getirilmesiyle yazılan yeni eserleri oluşturmuştur. Ancak, Çincenin bu ilk örnekleri olan eserler, Han Dönemi’nde, zamanın yazı diline çevrilmiştir. Bu çevirmeyi yapan kişiler, zaman zaman kendi düşüncelerini veya anlayışlarını aksettirdiklerinden pek çok şey değişmiş veya daha karmaşık hale gelmiştir. Bu yüzdendir ki, hem Türklerin hem de Çinlilerin, bu ilk dönemlerine ait bilgiler, birbirine karışmış ve adeta izah edilemez duruma girmiştir. Elde başka veriler olmadığından, bu yazılanlarla yetinilmek zorunda kalınmaktadır. Ancak bu durum, bu dönemler üzerinde çalışanların farklı görüşler ortaya koymalarına yol açmıştır. Türk ve Çin tarihinin ilk dönemlerine ait birbirleri ile olan ilişkilerinin sağlıklı bir şekilde ortaya çıkabilmesi için, eski Türk kavimlerinden bilhassa üçü çok önem kazanmakta ve mümkün olan en iyi bir şekilde izah edilmesi lazımdır. Bu kavimler, T’ieh-le, Ti-li (Ting-ling) ve Kao-ch’elardır. Bu kavimler hakkında Çin Sülaleleri izah edilmeğe çalışılırken ayrıntılı bilgi verilecektir. Hsia Sülalesi: Çinlilerin ilk resmi tarih kitabı olan Shih-chi’de, Çin tarihinin başlangıcı olarak alınmakta, sülalenin “Yü” isimli bir lider tarafından kurulmuş olduğu kaydedilmekte ve bu kişi Çin efsanelerinde geçen “Sarı İmparator”a bağlanmaktadır.16 Bilindiği gibi, “Sarı İmparator” Çin milletinin ilk atası olarak kabul edilmektedir.17 Ancak Hsia Sülalesi’ni kuran Yü’nün bu ilk ata ile bağlantısı bugün bile Çinli araştırıcılarının çözüme kavuşturamadığı bir konudur. Bence, Yü ve Sarı imparatorun birbirlerinden farklı kişiliklere sahip olunmasının sebebi yaşadıkları farklı coğrafyadan ve farklı kavimlerden gelmelerindendir. Bu ayrıntılara burada girmek gereksiz gözüküyor. Fakat iddia ne olursa olsun Hsia Sülalesi’nin mensup olduğu kavim hakkındaki Çin kaynaklarındaki bilgiler çok karışıktır. Bunun sebebi ise, Çin topraklarında, Proto Çinliler ile Proto Türkler ve Proto Moğolların karışık bir halde yaşamış olmalarıdır. Bu kavimlerin oturdukları bölgeler, savaşlar ve göçebelikten kaynaklanan yer değiştirmeler yüzünden tam olarak tespit edilememektedir. Bundan dolayı da Shih-chi kitabındaki bu ilk bilgiler karışıktır. Bir de günümüzde her millet, kendi atasını bulma düşüncesinde olduğu düşünülecek olursa, Çinlilerin de aynı düşünce ile hareket ettikleri söylenebilinir. Shih-Chi kitabından başka, devrin hadiselerini anlatan yine Çin eserlerinde, Hsia Sülalesi’nin hanedan soyunun Çinli olduğu şüphelidir. Burada dikkati çeken bir husus vardır. Shih-ch’i kitabının Hunlar bölümünde, Hunların atasının Hsia hanedan soyundan geldiği kaydedilmektedir. "Hsia Sülalesi’nin son hükümdarı olan Chieh, devletini zalimce yönettiği için, Hsia Sülalesi sona ermiştir. Yerine Shang Sülalesi geçmiştir. Shang Sülalesinin ilk hükümdarı olan T’ang, Hsia Sülalesi’nin son hükümdarı Chieh’i, Min-tiao adlı yere kadar takip etmiş ve burada üç sene sonra ölmüştür. Chieh’in oğlu Hsün-yü, üvey annesi ile evlenmiş, kuzeye giderek burada göçebe bir hayat sürmüştür. Bunlara Çinliler Hsiung-nu (Hun) demişlerdir.18 Böylece Hunların atalarının, Hsia Sülalesi ile bağlantısı ortaya çıkmaktadır. Diğer taraftan, bilindiği gibi bazı araştırmacılar Hunların Moğol kökenli olduklarını da ileri sürmektedirler. Hal ne olursa olsun, büyük bir ihtimalle Hsia Sülalesi’nin hükümdar soyunun Çinli olma ihtimali epey zayıf görülmektedir. Dolayısıyla, Hsia Sülalesi’nin Proto Türk veya Proto Moğol kökenli olduğunu söyleyebiliriz. Hsialıların Yang-Shao Kültürü’ne sahip oldukları görülmektedir. Yang-Shao Kültürü, ismini bir kasabadan almaktadır. Bu kasabada işlenmiş taş ve kemik eşyalar, renkli çömlekler bulunmuştur. Bu kültürün özelliği, çömleğin dış kısmının ince işlenmiş olması ve üzerinde boya ve ince çizgilerin bulunmasıdır. Bu kültürün menşei hakkında da araştırmacılar ikiye ayrılmaktadır. Kimisi, bu kültürün kökenini, Orta Asya hatta Anadolu’dan Çin’e doğru yayıldığını söylemektedirler. Bazı araştırmacılar ise bunun tamamen Çin kökenli olduğunu kaydetmektedir.19 Hsia Dönemi’nde, yüzlerce kavim birleştirilerek, Hsia Sülalesi kurulmuştur. Askeri yapı ve ilk kanunlar bu devirde ortaya çıkmıştır. Bu dönemde, tunç ve bronz gibi madeni eşyalar kullanılmaya başlanmıştır. Hsia Sülalesi’nin 17. hükümdarı olan Chieh zamanında devlet kötü yönetilmiş ve zayıflamıştır. Shang Sülalesi’nin ilk imparatoru olan T’ang tarafından ortadan kaldırılmıştır. Bu Sülale takriben 470 yıl hüküm sürmüştür. Hsia Sülalesi zamanında Çin’in kuzeyinde pek çok kavim yaşamıştır. Bu kavimler içinde hangisinin Proto Türk olduğu açıkça belli değildir. Ancak bunların içinde bir kavim öne çıkmaktadır. Bu kavim Ch’üen-yi’dir. Bu proto Türk kavminin Hsialarla ilişkisi olduğu ve kendilerine isyan ettikleri ve Çinliler tarafından bugünkü Shan-hsi eyaletinin sınır bölgelerine yerleştirildiklerinden bahsedilmektedir. "Ch’üen” çay, dere anlamındadır; "Yi” ise, avcılık ve göçebelikle meşgul olan kavimlere verilen genel bir isimdir. Yi’nin anlamı ise, "sırtında ok ve yay taşıyan kimse”dir. Çin kaynaklarında belirtilen Dokuz Yilerin içinde Proto Türk, Tunguz, Tibet ve hatta Kore kavimleri de yer almaktadır. Çinliler, kendi topraklarında yaşayan, göçebe ve balıkçılıkla meşgul olan topluluk ve boyların birbirlerinden farklı olduklarını gördükten sonra, özellikle Çin’in kuzeydoğusunda yaşamış olan topluluklara “Yi” demişlerdir. Daha sonra “Yi” kelimesi, “barbar ve kaba” olan topluluklar için söylenmiştir. Takriben son iki yüz yıldan beri de Çinliler yabancılara, genellikle Batılılara “Yi” demektedirler.20 Yi kavminin içinde çok kesin olarak Proto Türk gruplarının olup olmadığını söylemek zor olsa da, yapılan çalışmalarda bu grubun oturduğu bölge, diğer kavimlerle olan ilişkileri ve kullandıkları hayvan -kurt ve geyik- totemlerinden dolayı bu grubun Proto Türk olduğu hükmüne varabiliriz. Shang Sülalesi: Çin’de kurulan ikinci sülaledir. Bu sülale M.Ö. 17-11 yüzyıllar arasında hüküm sürmüştür. 18 nesil yaşamış ve 30 hükümdar başa geçmiştir. Shanglıların soyları hakkındaki efsaneler de karışıktır. Shanglıların atası olan Ch’i’nin annesinin ismi Chien-t’i’dir. Chien-t’i bir nehirde yıkanırken, siyah bir kuşun yumurtası gökten düşmüş, Chien-t’i bu yumurtayı yutmuş ve hamile kalarak Ch’i’yi yani Shang Sülalesi’nin atasını doğurmuştur. Hsia Sülalesi’nin hükümdarı kendisinin çok kabiliyetli olduğunu duyunca, “Halklar birbirini sevmiyor, örf ve adetleri bozulmuştur. Sen onları eğiteceksin” diyerek kendisine bugünkü eğitim bakanı unvanına eşit olan bir unvan vermiştir. Görevinde başarılı olan Ch’i’ye daha sonra “Shang” bölgesi verilmiştir.21 Böylece ikinci Çin sülalesi doğmuştur. Bizim burada dikkatimizi çeken husus türeyiş efsanesidir. Çin kaynaklarında, kuş ve kuş yumurtasından türeyen efsanelere sık sık rastlamaktayız. Kuş yumurtasından türemiş olan birçok kavim vardır. Bunların bazıları Çin’in kuzeydoğusundaki kavimler ile Çin’in doğusundaki eski Kore kavimleridir. Bilindiği gibi pek çok Türk kavmi de avcı kuşları kendi sembolleri olarak benimsemişlerdir.22 Shang Sülalesi’nin kuruluş dönemine baktığımızda, bir takım veriler, bunların “Yi” kavmine mensup bir başka deyişle Tonguz kavmine ait olduklarıdır. Tüm Shang Sülalesi’nde “Sarı İmparator”un soyuna yani Çinlilere rastlanmamaktadır. Dolayısıyla, Shang Sülalesi’nin Çinli değil, bir başka kavim tarafından kurulduğunu söylemek daha doğru olacaktır. Shang Sülalesi yüksek bir kültüre sahip ve şehir kültürünü de içinde barındırmaktadır. Shang Dönemi’nde yazı ortaya çıkmıştır. Shang hükümdarı günlük hayatında fala bakar ve bunu kemik üzerine yazarmış. Bu işte ilk Çin yazısının şeklini oluşturmuştur. Bu yazılar daha sonra kaplumbağa kabuğu üzerine de yazılmaya başlanmıştır. Bu çeşit yazı örnekleri arkeolojik kazılar neticesinde ortaya çıkmış ve dört beş bin adet olduğu tahmin edilen bu örneklerden bin yedi yüz tanesi okunabilmiştir. Bu yazının kullanıldığı tarih ise, M.Ö. 1300-1028 yılları arasında tahmin edilmektedir. 23 Bilindiği gibi, yazının kullanılması uygarlığın ilk işaretidir. Ayrıca yerleşik hayata geçmenin de bir göstergesidir. Shanglılar, göğe ve tabiattaki tüm varlıklara tapmışlardır. Tarım ile ilgili aletleri gelişmiştir. Evlerinin yarısı toprak altında, yarısı toprak üstünde inşa edilmiştir. Elbiseleri basittir. Evlilikle ilgili yasaları bulunmaktadır. Ağabey ölünce karısı, kardeşi ile evlenebilirdi. Bakır ve demir gibi madenleri kullanmasını öğrenmişlerdir. Pirinç, buğday, darı ve sebze yetiştirmişlerdir. Tarihi ve arkeolojik araştırmaların sonucunda Shang Kültürü’nün, Hsia Kültürü’nden ileri olduğu anlaşılmaktadır. Shang Sülalesi zamanında yazının ortaya çıkmasıyla birlikte birçok meselenin de çözümü kolaylaşmıştır. Bu dönemde Shanglıların ilişkide bulundukları kavimleri takip etmek daha kolaylaşmıştır. Shanglıları kuzeylerinde bulunan kavimlerle yoğun bir ilişki içine girmişlerdir. Dolayısıyla bu bölgelerde oturan Proto Türk kavimleri ile ilişkileri çoğalmıştır. Bu Türk kavimleri içinde “Kui-fang” ve “Kung-fang” kavimleri ön plandadır. Wang kuo-wei’in araştırmasına göre, Kui-fanglılar en eski Türk kavimlerinden biridir. 24 Bu kavmin, bütün Shang Sülalesi Dönemi’nde büyük savaşlar yaptığı kaydedilmektedir. Bu kavim hakkında yapılan araştırmalarda, M.Ö. 8. yüzyıl başlarında devlet kuran “Ch’u’îar ile de ilişkisi olduğu ortaya çıkmaktadır. Ch’uların menşeinin Orta Asya’dan kuzeye - Güney Sibirya’ya- daha sonra da Çin’in güneyine geldikleri anlaşılmaktadır. Acaba bu Kui-fanglılar, Ch’uluların ataları olabilir mi? Zeki Velidi Togan ve Mahmud Kaşgari’nin eserlerinde geçen “Çu Rivayeti” ile ilişkisi nedir? Bunlar tam manasıyla açıklığa kavuşmamış olsa bile bize karine ile de olsa Kui-fang, Ch’u ilişkisinin var olduğunu ve Kui-Fanglıların Shanglılarla yaptıkları çeşitli zamanlardaki savaşlar neticesinde Çin’in güney bölgelerine gelip yerleştiklerini ve Ch’ular ile bir akrabalık ilişkilerinin olabileceği düşüncesini ortaya çıkarmaktadır.25 Bu kavmin M.Ö. 8. yüzyılda ortaya çıkan “Ti” kavmi ile de ilişkili olduğu sanılmaktadır. Ti kavminin bu yüzyıldan sonraki yaşayışlarına ve hangi kavimlerle ilişkisinin olduğuna baktığımızda, tamamen bir Türk kavmi olduğunu söyleyebileceğimiz gibi, daha sonraki dönemlerde pek çok Türk kavminin nüvesini meydana getirdiğini görmekteyiz.26 İkinci önemli kavim “Kung-fang”dır. Kung-fanglıların da Shanglılarla bilhassa savaşlar bakımından ilişkileri çok olmuştur. Aralarında uzun yıllar süren mücadeleler olmuştur. Kunglular ok ve yay yapımında çok ileri bir düzeydedirler ve Shanglılar her zaman kendi ihtiyaçları olan bu aletleri satın almışlardır. Bu kavmin oturduğu coğrafi bölge ve diğer kavimlerle olan ilişkilerine baktığımızda, bunlarında daha sonra ortaya çıkan ve bir Türk kabilesi olduğundan şüphe edilmeyen “Kırmızı Ti”lerin ataları olduğunu görmekteyiz.27 Yukarıda kısaca haklarında bilgi vermeye çalıştığımız Kui-fan ve Kung-fanglıların Shang Sülalesi için neyi ifade ettiğine gelince, bunların bu sülale ile ilişkileri daha detaylı incelendiğinde, Shang Sülalesi’nin bir Çinli sülaleden çok, Türkler tarafından kurulmuş fakat coğrafi alandaki Çinlilerin nüfus bakımından çok daha kalabalık olmaları ve bu bölgelerde yaşayan Çinlilerin yerleşik hayata bu devirlerde adapte olmaları gibi sebeplerden dolayı zamanla hakimiyetlerini ve mevcudiyetlerini kaybetmiş oldukları sonucuna varmamıza sebep olmaktadır. Chou Sülalesi ve Türklerle İlişkileri: Çin’in üçüncü sülalesi olan Chou Hanedanlığı, M.Ö. 1027- M.Ö. 771 tarihleri arasında Shan-hsi bölgesinde kurulmuştur.28 256 sene hüküm süren bu sülale, kuzeydeki Türk kavimlerinin baskısıyla 771 senesinde güneye inmiş ve bu tarihten sonra Doğu Chou Sülalesi olarak isimlendirilmiştir. Chou Sülalesi Dönemi, kuzeydeki Jung ve Ti kabileleri ile ilişkilerin arttığı ve karşılıklı saldırıların geçtiği bir dönemdir. Chou’nun önemli imparatorlarından Ku-kung Ten- fu zamanında bu ilişkiler Chouları fazlasıyla rahatsız etmiş ve yer değiştirmek zorunda kalmışlardır. Bu yer değiştirme kendi yaşam tarzlarında da bir değişiklik yapmıştır. Bu döneme kadar daha ziyade çiftçilikle uğraşan Choulular, yeni yerleştikleri bölgede yerleşik hayata geçmişlerdir. Türk kavimlerinin baskısıyla yer değiştiren ve yerleşik hayata geçen Doğu Chou Sülalesi, Çin topraklarında yaşayan en kalabalık halkı teşkil etmiştir. Bu dönemde pek çok derebeylik kurulmuş ve bunun neticesi olarak da Chou Sülalesinin siyasi hakimiyetinden kurtulmak için mücadeleye girişmişlerdir. Yavaş yavaş güçlenen derebeylik devletleri, birbirleriyle de savaşarak bağımsız devletler kurmuşlar ve tamamen Chou Hanedanlığının kontrolünden çıkmışlardır. Bu dönem Çin tarihinde "Muharip Devletler Dönemi” ismiyle anılmıştır. Derebeylerin kendi aralarındaki savaşlar sonucunda, yedi büyük devlet kalmıştır. Bunlar da birbirleriyle savaşlara devam etmişler ve neticede, Çin’in kuzeybatısında kurulan Ch’i Devleti de diğer altı devleti ortadan kaldırarak Çin’de yeni bir dönemi başlatmışlardır. Chou Sülalesi’ne son vererek kurulan bu yeni devletin ismi Ch’in Devleti olmuştur.29 Chou Sülalesi, Çin topraklarında kurulan ilk en medeni bir devlet olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu dönemde, özellikle devlet teşkilatı, sosyal hayat, askeri düzen, edebiyat, tıp, astronomi, matematik, felsefe ve fal gibi konularda çok önemli eserler yazılmıştır. Ayrıca bu sülale döneminde, bütün Çin tarihinin en önemli şahsiyetleri olan Konfüçyüs, Tao-tzu, Men-tzu, Hsiung-tzu, Hen-fei-tzu, Ch’ü-yuan gibi filazoflar ortaya çıkmıştır. Chou Sülalesi’nin bizi ilgilendiren en önemli hususiyeti, bu sülalenin dayandığı etnik kökendir. Türk tarihçilerinin bu mevzuda söyledikleri, bu sülalenin bir Türk kavmi olduğu şeklindedir.30 Çinli tarihçilerden ve bu dönemler üzerinde yaptığı araştırmalarla tanınan Ch’in chung-mien, Chouların dini, yazısı ve ilişkide olduğu kavimler hakkında yaptığı araştırmalar sonucunda, Chouların Türk olduğunu söylemektedir.31 Chouların etnik kökenini hangi Türk kavmine bağlamak lazımdır? Bu sorunun cevabını verebilmek zor olsa da, yapılan araştırmalar ve kavimlerin takip ettikleri yollar incelendiği zaman, Choular atasının Pu-chou isimli bir şahıs olduğu karşımıza çıkmaktadır. Bu şahıs ilk sülale olan Hsia Sülalesi’nin darbelerinden kaçarak, halkıyla birlikte Jung ve Tilere sığınmıştır. M.Ö. 2188-2160 seneleri arasında gerçekleşen bu olaylar sonrasında, Pu-chou bugünkü Shan-hsi bölgesine gelip yerleşmiştir. Batısında Junglar, kuzeyinde ise, Tiler bulunmaktaydı. Chou Sülalesi’ne gelinceye kadar geçen çok uzun süreç içinde bunların Jung ve Tilerden ayrılmalarının sebebi olarak toprak kavgalarının olduğunu söyleyebiliriz.32 Göçebe topluluklarda toprağın ne kadar önemli olduğu bilinmektedir. Ziraatin yanında hayvancılık da önem kazanmış ve Chuolular daha Shang Sülalesi zamanında ordu komutanlarına çeşitli hayvan adlarını unvan olarak vermişlerdir. Bu durum da onların hayvancılıkla ne kadar ilgilendiklerini göstermektedir. Ayrıca, Choular Dönemi’nde "Hayvancılık Bakanlığı” da kurulmuştur. Bu bakanın görevleri arasında yayla düzenlemesi yapmak ve bilhassa at beslenmesi hakkında kararlar almakta vardır. Çin kaynaklarında, Chou Sülalesi’nin kendilerine "Batı Topraktakiler” ismini verdiklerini görüyoruz. Bu ne anlama gelmektedir? "Batı” anlamı bütün Çin tarihi boyunca daha çok kendilerinden batıda ama Orta Asya ile ilişkili ve daha çok Türklerin oturdukları yerlerle ilgili olarak söylenmiştir. "Batı Toprakları” hele milattan sonraki devirlerde iyice belirgin bir hal almaktadır. Bu durumda bize Chou Sülalesi’ni kuranların Çinli olmadıkları hakkında en önemli ip uçlarından birisidir. Choulular Devleti kurmak için mücadele ettikleri dönemlerde, askeri teşkilatlarında “Binbaşı” ve “Yüzbaşı” unvanlarını kullanmışlardır. Bu unvanlara baktığımızda daha sonraki dönemlerde de Hunlar, Avarlar, Göktürkler ve Moğollar tarafından da kullanılmıştır. Bu askeri teşkilatlanma şayet Çinlilerin bir hususiyetleri olsaydı daha sonraki dönemlerde de kullanılmış olması lazımdı. Fakat bu sisteme Han Sülalesi’nden sonra Çinlilerde rastlamıyoruz. Choular, devletlerini kurduktan sonra, beylere toprak bağışlamışlardır. Tarlaları ve toprakları içinden geçen dere, çay gibi sularla parçalayarak, beylerin mevkisine göre dağıtmışlardır. Onbaşı rütbesindeki bir kişi, genişliği ve derinliği bir buçuk metre olan bir nehre, beş kilometre karelik bir toprağa; Binbaşı, genişliği ve derinliği dört metre büyüklüğündeki nehre ve elli kilometre karelik bir toprağa; Tümenbaşı ise, genişliği ve derinliği beş buçuk metre büyüklüğündeki bir nehre, beş bin kilometre karelik bir toprağa sahiptir.33 Choulular, Çin tarihinde ilk olarak göğe inanan bir toplum olarak karşımıza çıkmaktadır. Şamanizm’de bulunan tanrıcılık inancı da burada rastlanmaktadır. Görüldüğü gibi, Choulular ve Chou Devleti, Çin topraklarındaki diğer kavimler ve devletler ile çeşitli konularda farklılıklar göstermektedir. Söz konusu Chouların, Proto Türklere daha yakın oldukları ortaya çıkmaktadır. Fakat şu da bir gerçektir ki, Chou hanedan soyu, Proto Türk olmasına rağmen, Çin’in iç bölgelerine yerleştikten sonra, zamanla kendi kültürlerinden uzaklaşmışlardır. Chouların devlet yapısı, Hsia ve Shanglardan farklılık gösterir. Chou hükümdarı, özellikle ilk karısının oğlunu veliaht olarak seçince, aile kanunu ortaya çıkmıştır. Ölüm ve örf adet gibi kaideler şekillenmiştir. Chou hükümdarının çocukları ve yakın akrabalarının çocukları, yüksek mevkilere gelmişlerdir. Hükümdar kendini “Tanrının oğlu” diye kabul etmektedir. Vezirler ve üst düzeydeki görevliler de “bey” olarak kabul edilmişlerdir. Chouların ibadetleri de Hsia ve Shanglılarınkine benzememektedir. Hsia ve Shang hükümdarlarında “Tanrının oğlu” unvanı yoktur. Choular Tanrıya taparlar, Shanglar ise her şeye taparlardı. Hsia ve Shang döneminde, evli kadınların ve kızların soyadı yoktu. Fakat, Choular zamanında, aynı soyadlı kişilere evlenme yasağı konmuş ve evli kadınlar ile kızlar, soyadı kullanmağa başlamışlardır.34 Shang Dönemi’nde ceza kanunlarında sadece katil, hırsız ve tecavüz edenlere ait cezalar vardır. Chou Dönemi’nde ise, dostluğa ihanet eden, aileye ve hükümdara sadık olmayan kişiler için de cezalar konulmuştur.35 Bütün bu yukarıdan beri izah ettiğimiz özellikler ve proto Türk kabilelerini takip edebildiğimiz ölçüde, Chouların Hsia ve Shanglardan ayrı olduğunu hem kabileler nazarında hem de kültür bakımından söylememiz doğru olacaktır. Chou dönemindeki Türk kavimlerini incelersek bunların arasında Chüan-jung, jung ve Tilerin çok ön plana çıktığını görmekteyiz. Zaten bu kavimleri biraz daha irdelemek, bize Choular hakkında daha sağlıklı bilgilere ulaşmamızı sağlayacaktır. Ch’üan-jung, “Köpek Jung” anlamında ve M.Ö. 10. yüzyıldan itibaren bilgi alabildiğimiz bir kavimdir. Chou Devleti ile devamlı savaş ilişkisinde olan bu kavim, Chouların kendi iç mücadeleleri sebebiyle devletin kuzeybatı bölgelerini tamamen ele geçirmiştir. Bir derebeylik devleti iken M.Ö. 8. yüzyıldan sonra kuvvetlenecek olan Ch’in Devleti zaman zaman Choulara yardım etmiş fakat Choular Ch’üan-jungların bu saldırılarına karşı koyamamışlar ve yıkılmışlardır.36 M.Ö. 750 senesinde Ch’inliler, Chou Devleti’nden kalan bölgelerinde Ch’üan-junglarla savaşmışlar ve onları yenmişlerdir. Böylece bütün bu bölgeler Ch’inlilerin eline geçmiştir. Ch’inliler bundan sonra güçlenmeğe başlamışlar ve M.Ö. 746 senesine gelindiğinde Çin toprakları üzerindeki bütün devletleri ortadan kaldırarak Ch’in İmparatorluğu’nu kurmuşlardır. Bu tarihten sonra da Ch’ün- junglar tarih sahnesinden silinmişlerdir.37 Jung kavminin sözlük anlamı "asker ve silah”tır. Daha sonra ise, "savaş ve savaş arabası” anlamını almıştır. Yine bu devrin kaynaklarında aynı ismin "kesip öldürmek ve vahşi” anlamına da geldiğini görüyoruz. Savaşçı bir kavim olduğunu bildiğimiz Junglara bu isimlerin kendileri tarafından mı yoksa Çinliler tarafından mı verildiğine dair kesin bir bilgi olmamasına rağmen, Çinlilerin bu kavimden korktuğu ve nefret ettikleri için bu ismi verdiklerini söylemektedirler.38 Jungların ne zaman tarih sahnesine çıktıkları hakkında Çin kaynaklarındaki bilgiler karışıktır. Wang kuo-wei’in araştırmasına göre, Junglular, Hsün-yü ve Hsien-yünlerin ortadan kalkmasından sonra onların yerini almıştır. Kaynaklar Jungların Çin’in kuzeyinde yaşadığını ve "Kuzey Jung”lar dendiğini kaydetmektedir. M.Ö. 650 senesine gelindiğinde, Kuzey Junglar tarih sahnesinden silinmiş ve "Batı Junglar” ortaya çıkmıştır. Bu durum ise, Junglar hakkındaki araştırmaları zorlaştırmıştır. Kuzey Junglar, eski Proto Türk tipinde olup, Batı Junglar ise, daha ziyade Tibet tipindedir. Fakat bu her iki tipi de birbirinde ayırmak bir hayli zordur. Çince kaynaklarda bunların hepsine Jung denilmiştir.39 Choular, Çin’in kuzeybatısından doğusuna göç ettikten sonra, kuzeybatıda yaşamış olan Junglar, Choular için batı olmuştur. Dolayısıyla karışıklık buradan çıkmaktadır. Batı Jung kavmi içinde Tibet unsurları da vardır. Jungların oturdukları yer için bir Çin kaynağı "Chouların kalesinin batı kapısının dışarısındadır” diye yazmaktadır. Bir başka Çince eserde "Dokuz Yiler, Sekiz Tiler, Yedi Junglar ve Altı Manlarla dünyayı oluşturuyoruz” diye kayıt vardır. Yine bir başka eserde, "Chung-kou (Çin’in orta bölgeleri) halkları, doğudakilere Yi, güneydekilere Man, batıdakilere Jung, kuzeydekileri Ti olarak adlandırıyorlardı” demektedir.40 Esasında Jung Kavmi içinde Türk, Tunguz ve Tibet unsurlarının hepsini birden içeren bir kavimdir. Bu konularda araştırma yapmış olan Eberhard, bunların hepsinin Batı Jung olduğunu veya Tibetlilerin ataları olduğunu kaydetmektedir.41 Şu noktayı bir daha belirtmeliyim ki, Jungların tümü asla sadece bir bölgede Eberhard’ın işaret ettiği gibi, sadece Çin’in batısında yaşamamışlardır. Çin’in kuzeyinde oturan Junglar daha çok Türk unsuru taşımışlar, Çin’in batısında oturanlar ise Tibet unsurunu. Bu arada Çin’in kuzeydoğusundaki Junglar da Tunguz unsurunu taşımışlardır. Bu kavimlerin yaşadıkları bölgeleri ve tarihleri çok iyi takip ettiğimiz zaman bu yukarıdaki sonuç ortaya çıkmaktadır. Mesela Eberhard aynı hatayı, Proto Türk olduğundan hiç şüphemiz olmayan "Ti”ler için de yapmıştır. Bu Ti kavmini içinde Tibet unsuru da taşıyan diğer Ti kavmiyle karıştırmış ve Tunguzlara bağlamıştır.42 Bir an için bunun böyle olduğunu düşünürsek o zaman, Ting-ling, Kao-che ve Ti-lileri izah etmemiz imkansız ve bu yukarıdaki üç kavmin çeşitli zamanlarda kurduğu Türk devletlerini, Hun, Göktürk ve Uygurların kökenlerini izah etmemiz imkansızlaşmaktadır. Ch’üan-Junglar tarafından Chou Devleti yıkılıp, yerine “Doğu Chou” Devleti kurulduktan sonra, Çin topraklarındaki derebeyi devletleri güçlenerek topraklarını genişletmeğe başlamışlardır. Chou Devleti bir kukla haline geldikçe, güçlenen derebeyi devletlerinin oyuncağı durumuna düşüyordu. Derebeylik devletlerinin şiddetli toprak yağmalaması sonucu, bu devletler kuzeybatıda yaşayan Türk kavimleri ile karşılaşmışlardır. Bir yandan kuzeylilerin güneye inme istekleri, diğer yandan güneylilerin toprak kazanma hevesleri bu iki gücü devamlı karşı karşıya getirmiştir. Derebeylik devletleri arasında anlaşmazlıklar olsa bile, kendi ırk ve tipine benzemeyen bu kuzeylilere karşı birleşmişler ve bu birliktelik Jungların tarih sahnesinden silinmesine yol açmıştır. Tiler hakkında ilk olarak kaplumbağa yazıtlarında ve tunç yazıtlarında rastlıyoruz. En eski Çince sözlükte anlamı “Kırmızı Ti’ler köpek soyundandır. Ti, çirkin ve pis” anlamındadır. Bir başka Çince sözlükte ise, kuzeylilere verilen bir ad olup anlamı “uzak”tır. ”Ti” kelimesinin Çince de iki türlü yazılışı vardır. Bunlardan birincisinin anlamı daha ziyade “köpek ve yırtıcı hayvan”, ikinci ise, “uzun kuyruklu kuş, kuş ve kuş tüyü” anlamlarına gelmektedir.43 Dolayısıyla hangi anlamı alırsak alalım Türklerle bir bağlantısının olabileceğini söyleyebiliriz. Bilindiği gibi, Türklerin kurttan ve geyikten başka yırtıcı kuşlar olan kartal, doğan ve sungur gibi kuşları sembolize ettikleri bilinmektedir. Bunlardan en çarpıcı örnek Uygurlar zamanında yaşanmıştır. 789 tarihinde Uygur kelimesinin Çincesi olan “Hui-he” kelimesi “Hui- hu” olarak değiştirilmiş ve bu durum T’ang hükümdarına anlatılırken, “Hui-hu”nun “dolaşan şahin” anlamında olduğu söylenmiştir.44 Kuzey Devletleri Tarihi (386-581) Kao-Ch’e (Yüksek arabalılar) Bölümünde: “Kao-ch’eler, çok eski zamandaki Kırmızı Tilerin soyundandır. İlk adı Ti-lidir. Kuzeyliler T’ieh-le diyorlardı. Çin bölgesindekiler ise, Kao-ch’e veya Ting-lin diyorlardı. Dilleri Hunlarınkine benziyordu. Bu kavimde Ti, Yuan-hu (Uygur), Hu-lü, Yi-chin gibi etnik gruplar vardı” diye yazmaktadır.45 Bu ifadeye göre Kırmızı Ti’ler daha sonra devlet kurmuş olan Uygurların atalarıdır diyebiliriz. Çin’de yapılan bir başka araştırmaya göre, Ti ve Junglar Hun milletini oluşturan kavimlerdir. Bir başka Çin kaynağında şunlar yazılıdır: ”Ch’i-hu’nun diğer adı Pe-luo-ch’ı olup, Chin Dönemi’ndeki (265-420) Hunların bir boyu olmalıdır. Bazı kimseler, Ch’i-hu’ların Shang-jung (dağ Jungları) ve Kırmızı Tilerin ataları olduğunu söylerler. Dilleri de kuzeylilere benzer” diye yazmaktadır.46 Bir Çinli araştırmacı da şunları yazmaktadır: “Ch’i-hular, eski beyaz Tilerin bölgesinde yaşamakta idi. Onların yüzü ve başı, ‘Hu’ gibidir. Dili ise, Çincedir. Tipi ve karakterleri de ‘Hu’ya benzemektedir.”47 Burada karşımıza çıkan ‘Hu’ kavmi için de pek çok araştırma yapılmıştır. Bunların içinde hiç şüphesiz Wang kuo-wei’ en ön sırayı almaktadır. Bu konuda şöyle demektedir: “Hu, Çin’in kuzeybatısında yaşayan, gözü çukur, burnu yüksek, gür sakallı ve bıyıklı, Çinlilere benzemeyen etnik gruplara verilen bir addır.”48 Bu ifadeden hareketle, yukarıda gördüğümüz Ch’i-hu da “Hu” tipinde olduğuna göre, Ch’i-hular muhakkak ki sakallı, yüksek burunlu ve gözleri çukurdu. Buna göre Ch’i-huların atası Tiler tipindeydi.49 M.Ö. 771-223 yılları arasında Çin topraklarında yaşamış olan Chou Sülalesi’ne bağlı derebeylik devletleri ve kabileleri, yavaş yavaş güçlenmiş ve Chou Sülalesi’ni kukla haline getirmişlerdir. Aynı zamanda da, toprak kazanma mücadeleleri yüzünden birbirlerine düşmüşlerdir. Bu dönemde bir de kuzeyden gelen Jung ve Ti kavimlerinin saldırılarına uğramışlardır. Böylece, Chou Sülalesi zamanında ki Çin’in orta bölgesindeki toplumlar, dört taraftan gelen baskıyla, "Chung-kuo” yani "Orta memleket” anlamında olan bir anlayışı ortaya çıkarmışlardır. Kendileri dışındaki, dört taraftakileri uygar olarak görmeyen derebeyi devletleri, onları dışlamaya çaba göstermişlerdir. Derebeyliklerin, Jung ve Ti kavimlerine karşı oluşturduğu bu birlik, daha sonra Ch’in Devleti tarafından toprakların birleşmesine yol açmış ve Han Sülalesi (M.Ö. 222) zamanında da maddi ve manevi unsurlarla oluşturulan bir birliğe dönüştürülmüştür. İşte bu durum, Çin milletinin temelini teşkil etmiştir. Derebeylik devletlerinde ortak birliğin yükselmesiyle birlikte, Jung ve Ti kavimlerini de daha yakından tanımaya başlamışlardır. Bu dönemde yazılan Li-Chıh isimli eserde şunlar kaydedilmiştir: "Chung-kuo (Orta memleket), Jung ve Ti gibi, beş bölgedeki insanlar dünyayı oluşturmaktalar. Batıdaki insanlara Jung deniliyordu. Bunlar saçlarını kesmezler, deriden elbise giyerler ve hububat yemezlerdi. Kuzeydeki insanlara da Ti deniliyordu. Bunlar, kuş tüyü ve hayvan tüyünden (derisinden) elbise giyerler. Mağarada yaşıyorlardı. Beş bölgedeki insanların dilleri birbirlerinden farklıdır. Birbirlerini anlamak için tercüman gerekiyordu. Batı insanlarının dilini tercüme eden kişinin adı Ti-t’i, kuzey insanlarının dilini tercüme eden kişinin adı da Yi’dir”.50 Bir başka araştırmada da şunlar yazılıdır: "Dört taraftaki insanlar Çin’in orta bölgelerine geldiklerinde, ancak tercüman vasıtasıyla anlaşabiliyorlardı. Bunlar birbirlerine benziyorlar ama dilde anlaşmaları çok zordu”.51 Bu kavimlerin tipleri ve yaşayışları hakkında da Çin kaynaklarında bilgiler bulunmaktadır. "Batılıların yüzü diğer bölgedeki insanlara benziyor, hareketleri ağır, boyunları etli, başları dik yürüyorlardı. Cesur ve merhametsizdiler. Bu yerler darı yetiştirmeğe uygundur. Burada Tibet öküzü ve gergedan çoktu. Kuzeylilerin ise vücut yapıları geniş, boyunları kısa, omuzları kalın ve geniş, kalçası aşağıya sarkıktır. Bu insanların zekası yoktu. Hayvanları yiyerek yaşıyorlardı. Köpek ve atları çoktur”.52 "Batı bölgesinde maden ve yeşim taşı boldur. Kum ve taş fazla olup, gök ve yerin birleştiği yerdir. Halklar yüksek tepelerde yaşarlar. İklimi sert, rüzgarı çoktur. Halk, tüy ve ağacın lifinden yapılan elbise giyerler. Yağlı ve kuvvetli yerler. Bu nedenle hasta olmazlar. Hastalıklar ancak vücudun içinden kaynaklanıyordu. Sert bitkilerle tedavi edilirlerdi. Sert bitkilerin kullanılması Batı’dan bize gelmiştir. Kuzey bölgesi gök ve yerin karanlık bölgesidir. Bu bölge yüksek olup, halk burada yaşıyordu. Soğuk rüzgarda yer buz tutuyordu. Halk kolayca her yerde yaşayabiliyordu. Sütlü ürünler yerlerdi. Soğukluk içlerinde saklandığı için, kolayca mide ve bağırsak hastalıklarına yakalanabilirlerdi. "Ai” bitkisi ile dağlama yapılması uygun bir tedavi yöntemidir. Bu nedenle bu dağlama yöntemi bize Kuzeylilerden gelmiştir”.53 Çinlileri hem siyasi yönden hem de yaşayış biçimleri yönünden epey meşgul etmiş olan Jung ve Tiler, Çinliler tarafından istenmeseler bile, zamanla küçük topluluklar halinde bile olsa Çin topraklarında oturmuşlardır. Dolayısıyla, Çin kaynaklarında oturan bu gruplar, oturdukları yer ismine kavim adları da ilave edilerek kaynaklara geçmiştir. Bugünkü, Kan-su, Shan-hsi, He-nan, He-pei gibibölgelere hakim olmuşlar ve Çin’in orta bölgelerindeki insanlar için tehlikeli olmağa başlamışlardır. Çin içlerinde yaşamaya başlayan bu Jung ve Ti grupları zamanla asimile olmuşlardır. Bu gruplar Çin’in içinde yerli halkla birlikte yaşamış ve daha sonra kurulan Han Sülalesi’nin de içine karışmışlardır. Hatta Çin hükümdarlarının kızlarıyla da evlilikler yapmışlar ve devlet içinde önemli yerlere gelmişlerdir. Bunların arasında Çin veziri olan bile vardır. Bu gruplar eski alışkanlıklarını bırakıp yerleşik hayata geçmişler ve soyadı kullanmaya başlamışlardır. Beyaz Tilere mensup olan Hsien-yüler tarafından kurulan Chung-shan Devleti, tıpkı Chou Sülalesi gibi, hükümdarı, vezirleri, bakanları ve ordusu olan bir devletti. Bu teşkilatlar onlara devlet statüsü vermiştir. 1974 yılında bu devletin yaşadığı bölgede yapılan kazılarda on binden fazla eşya ortaya çıkmıştır. Ölüyle birlikte gömülen çeşitli eşyalar, mezar yapısı ve yazılarının değişikliği, kendilerinin bir kuzey kavmi olduğunu göstermektedir. Bu buluntulardan elde edilen eşyalar içinde balta, mızrak, kılıç ve oklar bulunmuştur. Çin’in orta bölgelerine gelen bu Jung ve Ti grupları, buraya at kültürünü, savaş elbiselerini de beraberinde getirmişlerdir. Ayrıca bu bölgelere, biber, soğan ve fasulye gibi tarım ürünlerini de tanıtmışlardır. Sonuç olarak diyebiliriz ki, Han Sülalesi kuruluncaya kadar, Çin’in orta bölgelerinde Proto Türkler yaşamaktadırlar. Hatta onlar orada bir devlet dahi kurmuşlardır. Jung ve Tiler kendi kültürlerden pek çok unsuru bu topraklara taşımışlar ve Çin kültürünün içine sokmuşlardır. Göçebelikten uzaklaşıp, yeni yerleşim bölgelerine gelen bu kavimler, zamanla yerleşik hayata geçmişler ve asimile olmuşlardır.
Posted on: Fri, 21 Jun 2013 16:50:46 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015