Çin Modeli Atatürkün Karma Ekonomi Modeli Midir? Çin - TopicsExpress



          

Çin Modeli Atatürkün Karma Ekonomi Modeli Midir? Çin ekonomisi bugün ABD ekonomisinin yüzde 60’ı büyüklüğünde, dünyanın en büyük nüfusuna sahip, ikinci büyük ekonomik gücüdür. 2009 verilerine göre millî geliri 8,7 trilyon dolar (ABD’ninki 14,2 trilyon dolar). Büyüme hızı 1978’den bu yana ortalama %9. Tasarruf oranı insanın aklını durduruyor: 1979’da GSYİH’nın %35’i, 2005’de ise %50’si!... Bugün Çin ABD ve Almanya’dan sonra dünyanın üçüncü büyük tüccar ülkesi konumunda. Dış ticaret bilançosu sürekli fazla veriyor. İhracatta Almanya ve ABD’nin önündedir. Çin malları bütün ülkelerde yerli üretimi tehdit etmekte... Dünyanın toplam tekstil ihtiyacının yüzde 50sinden fazlasını Çin karşılıyor. En az 3 trilyon dolar döviz stoku olduğu biliniyor. Çin 2020 yılına kadar dünyanın “yeni ekonomik süper gücü” olabilir. 2050’de 44 trilyon dolarlık Millî Hasıla büyüklüğüne ulaşarak, ABD’yi geride bırakacağını öngörenler var. Ulus ötesi şirketler iş stratejilerini, Çin’in iç piyasasını ve teknoloji üretimini hesaba katarak belirliyorlar. Bu, kuşkusuz Çin ekonomisinin büyüklüğünden ve yöneticilerinin bağımsız ve özgün politikalarından kaynaklanıyor[i]. *** Peki, Çin bütün bunları nasıl başardı? Çini 1976’da yeni bir reform ve dış dünyaya açılma süreci başlattı. Devletçiliği bırakmadı, sadece reforma tâbi tuttu. Gelişmeyi şu faktörlere dayandırdı: İstikrarlı hükümetler… Yüksek tasarruf ve yatırım oranları, devlet destekli dinamik ticaret, yatırım ve sanayi politikaları; sabırlı, stratejik planlama; aile bağlarına dayalı disiplinli iş ve ahlâk anlayışı, son derecede ucuz bir işgücü; enflasyonun ve kamu açıklarının kontrolüne ağırlık veren makroekonomik politikalar... Çin küreselleşme sürecini doğru algıladı. Uluslararası ekonomik yarışta başarının, dünya pazarlarında rekabet edebilecek büyük firmalarla sağlanabileceği bilinciyle davrandı. Küresel bir güç haline ancak bu bilinçle gelinebilirdi. Bu ilkeden hareketle, kamu kuruluşlarını (KİT’lerini) satmadı; tersine onların daha da büyümesini, dış pazarlarda daha başarılı olmalarını sonuna kadar destekledi. Bu stratejinin büyük getirisiyle, ekonomik olarak her geçen gün daha da güçlendi; yüzde 10ları aşan büyüme hızı, artan üretimi ve dış ticaretiyle, dünya ekonomisinin gidişini belirleyen bir konuma yükseldi. İşte Çinin yarattığı bu ekonomik mucizede devletçiliğin, devletin ekonomiye doğrudan müdahalesinin, devlet işletmelerinin çok büyük bir payı vardı[ii]. *** Maodan sonra, önemli ekonomik reformlar ve dışa açılma hedefi Çinin temel ulusal politikası haline geldi. 1979’dan itibaren pazar ekonomisine yönelik reformlar başlatıldı; ancak Türkiye’de olduğu gibi bilinçsizce, ölçüsüzce ve cahilane bir şekilde değil... Sonuçta, 13 yıl gibi kısa bir sürenin bitiminde, 1992’de, yeni bir ekonominin, sosyalist pazar ekonomisinin ana hedefleri resmen kurumsallaştırılmış bulunuyordu. Ancak şu noktaya dikkat!... Kurumsallaştırılmış olan, “kapitalist” bir pazar ekonomisi değildi, “sosyalist” bir pazar ekonomisiydi! Aradan 8 yıl daha geçti, Yıl 2000… Artık tamamen kendine özgü bir ekonomik sistem, bir sosyalist pazar ekonomisi sistemi ana hatlarıyla ortaya çıkmış bulunuyordu. Bu çerçevede dışa açılma, özel sektör ve yabancı sermayeye kalkınmada önem verilmesi yolunda adımlar atıldı. Devletin ekonomik faaliyet alanı daraltıldı. Ancak ticaret, yatırım ve sanayi politikaları devlet destekliydi, devletin kontrolündeydi. Uygulamada daha ziyade küçük işletmeler özelleştirildi. Stratejik birçok alan yabancı sermayeye açılmadı[iii]. Çin hiçbir zaman IMF’nin emriyle özelleştirme yapmadı. Kendi ulusal çıkarları yönünde hazırladığı bir kalkınma planı çerçevesinde yalnızca küçük işletmeleri özel sektöre açtı; stratejik şirketlerini asla yabancılara satmadı. Ekonomiyi yönetenlerin temel ilkesi şuydu: Büyük devlet işletmelerini elinde tut, küçükleri elden çıkar. Bundan şunu anlamak gerekiyor: Terk edilen “devlet işletmeciliği” değildi, “geleneksel” devlet işletmeciliği idi. Başka bir deyişle devlet işletmeciliği korunuyordu, ancak bir koşulla: modernleştirilerek, çağın gerektirdiği şekilde yenileştirilerek... Bu anlayış çerçevesinde devlet işletmelerine merkezî otoriteden daha bağımsız olarak karar alma özgürlüğü tanındı. Çin yabancı sermayeye kapılarını açtı, ancak yabancı sermaye ne kadar gelirse gelsin, ondan çok daha büyük bir hızla ulusal yatırımlarını artırdı. Bu da yabancı yatırımcıların ülkede hâkim konuma geçmesini engelledi. Kaliteli yabancı sermayeyi, ulusal ekonomi ile bütünleşen, çevresel ve sosyal standartları yükselten, ileri teknoloji getiren, araştırma-geliştirmeye yatırım yapan sermayeyi çekme kararlığını hiç bırakmadı. Daha da önemlisi yabancı sermaye, ulusal sermayenin eksiklerini tamamlayıcı alanlarda teşvik gördü. Çin yönetimi “önce ulusal sermaye, sonra yabancı sermaye” dedi. Tek parti rejimiyle idare edilen Çin, merkezî planlamadan asla vazgeçmedi. Ulusal planlamadan, Devlet Planlama Komisyonu sorumludur. Bu kurum beş yıllık planlarla genel amaç ve öncelikleri, yıllık planlarla performans hedeflerini belirliyor. Ülkede disiplinli bir iş ve ahlâk anlayışı egemendir. Çin Komünist Partisi ekonomik reform sürecinde birçok yetkiyi ve ekonominin kontrolünü elinde tuttu. Hükümetler reform kararlarını kendileri aldı, en ince ayrıntıyı bile kendileri belirledi. Bununla birlikte arz-talep dengeleri, fiyat belirlemesi, yatırım ortamının iyileştirilmesi, artan ölçüde Batı terminolojisine uygun şekilde gerçekleştirildi. Özel mülkiyetin korunması hükmü Çin Anayasası’na güçlü şekilde dahil edildi. Ancak Çin bütün bunlara rağmen, fanatik piyasa ekonomisinden çok uzaktır. Yaratılan yeni düzen, yukarda vurguladığım gibi “sosyalist piyasa ekonomisi” olarak adlandırılmaktadır. Sonuçta 20 yılda gerçekleştirilen devlet işletmeleri reformu sayesinde Çin çok önemli ekonomik kazanımlar sağladı. Bugün gelinen noktada Çin ekonomisinin, sağladığı mucizevî kalkınmayı ekonomide gerçekleştirdiği “sosyalist pazar ekonomisi” eksenli yapısal reformlara borçlu olduğu rahatlıkla söylenebilir[iv]. Çin bu strateji çerçevesinde, örneğin Fransa gibi davrandı, uluslararası ekonomik rekabetin, dev firmaların işi olduğu bilinciyle hareket etti. Büyük kamu kuruluşlarını daha da büyüttü. Türkiye böyle yapmadı. Yapamadı, yöneticiler farklıydı çünkü... Elbette insanlar küçük olunca, politikalar da küçük oluyordu.[v] *** Çin denebilir ki Komünizm’den karma ekonomiye geçmiştir. Kendine özgü bir kalkınma modeli geliştirmiş, “Washington Konsensüsü”nün[vi] boyunduruğuna girmek istemeyen gelişme yolundaki ülkelere alternatif bir kalkınma modeli sunarak esin kaynağı olmuştur. Çin emperyalist Batı karşısında her alanda olduğu gibi ekonomik alanda da onurlu bir kişiliğe ve bağımsızlık ruhuna sahiptir. Uygulayacağı ekonomi politikaları hakkında tamamiyle kendisi karar vermektedir. Tıpkı bir zamanların, Atatürk döneminin Türkiye’si gibi... Çin Mao’dan sonra önemli reformlar yaptı ama devletçiliği kesinlikle terk etmedi, sadece bu sistemi zamanın koşullarına uyarladı. Sosyalist ve kapitalist ekonomilerin sakıncalarını törpüleyerek yeni bir sistem kurdu, bir senteze gitti: Sosyalist pazar ekonomisi!… Çin’in kalkınma modeli hakkında Atatürk’ün karma, plancı, müdahaleci kalkınma modelinin aynısı olduğu ileri sürülemez ama, ona son derecede benzemektedir. Bu benzeyişten hareketle de diyebiliriz ki Türkiye 1980’li yıllardan itibaren Atatürk’ün karma ekonomi sistemini terk etmiş olmakla vahim bir hata işlemiştir. Bunun bedelini çok ağır ödemiştir, ödemeye de devam etmektedir. Gelecek kuşaklar Türkiye’ye bu kötülüğü yapan yöneticileri hiç de iyi anmayacaktır. -------------------- [i] Ancak belirtmeden geçmememiz gerekir ki bütün başarılara rağmen –başta ABD, dünyanın hemen her ülkesinde olduğu gibi- Çin’de de halkın önemli bir bölümü, yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Dünya Bankası 350 milyon Çinlinin yoksulluk çizgisi (günde 1 dolar) altında yaşadığını tahmin ediyor. Bu durum, yaşam standartlarındaki uçurumun giderek daha da genişleyeceği, bunun da tehlikeli toplumsal gelişmelere yol açabileceği korkusunu arttırıyor. Nitekim yeni yetme zenginler, 40 yıllık sosyalist eşitlikçi anlayıştan sonra görgüsüz bir tüketim çılgınlığına kapılmış bulunuyorlar. 300 milyon nüfus kentlerde, geri kalan 1 milyar nüfus kırsal bölgelerde yaşıyor. [ii] Yakup Kepenek, Cumhuriyet, 22.10.2007. [iii] Alper Ekinci, Çin Yabancı Sermaye Türkiye, Turhan Kitabevi, Ank., 2005, s.68,72. [iv] Ali Külebi, Cumhuriyet Strateji, 22.10.2007. [v] Yeri gelmişken AKP’nin “özelleştirme canavarı” eski maliye bakanının bir sözünü kaydetmek isterim: “Özelleştirmeler dünyada herkes tarafından yapılıyor. Bazı aklıevvel solculara sesleniyorum. Gitsinler Çin’i görsünler de öyle yazsınlar” [Milliyet, 16.9.2005]. Bu lafı benim yazdıklarımla karşılaştırırsanız şu iki özdeyişin de doğruluğunu kabul edersiniz: Gerçekler ayrıntıdadır. Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olmamalı. [vi] Washington Konsensusu (Uzlaşması) Neoliberalizm çerçevesinde devletin ekonomideki rolü azaltılarak, ekonominin serbest piyasa mekanizmasına terk edilmesi hedefini içerir. Türkiye gibi ülkelere on maddelik bir politika reçetesi dayatmıştır. Çin bu politikayı reddederek, alternatif bir kalkınma modeli geliştirmiştir. Model “Beijing Uzlaşması”adıyla da anılmaktadır. cihandura/ekonomi-yazilari/42-cn-model-atatuerkuen-karma-ekonom-model-mdr.html
Posted on: Mon, 02 Dec 2013 16:35:47 +0000

Recently Viewed Topics




© 2015