Çiçekler Yağmur ile Büyümez miydi Annem ?? Bir sigara - TopicsExpress



          

Çiçekler Yağmur ile Büyümez miydi Annem ?? Bir sigara daha yaktım… Sonra otogarın yolunu tuttum… İlginçtir hiçbir tepki vermiyordum… Yani kendime bir şey söylemiyordum, ağlamıyordum, düşünmüyordum… Sadece yürüyordum ve sigara üstüne sigara yakmaya devam ediyordum… Sonra o en nefret ettiğim şehirler arası yolculukların belki de en matemlisi gerçekleşirken kendime geldim… Yokluğunu hissettim annem… Çünkü telefonum çalmadı otobüse bindiğimden beri… Yavaş yavaş yokluğunun belirtisi sızıyordu damarlarıma keskin bir alkol gibi… Şimdi nerde bulacaktım ki seni anne? Memlekete döndüğümde nerde karşılayacaktın beni? Soğuk bir musalla taşının önünde saf tutmuş onlarca insanın olduğu yerde mi? Yoksa kenarına toprak tepelenmiş bir çukurun içinde mi? Beni nerede yıkacaktın anne? Tam sekiz saatim bu senaryoların hangisinin bana hazırlanmış bir karşılama töreni olabileceğini düşünmekle geçti… Ve sabahın erken saatlerinde ayak bastım gözlerimi ilk açtığım topraklara… Kimse yoktu beni karşılayan… Belli ki babamın da önemli bir meşguliyeti vardı… Bir taksiye atladım daha önce yapmadığım halde… Çok kurcaladı kafamı herhalde o sekiz saatlik senaryolar… ‘ Anneme gidiyoruz ‘ dedim şoföre… Dikiz aynadan şöyle bir süzdü beni… Bir şey söylemiyordu… Sanki benden çok daha fazla şey biliyormuş gibi salladı kafasını… ‘ Hangi semtte idi eviniz? ‘ dedi… Sustum… Tıkanmıştım… Biliyordum elbette ama nedense o anda öylece kaldım… Sabah ezanıyla verilen ‘Sela’ ya kulak kabartmış olmalı ki ‘İstasyona mı?’ diye soruverdi… ‘ Evet ‘ anlamında iki damla süzüldü yanaklarıma… Sonra işinin gereği yola koyulduk… Gurbette olalı uzun zaman olmasına rağmen değişen bir şey yoktu semtimizde… Her şey aynı… Tek bir şey hariç… Annemin beni gördüğünde attığı sevinç çığlıkları eksikti bir de babamın otogardaki standart karşılamaları… Evin önünde onlarca araba dizilmiş herkes kafası önünde susuyordu… Büyüklerimin görme ihtimalini göz önüne bile almadan taksiden iner inmez bir sigara yaktım ve evimizi karşıdan gören bir parkta oturup izlemeye başladım olup biteni… Yeşil bir kamyonet yanaştı kapının önüne… Belediyenin reklamı vardı üzerinde… Bir süre daha tepkisiz kalmayı tercih ettim… Sonra içerden bir tür tahta kutu ile göründü eş, dost, akraba… Üzerinde yeşil bir örtü, tepesinde ise annemin gelinliğinden kalma işlemeli yazması ile bir tabut vardı babamın omuzunda… Ama sanki o yiğit bir tabutu değil de dünyayı sırtlamışçasına ezilmişti o tahta yığının altında… Kimse farketmedi varlığımı… Araba doluştu herkes üçer beşer… O arabalara eşlik edeceği aşikar olan bir otobüse yöneldim… İçerde bir çok tanıdık yüz vardı… Ama hatırlamıyordum hiçbirini… Birşeyler söylüyorlardı… Kimisi gözümün içine bakıp tutamıyordu kendisini, ağlayıveriyordu birden… Ayakta bir süre yol aldık… Bir ara bir camii nin önünde duruverdi herkes… Tabutu kapattılar bir mahsene, teyzem ve bir iki kişi ile beraber… Yine çekilip bir köşeye yaktım sigaramı… Duvarın dibine çömelip tekrar olan biteni izlemeye başladım… Erkeklerin kimisi camii nin önünde duran banklarda oturuyor kimisi şadırvanda abdest alıyordu… Ben öylece baktım… Hiç niyetim yoktu camii den içeriye girmeye… Babama takıldı bir ara gözlerim… O dik duruşundan coşkun bir şelale gibi, o dik bakışlardan sel gibi akan damlalar eşlik ediyordu kadınların dışardan çektiği ‘ Zılgıt ‘ lara… Hiç bozmadı istifini… Tek bir noktaya bakıyordu gözleri… Gökyüzüne dönmüş gözleriyle bir şeyler ifade ediyordu geleneğimizden gelen ‘ Gök Tanrı ‘ inancını ‘ Tek Tanrı’ inancı ile harmanlarcasına bir şeyler söylüyordu ‘Rabb’ine… Saatler geçiyordu ve ben hala çömeldiğim yerde çepeçevre camii yi izlemeye devam ediyordum… ‘’ Allah’u Ekber, Allah’u Ekber’’ nidaları ile bozuldu cami avlusunda ki durgunluk saatler sonra… İki kişi az önce musallaya getirilmiş tabutun başında el pençe divan tabiri ile ifade edebilceğimiz bir şekilde bekliyor diğer insanlar ise camii ye yöneliyordu… Sessizlik çöktü bir süre camii nin etrafına… Daha sonra yeni bir saf daha tuttuğunu gördüm camii den çıkanların… Bir süre sonra da Hoca Efendi nin o kalabalığa yöneldiğini ve onlara liderlik etmek üzere önlerine geçtiğini gördüm… Sonra bir ‘Tekbir’ daha… Ve bir ‘Tekbir’ daha… Ve bir tane daha… Dizleri üzerine çömelmeden bir ilahi sorumluluğu daha yerine getirmenin huzuru ile tekrar araçlarına yöneldi herkes… Sabahın erken saatlerinde beni buraya sürükleyen ya da gelmemi sağlayan araca yöneldim bende… Son durağa gidiyorduk… Ya da ben öyle sanıyordum… Bir süre sonra kendimi etrafta yüzlerce toprak kalıbının ve bunların hemen hemen küsüratı olabilecek sayıda boş çukurun bulunduğu bir meydanda buldum kendimi… Kalabalıktı, oldukça kalabalık… Tıpkı çocukken annemin kucağıma sıkıştırdığı dini bir kitapla yolladığı Kur-an kurslarında hocalarımızın bize anlattığı mahşer yeri tabiriyle hemen hemen benzer bir tabir bulunabilirdi bu durum karşısında da… Bir çukur daha açılmıştı ve etrafında da hep tanıdık yüzler… Birisi babam, birisi yıllar önce babama dargın ayrılan amcam… Ve bir çok akrabalık ilişkisi olan insan… O değilde, büyük bir merak uyandı şu an zihnimde… Yıllardır birbirine dargın duran babam ve amcamı neydi bir araya getiren… Ben bu tip sorularla meşgulken küçük bir çocuğun çığlığıyla sarsıldı sessiz sürdürülen matem…. ‘Baba!!! Annemi götürmesinler!!! ‘… Tabutun üstüne düşmüş bir oğlan çocuğu etkiledi o derin sessizliği… Tanıyordum bu oğlan çocuğunu ama hatırlamıyordum… O anda bir yorgunluk beliriverdi üzerimde… Oturdum bir kabristanın kenarına yine olan biteni izlemeye çalışıyordum… Uzun bir maratonun sonunda dağıldı herkes… Toprak üstüne toprak… Biraz daha, biraz daha… Ve oluşturulan küçük bir tepe… Sanırım buradaki insanların matemini temsil eden bir de taş dikecekler bu toprağın başına… Herkes gitti… Bir babam kalmıştı… Oturmuş konuşuyordu kendi kendine… Avuçlayıp avuçlayıp bırakıyordu toprağı olduğu yere… Eliyle düzeltiyor, birşeyler yazıyor sonra bozuyordu yazdıklarını… Bir süre sonra o da gitti… Geriye baka baka yöneldi arabaya… Merakımdan mı olsa gerek yoksa hissimden mi yavaş adımlarla ilerledim o mabedin temsil edildiği yere… Sigaramı söndürüp attım bir kenara… Sebebini bilmediğim bir saygı gereği dolmştu içime… Biraz daha yaklaştığımda bir dünya çökmüştü omuzlarıma… Anladım babamı bu kadar burkan yükün ne olduğunu… Annemin adını yazmışlar o mabedini temsiline… Üzerinde dünün tarihi bir de annemin doğum tarihi vardı… O hep gününde unuttuğum doğum gününü yazmışlardı… Yıkılıverdim taşın dibine… Sadece kızıyordum… Aptallığıma kızıyordum… Anlamadım diye mi yoksa ağlamadım diyemi kızıyordum bilmiyorum… Bütün beyin dalgalarım birbirine karışmıştı düşünemiyordum… Bir süre uzandım toprağına… Sonra o konuşma başladı… Kendimle münakaşa ettiğim… Annem… Yine af dileyerek anıyorum adını… Gelemedim seni uğurlamaya… Veda edemedim, ‘Hoşça kal Anne’ diyemedim… Affet… Ama nerden bilebilirdim ki bu gidişinin bir dönüşü olmadığını? Sen daha önce hiç gitmedin ki bizden… Bırakmadın ki hiç elimizi… Şimdi sessiz sedasız gitmişsin kimseye tek bir söz etmeden… Gurbetteyim annem, nerden bilebilirdim ki gideceğini? Sen daha önce hiç veda etmedin ki bize… Babamdan öğrendim gittiğini… O dağ gibi adama, sesiyle bile hala hücrelerimi titreten adama ne olmuş öyle annem? Tuhaftı benimle konuşurken… Kişiliğinde olmayan bir ses tonu kaplamıştı sanki her zerresini… Şaşırdım, korktum biraz da üzüldüm onun sesini duyduğumda… Ne yaptın be annem? O yiğit ihtiyar delikanlıya ne yaptın sen öyle? Gidişin yıkmış onu pek belli… ‘Oğlum’ dedi… ‘Annen… Annen bizi bırakıp gitti’… Sonrasında duyduğum tek boğazına düğümlenmiş birkaç uğultu… Kapattı telefonu… O anda çok kızdım sana anne… Nasıl yapardın bunu bize? Her şeyi bırak bir kenara babamı nasıl bu kadar üzersin diye içten içe kızmadım değil sana… Ama kader dediler… Eş, dost, akraba kim varsa ‘Kader’ dediler… ‘Annen ne yapsın kader aldı’ dediler… Kader seni aldı annem… Şimdide öyle öğrettiler… Peki bana söylesene anne… Ben küçükken benim ismimi verdiğin bir çiçeğin vardı… Mutfağın pencerisnde güneşle buluşan bir çiçeğin… Yağmurla beslenmez miydi o zaman zaman… Ya da seni bir bardağın yarısıyla beslemez miydin onu… Peki ya şimdi üzerindeki toprağa bırakılmış çiçekler neden büyümek için gözyaşını bekliyorlar… Şimdi çiçekler gözyaşıyla mı büyüyor annem?? Şimdi gidenler gözyaşıyla mı uğurlanıyor? Şimdi sevilenler göz yaşıyla mı seviliyor annem? Sen giderken arkanda gözyaşı bırakmadın ki… Bu insanlar neden bu kadar ağlıyor? Babam niye ağlıyor anne? Kardeşim neden hıçkırıklara boğulmuş konuşamıyor? Söylesene anne sevmek için ağlamak mı gerekiyor? Çiçeklerin büyüsün diye gözyaşı dökmek mi gerekiyor anne? Eğer öyleyse… Merak etme anne… Ağlamıyorum ben, sadece arkada bıraktığın ve ismimi verdiğin o fidan büyüsün diye toprağına göz yaşı bırakıyorum… Ağlamıyorum anne… Çiçeklerini büyütüyorum… Biraz gurbetten kalma gözyaşlarım var… Sen merak etme çiçeklerine iyi bakıyorum… Erdem Bıyık…
Posted on: Thu, 07 Nov 2013 02:12:38 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015