İslâm dininde Yüce Allaha, meleklere, Allahın kitablarına, - TopicsExpress



          

İslâm dininde Yüce Allaha, meleklere, Allahın kitablarına, peygamberlere, ahiret gününe, kaza ve kadere iman etmek esastır. Bunları bilip kabullenmek imanın temel şartıdır. Onun için imanın şartları altıdır, denilir. Bu şartlar müslümanlıkla kesinlikle mevcut esaslardır. Bunlara, inanılması zorunlu din ilkeleri denir. Bunlara inanmak mecburiyeti vardır. Bunları doğrulamadıkça iman gerçekleşemez. Bunlardan herhangi birini inkâr etmek - Allah korusun- İnsanı hemen dinden çıkarır. Biz bu imanımızı sözlerini okumakla daima açıklıyor ve isbat ediyoruz. Bu sözleri okuyan şöyle demiş oluyor. Ben Yüce Alllaha, Onun meleklerine, Onun kitablarına, Onun peygamberlerine, ahiret gününe, kaderin (iyi ve kötü her şeyin yaratılışı) Allahdan olduğuna inandım. Öldükten sonra dirilip mahşerde (hesab yerinde) toplanmak hakdır ve gerçektir. Şahidlik ederim ki, Allahdan başka İlâh yoktur ve yine şahidlik ederim ki, Hazret-i Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Onun kulu ve peygamberidir. İslâmın şartları ise, beştir. Peygamber Efendimizin bir hadislerinin manası şudur: İslam dini beş şey üzerine kurulmuştur. Şahadet sözünü getirmek (Eşhedü en lâ İlâhe İllallah ve Eşhedü enne Muhammeden Resûlüllah, demek), namaz kılmak, zekat vermek, ramazan ayı oruç tutmak ve hac etmek. İşte bu beş şey İslâmın şartıdır. Bu şartları gözetip onları yerine getiren insan İslâm şerefine ermiş, Müslüman rütbesini kazanmış olur. Eşhedü en lâ İlâhe İllallah ve Eşhedü enne Muhammeden Abdühu ve Resûlühu = Allahdan başka ilah olmadığına şahidlik ederim. Yine Muhammedın (a.s) Allahın kulu ve elçisi olduğuna şahidlik ederim.sözlerine Kelime- i Şehadet denir. Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Resülüllah sözüne de Kelime- i Tevhid denir. Biz bu mübarek kelimeleri daima okuruz. İSLAM AHLAKI İslâm Dini kadar güzel ahlaka önem veren bir başka din veya düşünce sistemi göstermek mümkün değildir. Öyleki Peygamber Efendimiz İslâm, güzel ahlâktır buyurmuştur. Hz. Peygamberin güzel ahlâka teşvik eden bir çok güzel sözü vardır. Müminlerin îmanca en kamil olanı, ahlâkI en güzel olanıdır İçinizden en çok sevdiklerim ve kıyamet gününde bana en yakın olanlarınız, ahlaki en güzel olanlarınızdır hadisleri bunlardan sadece ikisidir. Kuran-ı Kerimde adalet, ahde vefa, affetme, alçak gönüllülük, ana-babaya itaat, sevgi, kardeşlik, barış, güvenirlilik, doğruluk, birlik, beraberlik, iyilik, ihsan, iffet, cömertlik, merhamet, müsamaha, tatlı dilli olma, güler yüzlülük, temiz kalplilik gibi güzel ahlâki hasletlere teşvik eden ve zulüm, haksizlik, riya, haset, gıybet, çirkin sözlülük, asık suratlılık, cimrilik, bencillik, kıskançlık, kibir, kin, kötü zan, israf, bozgunculuk... gibi kötü hasletlerden nehyeden pek çok âyetin yer alması, Kuranda ahlaka ne kadar önem verildiğinin bir göstergesidir. Peygamber Efendimizin güzel ahlaka teşvik eden ve kötü hasletlerden nehyeden hadisleri ise neredeyse bir kitap oluşturacak kadardır. O sadece bu sözleri söylemekle kalmamış, güzel ahlaki bizzat yasayarak insanlara örnek olmuş ve öğretmiştir. Bu yüzden Onun ahlaki, İslâm ahlakinin en güzel tatbikatını oluşturmaktadır. İste bu sebeple burada peygamberimiz Hz. Muhammedin güzel ahlakından az da olsa sözetmek istiyoruz(*). Çünkü O gerçekten en güzel örnektir: Peygamber Efendimiz güler yüzlü, nazik tabiatlı, ince ve hassas ruhlu idi. Kati yürekli, sert ve kırıcı değildi. Ağzından sert ve kaba hiçbir söz çıkmazdı. Başkalarını tenkit etmez, kimsenin ayıbını yüzüne vurmazdı. Yanlış ve hoşlanmadığı bir davranış görürse içinizden bazı kimseler, söyle söyle yapıyorlar... Şeklinde, bu davranışları yapanların kim olduklarını belli etmeden ve hiç kimseyi kırmadan yanlışı ve hataları düzeltirdi. Kimsenin sözünü kesmez, konuşması bitinceye kadar dinlerdi. Tartışmayı sevmez, sözügereğinden çok uzatmazdı. Kendini ilgilendirmeyen şeylerle meşgul olmaz, kimsenin gizli hallerini araştırmazdı. Allaha hürmetsizlik olmadıkça, sahsına yapılan kötülükleri, ne kadar büyük olursa olsun, bağışlar, eline imkan geçince öç almayı düşünmezdi. Son derece iffet ve haya sahibiydi. Bütün insanları eşit tutar, zengin fakir, efendi-köle, büyük-küçük ayrımı yapmazdı. Her bakımdan kendisine güvenilirdi. Verdiği sözü mutlaka zamanında yerine getirirdi. Dürüstlükten ayrıldığı, saka bile olsa yalan söylediği hiç görülmemiştir. Bu yüzden Ona henüz peygamberlik verilmeden önce Muhammedül-Emin denilmişti. Nitekim Peygamberliğini haber verdiği zaman, iman etmeyenler bile Ona yalancı, yalan söylüyor diyememiştir. En yakın akrabalarını safa tepesinde toplayıp onlari İslâma davet için, Size su dağın arkasında düşman atlılarının bulunduğunu söylesem, bana inanırmısınız? dediği zaman: Hepimiz inanırız. Çünkü sen yalan söylemezsin diye cevap vermişlerdi. Kendisi böyle olduğu gibi, herkesin dürüst olmasını isterdi. Doğruluktan ayrılmayınız, çünkü doğruluk, iyilik ve hayra götürür. İyilik ve hayır da, kişiyi Cennete ulaştırır. Kişi doğru söyleyip doğruluğu aradıkça, Allah katında sıddıklar zümresine yazılır. Yalan sözden ve yalancılıktan sakınınız; Çünkü yalan insani kötülüğe sevkeder. Kötülük de kişiyi Cehenneme götürür. İnsan yalan söylemeğe ve yalan aramağa devam ede ede, Allah katında nihayet yalancılardan yazılır buyurmuştur. Rasûlüllah (s.a.v.) insanların en cömerdi ve en kerimiydi. Eline gecen her şeyi muhtaçlara dağıtır, kimseyi eli boş çevirmezdi. (*) Peygamberimizin ahlakini özetleyen bu kısım. Kısmî tasarruflarla İrfan YÜCELin Peygamberimizin Hayati adli eserinden iktibas edilmiştir. Son derece mütevâzı ve alçak gönüllü idi. Bir topluluğa geldiğinde, kendisi için ayağa kalkılmasını istemez, nereyi bos bulursa, oraya otururdu. Arkadaşları arasında otururken ayaklarını uzatmazdı. Arkadaşları her işini yapmayı kendileri için şeref ve cana minnet saydıkları halde, bütün islerini kendi görür, ev islerinde hanımlarına yardim ederdi. Methedilmesini ve aşırı hürmet gösterilmesini istemezdi. Fakir kimselerle düşüp kalkmaktan, yoksulların, dulların, kimsesizlerin islerini görmekten zevk alırdı. Bulduğunu yer, bulduğunu giyer, hiç bir şeyi beğenmemezlik etmezdi. Yiyecek bir şey bulamayınca, aç yattığı da olurdu. Bütün islerini tam bir düzen ve nizam içinde yapardı. Namaz ve ibadet vakitleri, uyku ve istirahat için ayırdığı saatler, misafir ve ziyaretçilerini kabul edeceği hep belliydi. Vaktini boşa geçirmez, her ânini faydalı bir isle değerlendirirdi. İnsanların çoğu, iki nimetin kıymetini takdirde aldanmışlardır: Sıhhat ve boş vakit, buyurmuştur. İnsanı en yakından tanıyan, onun iç yüzünü ve bütün gizli hallerini en iyi bilen, şüphe yok ki eşidir. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) ilk vahiyden sonra gördüklerini anlattığı zaman eşi Hz. Hatice: Allaha yemin ederim ki, Cenâb-ı Hak hiç bir vakit seni utandırmaz. Çünkü sen akrabanı gözetirsin, işini görmekten aciz kimselerin ağırlıklarını yüklenirsin, fakire verir, kimsenin kazandıramayacağını kazandırırsın. Müsafiri ağırlarsın, Hak yolunda herkese yardım edersin... diyerek Onun peygamberliğini hemen kabul etmiş, en küçük tereddüt göstermemiştir. Çocukluğundan itibaren Medinede 10 yıl hizmetinde bulunan Hz. Enes: Rasûlüllah (s.a.v)e 10 yıl hizmet ettim. Bir kere bile canı sıkılıp, öf, niçin böyle yaptın, neden şunu yapmadın, diye beni azarlamadı demiştir. Peygamber Efendimizin bizzat yaşayarak, uygulayarak çizdiği bu ahlaki tablo, hiç şüphesiz İslâm ahlâki hakkında bir fikir vermektedir. *Kendisi için istediğini başkası için de istemek, kendisi için arzulamadığını başkaları için de arzulamamak, *Olduğu gibi görünmek ya da göründüğü gibi olmak, *Küçüklere sevgi büyüklere saygı, *Affetmek, hoşgörülü davranmak, başkalarının kusurlarını araştırmamak, *Öfkeye hakim olmak, *Sözünde durmak, ahde vefa göstermek, *Doğruluk ve dürüstlükten zerrece taviz vermemek, *Güvenilir olmak, *Kibirden gururdan sakınmak mütevazî olmak, *Cimrilikten, tamahtan uzak durmak,cömert olmak, *Her hususta sabırlı olmak, *Asla adaletten ayrılmamak, *Maddi ve manevi temizliğe riayet etmek, *Allahın kendisine verdiği sağlığına ve sıhhatine çok dikkat etmek, *Boş vakitlerini hayırlı işlerde değerlendirmek, Ve benzeri yüzlerce muazzam ahlâkî prensibe özenle yer veren İslâm ahlakını her yönüyle tanımak için bu konuyu geniş olarak inceleyen eserlere müracaat etmek gerekmektedir. İSLAMI ÖĞRENME Önceden bir başka dine mensupken veya dini bir inancı yokken sonradan müslüman olan bir kimsenin hayatındaki en önemli dönüm noktası, hiç şüphesiz İslâma girdiği andır. Bu öyle bir an ki geçmişin tüm günahlarını silmekte ve müslüman olan kişinin hayatında tertemiz, bembeyaz bir sayfa açmaktadır. Şu halde bu tertemiz sayfanın kirlenmemesi ve iyi bir başlangıç yapılması, o kimsenin dünya ve ahiret mutluluğu açısından çok önemlidir. Zerrece tereddüde yer vermeyen temiz bir imanla İslâma girdikten sonra İslâmı doğru bir şekilde öğrenme gayreti içine girmek gerekir. Çünkü İslâmın temel ve vazgeçilmez öğretilerini bilmeden İslâmı tam manasıyla yaşayabilmek pek mümkün olmaz. Gerçek bir mümin, İslâmı iyi tanımalı, ona bilinçli bir şekilde sarılmalı ve onu hayata geçirmeye çalışmalıdır. En iyi müslüman Allaha karşı en yüce saygı gösteren müslümandır.Allaha karşı en iyi saygı gösterebilmek İslâmi deyimiyle muttakilerden olabilmek için nasıl muttaki olunabileceğini bilmek gerekir. Bilgisiz bir şekilde İslâmı hayata geçirmek en azından istendiği şekilde hayata geçirmek pek mümkün olmaz bu durum, Işık olmadan, gece zifiri karanlıkta yol almaya benzer. Böyle bir kimse yoldaki işaretleri farkedemez ve muhtemelen farkında olmadan yoldan çıkabilir veya bir çukura yuvarlanabilir. İste bu sebeple hiç olmazsa asgari seviyede neyin doğru neyin yanlış olduğunu ayırtedebilecek; kimin doğru kimin yanlış söylediğini sezebilecek seviyede de olsa bir İslâmî bilgi elde etmek gayreti içinde olmak gerekir. Az çok İslâmî bir bilgiye sahip olan insan, İslâmın aydınlık yolunu apaçık görebilir. Küfrün, şirkin, ahlâksızlığın İslâma ters düsen unsurlarını farkedebilir. En azından kendisine rehberlik yapmaya kalkan insanlardan hangisinin rehberlik yapabileceğini hangisinin yapamayacağını ayırdedebilir. Çağımızda pek çok müslüman, mealesef, İslâmın güzelliklerini hayatlarına yansıtama mışlardır. Çünkü onlar da İslâmı yeterince öğrenebilmiş değillerdir.Bu yüzden yalnızca bugünkü müslüman toplulukları taklit ederek İslâmı doğru bir şekilde hayata geçirebilmek pek mümkün olamaz. Kuran-i Kerim, okumaları, anlamaları, içindekilere göre hareket etmeleri ve prensipleri ni hayata geçirmeleri için insanlara gönderilmiştir. Peygamber Efendimiz de İslâmın nasıl hayata geçirileceğini bizzat yasayarak ve anlatarak göstermiştir. Öyleyse bir müslüman, Kuran-i Kerimi ve Peygamber Efendimizin İslâmı hayata geçiriş tarzını öğrenmeye gayret etmelidir ki, tam manasıyla Allaha teslimiyet içinde olabilsin ve son peygamberin örnekliğinden yararlanabilsin. İslâmı doğru kaynaklardan doğru bir şekilde öğrenmeye çalışmalıdır. Bunun için İslâmı bilen kimselerin kılavuzluğundan yararlanmak en kestirme yoldur. İslâmı öğrenirken belli bir sıra takibedilmeli ve kendisini öncelikle ilgilendiren konular dan başlamalı. Bir müslümanı kişisel olarak ilgilendiren en öncelikli konular ise yerine getirmekle yükümlü olduğu farzlar ve sakınması gereken haramlardır. Farzların basında da müslüman olduğu günden itibaren kılmaya başlaması gereken günlük ibadeti beş vakit namaz gelir. Yeni İslâma girmiş bir müslüman, bu konuda ya pratik olarak diğer Müslümanların kılavuzluğundan yararlanmalı yada konuyla ilgili hazırlanmış eğitici ve öğretici görüntülü yayınlardan istifade etmelidir. Böylece bir mümin ilkönce yapabildiği kadarıyla günlük ibadeti olan namazları kılmaya baslar, bilahare yavaş yavaş eksikliklerini gidermeye gerekenleri öğrenmeye ve namazı usulüne uygun olarak kılmaya gayret eder. İSLAMI TANIMA Susuzluktan dudakları çatlamış birisinin, pınara ulaşıp kana kana içtikten sonra kendisi gibi susuzluk çektiğini bildiği diğer insanları da o pınara ulaştırmak için bir çaba sarf etmemesi düşünülemez. Bunun gibi, gerçekten İslâma yürekten inanmış ve İslâmın nasıl berrak bir pınar olduğunu görmüş olan bir kimsenin, yapabiliyor ve becerebiliyorsa o kaynağa başkalarını da ulaştırmak için gayret göstermesi dini bir vecibedir. Gönülden inandığı ve benimsediği, son hak din İslâmı herhangi bir baskı ve zorlamaya başvurmadan diğer insanlara da ulaştırma gayreti içinde olmak ve bu uğurda karsılaşacağı güçlükleri göğüslemek, ortaya çıkacak engelleri ortadan kaldırmak için mücadele etmek her müslümanın görevidir. Bir başka dinden veya düşünce sisteminden İslama geçmiş bulunan kimseler, daha önce mensubu bulundukları dinin yahutta düşünce sistemi nin saliklerini iyi tanıdıkları için, bu konuda, müslüman toplumlarda yetişip geleneksel olarak Müslüman olanlardan daha basarili olabilir ve Peygamber Efendimizin su müjdesine kavuşabilirler: Senin aracılığınla bir kimsenin müslüman olması, senin için dünya ve dünyadaki herşeyden daha hayırlıdır. Bu sebeple yeni İslâma girmiş kardeşlerimize, güzel bir şekilde yapabileceklerse İslâmı başka insanlara da tanıtmak için çaba sarfetmelerini tavsiye ediyoruz. Bu konuda temel prensip, sevdirmek, kolaylaştırmak, müjdelemek ve ümit vermek olmalıdır.
Posted on: Sun, 17 Nov 2013 14:50:00 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015