Şehid Oğlu Şehid Fehmeddin Hoca Eklenme Tarihi : 28 Ocak 2013 - TopicsExpress



          

Şehid Oğlu Şehid Fehmeddin Hoca Eklenme Tarihi : 28 Ocak 2013 Pazartesi 01:20 Allah rızası için saçından at yuları yapan kadın ile Ebu Kudame arasında geçen hikâye, çok meşhur bir hikâyedir. Bu hikâyeyi birçok âlim anlatmıştır. Onlardan biri de Ahmed b. el-Cevzi ed-Dımeşki dir ki bu hikâyeyi “Sûku’l Arûs ve Unsun Nüfûs” isimli eserinde hikâye etmiştir. Evet, İbn Cevzi demiştir ki: “Rasulullah (s.a.v.)’in şehrinde ismi Ebu Kudame olan bir zat vardı. Allahu Teâlâ bu adama kendi yolunda cihad etmeyi ve Rumlara karşı gazveler düzenlemeyi çok sevdirmişti. İşte bu adam bir gün Rasulullah’ın mescidinde oturmuş, arkadaşları ile sohbet ediyordu. Arkadaşları ona dediler ki: “Bize cihadda yaşadığın en ilginç olayı anlatır mısın?” O da: “Elbette anlatırım” diyerek şu olayı anlatmaya başladı; “Ben geçmiş senelerin birinde silahlarımı taşıması için bir deve almak üzere Rakka şehrine girdim. O şehirde bir gün otururken yanıma bir kadın geldi ve dedi ki: “Ey Ebu Kudame! Duydum ki sen cihaddan çok bahsediyor ve ona teşvik ediyormuşsun. Gerçek şu ki, Allah Teâlâ başka kadınlara nasip etmediği kadar bana çok saç nasip etti. İşte ben de bu uzun saçımı kestim ve ondan bir at yuları düzelttim. Hiç kimsenin saçımı görmemesi için de saçımı toprağa buladım. Ben istiyorum ki sen, benim bu saçımı alıp kendinle götüresin. Ne zaman ki kâfirlerin beldelerine girseniz, kahraman mücahidler meydanda dolaşmaya başlasa, oklar atılmaya, kılıçlar kınlarından sıyrılmaya başlansa ve mızraklar da düşmana doğrultulsa… İşte o zaman senin ihtiyacın varsa sen, eğer senin ihtiyacın yoksa ihtiyacı olan bir mücahid bu saçımı alıp kullansın. Ta ki beni saçımda bu savaşta hazır bulunsun ve Allah yolunda ona da toz isabet etsin. Toza toprağa bulansın. Gerçek şu ki ben dul bir kadınım, benim önceleri kocam ve kardeşlerim vardı. Hepsi da Allah yolunda şehid edildiler. Eğer bana da cihad farz olsaydı ben de cihad ederdim.” Ebu Kudame diyor ki:“Daha sonra kadın, bana saçından ördüğü yuları teslim etti ve sözlerini şöyle sürdürdü: “Ey Ebu Kudame! Biliyor musun? Kocam şehid düştüğünde geride bana gençlerin en güzellerinden bir delikanlı bıraktı. Bu delikanlı yani oğlum, Kuran-ı Kerim’i, ata biniciliği ve ok atmayı gayet güzel öğrendi. Oğlum geceyi kıyamla, gündüzü de oruçla geçirmektedir. Yaşı ise henüz 15’tir. Şuanda babasının kendisine miras olarak bıraktığı çiftlikte çalışıyor. Ümit ediyorum ki sen gitmeden O da gelir de O’nu seninle birlikte Allah’a bir hediye olarak gönderirim. Ayrıca İslam aşkına senden rica ediyorum beni arzu ettiğim bu sevaptan mahrum etme!” Ebu Kudame diyor ki: “Bende kadının ördüğü yuları kendisinden teslim aldım. Gerçekten de bu yular tamamen kadının saçından örülmüştü. Kadın bana dedi ki “Gönlüm rahat etsin istiyorum. Lütfen şimdi gözümün önünde bunu yüklerinin arasına yerleştir.” Ben de yuları yüklerimin arasına yerleştirdim ve arkadaşlarım yanımda olduğu halde Rakka’yı terk ettim. Tam olarak Mesleme B. Abdulmelik kalesinin yanına gelmiştik ki bir süvari yüksek sesle arkamızdan bağırarak bize doğru geliyordu; “Allah sana merhamet etsin Ey Ebu Kudame! Dur beni bekle!” diyordu. Bunun üzerine ben de durdum ve arkadaşlarıma: “Siz ilerleyin. Ben de gelenin kim olduğuna bir bakayım.” dedim. Bu arada süvari de bana iyice yaklaşmıştı. Gelince de hemen bana sarıldı ve dedi ki: “Senin arkadaşlığından beni mahrum etmeyen ve hüsrana uğramış olarak geri döndürmeyen Allah’a hamd olsun.” Ben dedim ki: “Sevgili dostum! Lütfen yüzünü aç da seni görebileyim. Eğer savaşta sana ihtiyaç varsa seni götürürüm. Ama ihtiyaç yoksa da seni geri çevirmek zorunda kalırım.” Bunun üzerine Süvari yüzünü açtı. Birde ne göreyim yüzü adeta ayın on dördü gibi parlayan üzerinde varlıklı hayatın alametleri bulunan küçük bir delikanlı. O’na dedim ki: “Sevgili dostum! Senin baban yaşıyor mu?” Dedi ki: “Hayır yaşamıyor. Zaten ben babamın intikamını almak için seninle gelmek istiyorum. Çünkü babam şehid oldu. Belki de Allah babama nasip ettiği gibi bana da şehadet nasip eder.” Yine ben dedim ki: “Sevgili dostum! Peki annen yaşıyor mu? O dedi ki:“Evet yaşıyor.” Bunun üzerine ben O’na: “Öyleyse annene git ve O’ndan izin al. Eğer izin verirse verir. Yok vermezse O’nun yanında ve hizmetinde kal. Zira senin için annene itaat etmen, cihaddan daha faziletlidir. Çünkü cennet hem kılıçların gölgesi ve hem de annelerin ayakları altındadır.” dedim. Delikanlı ise bana şöyle cevap verdi:“Ey Ebu Kudame! Sen beni tanımadın mı?” Ben: “Hayır” dedim. O ise şöyle devam etti sözlerine: “Ben emanetin sahibi olan kadının çocuğuyum. Sen annemin, sana yuları veren kadının vasiyetini ne de çabuk unuttun. Ayrıca ben İnşallah şehid oğlu şehid olmak istiyorum. Allah aşkına senden rica ediyorum, seninle beraber Allah yolunda cihada çıkmaktan beni mahrum etme! Hem ben hâfızu’l Kuran’ım. Allah Resulü’nün sünnetini de iyi bilirim. Ata binmeyi ve ok atmayı da iyi derece de öğrendim. Şu arkamda bıraktığım şehirde benden daha iyi bir süvari yoktur. Zaten annem geri dönmemem için benden yemin aldı ve şöyle dedi: “Yavrum! Kâfirlerle karşılaştığında sakın onlara sırtını dönüp kaçma! Canını Allah’a sat. Allah’ın yakınlığını arzu et ve cennette salih dayılarınla beraber babana komşu olabilmek için Allah’a dua et. Olurda Allah sana şehadet nasip ederse bana da şefaat et. Çünkü duyduğuma göre şehid olan bir kimse ailesinden ve komşularından yetmiş kişiye şefaat edecektir.” Annem bundan sonra beni göğsüne yasladı ve başını göğe kaldırarak şöyle söyledi: “İlahi! Ey benim sahibim ve efendim! İşte bu benim yavrumdur. Kalbimin reyhanı ve gönlümün meyvesidir. O’nu sana bağışlıyorum. O’nu babasına kavuştur.” Ebu Kudame diyor ki: “Delikanlının sözlerini dinleyince O’nun güzelliğine ve gençliğinin baharında oluşuna öyle ağladım, öyle üzüldüm ki..! Ayrıca annesine çok acıdım ve merhamet ettim. Nasıl oluyor da bütün bunlara sabredebiliyor diyerek hayretler içinde kaldım.” Bunu gören genç: “Amcacığım! Neden ağlıyorsun? Eğer yaşım küçük diye ağlıyorsan, şunu unutma ki Allah, kendisine isyan ettikleri takdirde benden daha küçük olanlara dahi azap edecektir” dedi. Ben ise dedim ki: “Hayır, yaşın küçük diye ağlamadım. Annenin mahzun kalbini düşünerek ağladım. Senden sonra ne yapacak? Nasıl olacak?” Ebu Kudame diyor ki: “Bundan sonra biz gençle birlikte yola koyulduk ve o gece, bir yerde konaklayıp dinlendik. Sabah olduğunda yeniden yola koyulduk. Genç ise bir an olsun Allah’ı zikretmekten geri durmuyordu. Onu dikkatlice gözlemlediğimde gördüm ki, ata bindiğinde bizden daha iyi bir süvari, konakladığımızda ise hepimizin hizmetçisi idi. Biz yola devam ettikçe de azmi bileniyor, dinçliği artıyor, kalbi berraklaşıyor ve üzerinde sevinç alametleri beliriyordu. Bu halde biz yol almaya ve ilerlemeye devam ettik. Güneşin battığı esnada müşriklerin memleketine iyice yaklaşmıştık. Orada konakladık. Hepimiz oruçlu olduğumuz için de delikanlı bize iftarlık bir şeyler pişirmeye koyuldu. Bu esnada uyku gence hâkim oldu ve o uzun bir uykuya daldı. Birde baktım ki genç uyuduğu esnada tebessüm ediyor, hemen dönüp arkadaşlarıma dedim ki: “Şu gencin uykudaki tebessümüne de bakın hele!” Nihayet genç uyanınca O’na dedim ki: “Sevgili Dostum! Biraz önce seni uykuda gülerken gördüm.” O da dedi ki: “Ben güzel bir rüya gördüm ve çok hoşuma gitti. İşte bu rüyadan dolayı güldüm.” Ben: “Nasıl bir rüya?” deyince de genç anlatmaya başladı: “Kendimi çok acayip ve yemyeşil bir bahçede gördüm. Ben bahçede dolaşırken orada bir saray olduğunu fark ettim. Saray gümüşten, balkonları ise inci ve cevherdendi. Kapıları ise altındı. Tüm perdeleri çekilmişti. Bir de baktım ki, bazı genç kızlar perdeleri kaldırıyorlar. Yüzleri ay gibi parlıyordu. Ben görünce dediler ki: “Merhaba”. Bende onlardan birine elimi uzatıp dokunmak istedim. Bunu üzerine içlerinden biri dedi ki: “Acele etme! Henüz senin zamanın gelmedi.” Bu arada ben onların kendi aralarında şöyle konuştuklarını duydum: “Bu genç Marziyye’nin kocasıdır.” Sonra da bana: “Allah sana merhamet etsin! İlerler misin?” dediler. Ben de öne doğru yürüyüp ilerledim. Baktım ki gördüğüm sarayın en tepesinde kırmızı altından yapılmış bir oda. Bu odanın çatısında ise yeşil zümrütten yapılmış bir yatak. Yatağın ayakları ise beyaz gümüşten yapılmıştı. Yatağın üzerinde yüzü gözü güneş gibi parlayan bir genç kız oturmuştu. Allah gözüme ve aklıma mukayyet olmasaydı odanın güzelliği ve kızın parlaklığı karşısında gözümü kaybedebilir, aklımı kaçırabilirdim. Bu genç ve güzel kız beni görünce dedi ki: “Ey Allah’ın velisi ve sevgili kulu! Merhaba hoş geldin. Sen benimsin ve ben de seninim.” Bunu duyunca O’na sarılıp göğsüme yaslamak istedim. Ama o dedi ki: “Yavaş ol! Sakın acele etme. Çünkü sen çirkin işlerden uzak birisin. Seninle buluşma vaktimiz, yarın öğle namazı vaktidir. Seni bununla müjdeliyorum. Sana müjdeler olsun!” Ebu Kudame diyor ki; Ben de gence dedim ki: “Sevgili Dostum! Sen hayır görmüşsün. Hayır olacaktır, İnşallah.” O geceyi gencin rüyasından ötürü hayretler içerisinde geçirdik. Sabah olur olmaz da derhal atlarımıza bindik. Tam bu esnada ise münadimiz şöyle nida ediyordu: “Ey Allah’ın atlarının süvarileri! Atlarınıza binin ve cennetle sevinin.” “Ağır ve hafif olarak cihada çıkın.”(Tevbe 41) Evet, aradan kısa bir zaman geçmişti ki küfür ordusu yayılmış çekirgeler gibi bize saldırmaya başladılar. Bizden onlara ilk hamle yapan da bu genç delikanlı idi. Delikanlı onların birliğini darmadağın etti. Kuvvetlerini böldü ve tam ortalarına daldı. Onlardan nice adamları öldürdü ve nice kahramanları yere serdi. O’nu böyle görünce derhal yanına varıp atının yularından tuttum ve dedim ki: “Sevgili Dostum! Derhal geri dön. Zira sen bir çocuksun, savaş taktiklerini ve hamlelerini bilmezsin.” Bunun üzerine genç bana dedi ki:“Amcacığım! Sen Allahu Teala’nın şu kelamını duymadın mı? “Ey iman edenler! Küfredenlerden bir grupla karşılaştığınızda sakın onlara arkanızı dönmeyin.”(Enfal 15) Sen benim cehenneme girmemi mi istiyorsun?!” Genç benimle bu şekilde konuşurken birden müşrikler adeta tek bir insanın hamlesine benzer bir hamle yaptılar bize. Benimle gencin arasına girdiler ve O’nunla konuşmama mani oldular. Artık herkes kendi derdine düşmüştü. Öte yandan müslümanlardan çok kişi şehid olmuştu. Nihayet her iki grup ayrılıp herkes kendi başına kalınca, gördük ki ölüler sayılamayacak kadar çoktu. Ben de bu arada atımla ölüler arasından dolaşmaya başladım. Ölülerin kanları yerlere dökülüyor, kandan ve toz topraktan yüzleri tanınamıyordu. İşte ben tam ölüler arasında dolaşırken birden atların ayakları altında çiğnenmiş genci fark ettim. Toprak yüzünü tamamen bürümüştü ve kanlar içinde yerde kıvranıyordu. Bir yandan da şöyle diyordu: “Müslümanlar! Allah aşkına bana amcam Ebu Kudame’yi gönderin.” Onun bu haykırışını duyar duymaz derhal yanına koştum. Ancak toprak ve kanın çokluğundan atların yüzünü çiğnemesinden dolayı onu tanıyamadım. Hemen dedim ki: “Buyur işte geldim. Ben Ebu Kudame’yim.” Genç dedi ki: “Amca biliyor musun? Kâbe’nin Rabbine yemin ederim ki! Gördüğüm rüya doğru çıktı. Evet, şüphesiz ben yuların sahibi olan kadının oğluyum.” Bu sözünü duyunca derhal çocuğun üzerine kapaklandım ve iki gözünün ortasından öptüm. O güzel yüzünden toprak ve kanları sildim. Ona dedim ki: “Sevgili dostum! Amcan Ebu Kudame’yi de unutma olur mu? Kıyamet gününde O’na da şefaat et.” Genç bunun üzerine şöyle söyledi: “Senin gibisi asla unutulmaz. Ne o yüzümü kendi elbisenle mi siliyorsun. Oysaki benim elbisem bunun için seninkinden daha uygundur. Amcacığım lütfen bırak. Ben rabbimle bu şekilde karşılaşmak istiyorum. Amcacığım! Hani sana anlattığım huri var ya işte o şuanda gelmiş başucumda durmuş ve ruhumun çıkmasını bekliyor. Şöyle diyor: “Çabuk ol! Seni çok özledim.” Allah aşkına amcacığım! Eğer Allah seni sağ salim geri döndürürse benim bu kana bulanmış elbiselerimi, çocuğunu yitiren, mahzun ve zavallı anneme götürüp veresin. Annem bilsin ki ben onun vasiyetini zayi etmedim. Müşriklerle karşılaştığımda da korkmadım. Ona ayrıca benden selam söyle. Bir de ona de ki: “Allah senin bağışladığın hediyeni kabul etti.” Amcacığım! Benim bir de küçük bir kız kardeşim var. Henüz on yaşında. Ben eve her girdiğimde beni karşılar ve bana selam verirdi. Çıktığım zaman ise bana en son o veda ederdi. Bu son çıkışımda da yine bana veda etti ve dedi ki: “Allah aşkına ağabey geç kalma!”. Eğer onu görürsen benden selam et ve de ki: “Ağabeyin diyor ki: Kıyamet gününe kadar, kardeşim Allah’a emanettir.” Genç bundan sonra tebessüm etti ve şöyle dedi: “Şahitlik ederim ki, Allah birdir. Ve hiçbir ortağı yoktur, vaadinde durmuştur ve yine şahitlik ederim ki, Muhammed -Aleyhisselâm- O’nun kulu ve Resulü’dür. Bu Allah’ın ve Resulü’nün vaat etiği şeydir. Allah da Resulü de doğru söylemiştir.” Daha sonra da ruhunu teslim etti. O’nu kendi elbiselerine kefenledik ve defnettik. Allah O’ndan razı olsun ve O’nu muradına eriştirsin. Ebu Kudame diyor ki: “Bu gazveden dönüpte Rakka’ya girdiğimizde benim gencin annesini ziyaret etmekten başka bir düşüncem yoktu. Birde baktım ki, güzelliği ve parlaklığı tıpkı gence benzeyen küçük bir kız çocuğu her geçene “Amcacığım nereden geliyorsun” diye soruyor. Onlar da “Savaştan geliyoruz” diyorlar. Bu defa da kız:“Peki, ağabeyim sizinle gelmedi mi?” diye soruyor. Onlar da: “Biz ağabeyini tanımıyoruz” diye cevaplıyorlar. Ben kızın sesini duyunca O’na doğru ilerledim. Kız bana dedi ki: “Amcacığım! Nereden geliyorsun?” Ben: “Savaştan” dedim. Bu defa kız: “Peki, ağabeyim sizinle gelmedi mi?” dedi ve ağlayarak şunları söyledi: “Ağabeyim dönmedikten sonra, bütün insanlar dönmüş bana ne!” Kızın bu sözleri üzerine beni bir hıçkırık tuttu ama onun üzülmesinden korktuğum için kendimi zoraki zapt ettim. Daha sonra kıza dedim ki: “Yavrum! Evin sahibesine söyler misin? Ebu Kudame kapıda seninle konuşmak istiyor.” Kadın bu arada sesimi duydu ve dışarıya, yanıma çıktı. Rengi değişmişti. O’na selam verdim. O da selamımı aldı. Sonra dedi ki: “Ey Ebu Kudame! Müjde vermeye mi geldin, taziye iletmeye mi geldin?” Ben de: “Allah sana rahmet etsin. Lütfen söyler misin: Taziye nedir? Müjde nedir?” dedim. Bunun üzerine kadın dedi ki: “Eğer yavrum sağ salim dönmüşse sen taziyeye gelmişsin. Yok eğer Allah yolunda öldürülmüşse, o zaman müjde vermeye gelmişsin.” Ben dedim ki: “O zaman sana müjdeler olsun, çünkü Allah senin hediyeni kabul etti.” Bundan sonra kadın ağladı ve dedi ki: “Kabul mü etti?” Ben: “Evet deyince de” Kadın: “Yavrumu kıyamet günü benim için azık kılan Allah’a hamd olsun” dedi. Daha sonra ben dedim ki: “Oğlunuzun kız kardeşi nerede? Ne yaptı O?” Kadın dedi ki: “Biraz önce seninle konuşan O idi.” O arada kız çocuğu bana doğru geldi. O’na dedim ki: “Ağabeyin sana selam söylüyor ve diyor ki: “Kız kardeşim kıyamet gününe kadar Allah’a emanettir.” Kız, bunu duyar duymaz bir çığlık attı ve bayılıp yüzüstü yere kapaklandı. Bir müddet sonra O’nu kaldırmak istediğimde ölmüş olduğunu gördüm. Artık hayretler içerisinde kalmıştım. Sonra, gencin yanımdaki elbiselerini, annesine teslim ettim ve O’na veda ederek çıktım. Orayı terk ettiğimde, gencin ve kız kardeşinin durumundan dolayı mahzun, annelerinin sabrından ötürü de hayretler içerisindeydim. Hafız Allame Ebu Muzaffer b. Cevzi demiştir ki: “Bu hikâye bana ulaştığında tövbe eden kadınların ördüğü, tam 300 yular geldi bana.”(Meşariu’l Eşvak İla Mesarii’l Uşşak/ İbn Nahhas ed-Dimyati, s.285) Kaynak: İslam Dünyası Dergisi, Sayı: 5, Ağustos 2012. Şehid Oğlu Şehid Fehmeddin Hoca Eklenme Tarihi : 28 Ocak 2013 Pazartesi 01:20 Allah rızası için saçından at yuları yapan kadın ile Ebu Kudame arasında geçen hikâye, çok meşhur bir hikâyedir. Bu hikâyeyi birçok âlim anlatmıştır. Onlardan biri de Ahmed b. el-Cevzi ed-Dımeşki dir ki bu hikâyeyi “Sûku’l Arûs ve Unsun Nüfûs” isimli eserinde hikâye etmiştir. Evet, İbn Cevzi demiştir ki: “Rasulullah (s.a.v.)’in şehrinde ismi Ebu Kudame olan bir zat vardı. Allahu Teâlâ bu adama kendi yolunda cihad etmeyi ve Rumlara karşı gazveler düzenlemeyi çok sevdirmişti. İşte bu adam bir gün Rasulullah’ın mescidinde oturmuş, arkadaşları ile sohbet ediyordu. Arkadaşları ona dediler ki: “Bize cihadda yaşadığın en ilginç olayı anlatır mısın?” O da: “Elbette anlatırım” diyerek şu olayı anlatmaya başladı; “Ben geçmiş senelerin birinde silahlarımı taşıması için bir deve almak üzere Rakka şehrine girdim. O şehirde bir gün otururken yanıma bir kadın geldi ve dedi ki: “Ey Ebu Kudame! Duydum ki sen cihaddan çok bahsediyor ve ona teşvik ediyormuşsun. Gerçek şu ki, Allah Teâlâ başka kadınlara nasip etmediği kadar bana çok saç nasip etti. İşte ben de bu uzun saçımı kestim ve ondan bir at yuları düzelttim. Hiç kimsenin saçımı görmemesi için de saçımı toprağa buladım. Ben istiyorum ki sen, benim bu saçımı alıp kendinle götüresin. Ne zaman ki kâfirlerin beldelerine girseniz, kahraman mücahidler meydanda dolaşmaya başlasa, oklar atılmaya, kılıçlar kınlarından sıyrılmaya başlansa ve mızraklar da düşmana doğrultulsa… İşte o zaman senin ihtiyacın varsa sen, eğer senin ihtiyacın yoksa ihtiyacı olan bir mücahid bu saçımı alıp kullansın. Ta ki beni saçımda bu savaşta hazır bulunsun ve Allah yolunda ona da toz isabet etsin. Toza toprağa bulansın. Gerçek şu ki ben dul bir kadınım, benim önceleri kocam ve kardeşlerim vardı. Hepsi da Allah yolunda şehid edildiler. Eğer bana da cihad farz olsaydı ben de cihad ederdim.” Ebu Kudame diyor ki:“Daha sonra kadın, bana saçından ördüğü yuları teslim etti ve sözlerini şöyle sürdürdü: “Ey Ebu Kudame! Biliyor musun? Kocam şehid düştüğünde geride bana gençlerin en güzellerinden bir delikanlı bıraktı. Bu delikanlı yani oğlum, Kuran-ı Kerim’i, ata biniciliği ve ok atmayı gayet güzel öğrendi. Oğlum geceyi kıyamla, gündüzü de oruçla geçirmektedir. Yaşı ise henüz 15’tir. Şuanda babasının kendisine miras olarak bıraktığı çiftlikte çalışıyor. Ümit ediyorum ki sen gitmeden O da gelir de O’nu seninle birlikte Allah’a bir hediye olarak gönderirim. Ayrıca İslam aşkına senden rica ediyorum beni arzu ettiğim bu sevaptan mahrum etme!” Ebu Kudame diyor ki: “Bende kadının ördüğü yuları kendisinden teslim aldım. Gerçekten de bu yular tamamen kadının saçından örülmüştü. Kadın bana dedi ki “Gönlüm rahat etsin istiyorum. Lütfen şimdi gözümün önünde bunu yüklerinin arasına yerleştir.” Ben de yuları yüklerimin arasına yerleştirdim ve arkadaşlarım yanımda olduğu halde Rakka’yı terk ettim. Tam olarak Mesleme B. Abdulmelik kalesinin yanına gelmiştik ki bir süvari yüksek sesle arkamızdan bağırarak bize doğru geliyordu; “Allah sana merhamet etsin Ey Ebu Kudame! Dur beni bekle!” diyordu. Bunun üzerine ben de durdum ve arkadaşlarıma: “Siz ilerleyin. Ben de gelenin kim olduğuna bir bakayım.” dedim. Bu arada süvari de bana iyice yaklaşmıştı. Gelince de hemen bana sarıldı ve dedi ki: “Senin arkadaşlığından beni mahrum etmeyen ve hüsrana uğramış olarak geri döndürmeyen Allah’a hamd olsun.” Ben dedim ki: “Sevgili dostum! Lütfen yüzünü aç da seni görebileyim. Eğer savaşta sana ihtiyaç varsa seni götürürüm. Ama ihtiyaç yoksa da seni geri çevirmek zorunda kalırım.” Bunun üzerine Süvari yüzünü açtı. Birde ne göreyim yüzü adeta ayın on dördü gibi parlayan üzerinde varlıklı hayatın alametleri bulunan küçük bir delikanlı. O’na dedim ki: “Sevgili dostum! Senin baban yaşıyor mu?” Dedi ki: “Hayır yaşamıyor. Zaten ben babamın intikamını almak için seninle gelmek istiyorum. Çünkü babam şehid oldu. Belki de Allah babama nasip ettiği gibi bana da şehadet nasip eder.” Yine ben dedim ki: “Sevgili dostum! Peki annen yaşıyor mu? O dedi ki:“Evet yaşıyor.” Bunun üzerine ben O’na: “Öyleyse annene git ve O’ndan izin al. Eğer izin verirse verir. Yok vermezse O’nun yanında ve hizmetinde kal. Zira senin için annene itaat etmen, cihaddan daha faziletlidir. Çünkü cennet hem kılıçların gölgesi ve hem de annelerin ayakları altındadır.” dedim. Delikanlı ise bana şöyle cevap verdi:“Ey Ebu Kudame! Sen beni tanımadın mı?” Ben: “Hayır” dedim. O ise şöyle devam etti sözlerine: “Ben emanetin sahibi olan kadının çocuğuyum. Sen annemin, sana yuları veren kadının vasiyetini ne de çabuk unuttun. Ayrıca ben İnşallah şehid oğlu şehid olmak istiyorum. Allah aşkına senden rica ediyorum, seninle beraber Allah yolunda cihada çıkmaktan beni mahrum etme! Hem ben hâfızu’l Kuran’ım. Allah Resulü’nün sünnetini de iyi bilirim. Ata binmeyi ve ok atmayı da iyi derece de öğrendim. Şu arkamda bıraktığım şehirde benden daha iyi bir süvari yoktur. Zaten annem geri dönmemem için benden yemin aldı ve şöyle dedi: “Yavrum! Kâfirlerle karşılaştığında sakın onlara sırtını dönüp kaçma! Canını Allah’a sat. Allah’ın yakınlığını arzu et ve cennette salih dayılarınla beraber babana komşu olabilmek için Allah’a dua et. Olurda Allah sana şehadet nasip ederse bana da şefaat et. Çünkü duyduğuma göre şehid olan bir kimse ailesinden ve komşularından yetmiş kişiye şefaat edecektir.” Annem bundan sonra beni göğsüne yasladı ve başını göğe kaldırarak şöyle söyledi: “İlahi! Ey benim sahibim ve efendim! İşte bu benim yavrumdur. Kalbimin reyhanı ve gönlümün meyvesidir. O’nu sana bağışlıyorum. O’nu babasına kavuştur.” Ebu Kudame diyor ki: “Delikanlının sözlerini dinleyince O’nun güzelliğine ve gençliğinin baharında oluşuna öyle ağladım, öyle üzüldüm ki..! Ayrıca annesine çok acıdım ve merhamet ettim. Nasıl oluyor da bütün bunlara sabredebiliyor diyerek hayretler içinde kaldım.” Bunu gören genç: “Amcacığım! Neden ağlıyorsun? Eğer yaşım küçük diye ağlıyorsan, şunu unutma ki Allah, kendisine isyan ettikleri takdirde benden daha küçük olanlara dahi azap edecektir” dedi. Ben ise dedim ki: “Hayır, yaşın küçük diye ağlamadım. Annenin mahzun kalbini düşünerek ağladım. Senden sonra ne yapacak? Nasıl olacak?” Ebu Kudame diyor ki: “Bundan sonra biz gençle birlikte yola koyulduk ve o gece, bir yerde konaklayıp dinlendik. Sabah olduğunda yeniden yola koyulduk. Genç ise bir an olsun Allah’ı zikretmekten geri durmuyordu. Onu dikkatlice gözlemlediğimde gördüm ki, ata bindiğinde bizden daha iyi bir süvari, konakladığımızda ise hepimizin hizmetçisi idi. Biz yola devam ettikçe de azmi bileniyor, dinçliği artıyor, kalbi berraklaşıyor ve üzerinde sevinç alametleri beliriyordu. Bu halde biz yol almaya ve ilerlemeye devam ettik. Güneşin battığı esnada müşriklerin memleketine iyice yaklaşmıştık. Orada konakladık. Hepimiz oruçlu olduğumuz için de delikanlı bize iftarlık bir şeyler pişirmeye koyuldu. Bu esnada uyku gence hâkim oldu ve o uzun bir uykuya daldı. Birde baktım ki genç uyuduğu esnada tebessüm ediyor, hemen dönüp arkadaşlarıma dedim ki: “Şu gencin uykudaki tebessümüne de bakın hele!” Nihayet genç uyanınca O’na dedim ki: “Sevgili Dostum! Biraz önce seni uykuda gülerken gördüm.” O da dedi ki: “Ben güzel bir rüya gördüm ve çok hoşuma gitti. İşte bu rüyadan dolayı güldüm.” Ben: “Nasıl bir rüya?” deyince de genç anlatmaya başladı: “Kendimi çok acayip ve yemyeşil bir bahçede gördüm. Ben bahçede dolaşırken orada bir saray olduğunu fark ettim. Saray gümüşten, balkonları ise inci ve cevherdendi. Kapıları ise altındı. Tüm perdeleri çekilmişti. Bir de baktım ki, bazı genç kızlar perdeleri kaldırıyorlar. Yüzleri ay gibi parlıyordu. Ben görünce dediler ki: “Merhaba”. Bende onlardan birine elimi uzatıp dokunmak istedim. Bunu üzerine içlerinden biri dedi ki: “Acele etme! Henüz senin zamanın gelmedi.” Bu arada ben onların kendi aralarında şöyle konuştuklarını duydum: “Bu genç Marziyye’nin kocasıdır.” Sonra da bana: “Allah sana merhamet etsin! İlerler misin?” dediler. Ben de öne doğru yürüyüp ilerledim. Baktım ki gördüğüm sarayın en tepesinde kırmızı altından yapılmış bir oda. Bu odanın çatısında ise yeşil zümrütten yapılmış bir yatak. Yatağın ayakları ise beyaz gümüşten yapılmıştı. Yatağın üzerinde yüzü gözü güneş gibi parlayan bir genç kız oturmuştu. Allah gözüme ve aklıma mukayyet olmasaydı odanın güzelliği ve kızın parlaklığı karşısında gözümü kaybedebilir, aklımı kaçırabilirdim. Bu genç ve güzel kız beni görünce dedi ki: “Ey Allah’ın velisi ve sevgili kulu! Merhaba hoş geldin. Sen benimsin ve ben de seninim.” Bunu duyunca O’na sarılıp göğsüme yaslamak istedim. Ama o dedi ki: “Yavaş ol! Sakın acele etme. Çünkü sen çirkin işlerden uzak birisin. Seninle buluşma vaktimiz, yarın öğle namazı vaktidir. Seni bununla müjdeliyorum. Sana müjdeler olsun!” Ebu Kudame diyor ki; Ben de gence dedim ki: “Sevgili Dostum! Sen hayır görmüşsün. Hayır olacaktır, İnşallah.” O geceyi gencin rüyasından ötürü hayretler içerisinde geçirdik. Sabah olur olmaz da derhal atlarımıza bindik. Tam bu esnada ise münadimiz şöyle nida ediyordu: “Ey Allah’ın atlarının süvarileri! Atlarınıza binin ve cennetle sevinin.” “Ağır ve hafif olarak cihada çıkın.”(Tevbe 41) Evet, aradan kısa bir zaman geçmişti ki küfür ordusu yayılmış çekirgeler gibi bize saldırmaya başladılar. Bizden onlara ilk hamle yapan da bu genç delikanlı idi. Delikanlı onların birliğini darmadağın etti. Kuvvetlerini böldü ve tam ortalarına daldı. Onlardan nice adamları öldürdü ve nice kahramanları yere serdi. O’nu böyle görünce derhal yanına varıp atının yularından tuttum ve dedim ki: “Sevgili Dostum! Derhal geri dön. Zira sen bir çocuksun, savaş taktiklerini ve hamlelerini bilmezsin.” Bunun üzerine genç bana dedi ki:“Amcacığım! Sen Allahu Teala’nın şu kelamını duymadın mı? “Ey iman edenler! Küfredenlerden bir grupla karşılaştığınızda sakın onlara arkanızı dönmeyin.”(Enfal 15) Sen benim cehenneme girmemi mi istiyorsun?!” Genç benimle bu şekilde konuşurken birden müşrikler adeta tek bir insanın hamlesine benzer bir hamle yaptılar bize. Benimle gencin arasına girdiler ve O’nunla konuşmama mani oldular. Artık herkes kendi derdine düşmüştü. Öte yandan müslümanlardan çok kişi şehid olmuştu. Nihayet her iki grup ayrılıp herkes kendi başına kalınca, gördük ki ölüler sayılamayacak kadar çoktu. Ben de bu arada atımla ölüler arasından dolaşmaya başladım. Ölülerin kanları yerlere dökülüyor, kandan ve toz topraktan yüzleri tanınamıyordu. İşte ben tam ölüler arasında dolaşırken birden atların ayakları altında çiğnenmiş genci fark ettim. Toprak yüzünü tamamen bürümüştü ve kanlar içinde yerde kıvranıyordu. Bir yandan da şöyle diyordu: “Müslümanlar! Allah aşkına bana amcam Ebu Kudame’yi gönderin.” Onun bu haykırışını duyar duymaz derhal yanına koştum. Ancak toprak ve kanın çokluğundan atların yüzünü çiğnemesinden dolayı onu tanıyamadım. Hemen dedim ki: “Buyur işte geldim. Ben Ebu Kudame’yim.” Genç dedi ki: “Amca biliyor musun? Kâbe’nin Rabbine yemin ederim ki! Gördüğüm rüya doğru çıktı. Evet, şüphesiz ben yuların sahibi olan kadının oğluyum.” Bu sözünü duyunca derhal çocuğun üzerine kapaklandım ve iki gözünün ortasından öptüm. O güzel yüzünden toprak ve kanları sildim. Ona dedim ki: “Sevgili dostum! Amcan Ebu Kudame’yi de unutma olur mu? Kıyamet gününde O’na da şefaat et.” Genç bunun üzerine şöyle söyledi: “Senin gibisi asla unutulmaz. Ne o yüzümü kendi elbisenle mi siliyorsun. Oysaki benim elbisem bunun için seninkinden daha uygundur. Amcacığım lütfen bırak. Ben rabbimle bu şekilde karşılaşmak istiyorum. Amcacığım! Hani sana anlattığım huri var ya işte o şuanda gelmiş başucumda durmuş ve ruhumun çıkmasını bekliyor. Şöyle diyor: “Çabuk ol! Seni çok özledim.” Allah aşkına amcacığım! Eğer Allah seni sağ salim geri döndürürse benim bu kana bulanmış elbiselerimi, çocuğunu yitiren, mahzun ve zavallı anneme götürüp veresin. Annem bilsin ki ben onun vasiyetini zayi etmedim. Müşriklerle karşılaştığımda da korkmadım. Ona ayrıca benden selam söyle. Bir de ona de ki: “Allah senin bağışladığın hediyeni kabul etti.” Amcacığım! Benim bir de küçük bir kız kardeşim var. Henüz on yaşında. Ben eve her girdiğimde beni karşılar ve bana selam verirdi. Çıktığım zaman ise bana en son o veda ederdi. Bu son çıkışımda da yine bana veda etti ve dedi ki: “Allah aşkına ağabey geç kalma!”. Eğer onu görürsen benden selam et ve de ki: “Ağabeyin diyor ki: Kıyamet gününe kadar, kardeşim Allah’a emanettir.” Genç bundan sonra tebessüm etti ve şöyle dedi: “Şahitlik ederim ki, Allah birdir. Ve hiçbir ortağı yoktur, vaadinde durmuştur ve yine şahitlik ederim ki, Muhammed -Aleyhisselâm- O’nun kulu ve Resulü’dür. Bu Allah’ın ve Resulü’nün vaat etiği şeydir. Allah da Resulü de doğru söylemiştir.” Daha sonra da ruhunu teslim etti. O’nu kendi elbiselerine kefenledik ve defnettik. Allah O’ndan razı olsun ve O’nu muradına eriştirsin. Ebu Kudame diyor ki: “Bu gazveden dönüpte Rakka’ya girdiğimizde benim gencin annesini ziyaret etmekten başka bir düşüncem yoktu. Birde baktım ki, güzelliği ve parlaklığı tıpkı gence benzeyen küçük bir kız çocuğu her geçene “Amcacığım nereden geliyorsun” diye soruyor. Onlar da “Savaştan geliyoruz” diyorlar. Bu defa da kız:“Peki, ağabeyim sizinle gelmedi mi?” diye soruyor. Onlar da: “Biz ağabeyini tanımıyoruz” diye cevaplıyorlar. Ben kızın sesini duyunca O’na doğru ilerledim. Kız bana dedi ki: “Amcacığım! Nereden geliyorsun?” Ben: “Savaştan” dedim. Bu defa kız: “Peki, ağabeyim sizinle gelmedi mi?” dedi ve ağlayarak şunları söyledi: “Ağabeyim dönmedikten sonra, bütün insanlar dönmüş bana ne!” Kızın bu sözleri üzerine beni bir hıçkırık tuttu ama onun üzülmesinden korktuğum için kendimi zoraki zapt ettim. Daha sonra kıza dedim ki: “Yavrum! Evin sahibesine söyler misin? Ebu Kudame kapıda seninle konuşmak istiyor.” Kadın bu arada sesimi duydu ve dışarıya, yanıma çıktı. Rengi değişmişti. O’na selam verdim. O da selamımı aldı. Sonra dedi ki: “Ey Ebu Kudame! Müjde vermeye mi geldin, taziye iletmeye mi geldin?” Ben de: “Allah sana rahmet etsin. Lütfen söyler misin: Taziye nedir? Müjde nedir?” dedim. Bunun üzerine kadın dedi ki: “Eğer yavrum sağ salim dönmüşse sen taziyeye gelmişsin. Yok eğer Allah yolunda öldürülmüşse, o zaman müjde vermeye gelmişsin.” Ben dedim ki: “O zaman sana müjdeler olsun, çünkü Allah senin hediyeni kabul etti.” Bundan sonra kadın ağladı ve dedi ki: “Kabul mü etti?” Ben: “Evet deyince de” Kadın: “Yavrumu kıyamet günü benim için azık kılan Allah’a hamd olsun” dedi. Daha sonra ben dedim ki: “Oğlunuzun kız kardeşi nerede? Ne yaptı O?” Kadın dedi ki: “Biraz önce seninle konuşan O idi.” O arada kız çocuğu bana doğru geldi. O’na dedim ki: “Ağabeyin sana selam söylüyor ve diyor ki: “Kız kardeşim kıyamet gününe kadar Allah’a emanettir.” Kız, bunu duyar duymaz bir çığlık attı ve bayılıp yüzüstü yere kapaklandı. Bir müddet sonra O’nu kaldırmak istediğimde ölmüş olduğunu gördüm. Artık hayretler içerisinde kalmıştım. Sonra, gencin yanımdaki elbiselerini, annesine teslim ettim ve O’na veda ederek çıktım. Orayı terk ettiğimde, gencin ve kız kardeşinin durumundan dolayı mahzun, annelerinin sabrından ötürü de hayretler içerisindeydim. Hafız Allame Ebu Muzaffer b. Cevzi demiştir ki: “Bu hikâye bana ulaştığında tövbe eden kadınların ördüğü, tam 300 yular geldi bana.”(Meşariu’l Eşvak İla Mesarii’l Uşşak/ İbn Nahhas ed-Dimyati, s.285) Kaynak: İslam Dünyası Dergisi, Sayı: 5, Ağustos 2012. Şehid Oğlu Şehid Fehmeddin Hoca Eklenme Tarihi : 28 Ocak 2013 Pazartesi 01:20 Allah rızası için saçından at yuları yapan kadın ile Ebu Kudame arasında geçen hikâye, çok meşhur bir hikâyedir. Bu hikâyeyi birçok âlim anlatmıştır. Onlardan biri de Ahmed b. el-Cevzi ed-Dımeşki dir ki bu hikâyeyi “Sûku’l Arûs ve Unsun Nüfûs” isimli eserinde hikâye etmiştir. Evet, İbn Cevzi demiştir ki: “Rasulullah (s.a.v.)’in şehrinde ismi Ebu Kudame olan bir zat vardı. Allahu Teâlâ bu adama kendi yolunda cihad etmeyi ve Rumlara karşı gazveler düzenlemeyi çok sevdirmişti. İşte bu adam bir gün Rasulullah’ın mescidinde oturmuş, arkadaşları ile sohbet ediyordu. Arkadaşları ona dediler ki: “Bize cihadda yaşadığın en ilginç olayı anlatır mısın?” O da: “Elbette anlatırım” diyerek şu olayı anlatmaya başladı; “Ben geçmiş senelerin birinde silahlarımı taşıması için bir deve almak üzere Rakka şehrine girdim. O şehirde bir gün otururken yanıma bir kadın geldi ve dedi ki: “Ey Ebu Kudame! Duydum ki sen cihaddan çok bahsediyor ve ona teşvik ediyormuşsun. Gerçek şu ki, Allah Teâlâ başka kadınlara nasip etmediği kadar bana çok saç nasip etti. İşte ben de bu uzun saçımı kestim ve ondan bir at yuları düzelttim. Hiç kimsenin saçımı görmemesi için de saçımı toprağa buladım. Ben istiyorum ki sen, benim bu saçımı alıp kendinle götüresin. Ne zaman ki kâfirlerin beldelerine girseniz, kahraman mücahidler meydanda dolaşmaya başlasa, oklar atılmaya, kılıçlar kınlarından sıyrılmaya başlansa ve mızraklar da düşmana doğrultulsa… İşte o zaman senin ihtiyacın varsa sen, eğer senin ihtiyacın yoksa ihtiyacı olan bir mücahid bu saçımı alıp kullansın. Ta ki beni saçımda bu savaşta hazır bulunsun ve Allah yolunda ona da toz isabet etsin. Toza toprağa bulansın. Gerçek şu ki ben dul bir kadınım, benim önceleri kocam ve kardeşlerim vardı. Hepsi da Allah yolunda şehid edildiler. Eğer bana da cihad farz olsaydı ben de cihad ederdim.” Ebu Kudame diyor ki:“Daha sonra kadın, bana saçından ördüğü yuları teslim etti ve sözlerini şöyle sürdürdü: “Ey Ebu Kudame! Biliyor musun? Kocam şehid düştüğünde geride bana gençlerin en güzellerinden bir delikanlı bıraktı. Bu delikanlı yani oğlum, Kuran-ı Kerim’i, ata biniciliği ve ok atmayı gayet güzel öğrendi. Oğlum geceyi kıyamla, gündüzü de oruçla geçirmektedir. Yaşı ise henüz 15’tir. Şuanda babasının kendisine miras olarak bıraktığı çiftlikte çalışıyor. Ümit ediyorum ki sen gitmeden O da gelir de O’nu seninle birlikte Allah’a bir hediye olarak gönderirim. Ayrıca İslam aşkına senden rica ediyorum beni arzu ettiğim bu sevaptan mahrum etme!” Ebu Kudame diyor ki: “Bende kadının ördüğü yuları kendisinden teslim aldım. Gerçekten de bu yular tamamen kadının saçından örülmüştü. Kadın bana dedi ki “Gönlüm rahat etsin istiyorum. Lütfen şimdi gözümün önünde bunu yüklerinin arasına yerleştir.” Ben de yuları yüklerimin arasına yerleştirdim ve arkadaşlarım yanımda olduğu halde Rakka’yı terk ettim. Tam olarak Mesleme B. Abdulmelik kalesinin yanına gelmiştik ki bir süvari yüksek sesle arkamızdan bağırarak bize doğru geliyordu; “Allah sana merhamet etsin Ey Ebu Kudame! Dur beni bekle!” diyordu. Bunun üzerine ben de durdum ve arkadaşlarıma: “Siz ilerleyin. Ben de gelenin kim olduğuna bir bakayım.” dedim. Bu arada süvari de bana iyice yaklaşmıştı. Gelince de hemen bana sarıldı ve dedi ki: “Senin arkadaşlığından beni mahrum etmeyen ve hüsrana uğramış olarak geri döndürmeyen Allah’a hamd olsun.” Ben dedim ki: “Sevgili dostum! Lütfen yüzünü aç da seni görebileyim. Eğer savaşta sana ihtiyaç varsa seni götürürüm. Ama ihtiyaç yoksa da seni geri çevirmek zorunda kalırım.” Bunun üzerine Süvari yüzünü açtı. Birde ne göreyim yüzü adeta ayın on dördü gibi parlayan üzerinde varlıklı hayatın alametleri bulunan küçük bir delikanlı. O’na dedim ki: “Sevgili dostum! Senin baban yaşıyor mu?” Dedi ki: “Hayır yaşamıyor. Zaten ben babamın intikamını almak için seninle gelmek istiyorum. Çünkü babam şehid oldu. Belki de Allah babama nasip ettiği gibi bana da şehadet nasip eder.” Yine ben dedim ki: “Sevgili dostum! Peki annen yaşıyor mu? O dedi ki:“Evet yaşıyor.” Bunun üzerine ben O’na: “Öyleyse annene git ve O’ndan izin al. Eğer izin verirse verir. Yok vermezse O’nun yanında ve hizmetinde kal. Zira senin için annene itaat etmen, cihaddan daha faziletlidir. Çünkü cennet hem kılıçların gölgesi ve hem de annelerin ayakları altındadır.” dedim. Delikanlı ise bana şöyle cevap verdi:“Ey Ebu Kudame! Sen beni tanımadın mı?” Ben: “Hayır” dedim. O ise şöyle devam etti sözlerine: “Ben emanetin sahibi olan kadının çocuğuyum. Sen annemin, sana yuları veren kadının vasiyetini ne de çabuk unuttun. Ayrıca ben İnşallah şehid oğlu şehid olmak istiyorum. Allah aşkına senden rica ediyorum, seninle beraber Allah yolunda cihada çıkmaktan beni mahrum etme! Hem ben hâfızu’l Kuran’ım. Allah Resulü’nün sünnetini de iyi bilirim. Ata binmeyi ve ok atmayı da iyi derece de öğrendim. Şu arkamda bıraktığım şehirde benden daha iyi bir süvari yoktur. Zaten annem geri dönmemem için benden yemin aldı ve şöyle dedi: “Yavrum! Kâfirlerle karşılaştığında sakın onlara sırtını dönüp kaçma! Canını Allah’a sat. Allah’ın yakınlığını arzu et ve cennette salih dayılarınla beraber babana komşu olabilmek için Allah’a dua et. Olurda Allah sana şehadet nasip ederse bana da şefaat et. Çünkü duyduğuma göre şehid olan bir kimse ailesinden ve komşularından yetmiş kişiye şefaat edecektir.” Annem bundan sonra beni göğsüne yasladı ve başını göğe kaldırarak şöyle söyledi: “İlahi! Ey benim sahibim ve efendim! İşte bu benim yavrumdur. Kalbimin reyhanı ve gönlümün meyvesidir. O’nu sana bağışlıyorum. O’nu babasına kavuştur.” Ebu Kudame diyor ki: “Delikanlının sözlerini dinleyince O’nun güzelliğine ve gençliğinin baharında oluşuna öyle ağladım, öyle üzüldüm ki..! Ayrıca annesine çok acıdım ve merhamet ettim. Nasıl oluyor da bütün bunlara sabredebiliyor diyerek hayretler içinde kaldım.” Bunu gören genç: “Amcacığım! Neden ağlıyorsun? Eğer yaşım küçük diye ağlıyorsan, şunu unutma ki Allah, kendisine isyan ettikleri takdirde benden daha küçük olanlara dahi azap edecektir” dedi. Ben ise dedim ki: “Hayır, yaşın küçük diye ağlamadım. Annenin mahzun kalbini düşünerek ağladım. Senden sonra ne yapacak? Nasıl olacak?” Ebu Kudame diyor ki: “Bundan sonra biz gençle birlikte yola koyulduk ve o gece, bir yerde konaklayıp dinlendik. Sabah olduğunda yeniden yola koyulduk. Genç ise bir an olsun Allah’ı zikretmekten geri durmuyordu. Onu dikkatlice gözlemlediğimde gördüm ki, ata bindiğinde bizden daha iyi bir süvari, konakladığımızda ise hepimizin hizmetçisi idi. Biz yola devam ettikçe de azmi bileniyor, dinçliği artıyor, kalbi berraklaşıyor ve üzerinde sevinç alametleri beliriyordu. Bu halde biz yol almaya ve ilerlemeye devam ettik. Güneşin battığı esnada müşriklerin memleketine iyice yaklaşmıştık. Orada konakladık. Hepimiz oruçlu olduğumuz için de delikanlı bize iftarlık bir şeyler pişirmeye koyuldu. Bu esnada uyku gence hâkim oldu ve o uzun bir uykuya daldı. Birde baktım ki genç uyuduğu esnada tebessüm ediyor, hemen dönüp arkadaşlarıma dedim ki: “Şu gencin uykudaki tebessümüne de bakın hele!” Nihayet genç uyanınca O’na dedim ki: “Sevgili Dostum! Biraz önce seni uykuda gülerken gördüm.” O da dedi ki: “Ben güzel bir rüya gördüm ve çok hoşuma gitti. İşte bu rüyadan dolayı güldüm.” Ben: “Nasıl bir rüya?” deyince de genç anlatmaya başladı: “Kendimi çok acayip ve yemyeşil bir bahçede gördüm. Ben bahçede dolaşırken orada bir saray olduğunu fark ettim. Saray gümüşten, balkonları ise inci ve cevherdendi. Kapıları ise altındı. Tüm perdeleri çekilmişti. Bir de baktım ki, bazı genç kızlar perdeleri kaldırıyorlar. Yüzleri ay gibi parlıyordu. Ben görünce dediler ki: “Merhaba”. Bende onlardan birine elimi uzatıp dokunmak istedim. Bunu üzerine içlerinden biri dedi ki: “Acele etme! Henüz senin zamanın gelmedi.” Bu arada ben onların kendi aralarında şöyle konuştuklarını duydum: “Bu genç Marziyye’nin kocasıdır.” Sonra da bana: “Allah sana merhamet etsin! İlerler misin?” dediler. Ben de öne doğru yürüyüp ilerledim. Baktım ki gördüğüm sarayın en tepesinde kırmızı altından yapılmış bir oda. Bu odanın çatısında ise yeşil zümrütten yapılmış bir yatak. Yatağın ayakları ise beyaz gümüşten yapılmıştı. Yatağın üzerinde yüzü gözü güneş gibi parlayan bir genç kız oturmuştu. Allah gözüme ve aklıma mukayyet olmasaydı odanın güzelliği ve kızın parlaklığı karşısında gözümü kaybedebilir, aklımı kaçırabilirdim. Bu genç ve güzel kız beni görünce dedi ki: “Ey Allah’ın velisi ve sevgili kulu! Merhaba hoş geldin. Sen benimsin ve ben de seninim.” Bunu duyunca O’na sarılıp göğsüme yaslamak istedim. Ama o dedi ki: “Yavaş ol! Sakın acele etme. Çünkü sen çirkin işlerden uzak birisin. Seninle buluşma vaktimiz, yarın öğle namazı vaktidir. Seni bununla müjdeliyorum. Sana müjdeler olsun!” Ebu Kudame diyor ki; Ben de gence dedim ki: “Sevgili Dostum! Sen hayır görmüşsün. Hayır olacaktır, İnşallah.” O geceyi gencin rüyasından ötürü hayretler içerisinde geçirdik. Sabah olur olmaz da derhal atlarımıza bindik. Tam bu esnada ise münadimiz şöyle nida ediyordu: “Ey Allah’ın atlarının süvarileri! Atlarınıza binin ve cennetle sevinin.” “Ağır ve hafif olarak cihada çıkın.”(Tevbe 41) Evet, aradan kısa bir zaman geçmişti ki küfür ordusu yayılmış çekirgeler gibi bize saldırmaya başladılar. Bizden onlara ilk hamle yapan da bu genç delikanlı idi. Delikanlı onların birliğini darmadağın etti. Kuvvetlerini böldü ve tam ortalarına daldı. Onlardan nice adamları öldürdü ve nice kahramanları yere serdi. O’nu böyle görünce derhal yanına varıp atının yularından tuttum ve dedim ki: “Sevgili Dostum! Derhal geri dön. Zira sen bir çocuksun, savaş taktiklerini ve hamlelerini bilmezsin.” Bunun üzerine genç bana dedi ki:“Amcacığım! Sen Allahu Teala’nın şu kelamını duymadın mı? “Ey iman edenler! Küfredenlerden bir grupla karşılaştığınızda sakın onlara arkanızı dönmeyin.”(Enfal 15) Sen benim cehenneme girmemi mi istiyorsun?!” Genç benimle bu şekilde konuşurken birden müşrikler adeta tek bir insanın hamlesine benzer bir hamle yaptılar bize. Benimle gencin arasına girdiler ve O’nunla konuşmama mani oldular. Artık herkes kendi derdine düşmüştü. Öte yandan müslümanlardan çok kişi şehid olmuştu. Nihayet her iki grup ayrılıp herkes kendi başına kalınca, gördük ki ölüler sayılamayacak kadar çoktu. Ben de bu arada atımla ölüler arasından dolaşmaya başladım. Ölülerin kanları yerlere dökülüyor, kandan ve toz topraktan yüzleri tanınamıyordu. İşte ben tam ölüler arasında dolaşırken birden atların ayakları altında çiğnenmiş genci fark ettim. Toprak yüzünü tamamen bürümüştü ve kanlar içinde yerde kıvranıyordu. Bir yandan da şöyle diyordu: “Müslümanlar! Allah aşkına bana amcam Ebu Kudame’yi gönderin.” Onun bu haykırışını duyar duymaz derhal yanına koştum. Ancak toprak ve kanın çokluğundan atların yüzünü çiğnemesinden dolayı onu tanıyamadım. Hemen dedim ki: “Buyur işte geldim. Ben Ebu Kudame’yim.” Genç dedi ki: “Amca biliyor musun? Kâbe’nin Rabbine yemin ederim ki! Gördüğüm rüya doğru çıktı. Evet, şüphesiz ben yuların sahibi olan kadının oğluyum.” Bu sözünü duyunca derhal çocuğun üzerine kapaklandım ve iki gözünün ortasından öptüm. O güzel yüzünden toprak ve kanları sildim. Ona dedim ki: “Sevgili dostum! Amcan Ebu Kudame’yi de unutma olur mu? Kıyamet gününde O’na da şefaat et.” Genç bunun üzerine şöyle söyledi: “Senin gibisi asla unutulmaz. Ne o yüzümü kendi elbisenle mi siliyorsun. Oysaki benim elbisem bunun için seninkinden daha uygundur. Amcacığım lütfen bırak. Ben rabbimle bu şekilde karşılaşmak istiyorum. Amcacığım! Hani sana anlattığım huri var ya işte o şuanda gelmiş başucumda durmuş ve ruhumun çıkmasını bekliyor. Şöyle diyor: “Çabuk ol! Seni çok özledim.” Allah aşkına amcacığım! Eğer Allah seni sağ salim geri döndürürse benim bu kana bulanmış elbiselerimi, çocuğunu yitiren, mahzun ve zavallı anneme götürüp veresin. Annem bilsin ki ben onun vasiyetini zayi etmedim. Müşriklerle karşılaştığımda da korkmadım. Ona ayrıca benden selam söyle. Bir de ona de ki: “Allah senin bağışladığın hediyeni kabul etti.” Amcacığım! Benim bir de küçük bir kız kardeşim var. Henüz on yaşında. Ben eve her girdiğimde beni karşılar ve bana selam verirdi. Çıktığım zaman ise bana en son o veda ederdi. Bu son çıkışımda da yine bana veda etti ve dedi ki: “Allah aşkına ağabey geç kalma!”. Eğer onu görürsen benden selam et ve de ki: “Ağabeyin diyor ki: Kıyamet gününe kadar, kardeşim Allah’a emanettir.” Genç bundan sonra tebessüm etti ve şöyle dedi: “Şahitlik ederim ki, Allah birdir. Ve hiçbir ortağı yoktur, vaadinde durmuştur ve yine şahitlik ederim ki, Muhammed -Aleyhisselâm- O’nun kulu ve Resulü’dür. Bu Allah’ın ve Resulü’nün vaat etiği şeydir. Allah da Resulü de doğru söylemiştir.” Daha sonra da ruhunu teslim etti. O’nu kendi elbiselerine kefenledik ve defnettik. Allah O’ndan razı olsun ve O’nu muradına eriştirsin. Ebu Kudame diyor ki: “Bu gazveden dönüpte Rakka’ya girdiğimizde benim gencin annesini ziyaret etmekten başka bir düşüncem yoktu. Birde baktım ki, güzelliği ve parlaklığı tıpkı gence benzeyen küçük bir kız çocuğu her geçene “Amcacığım nereden geliyorsun” diye soruyor. Onlar da “Savaştan geliyoruz” diyorlar. Bu defa da kız:“Peki, ağabeyim sizinle gelmedi mi?” diye soruyor. Onlar da: “Biz ağabeyini tanımıyoruz” diye cevaplıyorlar. Ben kızın sesini duyunca O’na doğru ilerledim. Kız bana dedi ki: “Amcacığım! Nereden geliyorsun?” Ben: “Savaştan” dedim. Bu defa kız: “Peki, ağabeyim sizinle gelmedi mi?” dedi ve ağlayarak şunları söyledi: “Ağabeyim dönmedikten sonra, bütün insanlar dönmüş bana ne!” Kızın bu sözleri üzerine beni bir hıçkırık tuttu ama onun üzülmesinden korktuğum için kendimi zoraki zapt ettim. Daha sonra kıza dedim ki: “Yavrum! Evin sahibesine söyler misin? Ebu Kudame kapıda seninle konuşmak istiyor.” Kadın bu arada sesimi duydu ve dışarıya, yanıma çıktı. Rengi değişmişti. O’na selam verdim. O da selamımı aldı. Sonra dedi ki: “Ey Ebu Kudame! Müjde vermeye mi geldin, taziye iletmeye mi geldin?” Ben de: “Allah sana rahmet etsin. Lütfen söyler misin: Taziye nedir? Müjde nedir?” dedim. Bunun üzerine kadın dedi ki: “Eğer yavrum sağ salim dönmüşse sen taziyeye gelmişsin. Yok eğer Allah yolunda öldürülmüşse, o zaman müjde vermeye gelmişsin.” Ben dedim ki: “O zaman sana müjdeler olsun, çünkü Allah senin hediyeni kabul etti.” Bundan sonra kadın ağladı ve dedi ki: “Kabul mü etti?” Ben: “Evet deyince de” Kadın: “Yavrumu kıyamet günü benim için azık kılan Allah’a hamd olsun” dedi. Daha sonra ben dedim ki: “Oğlunuzun kız kardeşi nerede? Ne yaptı O?” Kadın dedi ki: “Biraz önce seninle konuşan O idi.” O arada kız çocuğu bana doğru geldi. O’na dedim ki: “Ağabeyin sana selam söylüyor ve diyor ki: “Kız kardeşim kıyamet gününe kadar Allah’a emanettir.” Kız, bunu duyar duymaz bir çığlık attı ve bayılıp yüzüstü yere kapaklandı. Bir müddet sonra O’nu kaldırmak istediğimde ölmüş olduğunu gördüm. Artık hayretler içerisinde kalmıştım. Sonra, gencin yanımdaki elbiselerini, annesine teslim ettim ve O’na veda ederek çıktım. Orayı terk ettiğimde, gencin ve kız kardeşinin durumundan dolayı mahzun, annelerinin sabrından ötürü de hayretler içerisindeydim. Hafız Allame Ebu Muzaffer b. Cevzi demiştir ki: “Bu hikâye bana ulaştığında tövbe eden kadınların ördüğü, tam 300 yular geldi bana.”(Meşariu’l Eşvak İla Mesarii’l Uşşak/ İbn Nahhas ed-Dimyati, s.285) Kaynak: İslam Dünyası Dergisi, Sayı: 5, Ağustos 2012.
Posted on: Fri, 20 Sep 2013 07:22:44 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015