Aşağıdaki yazıyı yazan arkadaşım Aladine, eline ve zihnine - TopicsExpress



          

Aşağıdaki yazıyı yazan arkadaşım Aladine, eline ve zihnine sağlık diyorum, bu iç acısı olayı bizimle paylaştığı için.Bir tarafta tüylerim diken diken oldu, diğer tarafta hüzün ve aynı anda öfke ve kin. Ama aynı zaman can gönülden inandığım bu hak arayış davasına kendi açımdan elimde olan kaynak ve yeteneklere göre daha fazla mücadele etmek için bir motivasyon kaynağı oldu.Kürd (özelikle Kuzeyli/Türkiye) daima özel hayatında, iş yada ticari ilişkilerinde, siyasi yada genel mücadelesinde atığı her adımda verdiği her kararda bunun gibi binlerce yaşanmış ve halen yaşanmakta olan trajediyi gözönüne getirerek, hatırlayarak mücadele vermeli ve yaşamalı diye düşünüyorum. Sorunun kaynağı sadece insan dışı gadar bir canavar devlet ve o mekanizmayı çalıştıran bir yığın memur, bürokrat, asker, polis değil,maalesef halen milyonlarca Kürd vurdum duymaz, beni sokmayan yılan bin yaşasın zihniyetiyle, ve köklerine diline yabancılaşmış bencil bir hayat yaşadığı için, bu olaylar ve Bagok daki gerilla mezarlığını tahrip etme cüretini görebiliyor. ----------------------------------------------------- KÜRDÜN ÖLÜSÜYLE BİLE SAVAŞAN DEVLET, KÜRDÜN YAŞAYANI İLE BARIŞABİLİR Mİ? Kürdün ölüsüne bile tahammül edemeyen, Kürdün mezarına bile savaş açan bir zihniyet Kürdün yaşayanı ile barışabilir mi? Cevabını sona bırakarak devam edelim. Devletin askerleri bu hafta içerisinde Bagok dağındaki 43 Gerilla mezarının bulunduğu şehitliği tahrip edip, Nusaybin halkının 1 Eylül dünya barış gününde o şehitliğe defin ettiği Agit Suruç’un cenazesini yanlarında götürdü, daha doğrusu kemiklerini. Çünkü Agit 2010’da yaşamını yitirmiş yirmi yıllık bir gerillaydı... Bu olay Kürtler açısından ilk değildi. Daha önce de Kürdün ölüsüne yapılmadık hakaret ve zulüm bırakmadılar, Ölüye işkence ettiler, organlarını kesip resimler çektirdiler, tecavüz ettiler, kafalarına ayaklarına ipler geçirip gezdirdiler, gezdirilirken kafalarına tekmeler attılar, alanlarda bırakıp kurtlara köpeklere yem ettiler ve daha nice barbarlık… Bu devletin ölülerimizle savaşı hep vardı. Nesiller değişti ama zihniyet hiç değişmedi. Yıl 1970’ler, yer yine Nusaybin,Mahmud adında bir ortaokul öğrencisi. Okuduğu okul yakılıyor, suçu Mahmud ve birkaç arkadaşının üzerine atıyorlar. Mahmud’un arkadaşları tutuklanıyor ama Mahmud kendini mayınlı tarlaya vurup Nusaybin’in kardeş kenti Qamişlo’ya kaçıyor. Bir yanda zindan diğer yanda mayın tarlası. Çocuk yaştaki Mahmud devletin ne kadar zalim olduğunu daha o yaşta biliyor, bu yüzden de o barbarların eline geçmektense mayınlı tarlayı tercih ediyor. Bir süre Qamişlo’da kaldıktan sonra Anasını ve kardeşlerini özleyen Mahmud Nusaybin’e geri dönmeye karar veriyor. Gelirkene de kız kardeşine küçük bir ayna ve erkek kardeşine de bir gömlek alıyor. Gece 12’de Mahmud tellerden geçip mayınlı Alana geçiyor. Bu arada nöbetçi askerler onu fark edip ateş ediyor. Tellerin arasında yaralı halde durmadan çığlık atıyor. Nusaybin sınırın sıfır noktasındadır, Mahmud’un ailesinin evi de tam tellerin bitişiğindedir. Tellerin yanındaki tüm mahalle Mahmud’un çığlıklarıyla damlara çıkmıştır. Damlara çıkanların arasında Mahmud’un annesi de vardır. Annesi sesi tanır ve yüreğine bir hançer gibi iner ama diğer çocukları onun Mahmud olmadığına ikna eder. Tüm mahelleli o gece mahmud’un çığlıklarıyla damlarda sabahlar. Etraf kızıllaşmaya başlamıştır, güneşin ışınları etrafı aydınlatmaya başlar. Mahmud sesi kısılmış halde halen çığlık çığlığadır, gözü annesinin evindedir. Annesini ve kardeşlerini damda gören Mahmud, “Hawar, hawar yadê, ez lawê te Mehmûd, qey ji êvara xwedê ve tu dengê lawê xwe yê di nav xwînê de nakî”, tüm gece çığlık çığlığa olan kişinin yavrusu olduğunu anlayan Anne oracıkta bayılır. Kendisine geldikten sonra tellere doğru koşar, ama askerler bırakmaz. Tellere yaklaşana ateş açar askerler. Anne ateş açılmasına rağmen koşar Mahmud’una doğru ama millet bırakmaz öğleden sonra çığlıklar susar, kan kaybından ölmüştür Mahmud… Tüm girişimlere rağmen kimsenin cenazeyi almasına izin vermez askerler. İbret-i alem olsun diye cenazenin orda kalmasını ister komutan, başına gece gündüz nöbetçi koyar. Temmuz ayının sıcağı etrafı kavurmaktadır. Köpeklerin Mahmud’un cenazesini yediğini damından izleyen anne aklını yitirir. Ve durmadan sokakta o uçtan diğer uca ‘Hawara! Hawara! Lawo!’ diye sürekli haykırır. 14’üncü gününde Anne bir fırsat bulup kendisini sınıra vurur ve Mahmud’una yetişir. Farkeder askerler, ateş açarlar Anaya, o an sadece bir kolu kalmıştır ana’nın elinde onu da tellere takıldığında komutan elinden alır ve beyaz tülbentine bağlayarak tellere asar… 16’ıncı gününde Ana tekrar Mahmud’una doğru koşar mayınları dinlemeden. Mahmud sadece birkaç kemiktir artık. Mahmudunun kemiklerini eteğine doldurup kaçar, gelir tellerin diğer tarafına. Komutan nöbette uyuyan askeri Cemsenin arkasına bağlar ve karakola kadar sürükler. Askerin de öldüğü söylense de netleşmedi durumu. Bu arada Ana’nın evine asker baskın yapar kemikleri geri almak için, kemikler saklanmıştır. Askerler kemiklerin yerini söylemesi için Ana’ya yapmadığı eziyeti bırakmaz. Ama Ana’nın ağzından tek kelime çıkmaz, Ana’yı mahkemeye verirler. Mahkeme Ana’nın akli dengesinin bozuk olduğuna karar vererek serbest bırakır… Eslîxan Yildirim”in “Kurdistan û Sînor” adlı yeni çıkan kitabında,bu olayın her dakikasının canlı tanığı olan 60 yaşındaki bir ana anlatıyor. Okurken içim titredi, o anları hayal etmeye gücüm yetmedi, düşünsenize O Ananın yavrusunun cansız bedeninin köpekler tarafından yedirilişini izlerken çektiği dayanılmaz acıyı! Düşünemezsiniz, çünkü çoğunuzun bünyesi bu olayın gerçekliğini kabul etmeye bile yetmez. İşte devletin halkına reva gördüğü zulüm ve hakaret. Binlerce Ana hala Kürdistan’da çocuklarının kemiklerinin özlemiyle nefes alıyor yarı yaşar bir halde… Şimdi BaşNebbaş erdoğan’ın ve korosunun Mısıra, Suriyeye, Filistine ağladığını görünce kelime kıtlığı yaşıyorum o zaman. Agid’in amcasının BaşNebbaş Erdoğana cevabı; ‘‘Lanet olsun sizinle aynı yerde nefes bile alışımıza, Vicdanınız kurusun’’ Kürdün diline, kültürüne, yaşam tarzına, toprağına ve kimliğine saldıran bir tarihin sahipleridir onlar. İşte böyle bir tarihin mirasçıları ve o zihniyetin torunlarıdır Bagoktaki mezarlığı yıkan, Agit’i mezarından çıkarıp kaçıran NEBBAŞ’lar ve GORNEBAŞLAR... Başlarken sorduğum sorunun hepimizdeki gerçek yaşamdaki karşılığı Agid’in amcasının cümlesidir, ‘LANET OLSUN SİZİNLE AYNI YERDE NEFES BİLE ALIŞIMIZA’... Ancak bu kadar basit olmadığını, Yıllardır savaşı verilen Barışın celladımızla el sıkışmak olmadığını da biliyoruz. Barışın bizdeki karşılığı Kürdün Toplumsal özgürlüğüne kavuşmasıdır. Alaattin Sinayic / 05.09.2013
Posted on: Thu, 05 Sep 2013 23:31:51 +0000

Trending Topics