Etnik, Kültürel ve Dini Kimlikleri Açısından Arap Aleviler ve - TopicsExpress



          

Etnik, Kültürel ve Dini Kimlikleri Açısından Arap Aleviler ve Dil Gerçeği: Tevfik USLUOĞLU (Arap Alevi Sosyolog) “Sürekli sorgulamalar sonunda gördüm ki, onların duygularını harekete geçirecek saklı ve etkili ilaç, onların kahramanlık, azim, sebat, irade ve zorbalığa karşı bir direniş tarihi olan atalarının tarihini sunmaktır. Tarihten bu sayfaların sunulmasıyla soylu, özgür ve yüce ruhun ikinci kez hareketlenmesi,gücünü toplayarak yeniden uçmaya başlayan yaralı kuşun silkinişiyle silkinmesi kaçınılmaz olacaktır.” Mehmet Emin Galip Et-Tavil İnsanı tanımaya yönelik girişimlerin, özellikle de maddecilikle hareket edenlerin büyük çoğunluğunun insanın, “toplumsal” bir varlık olduğunu vurgulamakla başlarlar işe. “İnsan toplumsal bir varlıktır.” Aynı zamanda “insan kültürel bir varlıktır.” İnsanlar, belirli bir kültürün içinde doğmakta, onun tarafından biçimlendirilmekte, onun taşıyıcısı (kimi zaman) değiştiricisi/dönüştürücüsü olmakla toplumsaldırlar. Bir başka değişle, insanın içinde doğduğu, içinde biçimlendiği, taşıyıcısı ve aktarıcısı olduğu “kültür” sayesinde/aracılığıyla “toplumsaldır”. Kültürden soyutlanmış bir toplumsallık tasarlanamaz. Çünkü her toplumsallık, belirli bir coğrafi, ekolojik- tarihsel çevre içinde ve bu çevreyle etkileşim halinde gerçekleşir. İnsan topluluklarını bir birinden farklı kılan, bir yanıyla coğrafi- biyotik, toplumsal- tarihsel çevrelerinin ve bu çevreye uyarlanma ya da dilerseniz; onunla baş ediş tarzlarının farklılığı olarak kabul edilebilir. Şu halde, kültür, insanların kimliğinin asli kurucu, biçimlendirici öğelerinden birisi, hatta en önemlisidir diyebiliriz. Diğer tüm kimlik referansları ve ya rolleri ( sınıfsal, cinsel, kişisel) bünyesinde biçimlendiklerikültürün damgasını taşıyacaktır ister istemez. Evet, bu ifadelerin ardından son yıllarda siyasal alanın olduğu kadar toplum bilim alanında hareketli bir tartışma odağını ve giderek yaygınlaşan “çok kültürlülük” önerisinin arka planını oluşturan etnik, kültürel kimlik ve dil sorununu inceleyelim: Ethos, Yunanca’da dil, din, gelecek ve kan bağını ifade eder. Günümüzde ise etnik aidiyeti kan ya da din birliğinden çok, bunları içermekle birlikte, esas olarak kendini farklı olarak algılamakla ilintili olan, yani kültürel killiğe bitişik, ayrı bir “kültürel varlık” olma bilinci olarak tanımlanmaktadır. Yani kültürel özellikleri nedeniyle kendilerini farklı ve özel olarak tanımlayan grup, etnik grup olarak tanımlanır. Bu ayrım, dil, din, tarihsel deneyim, coğrafi tercih ya da kan bağından kaynaklanabilir. Bir etnik grubun inceleyicileri bir grubun sahip olabileceği ya da olamayabileceğikolektif bir ad, ortak ataya dair inanç, bir dayanışma duygusu, özgül bir bölgeyle bağlantıları kapsamında ele alırlar. Bu anlamda Türkiye’de yaşan Arapların yanı sıra özellikle Hatay- Mersin arasındaki bölgede yoğun olarak yaşayan Arap Alevilerini ele alalım: Şuan ifade edilecek olan, direk benim kimliğimle ilgilidir. Yani bir eğitimci kimliğimden, dile getirdiğim etnik ve dini grubun bir üyesi olarak dünya ya gelmiş olmamdan ve hatta Sosyoloji, Antropoloji, Siyaset Bilimi ve Sosyal Psikolojiyle olan münasebetin etkisinden kaynaklanacak: Öncelikle şunu belirtmekte yarar var. Arap Alevi toplumu dışında çok az halk, bilimsel camiada ve de günlük yaşamda dini kimlikleriyle aidiyetleri tanımlanmaktadır. Türklerden, Kürtlere, Ermenilere kadar tüm halkların bir dini inancı ya da mezhepsel aidiyeti vardır. Fakat hala ulusların egemen olduğu bir dünya da, herkes ulusal özelikleri ve bunun bileşenleri ya da oluşturucuları olan kültür, sanat, dil v.s. yollarla kendini yeniden üretir. Türkiye’de yaşayan Araplar ( Arap Hıristiyan- Arap Alevi- Arap Sünni ) çağdaş ulus kimliğini tüm boyutlarıyla içselleştirmiş olmalarına rağmen kendine yabancılaşmış ve bu yabancılaşmanınen derin ızdırabını yaşamaktalar. Bu, insanın tarihine, kültürüne, onun çağdaş insanın yapan değerlerine karşı kireçlenme ise durum daha da vahim demektir. Arap halkı birazda bu konumdadır. Bu konumun nedeni de elbette ki Tanzimat’ tan bu yana ülkede geliştirilen dil ulusçuluğudur. Ancak işin öbür boyutunda süreç içinde her gün biraz daha kendine ve değerlerine yabancılaşmaktaolan Arap toplumunun kendisine aittir. Bu anlamda Arap halkının kendi kendine sorması gereken soru şu olmalıdır: Biz kendi sorunumuzu konuşmasak birileri çıkar bizim sorunumuzu işlerine geldiği gibi konuşur ve yön verirler. Gerçekten bu halkın tarihini ve kültürünü belirli bir sisteme tekrar oturtmak mümkün mü? Bu halkın kültürü yeniden bir gelişme ve yenilenmeyi sağlayabilir mi? Bu toplum hiçbir komplekse kapılmadan kendi içinde yabancılaşmayı kırarak kültürel normlar bütünlüğü sağlayabilir mi? Gerçekten de küresel dünya da yerel olabilmek aynı zamanda evrensel boyutu yakalamak bu halkın bulunduğu konumda mümkün mü? Yani özgün ve özgür olunabilinir mi? Bu halk kendi bulunduğu konuma nasıl daha duyarlı hale gelebilir? Evet bu yazı bu tip soruları halkın gündemine sokmak ve bu güne kadar göçen bir ruh olarak ifade edilen bu halkın durumunun yeni bir arayış içinde nostaljik olmayan gerçek bir durumla konumlanması mümkün mü: gibi sorulara cevap arama ve somut öneriler sunma kaygısı içindedir. Neticede ancak soruların muhatapları kalıcı olarak çözümler ortaya koyabilirler. Çözüm de sadece etnik, dinsel ve ya cinsel kimliklerle değil; sonradan kazanılmış kimliklerle bir bütün olarak gerçekleşebilir. Ve hatta ülkemizde çok kültürlülüğü tehlikeli görmek yerine bir zenginlik olarak algılandığında sorunlar esaslı çözümlere kavuşabilir. Çünkü ötekileştirmeden yaşamak, diğerine saygı gösteren bir etiğe sahip olan, bir toplum modeli gerçekleştiğinde demokratikleşmeyi uluslar arası ölçeğe ve ülkenin her kesimindeki farklı gruplara yayabiliriz. Nitekim 2005 yılında Mersin Üniversitesi Psikoloji Bölüm Başkanı Ünsal Yetim’in kendi kitabı olan “Toplumdan Bireye Mutluluk Resimleri” yapıttan hareketle hazırlamış olduğu “Nedir Bu Normal” adlı konuşmasında: Sosyal Psikoloji açısından değerlendirme yapıldığında; “azınlıklar, doğrunun bulunması için gerekli, daha gerçek fikirlerin ortaya çıkması için gerekli” demektedir. Sosyolojinin işlevselci yaklaşımı açısından da azınlıklar, birey toplum ilişkisi içinde değişim ve sorgulama için gereklidir. Toplumsal gelişme farklılıkların etkileşimiyle gerçekleşebilmektedir. Burada elbette azınlık- ya da ulusal azınlık- ulus kavramını sorgulama niyetinde değilim. Ancak şunu ifade etmek gerekir ki dinsel azınlık söylemi 17. y.y da, azınlık söylemi Fransız devrimiyle birlikte sorgulanmaya başladı.1970’lerle birlikte insan hakları söylemlerinin yükselmesi azınlık hakları savunuculuğunu da ortaya çıkarmıştır.1995’te ulusal azınlıkları koruma çerçevesi Birleşmiş milletler tarafından yayınlanmış ve AB tarafından uygulanmaya alınmıştır. Dünyada nerdeyse hiçbir ülke hiçbir bölge tek dilli değilken eğitimde tek dilliliğin norm olarak alınması, diller arasında ciddi statü ve prestij dengesizliklerinin olduğu hemen her bölgede, çift dilli aileler, yaygın bir yanlış pratikle çocukları ile uzun süre tek bir dilde, toplumun egemen dilinde iletişim kurdu; bu bölgelerde egemen dili konuşmayan tek dilli aileler ise nerdeyse çocukları ile hiç iletişim kurmadı ve her iki grupta bunu çocuklarının egemen dilin kullanıldığı okullara uyum sağlayabilmeleri ve hayatlarında başarılı olmaları için yaptılar. Oysa daha sonra, özellikle 1970’lerden sonra yapılan saha araştırmaları çift dilli öğrencilerin tek dilli öğrencilere oranla gerek sayısal gerekse de sosyal- sözel derslerde daha başarılı oldukları, kendilerinden başka dilleri konuşan insanlara daha hümanist ve eşit yaklaştıkları, mezun olduktan sonra daha iyi işlerde çalıştıkları gibi sonuçlar vardı ( Derince, 2010: 49). Bu durum paradoksaldır. Ama dünyada zaten karşılıklı bağımlıklar çoğalmıştır. İletişim zafer kazanıyor, gezegenimizde ağlar, fakslar, cep telefonları, modemler, internet geçiyor. Bu hepimizi, kendi kendimizi inceleme pratiğini getiriyor. Zira bu kendi zayıflık ya da eksikliklerimizi anlama, başkalarınkini anlamanın yolunu açıyor. Hepimizin aldanabilir, kırılgan, yetersiz, eksiklikleri olan varlıklar ve topluluklar olduğumuzun farkına vardığımızdan itibaren, hepimizin karşılıklı bir anlaşılmaya gereksinim duyduğumuzu keşfedebiliriz.Bu anlayış insan türüne hizmet ederek küresel boyutta bir etiğin gelişmesini sağlayacaktır. Kültürlerin, dillerin, toplumların, insanların birbirinden daha çok öğrenmeyi, aynı zamanda anlamayı, durmadan öğrenmek ve yeniden öğrenmeyi getirecektir. Etkileşim her kültüre, dünyanın diğer kültürlerinden beslenme olanağı verirken, kültürlerin aynı zamanda kendi yapıtlarıyla bir dünya kazanını beslemesini sağlar. Böylece her kültür, demokrasiyi, insan haklarını, yurttaşın özel dünyasının korunmasını üreten kendi kültürünün en iyisini de koruyarak, geliştirmeli ve yaymalıdır. Bu yönüyle de diller bir birbirinin rakibi veya düşmanı oldukları ya da birbirinin gelişimini engelledikleri yanlış algısı yerine birbirlerinin gelişimine katkı sundukları algısının geliştirilmesi gerekir. Yani dillerin ve çok dilliliğin bireyin zihninde ve sosyal hayatında değer görmesi, işe yarar görülmesi gerekmektedir. “UNESCO, 1986’da “Linguapax” projesini başlattı (…), 2000 yılından başlamak üzere 21 Şubatların Uluslar arası Anadili Günü olmasını kararlaştırmıştı” ( Alpay, 2004:213). 21 Şubat Dünya Anadilleri Günü’nün artan önemi yukarıdaki tablonun verileriyle daha anlaşılır bir gerçek oluyor. Irkçıların, milliyetçi ilkellerin, ulusalcı sahtekârların tek boyutlu dünyalarının karanlık izdüşümlerindenkurtulmak için, ülkemizin tüm halklarını ve kültürlerini korumanın bir parçası olarak, Anadolu’nun anadil renklerini yok olmaktan kurtarma mücadelesinin daha iyi kavranması ve bu sürece sahip çıkılması gerekmektedir. Bu anlamda bütün Anadolu dillerinin özgürlüğü yanı sıra, Arap halkının ulusal kimlik haklarının dolaysız anlatımı anadili Arapçanın özgür olmasını istemek en demokratik ve insani bir taleptir. “Bu dil ki, insanlık ailesi dilleri içinde dinamikleriyle,niceliği ve niteliğiyle ilk sırada yer alan bir dildir. Tarihi Arap-İslam uygarlığını kuran; insanlığa sayıları, aritmetik ve cebiri, tıbbı, kimyayı, fiziği astronomiyi öğreten; inananlar açısından Peygamberin insanlığa ilettiği mesajın dilidir ve Allah’ın tercih ettiği vahi dilidir. Bu dil kendine özgü alfabe yaratmış ender dillerdendir, yüz milyonlarca insan tarafından dünyanın en geniş coğrafyasında ve yeryüzünün her köşesinde konuşanla karşılaşılabilen bir dildir. Bu dil, diğer tüm diller gibi insan toplumunun üretimidir ve diğer tüm dillerle eşitlikte eksiği olmayan bir dildir” (Ural, 2010: 4). Anadolu’nun diğer dilleri gibi Arapçaya da yasak koyanlara biraz düşünsünler: bir an kendi anadillerinin yasaklı olduğunu, anadilleriyle konuşamadıklarını düşünsünler. O zaman, derhal kendi varlıklarının farkına varacaklardır, dil acısını kendi içlerinde hissedeceklerdir. Bunun için denilebilir ki, Anadolu’daki her etnik grubun bir insan topluluğu olarak anadilini yaşatma geliştirme ve geleceğe taşıma hakları vardır. Olumlu olan herkese olumludur. Olumsuz olan herkese olumsuzdur. Sorunun temel nedeni de toplumun üstüne oturduğu sistemin anti- demokratlığıdır. Bu zihniyetin anti- demokratik tutumu ne din açısından, ne ulusal kimlik açısından ne de demokrasi açısından üstünde hüküm sürdüğü alanda toplumsal siyasal bir bölen yaratamamıştır.Ortak toplumsal taahhüdü, sözleşmesi bulunmayan bir yapıda ikircimliliklerin sonu yoktur. Sorunda budur. Çifte standart tüm ülke sorunlarını içermektedir. Bu ülkedeki cemaatçiler açısından da laik demokrat görünümlü yapılar içinde öğledir. Her konuda ikisi de tek tipleştirici milliyetçi zihniyetten beslenmektedir.Hiç biri ne ümmetçi ne de demokrattır. İkisi de Türkçü ve gericidir. Dini siyasete alet edenlere ve işleri geldiğinde ümmetçiliği işleri geldiğinde Türklüğü ön plana çıkaran İslamcılara gelince: İslam ümmetçidir. Kendine ait parametreleri olan bir “ümmet” savunusu içindedir. Hiçbir etnik topluluğu öncü saymaz. Teorik olarak bu böyledir. Arap ile Fars arasında takvadan başka bir fark yoktur diyen Hz. Muhammed, farklılıkları bir ümmet olarak birleştirdiği iddiasındadır. Türkiye’de İse İslami Cemaat’in böyle bir ideali, böyle bir programı, böyle bir hedefi hiç olmamıştır. Anadille eğitim hakkı ise, kültürel ya da siyasi bir hak olmanın çok ötesindedir. Sorunda bunun anlaşılmamasında yatmaktadır. Bu hak, bir coğrafyayı, bir bakir toprağı tarihte ilk kez ziraata, yaşama açmakla ilgilidir. Yerli olmanın kaçınılmaz ve engellenemez hakkıdır. Üzerinde kararlı duruşuyla varlığını sürdüren bir ulusal topluluğun olduğu her toprağın bir dili vardır. Nitekim hiçbir partinin, devletin, insanın, dili koparıp onun yerine başka bir dil koyma hakkı yoktur. Diller devletlerden uzun sürerler. Devletler dünkü çocuktur. Hele ulus devletler daha da fazla dünkü çocuktur. Diller uluslardan daha kıymetli daha özel ve ebettir. Bu yönüyle de ülkemizde geliştirilen politikalar açısından ne dil ulusçuluğu nede İslami Jargonla ortaya çıkan ümmetçi söylemlerin dilleri tutsak etme politikaları, ülke vatandaşlarınınçok yönlü gelişmesi, barış içinde yaşaması ve ülkenin demokratikleşmesi noktasında doğru sonuçlar yaratamaz. Hele tek tipleştirme adına uygulanan dil ulusçuluğu noktasında dini siyasete alet etmek, siyasi ahlaksızlığınınbir boyutudur. Din bu yanıyla hiçbir zaman tanrıyla kul arasında kalmamıştır. Ancak kendi parametreleri üzerinden bu aldatmayı yapmaya çalışmıştır. Ümmetçilik önermesi konumuzla ilgili önemli bir kıstastır. Ümmetçilik, din açısından etnik yapıları aşan bir evrenselliktir.İslam dini, lokal olmaktan çıktığı an etnik farklılıkları aşarak ümmetçi bir boyut almıştır. Dini siyasete alet edenler bu argümanı çok kullanmıştır. Özellikle, İslam Arap imparatorlukları döneminde ve sonra başka etnik yapıların elinde böylesi bir işlev görmüştür. Farklı etnik dokuların olduğu Anadolu’da İslam, bin yıldır “birleştirici çimento” olarak işlev görmesi için çalışılmıştır. 20 yy dar ulusçu süreçlerden sıyrıldıkça, İslam bir kez daha bu rol için kolları sıvamıştır. Lozan’dan bu yana da ulusçu politikalar altında sürdürülmektedir. 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesinin dini araç olarak kullanan çabaları ise hala hatırlardadır. Ülkemizin bu günkü en önemli sorunu olan Kürt sorununda din pervasızca alet edilmek üzere sahneye indirilmiştir. Bu gün ise, dini siyasete alet etmenin modası sürüyor. Bu kapsamda da tutarlı olmak anadilleri korumayı gerekli kılar. Din ve insan ilişkisi, tanrı ile kul arasında kimsenin müdahalesine olanak tanımayan bir ilişkidir. Ancak, kıymeti kendinden menkul iddialarla, Allah’tan vekâlet alınmış edalarıyla, dinin tek yorumcusu ve şer’i hükümlerinin uygulayıcısı olarak ortaya çıkmak adil olmaya yetmiyor. Dinin hiçbir kuralı, hiçbir dil için yasak içermez. İnsan ve Allah arasındaki ilişki için ön görülmüş zorunlu bir dil de yoktur. Allah’a ve dine gerçekten inananlar, tüm dilleri Allah’ın yarattığını bilecek kadar insaf ve izan içinde olmalıdırlar. Bu durumda hangi tanrı, yarattığı dilleri kullarına yasak edebilir. Öyle bir tanrı var ise bu adaletsiz tanrıya inanan kendisiyle birlikte tanrısını da, cahiliye dönemindeki gibi yaratan ve katık diye yiyenler olacaktır. Bunun din jargonundaki adı şirktir. Bu yanlış yolda yürüyenler, kimseye din satmasınlar, önce tanrının yarattığına inandıkları dilleri özgür kılsınlar, Tanrıyla barışık olsunlar. Türban gibi, Kuran da ki verileriyle de tarihler boyu tartışmalı olan bir konuyu, farz bile olmayan böylesi bir sorunu anayasal hüküm kazandırmaya kadar arkasında duranların, anadillerin özgürlüğü konusunda takındıkları tutumlarını yargılamaları gerekmektedir. Bu sahte adalet ve demokrasi söyleminin, gerçekte tanrı ile kulu arasındaki bir ilişki olan dini, siyasete alet etmekten başka bir işlevi yoktur. Bu da din bezirgânlığınınanadilleri yok etmeye götüren çehresidir. Bu çehrede din toplumun birleştirici çimentosu değil, tutsak edip, yok etmenin bir aracıdır. Din bunların elinde gerçek anlamda halkların afyonudur. Bu anlamda dünyanın değişik ülkelerinde, insanlar dillerle, kelimelerle dünyayı fethederken, çok dilli Anadolu’da bu hakkı istemek nasıl suç olabiliyor. Burada asıl suç ve ayıp olan, insan dilinin, aynı anlama gelmek üzere insan kimliğinin kaybolmasına seyirci kalmaktır. Burada suçlu olan, insanları böylesi bir zulümle, yasaklamalar ve uygulamalarla karşı karşıya bırakmaktır. Bu bağlamda Arapların ünlü ozanlarından Seyyid Mekkavin’in, Filistin içinde geçerli “el Ard bititkellam Arabi (toprak Arapça konuşur) cümlesi, Anadolu için çok daha geçerli bir sözdür; Anadolu kendi ana dilini konuşur, direngenlik oldukçada toprağın dilini kimse engelleyemez. Ortaçağ zihniyetiyle uygulanan dil politikaları ve bugüne kadar başarılmamış olan, beyhude çabaları 21. yy da inatla sürdürmek: çok kültürlülüğün bu kadar ön plana çıktığı dönemde, dünyanın birçok yerinde kültürel ve dilsel hakların uygulama bulduğu bir dönemde, kısıtlayıcılık,inkârcılık ve yasakçılık iflasa mahkûmdur hatta tehlikeli ve de bölücüdür. Tarihin tüm deneyleri bu gerçeğe işaret eder. Bu nedenle kimse kimseyi aldatmasın. Anadille eğitim hakkı, ne resmi dil talebidir ne de ayrılıkçı bir içeriğe sahiptir; tersine doğal olana, dengeli olana barışa ve birliğe atılacak küçük bir adımdan ibarettir. Ayrıca “ demokratik bir toplum için en önemli hususun ifade özgürlüğü olduğuna kuşku yoktur. Çünkü bu özgürlük başka özgürlüklerin ön koşuludur. Diğer bütün özgürlüklerin anasıdır” (Oran, 2008:110). Bu anlamda demokratlara, bu halkın kendisine ve özgürlükten yana olan herkese bir takım sorumluluklar düşmektedir. Bunlar: Türkiye’de “asimilasyon, siyasi istikrarın temeli olarak görülmüş ve öteki kültürlerin etnik merkeziyetçi inkârı yoluyla daha rasyonelleştirilmiştir” (Kymlicka, 1998: 43). Asimilasyon adı verilen politik araç ile devlet darbeleri arasında benzerlik söz konusudur. Başardınız mı meşruuymuş gibi yapabiliyorsunuz. Hem devlet darbeleri hem asimilasyon, uzun süreli baskılama nedeniyle belirgin algılama sorunları yaratıyor. Bu yargının en belirgin göstergelerinden birini “anadili” kavramı çerçevesinde yaşananlar oluşturuyor. Bu anlamda darbeci ve asimilasyoncu politikalar tamamen terk edilmelidir. Arap Alevi halkı üzerindeki bu etkilerin kaldırılması için seferberlik ilan edilerek, bir müzakere alanı yaratılmalı ve tek tek bu etkilere karşı somut adımlar geliştirilmelidir. Demokratik normlar çerçevesinde sivil toplum olarak bilinen alanın yaratılması için yeni bir tartışma ve sorgulama sürecine girilmesi gerekir. Böylece her alanda bir başkaldırı bir sivil itaatsizlik süreci ortaya çıkarılmalıdır. Arap halkının tarihinin harekete geçirilmesi gerekmektedir. Yanı başında yer olan onlarca Arap devletinden beslenmenin yolları geliştirilmelidir. Çoğu yazılı olmayan bu halkın tarihinin sözlü tarih çalışmalarıyla,bellekte olanın yazıya ve görsel tasarımlara taşınması gerekmektedir. Böylece geçmiş ile gelecek arasında sağlıklı bir bağ kurularak, halkın kuşaklarının buradan beslenmesi için çeşitli araçlar yaratılarak, toplu bir eğitim sahası yaratılmalıdır.Bu anlamda da kısa vade de Arapça okuma- yazma kursları, kültür evleri, sosyal etkinlik koordinasyonları, demokratik hakları savunma platformları ve dernekleri yaratılmalıdır.Uzun vade de dergi, gazete, radyo ve televizyon hedeflenmeli ve de dilin yaygın kullanımı için işlevsellik kazandıracak çeşitli aktiviteler geliştirilmelidir. Tilmiz- amca ilişkisi esasına benzer bir oluşumla kültürel hakların ve dilin geliştirilmesi için yeni bir oluşum ve propaganda alanı geliştirilmelidir. Arap Alevi öğretisinin aktarılması yönteminde, Arapçayı anlama noktasından mahrum kuşaklar yetiştirmek, Latin- Arapça karışımı bir alfabe kullanıp günü kurtarmak yerine, tüm Arap gruplarında ibadetin, konuşmanın, öğrenmenin anadille gerçekleşmesi ve bunu sürdürülmesi için işlevsellik kazandıracak çalışmalar geliştirilmelidir. Ulusal kültür politikaları geliştirilmeli ve bu alanda Mağrip’ten Yemen’e ve Suriye’ye kadar kültür elçileri ve katılımcılar davet edilerek bir kültür konferansı organize edilmelidir. Bu konferansta kültürel haklar, dil ve etnik grupların kendi kimliklerini koruma ve geliştirme hakları üzerinde durularak somut öneriler ve çalışmalar geliştirilmelidir. Türkiye’de yaşayan Arap Halkının ve bu halkın yaşadığı coğrafyanın değerleri olan ve aynı zaman da Arap ülkelerinde ve dünyanın farklı yerlerinde etkin olmuş kişilerin ( Davut El Antaki, Süleyman İsa, Mehmet Ali El Zerka, Zeki Arsuzi, Suphi Zahhur, Vehip El Ğanim, Suphi Verdi, Nahle Verdi, Faiz İsmail, Sami Zahhur, Fevzi Bayaslı, Hanna Meyne, Şeyh Salih El- Ali, Mahmud El- Salih, Mehmet Emin Galip Et Tavil, Süleyman Carzun, Cemil Nardalı, Süleyman Vahit, Yunus Ramadan v.s.) kültür politikaları kapsamında bu coğrafyaya tekrar mal edilmesi gerekmektedir. Akademik çevrelerden insanların bölgeye davet edilip bu alana duyarlı kılmak, Arap halkından kişilerin farklı alanlarda uzmanlaşarak bölgeyle ilgili yetkin olmaları ve Arap halk kültürüne, kimliğine sahip çıkmaları ve bu kültürel kimliğin geliştirilmesi için çaba sarf etmeleri sağlanmalıdır. Anadilde eğitim hakkını engellemenin bir insanlık ayıbı olduğunu ”tekrar” ve ”tekrar” söylemek, en insani bir duruştur” (Cebiroğlu, 2008:5). Bu anlamda, “Anadili” kavramına saygı temel hak ve özgürlüklere saygı” adı altında Arap halkının aydınları dilekçelerle ya da basın bildirileriyle bir deklarasyon yayınlamalıdır.“Anadili Duyarlılığına çağrı”, “Anadili Seferberliği” gibi etkinlikler düzenlenmelidir. Anadilde eğitim sempozyumları düzenlenmeli ve bölgede konuşulan Arapçanın geleceğe taşınması için kayıt altına alınarak, sözlü tarih ve anı toplama yöntemleriyle kayıt altına alınmalıdır. Bu konuda Arap Halkından çıkan Dil bilimcilere ve bu alanı ilgilendiren her bilimsel alanın uzmanlarına çok iş düşmektedir. Unutulmamalı ki: yazı, dilin sesini kaydeden bir vasıta olarak dilin bir parçasıdır. Fakat kültür, halk arasında söz ile yayılır. Nitekim bir dilin susması, bir dilin yok olması sadece o dili konuşan halkı değil insanlığı da sessizleştirir.Çünkü iktidar ilişkileri içinde inkârın, yok etmenin, asimile etmenin ve de tek tipleştirmenin olduğu yerde eşitlikçi, özgürlükçü bir dünya tahayyülü yok edilir. Baskıcı, yıkıcı ve yok edici bir zihinsel süreç gelişir. Şu halde “dilin gücünü kimse yadsımamalıdır.Yadsırsa her şeyden önce kendine eder. Dile saygısızlık, insanın kendi özüne saygısızlıktır”(Uygur, 2001: 20) Katılımcılık ve ortak yaşam kültürü geliştirilmelidir. Çoğulcu ve barış kültürü modeli geliştirilmelidir. Bu anlamda proje çalışmaları geliştirilmeli ve bu politikalarla nasıl bir kültür politikası oluşturulması gerektiği buradan, yani sahadan ve deneyimlerden çıkarılmalıdır. Yaşadığı katliam, baskı ve tehcirlerle yoksun ve yoksul bir geçmişe mahkûm edilmeye çalışılan Arap Alevi halkının, tarihi değerleriyle tekrar tanışması ve bu halkın insanlık birikimlerine eşitçe yaklaşımından yola çıkarak oluşturmuş olduğu: “düstur anlayışında; aklın gerçeğe götüren tek yol ve süzgeç olduğu belirleyen sağlam kuramın”; “Eytem el hamis” denilen duyu organlarımızca algıladıklarımızın akıl süzgecinden geçirilmeksizingerçeğe ulaşılamayacağıtezinin tekrar canlandırılmasıgerekmektedir. Ayrıca “yedi doruk” anlayışıyla, insanlığın geçirdiği yedi temel uygarlığı önemseyen anlayışıyla ve de bu süreçlerin düşünsel öncüleri arasında kutsiyette bir fark görmeyen algısının harekete geçirilmesi gerekmektedir. Özellikle Peygamber Muhammed’in insanlığa getirdiği mesaj ile Aristoteles’in,Platon’un, Sokrates’in, İskender Zulkurneyn’in, Peygamber Musa ve İsa Mesih’in mesajını tarihsel dönem içinde eşitçe kavrayarak insan birikimini aklın sürekliliğine ve bütünselliğine bağlı olarak ele alışı korunmalı ve güçlendirilmesiiçin daha çok kültürel, kimliksel ve dilsel koruma ve gelişimin sağlanması için çaba sarf edilmelidir. Arap Alevi halkına yüz yıllardır dayatılan dinsel asimilasyona ve yozlaşmaya karşı kararlıca durulmalı ve çağdaş dünyanın koşullarına uygun olarak, Alevi kaynakları temel alınarak yeniden bu halka kendi inancı tüm detaylarıyla sunulmalıdır. Bunun içinde Lübnan’daki ne benzer bir şekilde: Laik bir dinsel otorite olarak kabul görecek, yetkin insanlardan bir Alevi Meclisi ( karar alıcı ve halka bu kararları ulaştıracak bir yapı) oluşturulmalıdır. Bu meclis, asimilasyon politikalarınınuygulayıcılarına karşıda mesafe koya bilecek, tarikatçı olmayan, Arap Alevi ruhuna uygun, özgürlükçü ve demokratik bir yapı özeliği taşımalıdır. Bu meclis, kimlik bilincine uygun ve bilimsel verilerle de donanmalıdır. Temel problemlerin biride kültürel yoksunluk ve ekonomik yoksulluk arasında paralel bir ilişkinin olduğu kavranmalıdır. Oturup dizi izleyen ve çocuklarını eğitmeyen anne babalara kültürel yoksun olarak kabul edilmeli ve bunun aşılması için toplumsal eğitim sahası geliştirilmelidir. Dil meselesinin insanların kişisel tercihleriyle, anne-babaların ve içinde çocuklarıyla hangi dili konuştukları ile sınırlı bir mesele değildir. Aksine, mevcut sosyokültürel, sosyo-politik ve sosyo-ekonomik koşullardan bağımsız ele alınamayacak bir gerçeklik, bu dinamiklerle birlikte analiz edilmesi gereken bir husustur. Okul öncesi eğitimde iki dilli eğitim politikaları geliştirilmelidir. Çünkü bir dil için ölüm tehlikesi varsa, sebebi o ülke devletinin ve okullarının tek dilci tutumudur. Buna karsı ülkede üç dili eğitim politikaları geliştirilmelidir ( 1. herkesin kendi anadili, 2. ulusal dil, 3.bir uluslar arası dil ). Özellikle erken yaşlarda anadilinin kullanılması, nitelikli bir eğitimin olmasa olmazları arasında yer alır” ( UNESCO Education Position, 2007 : 14). Böylelikle, kültürel kimliklerin geliştirilebileceği, evrensel kültürel mirasının korunacağı ve hoş gürü anlayışının yaygınlaşması mümkündür. Bu barışın dilini geliştirecek temel politika niteliğine sahip olabilir. Bu politikanın geliştirilmesi için Antakya pilot bölge olarak kullanılabilir.Özellikle bölgenin çok dilli, çok kültürlü ve çok dinli olması; aynı zamanda kültürlerin bin yıllardır iç içe yaşıyor olması ve Kadeş anlaşmasının bölgenin yakınında yapılmış olması barış kültürünün ve pratiğinin geliştirilmesi için ciddi referanslara sahiptir. Bu coğrafyaya “barış dili” dille gelebilir. Bunun için sivil itaatsizlik geliştirilmelidir. Hangi şartlarda olursa olsun, çocuğun anadilinin eğitim sürecinin başlangıcında, belirli bir dönemde veya tüm süreç boyunca eğitimin içine dâhil edilmesi hem birey hem de toplum açısından daha doğru ve uzun vadede avantajlıdır. Burada önemli olan çocuğun ana dilinin, gelişim sürecindeki fonksiyonel öneminden haberdar olmak ve buna göre hareket etmektir. Ayrıca 1970’lerden sonra yapılan saha araştırmaları çift dilli toplulukların ve de öğrencilerin tek dillilere nazaran gerek sayısal gerekse de sosyal- sözel derslerde daha başarılı oldukları, kendilerinden başka dilleri konuşan insanlara daha hümanist ve eşit yaklaştıkları, mezun olduktan sonra daha iyi işlerde çalıştıkları gibi sonuçlar elde edilmiştir. Sanatın günlük yaşamda yer edinebilmesi için, sanat alışkanlık boyutuna taşınmalıdır. Kültür bir hak olarak ele alınmalı ve bu halkın yaşadığı kentlerde, kent yönetiminin kültür politikaları tasarlamasını, bir hakkın hayata geçirilmesi olarak ele alınmalıdır. Kültür böylece bir boş zaman aktivitesi olmaktan çıkarılarak, kent gündemine oturtulmalıdır.Kültür politikaları ile bir kente rengini vermek mümkündür. Bu çalışma halkın geleceğine dönük ciddi sonuçlar yaratacağı gibi, kentlerin markalaşması için kolaylaştırıcı bir rol üstlenecektir. Yerel kültür politikaları oluşturarak, yerel yöneticileri de eğiten bir pratik oluşturulmuş olur. Bu yeni bir sorumluluk alanı yaracağı gibi, yerel yöneticilerin alanlarının aktörü haline gelmelerine olanak yaratacaktır. Böylece demokratik, katılımcı bir sistem oluşturularak, insanları geleceğe yönelik idealler çerçevesinde organize etmek mümkün olacaktır. Bu Anadolu’da yaşayan tüm halklar için gerçekçi olduğu gibi Arap halkı içinde elzemdir. Sürdürülebilir bir kalkınma, sürdürülebilir bir kültürel gelişim ve dil öğrenimi açısından sürdürülebilir bir eğitim politikası geliştirilmelidir. Türkiye resmi olarak çok dilli bir ülke olacak. Ve o zaman Türkçe de, Türkler de diğer halklar gibi kazanacak bundan. Bu durumdan. Belki de ülkemizdeki dil mücadelesi sonucunda demokrasi gerçekleşecek. Halkların ve çağdaş zihniyetin beklediği demokrasi etkisi bu dil mücadelesi sonucunda gerçekleşebilir. Bu mücadele ülkemizde uzun dönemdir uygulanan dil ulusçuluğu politikalarını bitirerek eşit adil demokratik ülke inşasının gelişmesini getireceği gibi, tek kazanan ya da gerilimli bir ülke gerçeği yerine; herkesin kazandığı ve barışçıl bir ortamın gelişmesini sağlayacaktır. Bu gerçeklik ülkemize yeni sosyo-ekonomik bir düzlem geliştirecektir. Dolayısıyla, şimdiye dek dillerin kaybolmasına engel olmaya yoğunlaşmış bölgesel ya da üniter dil politikalarınınyerine, dışlayıcı olmayan çok dilliliğin zenginleştiricietkisi doğrultusunda ilerleyen politikaların geliştirilmesini umut etmek için yeterince sebep olduğu inancıyla. Arap Alevi halkı unutmamalı ki: “ Her kültürün kendi erdemleri, deneyimleri, bilgelikleri ve aynı zamanda kedi eksiklikleri ile cehaletleri vardır. Bir insan grubu kendi bugününü karşılamak ve geleceğini hazırlamak için gereksindiği enerjiyi, kendi geçmişinden beslenerek bulur. Her insan varlığı, her topluluk, hayatını, kendisini atalarına bağlayarak kimliğini beslediği geçmişi ile gereksinimlerini ortaya koyduğu şimdiki zamanı ve özlem ve çabalarını yansıttığı geleceği arasında bir dolaşım ve gidip gelme ile canlı tutar” (Morin, 2003: 51). Bu anlamda da, sistemli bir şekilde ve hiç bir komplekse kapılmadan eldeki değerlerini harekete geçirerek ve de yeni değerler yaratarak; bu halkın gerçekliğinin dünya gerçekliğine uygun olarak tanımlanmalı ve geliştirilmelidir. Yani 21. yy. dünyasında yeni toplumsal değerlerle donanmış olarak yer alınmalıdır. Bunun gerçekleştirilebilmesi için yazının başında yer alan Et- Tavil’den yapılan alıntıya istinaden bu halkın tarihinin harekete geçirilmesi ile, geleceğe uzanmanın mümkün olacağı bilinmelidir. Bellektekinin yazıya, yeni kuşakların eğitimi için de toplu bir eğitim sahasına taşınması gerekmektedir. Bu akışın doğru yöne ve doğru zamana uzanmasıyla birlikte: var oluş koşullarının bilinmesini getireceği gibi, sorumluluk bilinciyle beraber özgür kişiliğin kapılarının aralanması sağlanacaktır. KAYNAKÇA ALPAY, Nemciye. Dilimiz, Dillerimiz. Metis Yayınları, 2004, İstanbul CEBİROĞLU, Faiz. “Anadil Üzerine”. 11 Kasım 2008. gomanweb/ index.htm DERİNCE, Şerif. Birikim Dergisi: “Eğitimde Çift Dillilik ve Diller Arası Bağımlılık”, , Birikim Yayınları, Sayı:254, Haziran 2010. İstanbul. KYMLİCKA, Will. Çok Kültürlü Yurttaşlık. Ayrıntı Yayınları, 1998, İstanbul. MORİN, Edgar. Geleceğin Eğitimi İçin Yedi Bilgi. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2003, İstanbul. ORAN, Baskın. Türkiye’de Azınlıklar ( Kavramlar, Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama). İletişim Yayınları, 2008, İstanbul. UNESCO, Asia and Pacific Regional Bureau. “United Nations Educationa, Scientific, and Cultural Organization. Advocat Kit For Promoting Multilingual Education: Including the Excluded, Lenguage in Education Policy and Practice in Asya end The Pasific”. 2007 URAL,Mihraç. “Toprağın Dili”.25 Eylül 2010. gomanweb/ index.htm UYGUR, Mermi. Dilin Gücü. Yapı Kredi Yayınları, 2001, İstanbul. ( Tevfik USLUOĞLU: Araştırmacı- Yazar/ Sosyolog: Arap Hıristiyanlar adlı kitabı yayınlanmış çalışmaları arasındadır.)
Posted on: Tue, 16 Jul 2013 00:41:48 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015