Havva Yılmaz: Şöyle de bir durum var: Bazen ‘Osmanlı - TopicsExpress



          

Havva Yılmaz: Şöyle de bir durum var: Bazen ‘Osmanlı değişti, değişmemeliydi’, bazen ‘değişmedi, geri kaldı’ deniliyor. Her halükârda Osmanlı suçlanıyor. Ama dikkatli baktığımızda Osmanlı’da bir değişim görebiliyoruz. Bu değişim olgusunu biraz açalım mı? Mustafa Armağan: Değişmemesi mümkün değil. Değişmeseydi zaten Osmanlı Devleti tarihe çok daha önceden veda etmiş olurdu. Osmanlı Devleti tarih sahnesine çıktığında kılıç-kalkanla, ok ve mızrakla savaşıyordu, 1920’lerde uçak ve denizaltına sahip olmuş bir devlet olarak tarihe veda etti. Demek ki, değişmemek diye bir olay söz konusu değil. Böylesine uzun ömürlü bir yapı ve örgüt için bu düşünülemez zaten. Değişti, ama belki değişmenin temposu Avrupa’daki kadar hızlı değildi. Ama Avrupa’da -1830’lar civarındadır asıl endüstriyel gelişmesi- öyle hızlı bir ilerleme meydana geldi ki, Osmanlı kendi temposunda yürümeye devam etse bile arkadan hızla gelen aracın temposuna yetişemedi. Fakat bunu da abartmamak gerekiyor. Avrupa’nın 19. yüzyılda yaşadığı olay, insanlık tarihindeki istisnai patlamalardan biridir. Hafif bir yükseliş çizgisi vardı 1820’lere kadar, ondan sonra 1830’lardan 1870’lere kadar bütün insanlık tarihini ona, yirmiye katlayan muazzam bir üretim artışı yaşandı. Bu artış sırasında tabii Avrupa dışı toplumlar yarıştan düştü. İşgal edildi, manda idaresi altına alındı vs. Osmanlı’nın ilginçliği şurada: Hem Avrupa’yla iç içe, Avrupa’da mühim bir toprağı var, hem de bu yarışmada çok hızlı davranamıyor ama buna rağmen ona karşı direnebiliyor. Burada şu noktanın altını çizmek istiyorum: Avrupa’nın bu kadar yakınında kalıp da, Avrupa gibi kurtlaşmadan, yani kendi oynadığımız oyunun kurallarını bozmadan mücadeleye devam eden tek siyasî birim biziz. Avrupa gibi kurtlaşsaydık zaten Osmanlı diye bir olay kalmazdı. Çünkü Osmanlı bir prensip, bir ilke, bir onur mücadelesidir bizim için. Osmanlı’ya “İnsanlığın son adası” deyişim bundan. Kurtlaşmadan yürümeye çalıştı ve böyle olunca Avrupa emperyalizminin kendilerine sağladığı bize göre ‘haksız’ avantajları yaşayamadı. Dolayısıyla, geri kaldı bu yarışta. Burada gerileme kavramını yarışta geride kalmak olarak anlıyorsak, doğrudur. Yani iki araçtan birisi daha hızlı gitti, öbürü daha yavaş gitti ve geride kaldı. Bu doğru bir tanımlama olarak kabul edilebilir. Ancak bulunduğu konumdan geriye gitme olarak anlıyorsak gerilemeyi, bir yozlaşma, bir dejenerasyon, bir tereddi kastediliyorsa bu bazı istisnai sektörler haricinde yaşanmadı. Aslında biz kendi yolumuzda ilerlemeye devam ettik, ama bu süreçte farklı hızlara sahip olan ülkeler karşısında geride kaldık. Gerileme terimi ‘tereddi’nin karşılığıdır aslında. Yani decline; kendi içinde de bir geriye gitme söz konusu gizli bu kavramda. Bizim savunduğumuz şeyse, Osmanlı kendi içinde ilerliyor ama dış şartlardaki ilerleme çok daha hızlı olduğu için göreceli olarak geride kalıyor. Çok istiyorsak, meseleyi, Niçin geride kaldık? diye önümüze koyup sorgulamamız gerek. Birilerini suçlamadan, meseleleri bu masadan alıp başka bir masaya atmadan tartışmayı öğrenirsek, temeline temas etme şansımız artabilir. Aksi halde hayalî bir hasımla didişip dururuz. “Efendim, gerilememizin müsebbipleri matbaayı istemeyenlerdi.” Peki kimdir matbaayı istemeyenler? Soyut! “Efendim, şeyhülislamlar zaten medreselerden bilimi dışlamışlardı, din adamları yeniliklere engel olmuşlardı.” Bana bir tane Şeyhülislam gösterin ki, sırf yeni bir şey olduğu için teknik bir aletin gelmesine engel olsun. Aksine, Osmanlı uleması, dışarıdan gelen yeni aletler karşısında zaaf derecesinde yumuşak davranmışlardır. Fazlasıyla faydacı, pragmatik oldukları bile rahatlıkla söylenebilir. Nitekim ilk matbaa aletinin bastığı kitabın başına yazılan takrizlerde olası fanatiklerin önünü kesmeye çalıştıkları, bir nevi dalgakıranlık görevini üstlendiklerini görmemek için kör olmak lazım. Onları modernlik adına alkışlamak lazım gelirken, lanetliyoruz. Ve buna da doğru tarih okuma yöntemi diyoruz! Gördüğümüz gibi, hep ilerlemek isteyen bir takım insanlar var ve daima onların önüne engeller çıkartılmış gibi melodramatik bir kurgu hakim bu söyleme: bu kurgu da bize tarih diye ezberletiliyor maalesef. Burada, aslında bir tarih mi anlatılıyor, yoksa bugün cari bir hesaplaşmanın, siyasî bir kamplaşmanın silahları mı üretiliyor, bunu sorgulamak lazım. Size bir şey söyleyeyim mi? Aslında bunların derdi tarih değil. Elbette birilerinin derdi tarih, ama ilerleme takıntısıyla ilgili tezi üretenlerin, ‘Biz din adamları veya gericiler yüzünden geri kaldık’ diyenlerin derdi tarihi anlamak değil. Tarih üzerinden bugünkü rakiplerini diskalifiye etmek istiyorlar. Tarih üzerinden bir savaş salvosu imal ederek bugünkü düşmanlarını yenilgiye uğratmak için bomba imal ediyorlar. Bütün mesele burada düğümleniyor. Dolayısıyla, biz tarihin silah olarak kullanıldığı bir savaş haliyle (warfare) karşı karşıyayız. Bu silahı etkisiz hale getirmek ve sanıyorum Eric Hobsbawm’ın sözüydü, “tarihi silahsızlandırmak” zorundayız ki, sağlıklı bir tartışma zeminine oturtabilelim temel meselelerimizi. Yüzleşebilelim onlarla. Aksi takdirde, sorunlarımızı bir kaptan ötekine aktarır dururuz ve derindeki meseleyle asla yüzleşmeden asırları akıntıya kürek çekerek geçirebiliriz.
Posted on: Sat, 26 Oct 2013 16:08:21 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015