SORUN GERÇEKTEN SENDEMİ! Henüz işsiz bir gençken genel - TopicsExpress



          

SORUN GERÇEKTEN SENDEMİ! Henüz işsiz bir gençken genel olarak işsiz olan kişilerin iş buldukları andan sonra mutlu olacağını düşünürdüm,düzenli ücret mutlu bir hayat için ilk ve en önemli adımdı bu olduktan sonra mutlu olmak cocuk oyuncağıydı bana göre. bir mesleği ve işi olan insanların çoğunun mutsuz olduklarını duyduğumda yada gördüğümde onların mutsuzluğunun kendileri ile alakalı olduğunu düşünür kendi halledemediği sorunlardan dolayı mutsuz olduğuna inanırdım. Kendim mutlu olacaktım. Etrafımızda gördüğümüz onca mutsuz insanın mutluluğu beceremeyen insanlar olarak görürüz. Onlar becerememiştir ben mutlu olacağım deriz. Oysa durum bundan biraz daha karışıktır. Öncelikle insanların neden mutsuz olduklarına bakmak gerek; neden mutsuzlar? Nedeni aslında gayet basit sadece çevrenizi ve içinde bulunduğunuz toplumu gözlemlediğinizde bunu net olarak görebilirsiniz. Önceleri kendime sorardım sonra başkalarındanda dinledim neden mutsuzsun diye. Cevaplar neredeyse aynı ve her insan aynı hataya düşerek cevap verdi. Herkes kendisinde olmayandan dolayı mutsuz olduğuna inanıyordu. Yani işi olmayan işi olmadığı için. Eşi ve sevgilisi olmayan eşi ve sevgilisi olmadığı için, çocuğu olmadığı için, çocuklarına gelecek sağlayamadığı için, eşi hayalindeki gibi olmadığı için, işleri iyi gitmediğ için, iflas etmek gibi bir tehditi olduğu için, işci çıkarmak zorunda olduğu için, ikinci işyerini açmakta zorlandığı için ve herkes kendinde olmayandan dolayı mutsuzdu. Bu liste böylece uzayıp gider. Ama asıl mesele neydi ve çok az tanıdığım mutlu insanlar nasıl mutlu oluyorlardı. Genelde gördüğüm en mutlu insanlar en fakir olanlarıydı. Elinde olanla yetinmeyi bilmiş haline şükreden küçük bir kesim ve sevgisini tamamen çocuğuna vermiş bir aile ve birde hoş bir flört dönemi geçiren çiftler mutlu azınlıklardı. Peki bu azınlık gerçekten mutluluğu bulabilmişlermiydi. Bana kalırsa cevabı koca bir hayırdır. Mutluluğun kendi bulunduğun durumla birebir alakalı olmasına rağmen bu kesim aslında kendini kandırarak ve sanal bir gerçekliğe inanarak mutlu oluyordu. Nedir bu sanal gerçeklik, hayatlarının gerçekte böyle olması gerektiğine inanmaktır. Fakir mutlular, Bu yaşadıklarının bir tanrı düzeni olduğunu ve aç değiliz açıkta değiliz onlara sahip çıkan bir devlet yapısı olduğuna ve tanrı devlete zeval vermesin ki bizde mutlu olalım duası eşliğinde mutluluğunu sürdürürler. Flört dönemi mutluluğu ise karşısındakinden hormonal olarak hoşlanmışsa onu çokta tanımaya lüzüm görmez yada bir şekilde görmezlikten gelir mutlu olma fırsatını kaçırmaktan korkar ve hayalindeki erkek/kadın frofilini karşısındakine yükler. Böylece mutluluğunu hormon katarak yükseltir ve bu sanal rüya “gerçek” gözden kaçırılmayacak ana kadar devam edebilir. Ve bir çoğu aynı şeyi söyler, rüya gibiydi. Evet aynen öyleydi, çünkü herşeyi kendi sanalında yaşadın. Yada kendini tamamen çocuklarına adayan anne veya baba bütün mutluluğunu ona yüklüyor. Onu mümkün olduğunca iyi bir geleceğe hazırlamak istiyor ve bunu yaparkende mutlu oluyor ve çok büyük bir hatayıda beraberinde getiriyor bu mutluluk kendisi gibi sadece sanalda mutlu olabilecek bir çocuk yetiştiriyor. Tek amacı çocuğunun mutlu olması ve bunun eğitimini verirkende kendi hayatında yaptığı hataları çocuğuna öğretiyor yada model oluyor. Ve herkes aynı şeyi öğretiyor çocuğuna, kendisine mutsuzluk veren eksiklikleri çocuk elde ederse, çocuk mutlu olabilirdi. bu her neise para, kariyer, iş adamı, iş, v.s oysa kısır döngüye ekliyorlardı bir bir kendi çocuklarını.. ve dahada acımasız yetiştiriyorlar fark etmeden, acıma acınacak hale düşersin. Malını paylaşma aptalmısın. Yada onu iyi koru, kırarsan bozarsan dayak yersin. Mal herşeyden önemli. Tabi mutluluk için. Yada bir değişiği mal değil sen önemlisin ama sen herkesten daha önemlisin. Kır dök senden değerli değil, hiç birsey... sen yeter ki üzülme...ve iki yetiştirme tarzıda mutlu olmayı amaçlıyordu. Ama ikisininde fena çuvalladığını göremiyorlardı. Sorun şu ki mutsuz olmaya mahkum nesiller yetiştiriyoruz. Ve bu sayı o kadar çok ki. Doğru yetiştirmeye çalışan ebeveynleri kınıyoruz. Cocuklarını aşağılıyoruz. Böyle yetiştirirsen döverler söverler elinden herşeyini alırlar diyoruz. Ve çok az doğru yetiştirilmeye çalışılan cocukta doğru konusunda ailesiyle çelişmeye başlıyor. Yanlış biliyorsunuz diyor “ dünya bildiğiniz gibi değil” oysa o azınlık dünyayı gerçekten biliyor olanlardır. Şimdi merak ediyorsunuzdur, dünya bu hale nasıl geldi, biz bu hale nasıl geldik, nasıl kurtulacağız ve nasıl mutlu olacağız. Öncelikle şunu anlamanız lazım. Sizler maddi durumunuz, kariyeriniz ve konumunuz ne olursa olsun birer kölesiniz... Çok şaşırmış olanlar olabilir yada direk kabul edenler. Ama durumu izah edeince ortada şaşıran kalmayacak. Gerçeği görmenin vakti geldi. Bizler sayılı güçlerin veya direk sistemin kölesiyiz. Ve bu nesiller boyunca artan bir hızla devam etmektedir. Sizleri zamanda yolculuğa çıkartmak istiyorum böylece herşeyi anlayacaksınız. Dünyada bundan yaklaşık 8-9 bin yıl önce çok az insan yaşamakta idi. Dünyanın çeşitli yerlerinde lokal insanlar topluluğu şeklinde, bu insanlar kendi yeyeceklerini kendi avlayıp üretip doğa ile iç içe yaşamaktaydılar. Doğaya hiç birşekilde zarar vermeden onunla bir bütün olarak yaşıyorlardı. Taki son buzul çağının etkileri iyice azalıp ekip dikmeye başlayıncaya kadar. Bundan sonra nüfus artmaya başladı. Ve şu iyi bilinmelidir ki Bilgi ve Bilgelik arasında net bir uçurum vardır. Bilgi zeka ile birlikte işlenir iyi veya kötü kullanma açıktır. Ve bilgi çok büyük bir güçtür. Kötü birisinin elinde ise inanılmaz sonuçlar doğurabilir. M.ö 6000 yıllarında sümerler ilk metropol şehrini insa ettiler. Bilgiyi sadece yönetimin elinde tutmayı amaçladılar. Kimya, geometri, fizik, biyoloji, astronomi gibi bilim dallarında araştırma yapan öğretmen ve öğrenci kadrosu vardı. Ama bu hiç sarayın dışına çıkmadı, halka hiç eğitim ve bilim verilmedi. Bunun iki amacı olabilirdi o dönemlerde. Birincisi bilgi güçtür ve herkesle paylaşırsan gücü paylaşırsın ve bilgi iyilerin elinde güvendedir. İkincisi bilgi güçtür ve halka hükmetmek için bunu kullanabilirsin ve o yüzden bu bilimleri halkla paylaşmazsın. Bazılarınızın aklında bir zamanda söyle bir soru gelmiş olabilir. Mısır pramitleri üstün bilgi kullanılarak yapılmasına rağmen, neden mısırlılar üstüne hiç birşey koyamadılar diye? Cevap sümerlerdede aynıdır. Bilgi sadece yönetimde tutulmuştur. Kimya ile ilgili gösteriler yapılarak halka sihir gibi sunulmuş halkta ruhban sınıfını ilahlaştırmıştır. Nede olsa kendileri böyle şeyler yapamazlardı. Bir karışım hazırlıyarak mesela eter olsun çok basitse insana koklatıp bayıltmak zonra ayıltmak o dönem için ölüyü diriltti gibi bile algılanabilir. Ve sümerler halkı cahil tutmuş. Onları tarlalarda devasa mimari eserlerin yapımında gönüllü olarak çalıştırmıştır. Hiç bir güç kullanmadan hemde. Onlara sadece aylık erzak vermiş ve askerleri sayesinde koruma vaad etmiş. Ve tanrıların hep yanında olduğuna ikna etmiştir. O dönemki halkı düşünecek olursak yiyecek ve korunma karşılığı çalışmak tanrılarına güvenmek ve iktidara itaat etmek etmeyenleri kınamak öldürmek yada ihbar etmenin nasılda normal olduğunu anlıyacaksınızdır. Taki o dönemin bilminin bile halledemeyeceği şeyler oluncaya kadar. Çok büyük depremler 25-30 yıl süren kuraklıklar. Ki sümerler arap yarımadasında kurulmuştur şuan çöldür. O dönemlerde verimli topraklara sahipti. Büyük depremler ve açlık isyan getirmiş muhalif yapıdakilerin eline fırsat vermiş ve demişlerdirki Tanrıya karşı geldikleri için bunlar oluyor. Ve halk isyan etmiş sümerlerde tarihten silinmiştir. Benzer olaylar mısırdada olmuştur. Yıkılan sümerlerden kaçan ruhban sınıfı. Mısırdada benzer yapılanma yapmış. Olabilecek en dayanıklı mimari harikası olan olan pramit şeklindeki yapıları yaptırmış ve aynı şekilde gönüllülük ve para veya yiyecek karşılığında çalışan insanları kullanarak yaptırmışlardır. Buda m.ö 4000 ila 5000 yılları arasına denk gelmektedir. Benzer tanrı fügürleri ve sihirler (kimya bilimi) kullanılarak halk buna inandırılmış ve cahil bırakılmıştır. Ve tabikide hükmetmesi ve yönetilmesi kolaylaşmıştır. İnanan insalar arasındaki hiyerarşi güçe olan sadakat muhalif hiç bir yapıyı barındırmamıştır. Ve binyıllar boyu süren tekrardır hikayemiz. Kutsallaştırılan bayraklar, inançlar, ırklar, cahil bırakılmaya ve sihre büyüye inanan ve boyun eğen eğmeyeni kınayan ona nefretle bakan sindirmeye ve boyun eğdirmeye gücü elinde bulundurana inandırmaya zorlamak ve bunu kutsal amaçlar için hizmet saymak o yüzden içinin rahat olması. Tarih gücü elinde bulunduranların hep benzer argümanalrı kullanarak halkı nasıl cahil bıraktıklarını ve bundan nasıl nasıl sanal bir mutluluk yaşadıklarına tanıklık ediyor her dönemde. Taki 1960 larda başlayan halk isyanlarına kadar. Dünyayı saran bu rüzgar özgürlüğün önemini insanlara aşılamaya başladı. Her insan özgür olmalıydı asla hiç bir inancın hiç bir bayrağın ve hiç bir ırkın kölesi olmamalıydı. Bu isyan büyük bir isyandı ve gücü elinde bulunduranlar tarafından acımızasızca cezalandırıldı. Ve ne acıdır ki isyanları bastırmak için. Kutsal bayrak kutsal kitap ve kutsal ırk temalarına yürekten inanan insanlar kullanıldı. Öldür tanrıya karşı geliyor öldür kitaba karşı geliyor öldür bayrağa karşı geliyor diye. Büyük bir halk kıyımı yapıldı. İsyan bastırılınca önlemlerde sertleştirildi. Bilgi ve güç ellerindeydi nede olsa. Öncelikle insanları şu düşünceden sıyrıltmak gerekiyordu “tüm dünyada yaşayan insanlar asla birlik olmamalıydılar” hatta ve hatta ülkede ilde mahallede. Birlik olurlarsa bu güç için tehdit olacaktı. Ve programı işlettiler her insanı bireysel farkındalığına ayırmak. Sen bir bireysin önce kendini düşünmelisin. Kendini garantiye al mutlu olacaksın. Diğerlerini düşünme onlar senin rakiplerin, onlarla bir yarış halindesin onları ne kadar geçersen o kadar mutlu olursun. Onlara asla acıma, kendini düşün. Gücün yanında olmaya ikna ol onlarla işbirliği halinde ol bu şekilde hem ölmezsin hemde mutlu olursun .. ve işte gelmiş olduğumuz son nokta, şimdi anlıyormusunuz neden insanların cahil bırakılmaya çalışıldığını neden dini inaçlarının körüklendiğini neden bayrak ve ırkın kutsandığını neden örgütlenmesini istemediklerini neden egolarını şişirecek güç, para, statü vaadlerini, tvlerden neden sürekli bireyselliği ön plana çıkardıklarını bireysel karizmaya önem verdiklerini.. çünkü bu bir şekilde köle düzenidir. Ve isyan eden herkez cezalandırılır. Tek tek insanları yanlız bırakıp gücün esiri yapmak ama bunun farkında olmamak aileler buna göre eğitiyor çocuklarını.. ve şu bilinmelidir ki dünyanın her neresinde herhangi bir insan bile köle ise asla mutluluk olamaz.. ve tüm dünya mutlu olmak istiyorsa bize nesiller boyunca yaptıklarını ortadan kaldırmamız ve insanı özgür bırakmamız gerekiyor. Egolarımızdan kişisel çıkarlarımızdan hırslarımızdan ve en önemlisi cehaletimizden kurtulmamız gerekiyor. Bilgiyi tüm insanlığa açmamız ve tüm insalığında bilgiyi bilgelikle işlemesi ve koruması gerekiyor. Artık insan olduğumuzun bilincine varmalı ve kölelikten kurtulmamız gerektiğini anlamamız gerekiyor ve artık korkmamalıyız binyıllardır korkarak köle olarak yaşadık ve insan eğer bir uğurda ölecekse bundan daha değerli ne olabilirki bu dünyanın özgürlüğü, nesillerin özgürlüğü ve mutluluğu için olacaksa...
Posted on: Thu, 08 Aug 2013 17:24:06 +0000

Trending Topics



ce over war, love over hate, and non-violence
Mersinde yapılacak olan Akdeniz Oyunları Kafilemiz ; ABDUL

Recently Viewed Topics




© 2015