ZONGULDAK ŞEHİR VE DEMOKRASİSİ– YERELLEŞME VE İNSANIMIZ - TopicsExpress



          

ZONGULDAK ŞEHİR VE DEMOKRASİSİ– YERELLEŞME VE İNSANIMIZ GİRİŞ Şehir ile Kent Kavramları arasındaki farklılık, sadece semantik bir farklılık değildir. Her iki kelimeye yüklenen anlamların farklılığı, aslında yüklendikleri tarihi geçmiş, çevrelendikleri insan ilişkileri, kültürel mirasları ve insanlardan kendilerine akan ve ayrı bir kimlik kazanan ruhsal yapılarda da kendilerini ayırt eder. Daha samimi, kentlerin ise daha dinamik ancak daha soyutlanmış yapılar olduğunu, şehirlerin belki de kendilerine ait bir medeniyet birikimi oluşturduğu, kentlerin ise oluşan medeniyetlerin birer parçaları olduğu söylenir. Şehir yaşamında, eğer sorun bir medeniyet oluşturma, çağdaş yaşam formlarına uygun ve destekler bir organizasyon kurma, insan ilişkilerinin uzmanlık paylaşımının çağdaş normlara ve değerlere benzer-yansıtır nitelikte kurma noktasında ise, mutlaka çözüm, “insani katkının” sağlanmasında yatar. Başka ifade ile şehir yaşamında insani katkı, yöneten-yönetilen uyumunda veya uyumsuzluğunda değil; bizatihi yönetimin şekillenmesinde aranmalıdır. Yöneten-yönetilen uyumu veya uyumsuzluğu, demokrasinin ve/veya hukukun somut yansımalarının görüldüğü alanlardır. Toplumsal, bireysel veya kurumsal taleplerin karşılanması veya reddi, yatırımların öncelik sıralamasına alınması ya da ertelenmesi, idari, mali, demokratik taleplerin karşılanması, kabul edilmemesi gibi “ilişkiler ve etkileşimler ağı” demokratik katılımın en somut örneklerindendir. Tam bu noktada, “insani katkının” aslında, demokratik talepleri, girişim ve eylemleri içeren bir “aktif unsur” olduğunu söylememiz gerekir. Yerelde, yönetimler, insani katkının önünde set olmamalıdırlar. Demokratik hak ve özgürlük formlarının uygulamadaki örneklerinin, uluslararası arenada da yansımalarını görmek mümkündür.. Bu bakımdan, sadece ulusal metinler, girişimler ve yereldeki kent odaklı yapılar (yerel meclisler, kent konseyleri, gündem toplantıları, dayanışma birimleri vb.) değil; uluslararası mekanizmalar da “ortaklaştırılmış şehir yaşamı ve konumu” konusunda etkindir. Şimdi mesele, medeniyet oluşturmuş, çağdaş yaşam unsurlarını (uzmanlık, dayanışma, organize olma, hukukilik, güvenlik içinde yaşama hakkı, temel hak ve özgürlüklere tabi demokratik yaşam vb.) içselleştirmiş “şehir” ve bu değerlerin üretildiği ilişkilere yakından bakmak olmalıdır. O halde ilk başlık, “yerelleşme ve farklılık” üzerine olmalıdır. Sonrasında, “yerelleşme ve global bakış ayrımı”, “kentleşme ve insani katılım” (toplumsal ve bireysel taleplerin iletimi) ve son olarak belki de en kapsamlı bakışımı sunacağım: “demokrasi ve kentlilik”. İnsan odaklı bir bakışı, insan merkezli bir idari yapılanmayı, insanı öncelik değer kabul eden demokrasi anlayışını ve kentsel bakışı sistematize etmek gerekiyor. Emek yoğun bir kentin insanları olarak, emeğe, onun kadar girişime, hepsi kadar demokrasiye yer ayıran bir düşüncenin içinde olmak sanırım yeğlenmelidir. YERELLEŞME, KENTLEŞME VE FARKLILIK Yerellik kavramı, belki de çok bilinen yönüyle, dayanışma ve insanların aynileşmesi yönüyle daha sosyalize, daha toplumcu bir kavram olarak görünüyor. Bu anlamıyla yerelleşme, idari bir kavram olarak algılanabilir. Yerelleşme ise, “kamuya ait merkezi yönetim ve fonksiyonların, merkezi otoritenin taşra birimlerine, yarı özel kamu birimlerine, fonksiyonel otoritelere, özel yerel yönetimlere ya da hükümet dışı yönetimlere devri olarak tanımlanmaktadır”. Yerelleşme, kentlileşme sürecinin başkaca bir idari versiyonu olarak; “tespit ve çözümü” yerelde gerçekleştirmek şeklinde algılanabilir. Adem-i merkeziyetçiliğin, yerelde çözümün, yerelde karar alma mekanizmasının kotarılması biçiminde kabul edilmesi, aynı anda kentlileşmenin de kotarılmasıdır. Tarihi olarak ele aldığımızda, sanayi öncesi kent, sanayi kenti ve metropolitan kent olgularından söz edebilmektedir. Özellikle metropolitan kent yapısında, kent merkezinden kaçışın, çalışmayı ve verimi azaltan olumsuz çevre faktörlerinden uzaklaşmanın öncelikli sonuç olduğunu görebiliriz. Giderek artan bir iştahla, “Köy-Kent” projelerinin şekillendiği bir ülke haline geldik. Kentleşme politikalarının, 1970’li yıllarda, bütüncül kent planları yerine parçalı kent planlarına dönüşmesi, ülkemizdeki kentsel yapılanmalara da yansımıştır. Kentleşme, aslında sürdürülebilir kalkınma, yerelden yönetim anlamına gelen bir yerelleşme olmayabilir, ama büyük kentler veya anakent yapılanmaları, kendilerine özgü yönetim yapılarını zorlamaktadırlar. Çünkü merkezi yönetimin, yerelde hızlı, etkin, kapsamlı ve teknik kapasitesi yüksek bir müdahale, dayanışma ve yardımlaşma sergilemesi zordur. Yerelleşme, bir yönetim biçimidir, yerel parlamentoların kurulması, kanun yapma yetkilerinin tanınması ve federasyon talepleri, yerelleşmenin varacağı en son noktadır. Bu bakımdan, yerelleşme, kentlilik olgusunun, profesyonelleşme, görev bölümü, üretim, iş çıkarma, kendine özgü değerler oluşturma bakımından hem itici güç hem de sonuçtur. Kentleşmenin, bir göç sonrası nüfus hareketlenmesi ve öbeklenmesi, organizasyon yeteneği yüksek birimlerin oluşması, özgülenmenin kotarılması, yeteneğin yerinin bilimsel uzmanlığın aldığı bir sosyalleşme ve kapitalleşme olduğu göz önüne alınırsa, amaç hakça paylaşım, yönetime katılma, üretme ve dayanışmayardımlaşma imkanlarının zorlanması olarak algılanması mümkün olabilir. O halde, yerelleşme kentleşmedir; kentleşmenin var olduğu bir düzlemde “zorunlu olarak yerelleşmeden” söz edilemez. Kentleşme “devletin geleneksel kurumsal iç dinamiklerinden çok, dış dinamiklerin etkisi altında çok kısa süreler içinde yıpranabiliyor” mu? Yerelleşmenin, kapitalizmin farklı bir yüzü olduğu, özelleştirmenin yeni bir ayağı olduğu yönündeki düşüncelere katılmıyorum. (Kaldı ki bu düşünceler, yerellik ilkesinin eleştirisidir; sanıyorum, yerelleşme ile yerellik buanlamda karıştırılmaktadır). Ama sonuçta, bu yönlü fikir sahiplerinin çare olarak sundukları “örgütlü toplum”oluşturma gereği dileklerine katılıyorum. Şahsi fikrim, yerelleşmenin, daha fazlaca, sivil yapılanmalar üzerinden, otoritelere programlı, tutarlı ve süreklilik arzeden biçimde yansıtılması yönünde başarılması gereğidir. Bu anlamıyla, Yerel Gündemler, Kent Konseyleri, Kalkınma Ajansları yerelleşmenin bir yansıması olabilir. KENTLEŞME VE GLOBAL BAKIŞ AYRIMI Kentleşme ve Global Bakış, kimi sosyalist bakışlara göre ayrım, kapitalin uzantısı veya farklı formlarıdır. Yukarıda da kısmen değindiğim üzere, yerelleşme, eğer yerinden yönetim değil; yerinde yönetim olacak ise, sivil toplumun, yerel yönetim birimlerine etki, yönlendirme, rahatsız etme, karar almaya itme gibi fonksiyonlarını içerecek ise, tam anlamıyla bir global bakıştan söz edemeyiz. Yerelleşme, klasik yerinden yönetim anlamında değil, kent yaşamında, “daha”ların talep edildiği süreçleri sivil inisiyatifler eliyle gerçekleştirmek ise, yerele özgü bazı verilerin varlığından söz etmeliyiz. Kentleşme, bir nüfus yerleşimi olarak sadece likit bir süreci mi içeriyor? Gerçekten de, kentleşme, kentte yaşayan nüfusun artması olarak tanımlanıyor. Nüfus artışı, beraberinde sağlıklı yaşama gereklerinin, temiz çevrede yaşama taleplerinin, halka yasak alanların olmadığı bir kıyı panoramasının, uzmanlaşmış iş alanlarının, yönetimin sorgulandığı toplumsal muhalefetin kısıtlanmadığı bir sistem doğuruyor. O halde, kentleşme, bir süreci ifade ediyor; bu süreç demografik bir yerleşme, büyüme, artma; buna mukabil, iş alanlarında organizasyon yeteneklerinin gelişmesi anlamını içeriyor. Kentleşme, bir olgudur. Kentleşme, daha ileriki süreçte, kent olgusunun oluşumuna yol açmaktadır. Kentleşme, birbirine benzemeyen, standartları birbirinden farklı, kültürü, tarihi, sanatsal bakışı, öncelikleri farklı kentleri doğurur. Bu süreç, yerleşme, iş bulma, yeteneğin yerini bilginin aldığı, daha karmaşık, kendi içinde yalıtılmış, aynı zamanda benzeyenlerin bir arada olabildikleri kentleri doğurur. Kentler, devlet politikaları gereğince, global etkilerden ve tercihlerden uzak kalamazlar. Global etkiler, fikirler, yaklaşımlar, sorunlar, krizler, tercihler, kentlere de sızarlar. Bazı kentler turizm kentleri olur, bazıları sermaye kentleri. Zonguldak ise, ne ülkenin bir kent olmuştur, ne global bir kent. Zonguldak, Cumhuriyetin ilk şehridir, Belediyesinin kuruluşu 1899’a dayanır ama hala, kendisini tarif edecek yeni, farklı, umut verici tanımlar peşindedir; yeni rollere soyunmak istemektedir. Zonguldak, Enerji Bölgesi, Maden Bölgesi, Turizm Bölgesi, Eğitim Bölgesi, Sağlık Bölgesi, Uluslar arası Yatırım Bölgesi olmak istemektedir; kentleşme olgusu, şehre, yeni amaçlar, yeni bakışlar, farklı kimlikler, ya da biçilmiş kimlikler oluşturma noktasına gelmiştir. Filyos Vadisi Projesi hayata geçtiğinde Zonguldak Global bir kent olma vasfını artıracaktır. Erdemir, Globalleşmenin bir ekonomik aktörüdür. TTK, uluslararası piyasaları takip etmektedir. Ölçeklerine göre, Global arenada yerlerini sağlamlaştırmak ve rekabeti sürdürmek niyetindedirler. Madenlerine sosyal politikalar kazandıramamış, kayıtsızlığı gündelik hayatın ve gündelik ekonomik uygulamaların içinde normalleştirmiş, bırakınız 10 yılı, orta ve uzun vadeleri, 1-2 yılını dahi planlayamayan bir Zonguldak hayatı ile karşı karşıyayız. “Kentin sakini değil, kentin sahibi olun“ sloganı, muhteşem bir slogandır; sanıyorum, ciddi bir kentsel talep eksikliğimiz vardır. Kentleşme sürecinde oluşan kentlerin, hem ülkenin iç dinamiklerinden, siyasi tercihlerden, iktidar uygulamalarından, ekonomik tercihlerden veya idari önceliklerden, yerel otoritelerin uygulamalarından etkilendikleri söylenmelidir. Sadece, global etkilerden yada “dış dinamiklerin etkisi altında çok kısa süreler içinde yıprandıklarını” söylemek haksızlık olur diye düşünüyorum. KENTLEŞME VE İNSANİ KATILIM Sunumumun başında, “Şehir yaşamında, eğer sorun bir medeniyet oluşturma, çağdaş yaşam formlarına uygun ve destekler bir organizasyon kurma, insan ilişkilerinin uzmanlık paylaşımının çağdaş normlara ve değerlere benzer-yansıtır- nitelikte kurma noktasında ise, mutlaka çözüm, “insani katkının” sağlanmasında yatar” . “Başka ifade ile şehir yaşamında insani katkı, yöneten-yönetilen uyumunda veya uyumsuzluğunda değil; bizatihi yönetimin şekillenmesinde aranmalıdır. Yöneten-yönetilen uyumu veya uyumsuzluğu, demokrasinin ve/veya hukukun somut yansımalarının görüldüğü alanlardır”. İnsani katkı, bir kavram değil; en azından, kent yaşamına ve kentlilik süreçlerine dair bir kavram değil. Ancak “insani katkı” benim açımdan bir belirleyici kavram olabilir. Kentleşme bir süreç ise, kent bir yaşam formu, “kentlilik” ise aidiyet bilincidir. Kentleşme sürecine ne kadar insani katkı sunulmuş ise, bir kent kültürünün, bir kentlilik bilincinin oluşması sağlam temeller üzerinde yükselir. Kent olgusu, modern bir çağrışım oluşturuyor; kente ait olmak ise, kentte yaşamak, kente ait hissetmek, kent sorunları ile ilgilenmek, olup biteni takip etmek ve en önemlisi, kente dair düşüncelerini söylemeye başlamakla kimlik kazanıyor. İnsani katkı örnekleri muhteşem olabiliyor. Zonguldak’a şahsi, kurumsal, ebedi, kültürel, sendikal, düşünsel katkı veren birçok ismi sayabiliriz, iz bırakanları demek istiyorum. İnsani katkının bu kültürel yönüdür. Belki de en hayati olan, en aktüel olan, insana ilişkin bütün taleplerin, ihtiyaçların, tekliflerin karşılanması adına “aşağıdan-yukarı” bir çıkışın, kanalların tanınmış olmasıdır. “Toplumsal, bireysel veya kurumsal taleplerin karşılanması veya reddi, yatırımların öncelik sıralamasına alınması yada ertelenmesi, idari, mali, demokratik taleplerin karşılanması, kabul edilmemesi gibi “ilişkiler ve etkileşimler ağı” demokratik katılımın en somut örneklerindendir. Tam bu noktada, “insani katkının” aslında, demokratik talepleri, girişim ve eylemleri içeren bir “aktif unsur” olduğunu söylememiz gerekir” demiştim. Demokratik katılımın, sadece genel ve yerel seçimlerde değil; diğer zamanlarda da yereldeki icracı birimlere yönelik olması çokça görülen bir olaydır. Belediyeden bir yol açılması, çöp toplanması talebi, Valilikten yatırım yapılması talebi, örnek verilebilir. Ama insani katkı, demokratik katılımın fiziki ve moral ana unsurlarındandır. İnsani katkı, toplumsal örgütlenmelerde, fiili çalışma, fikri katkı şeklinde gerçekleşebilir. Demokratik katılımın sağlanması içinse, insani katkının temel değerlerden biri sayılması gerekir. O halde, kentlilik bilincinin var olabilmesi, kent yaşamının gelişmesi ve şehir genelinde “kazanımlar sepetine” sahip olunması gibi gerekleri içerdiğinden, insan unsurunun olmadığı bir kentlileşmeden söz edilemez. Kent olgusunun, demokratik tepkiler, toplumsal muhalefet, yerel iktidar mücadelesi, ekonomik sürdürülebilir kalkınma gibi unsurları içerdiğini söylüyorsak, biliniz ki “insan” oradadır. İnsan merkezli bir kent sosyal ve kültürel yaşamı, bir medeniyet formunun doğduğu yerdir. DEMOKRASİ VE KENTLİLİK İLİŞKİSİ Kentleşme bir süreç, bu sürecin iç ve dış dinamiklerle şekillenmesi pekala mümkün, global bakış değerlerinden sıyrılması kendine özgü kültürel, sosyal ve ekonomik yapıların kurulması, ama bu sürecin insani katkının varlığı ile kente ve kentlilik bilincine dönüşmesi şart. Demokrasi, aslında bir kent yönetimiydi. Atina kent yönetimi veya polis, kura ile seçilen meclislerin doğrudan karar alma ve yönetme sistemine sahipti. Demokrasi, bu anlamıyla, polisin kendi içinden seçilenlerin kendilerini yönetecek kararlar almasıdır. Yani, demokrasi, bir döngüdür, diyalekttir, bir totolojidir. Zamanla, demokrasi, ayrımsız olmadı; mal sahiplerinin yüceldiği, borç ödeyemeyenlerin köleleştiği bir dönem yaşandı; Konuşma hakkında, siyasette eşitlik ve katılımda eşitlik ilkeleri, o günlerden kalmadır. Bugüne kadarki siyasi demokrasi süreçlerine girmeyeceğim. Ama bugün, konuşmada eşitlik yok, siyasette eşitlik yok, katılımda eşitlik sorunludur. Yani insani katkı, çok arzu edilen düzeyde değildir. Konuşmada eşitlik yoktur; şehir hayatında her yerde konuşulamaz; konuşmak için özel günler gerekebilir. Siyasette eşitlik yoktur; “emek” öncelikli değildir, tartışılır olmuştur, birileri daha eşittir. Katılımda eşitlik ise, bireysel anlamda mümkün değildir, mutlaka grup halinde davranmak önemlidir/ hayatidir ve rekabet ilkeleri kırılgan olabilmektedir. Kent demokrasisi, elbette siyasi partiler açısından da ele alınıp değerlendirilmelidir. Seçim sürecinde olduğumuz için, bu konuda çok detaya giremiyorum. Fakat örgütsel beraberliğe, örgütlülük yapısı içinde insani katkıya önem verecek isek, seçimlerimizin bu eksende gerçekleşmesi beklenir. Örgütsel birliktelik, insani katkılar, örgüt disiplini, mevzuat gerekleri ile çevrelenir. Kent demokrasisinde, örgütsel birliktelik, sürprizlere açık olma kapasitesini kaldırılabilir oranda tutmalıdır. Sadece seçimlerde oy kullanmak, sayım işlemlerini takip etmek, gerektiğinde itiraz etmek siyasi katılım olamaz. Kentin yönetiminin seçilmesi için, “1” oy fark yeterlidir. Bu oy, insanidir; hiçbir örgüt bu 1 oy farkı seçimin başında garanti edemez, o halde, 1 oy değil; 1 kişi önemlidir ve benim insani katkı dediğim işte budur. İnsana dayalı bir siyasi organizasyon, en azından bu 1 oy farkını tutmak için, ciddi bir katılımın varlığına ihtiyaç duyar. İnsanı bu denli önemli sayarsak, kente dair demokratik haklarımızı kullanmak noktasında “boş vermiş” bir vaziyette olamayız. Kente dair en kapsamlısından, en daraltılmışına kadar bütün seçimlerde, bilinçli, seçerek oy kullanılmalıdır. Oyun verilmesinde, elbette sayısız faktör hesaba girer. Ama bu faktörlerin kentleşme, kent ve kentliliğin düzeyi noktasında karşılığı olmalıdır. Kentle ilgili her seçim, beraberinde bir iddiayı, tezi getirmelidir. İddia ve tez, kent olgusu için, kente dair, kentlilik hakkında bir gelecek öngörüsüdür. Kent demokrasisi, içerdiği iddia, öngörüler, yaklaşımlar, değerler, fikirler ve tartışmalar içerdiği ölçüde, üst düzey niteliktedir. “Demokrasi, halkın halk için yönetimi” şeklinde basit bir Amerikan tanımından çok daha fazlasını kapsamaktadır. Yerelleşmenin getirdiği aidiyet duygusu, yereldeki demokratik taleplerin, ilgili kanallarla, ilgili merkezlere, hedeflere iletilmesi anlamına gelmektedir. Kent demokrasisi, barındırdığı kozmopolit veya homojen sosyal katmanlar, zümreler, gruplar yada bireyler bakımından sadece bir yönetim şekli olmaktan, sadece bir talep iletme usulü olmaktan, ya da sadece bir seçimlere yönelik insani katkıdan fazlasını kapsar. Yerel idarelerin ve idarecilerin seçilmesinde kent demokrasisi var mıdır? Genel seçimlerde kent demokrasisi var mıdır, başka bileşenlerden söz edilmeli midir? Kent demokrasisi, başlı başına bir havram, bir olgu mudur? Yoksa bir olay, gelişigüzel bir yapılanma mıdır? Kent demokrasisinin temel işlerliği, aslında kentteki benzeşlerin oluşturdukları gruplarda, meslek odalarında, sendikalarda, dernek ve vakıflarda, gönüllü birlikteliklerde, siyasi partilerde yaşamaktadır. Kentte demokrasi yaşantısında, kent-demokrasi ilişkisinde, kentin demokratik yapısında, etkin bazı kriterlerin veya şartların var olması gerektiğine inanmaktayım. Şu şekilde sıralayabilirim: a) Yerel yönetimlerin, oluşum ve karar alma mekanizmalarına doğrudan ya da dolaylı yollardan etki eden, yönlendiren profesyonel yada yarı profesyonel odakların var olması, b) Kentin, uzmanlaşmış ve mesleki, fikri, eylemsel anlamda farklılaşmış yapılarının örgütlü olması; (örgütlülük halini, sendikal faaliyetlerin tabandan tavana yönelmiş ve baskıdan arınmış bir yarışla kurulmuş yetkili birimlerce yürütülmesi, meslek odalarının mesleki ve sosyal sorunlara ilişkin yaklaşım ve tavır geliştirmeleri, sosyal muhalefetin ya da tepki odaklarının, siyaseten, resmi birimler veya otoriteler aracılığıyla engellenmemeleri anlamında kullanıyorum) c) Gerek ulusal, gerekse uluslar arası, “etkileme ve karar mekanizmaları sonucu” (Habitat ve Kent Konseyleri) oluşan halk katkısı içeren yapılara giriş ve işleyişte sınırlamaların olağan tutulması; bu gibi yapılarda, olabildiğince yerel idarelerden “bağımsız” olma fonksiyonunun bulunması, d) Kent merkezlerinde yada ilgi odağı olabilecek alanlarda, mümkün olabildiğince (belli bir oran belirlendiğinde) kamu mülkiyetinin sağlanması; bu noktada, özellikle Belediyelerin taşınmaz kira gelirlerinin artması noktasında, kent merkezileri olarak belirlenen alanlarda yapılacak kar karşılığı inşaatlarda belediyelerin mülkiyet kazanmalarını sağlamak, temel belediye hizmetlerinin belediye şirketlerince, rekabet ilkeleri doğrultusunda ifa edilmesini sağlamak, (böylece, ranta dayalı bir ekonomik düzeni, yerelde belediye lehine çevirmek, kamu maliyesi anlamında ciddi kaynaklara ulaşmak mümkün olmalıdır) e) Ekonomik demokrasi gereğince, kentin ekonomik değerlerinin bütün vatandaşlara açılması, kamu menfaatinin ve birey menfaatinin dengelenmesi; (birey girişimlerine, birey ortaklıklarının girişimlerine gereken kolaylığın sağlanması yanında, emek alanlarındaki sosyal, mali, hukuki ve sair eksikliklerin giderilmesine dair “insan odaklı” bir yapının kurulmasını sağlamak) f) Yerel öğelerin (göç sonucu sılayla bağların güçlü tutulması) hemşeri bağlarının şekillendirdiği memlekete olan aidiyet duygusunun, kent gerçeğine yönelmesi, olabildiğince kentlilik değerlerine ait bir aidiyet bilincine yönelinmesi, g) Kent yönetiminde çoğunlukçu değil; çoğulcu demokrasiyi, liberal demokrasi öğelerini ve soysal adalet kavramını ön planda tutmak yeğlenmelidir. Özgürlükçü felsefenin, bugünlerde de geçerliliğini koruyan Avrupa Kentsel Şartının da koruduğu “yerelde demokrasinin” yahut “kent demokrasisinin” ülkeye yansımasının umulması; hatta aktif çalışma yapılması, bir eylem birliğinin kurulabilir olması; h) Bilgi ve tecrübe aktarımının sağlanması, ı) Kente dair -hep ileri sürdüğüm- temel konularda ilke kararlarının alınması (İmar, Ekonomi, İş ve Emek Hayatı, Çevre ve Yeşil, Sağlık, Ulaşım, Spor ve Kültür alanlarında özgün Kent Politikalarının açıklanması ve bir Kent Anayasasının yapılması) i) “Güvenlik içinde yaşamak, Temiz ve Sağlıklı Çevrede yaşamak, İstihdam edilmek, Sağlıklı Bireyler olarak yaşamak, Ulaşımın engellenmemesi ve alternatif ulaşım imkanlarının geliştirilmesi, Kültür Kaynaşması, Spor yapabilmenin sağlanması, Kültür ve Tarih varlıklarının korunması, Sürdürülebilir Ekonomik Kalkınma” şeklinde sıralanabilir hakların Avrupa Kentsel Şartı içinde geliştirildiğini görmekteyiz. Kent Demokrasisi adına, Kent Hakları Bildirgesinin, her okul, işyeri ve kültür-spor alanlarına asılması, ilanı, ifası gerekir. Bu bakımdan, bilgi ve bilinç düzeyinin artırılması gayretlerinin, ciddi, geliştirilmeye açık ve kalıcı sistematik çalışmalara konu edilmesi gerekir. j) Sivil Toplumun olaylara bakışında bir teklik, bir birlik oluşturma gayretlerinin ortadan kalktığı bir döneme girilmelidir. Sivil Toplum, bütüncül bir organizma, tek bir vücut değildir. Çoğulcu, kozmopolit, durağan ya da aktif, heterojen ya da homojen çeşitliliktir. Genel bir isim takılması gerektiği için toptancı bir anlayışla yaklaşılan ST anlayışı, yerel demokrasinin aslında hem marşandizi, hem katarıdır. Farklılıkları içselleştirmiş, talepleri, itirazları, önerileri, değerlendirmeleri ayrışmış toplum, serbest bir toplumdur. Kentte Demokrasinin varlığı, sadece ST oluşması ve yaşamsındaki insan katkısının varlığıyla eşdeğer değildir. B unun yanında, yerelleşme niyetlerinin, küçük yerel parlamentolar kurma, kendi göbek bağını kesme gibi naif ve iyi niyetli girişimlerin de ev sahibidir. Bu bakımdan, Kentte Demokrasi, Halk otobüsü gibidir; kurallar konulmuştur; gelinen yer, gidilecek yer bellidir; farklılıklar aynı hedefe doğru ilerler ama saygı ve katlanma üst seviyede olmalıdır. Kent ve Demokrasi karşılaştırması, aslında yönetilenlere, yönetme imkanı verebilen bir iş yapar. Yönetilenler, Kent Konseylerinde, Yerel Meclislerde, Yerel Komisyonlarda, Odalarda, Sendikalarda, Meslek Örgütlerinde yönetme mekanizması geliştirirler. Karar almaya giden süreçleri yaşarlar ve karar alırlar. Sokağın sesi, arka mahallelerin sesi, dayanışma ve yardımlaşmanın sistematiğe bürünmesi ve objektifliği, şehrin vicdanında yankı bulur. Şehir adına konuşanlar, konuşmak isteyenlere kulak asmalıdırlar. Seçilene kadar halkı dinleyenlerin, seçildiklerinde bir dahaki dönemi düşünmeye başlamalarındaki esas nirengi noktası, konuşmaktan hoşlanıldığı değil; dinlenilmekten hoşlanıldığıdır. Eğer süreç tersine dönerse, seçilene kadar dinleyip, seçildikten sonra halkı konuşturursak, sanıyorum, gerçek anlamda, yönetimin halkın kendi içinden seçtikleri tarafından halk adına yapılmasını tam manası ile gerçekleştirebiliriz. Ve aslında bir döngü olan, bütün her şey döner mantığından yola çıkarsak, benim açımdan döngü, bazıları için totoloji, bazıları için diyalektik olan demokrasi – yönetilmek için uydurulmuş bir oyuncak olmadığı yerlerde- halkın sesidir. Halkın sesi, illa bir armoni olmayabilir, bir uyum içinde de görünmeyebilir; görünmemesi de yeğlenebilir, normaldir, dağınık, farklılıklarla bezeli, çok renkli, hatta çıkıntılıklarla dolu da olabilir. “Tek düzen” toplumlarının var olmaması da, insan doğasına uygun olmadıklarındandır. Aslında “şehir” tanımı ve yaklaşımı, bana daha samimi geliyor; yukarıda söylediklerimin büyük çoğunluğu şehir için de geçerlidir. Şehirler, demokratikleşmenin mekanları sayılır; somuta indirgenmiş mekanları sayılır, küreselleşme aşığı şehirlerden söz edilir. Şehirler marka şehirler olmalıdır, şehirler kendi kimlikleri ile başka şehirler arasında yarışmalı ve rekabet etmelidirler. Bu mantığın savunucuları elbette kendi açılarından haklıdırlar. Gerçekten de kendi iç dinamiklerini, geleceğinin kestirilmesine, -planlanması demeyeceğim bu gerçekten imkansızdır- yönlendiren şehirler var mıdır? Bu yönlendirme, siyasi otoriteler tarafından siyasi tercihlerle gerçekleşmekte midir? Yoksa halk ve birey talepleri dinlenir mi? Şehir merkezi denilince ne akla gelir? Ya da şehre yakınlığı gösteren tabelalar aslında neye yakınlıktır? Şehre yakınlık, elbette valiliğe yakınlıktır; ama bu şehrin mahallelerine, insanına, çevresine, dokusuna, tarihine yakınlık mıdır? Şehir insanları, yönetmeye, yönetime katılmaya iştirak noktasında isteksiz olabilirler, mahallelerinde kör ocaklarda çalışan işçilerin şehir yönetiminden beklentisi, belki de sigortasıdır. İşletme sahibinin beklentisi, bu ay da çeklerinin ödenmesi için pazar kazanmaktır. Günlük telaşlarından, şehrin yönetimine dair düşüncelere kapılmaları noktasında, çevre kirliliği, yolların bozukluğu, imar kirliliği, otopark sorunu ile karşılaştıklarında ayrılan birçok kişi bulabiliriz; Gayet insani bir irkilme yaşanacaksa, şehrin; temel sorunlarını çözmüş, en azından çözme yolunda ilerlemesinde, kolektif bir niyet ve girişim görmelidir şehir insanı. Demokratik talep, yerelde seçme, işleyişleri eleştirme, resmi makamları ve diğer yerel hatta ulusal otoriteleri yönlendirmeye çalışma-yönlendirme veya muhalefet etme, iktidarı paylaşma gibi çok geniş bir yelpazede gerçekleşir. Demokratik taleplerin canlılığı, diriliği, organize ilerlemesinde, toplumsal tepkilerin yüksek sesle iletilmesinde çok ciddi yankı bulur. Ve kent demokrasisi artık, pasif ve aktif katılımlarla yaşamaktadır. Tepki vermek, bireysel hakları, sosyal hakları, mali ekonomik haklar ve özgürlükleri talep etmek pasif katılım, seçme, aday olma, karar mekanizmalarında fiilen bulunma aktif katılımı içeriyor diyebilirim. Son olarak, demokratik bir şehir -kent- birey hak ve özgürlükleri ile kamu güvenliği, kamu yararı gibi kavramların çatışmadığı bir şehirdir. Çatışma yerine, bireysel ya da kollektif dinamiklerin canlı tuttuğu “sosyalleşmiş bir kent” olgusunun varlığı aranmalıdır. Sosyalleşmiş ve serbest toplum, hak ve özgürlüklerle donanmış bireyin hem özgürlük içinde yaşaması, hem sorumluluk ve ödev bilinciyle davranmasını hazırlayan bir zemindir; demokratik bir zemindir.
Posted on: Mon, 25 Nov 2013 17:32:25 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015