‘Ümit kötülüklerin en kötüsüdür çünkü işkenceyi - TopicsExpress



          

‘Ümit kötülüklerin en kötüsüdür çünkü işkenceyi uzatır.’ demiş vakti zamanında Nietzsche. Çok haklı aslında, davul bile dengi dengine… Peki şöyle bir düşününce, bir şans vermek gerekmez mi kendine? Saat 01.09 ve kafamda çiftleşen filler var sanki. Hatta devler, büyük canavarlar, yaratıklar gibi. Saatlerce Serdar Ortaç dinlemiş gibiyim yani yok böyle bir yorgunluk. Bir haftadır geçmeyen griple cebelleşmek yetmiyormuş gibi bir de umutluluk hali üstüme çöktü. ‘Belki’ler çapraz ateşe aldı, ‘Bi’ İhtimal’ler rahat vermiyor ve en kötüsü bunlara kendimi kaptırmak üzereyim. İşte insan kendini bir kere kaptırdı mı o kadar hayalperest oluyor, o kadar uzaklaşıyor ki dış dünyadan Mekkede Bize her yer Trabzon atkısı açan hacılardan bir farkı kalmıyor. İnsan umutla zehirledi mi kendini ona her şey Jamiryo... Aslında var olmayan bir dünya bu ve işin kötü yanı şimdi olmayan o şeyin ileride de olmayacağını, hiç gerçekleşmeyeceğini bilmek. Peki insan gerçekleşmeyen ve asla gerçekleşmeyecek olan bir şeye neden bağlanır? Neden gitgide -o şey her neyse- onu kendine katıp yoluna onunla devam eder ve kazanamayacağını bildiği halde 16 Mayıs 2009 günündeki 2–2 mi 2–2 mi vakasında olduğu gibi galibiyet sevinci yaşar? Böyle düşünürken aklıma Son İstasyon filminden bir sahne geldi. + Ulan o kızın gözü yükseklerde sana bakmaz, acı verir. - Olsun be abi, bu acı çok tatlı. Denemeye değer diyorum yani, denemeye değer. İşte bu cümleyi dedikten sonra insan kendini bir anda Mesih sanıverir. Yok böyle bir özgüven. ‘Ne oldu? Hani asla gerçekleşmeyecekti? Denemeye değer diyorsun şimdi, ne iş?’ diye sormaz bile kendine. Büyüsüne kapılmıştır çünkü. ‘Denemeye değer’ büyüsü. Öyle bir büyüdür ki dünyanın bütün hacılarını, hocalarını, falcılarını, medyumlarını getirsen yine de onu diyen insanı yolundan döndüremezsin. Fikre karıştı mı bi’ kere imkanı yok geri adım attırmaz. Bir de destekçisi vardır bunun, evlerden ırak. ‘Hem kaybedecek bir şeyim yok ki’. Kaybedecek bir şeyin olmaması insanı cesaretlendirir. İşe sıkı sıkıya bağlanmasını sağlar. Chuck Palahniuk’a göre insanı özgürleştirir. Evet kaybedecek bir şeyi yoktur ama bir hedefi, buna bağlı olarak hayalleri vardır ve olay sonuçlanınca ya istediğine ulaşacak ya da sahip olduğu hayalini de elinden çıkaracaktır. Ucuza gitmese bari. En azından çok sarsılmasa. Ya da ne bileyim, bir kapı açık bırakılsa da o hayal kıyısından köşesinden bir yerinden devam etse. Çünkü zaten kaybedecek bir şeyi yoktu, yoktu ki girişti o işe. Bir de hayalinden olsa ne yapar sonra? Tecrübe… İşte böyle ortaya çıkar tecrübe. İyi bir şeymiş gibi gösterilir ama tecrübe aslında bildiğin rezilliktir. Bir zamanlar ‘Denemeye değer, kaybedecek bir şeyim yok ki zaten’ diyip Caner misali canlı yayında bardağa kafa atarcasına bir haşinlikle giriştiğin o işten elinde kalan beceriksizliktir. Şunu da yabana atmamak gerekir tecrübe iyi sonuçlara götürür. Ama demek istediğim tam da budur: Tecrübe iyi sonuçlara götürse de o tecrübeyi kazandıran kötü sonuçlanan olaylardır. Her tecrübe bir ders olmalı. Sadece kıçımız sıkışınca kullanacağımız bir kurtuluş yolu değil, canımızı yakan ve asla unutmamamız gereken olayların bir yara izi olmalı tecrübe. Bu iz hiçbir estetik operasyonla silinmemeli. Çünkü o bünye bir ‘Denemeye değer’ sendromunu daha kaldıramayabilir. Edison ampülü bulacağı zaman beş yüzden fazla denemesinde başarısız olmuş diye okumuştum, ne kadar doğru bilemem. Ben olayı yazayım, çıkaracağımız dersi çıkaralım, sayısal veriler çok da önemli değil. Yardımcısı ‘Beş yüzden fazla deneme yaptık, olmuyor. Bence yapamayacağız’ dediğinde Edison ‘Yanılıyorsun, yapmamamız gereken beş yüz şey öğrendik’ şeklinde karşılık vermiştir. Aman Tesla duymasın ama Edison gayet haklıdır. Tecrübenin özeti tam da budur. Bir kere düştü mü insan yeniden kalkması çabucak olur da toparlanması zaman alır. Hani küçükken ağaçtan düşerdik ya kalkıp üstümüzü silkelerdik. Evet üstümüzü birkaç dakika içinde temizlediğimiz halde acısını günlerce, duruma göre haftalarca çekerdik. Bu da öyle işte. Batman Begins’in şu repliğini hatırlayın bu ve buna benzer herhangi bir durumda: Neden düşeriz Bruce biliyor musun? Tekrar kalkmayı öğrenmek için. Herkes düşebilir. Düşmez kalkmaz bir Allah demişler, elbette vardır bir bildikleri. Önemli olan tekrar kalkmayı öğrenebilecek miyiz? Durumu kurtarıp yeniden toparlayabilecek miyiz yoksa saldım çayıra mevlam kayıra diyip birinin gelip bir tekme vurmasını mı bekleyeceğiz? Evet çok şey kaybettik. Fazlasıyla çok şey. Mesela ilkokulda Pokemon’u yayından kaldırdılar bir geri zekalı kendini Pikachu sanıp balkondan atladı diye. İşte o gün Ash olma hayallerimizi kaybettik. Yerine Digimon’u koydular ama Pokemon bambaşkaydı be. Neyse. İlkokul aşkımızı, aşk sandığımız o masumane aptallığımızı kaybettik. Biri geldi, elinden tuttu ve götürdü. Sevda Demirel tokadı yiyen Hande Ataizi gibi kaldık ortada. Sonra büyüdük, çocukluğumuzu kaybettik. Ne diyor Ogün Sanlısoy: Ve birden büyüdük aniden ve birden küçüldü hayaller… Biraz daha büyüdük, küçüklüğümüzdeki umutlarımızı kaybettik. Allah aşkına ilkokulda astronot olmak istemeyen kaç kişi var ki bu dünyada? Ama yok, seçme hakkımızı da kaybettik. Biz de ne kadar şuursuzmuşuz ki hayallerimizi bile kaybettik. Heyecanımızı kaybettik. Cipsten taso çıktığındaki o mutlu ifademizi kaybettik. Kendimizi kaybettik. Bu kadar çok şey kaybetmiş birine sordu bir dostum: Neden ilk işin Kaybedenler Kulübü oldu ki? Cevap vereyim dostum: Ben bu hayatta neyi kazandım ki?
Posted on: Wed, 13 Nov 2013 23:13:40 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015